GÜNDEM
  • 13-11-2025

    Fransız besteci, piyanist ve multi-enstrümantalist Yann Tiersen, 20 Haziran 2026’da StagePass organizasyonuyla Maximum Uniq Açıkhava’da konser verecek.

    Kariyerinde bu yıl 30. yılı geride bırakan Yann Tiersen, İstanbul konserinde hem geçmişten sevilen eserlerini hem de yeni albümünden özel seçkileri dinleyicilerle paylaşacak. Minimalist besteciliği, duygusal yoğunluğu ve sahne enerjisiyle tanınan Tiersen, izleyicilere bir konserden çok daha fazlasını, müzik, doğa, ses ve duygunun iç içe geçtiği bir sanat deneyimi sunacak.

    Yaptığı film müzikleriyle dünya çapında tanınan, bu müziklerle Cesar Ödülü ve Bafta adaylığı kazanan Tiersen, kariyeri boyunca klasik müzikten elektronik ses manzaralarına, folktan ambienta uzanan zengin bir ses paleti yarattı.

    Yann Tiersen’in müzik yolculuğu dört yaşında piyano çalmasıyla başladı. On üç yaşında ilk grubunu kurduktan sonra, gitar ve synth çalarak punk rock sahnesine dalan sanatçı, bir punk grubunda dört yıl geçirdikten sonra, synth, sampler ve drum machine ile solo kariyerine başladı. Bu dönem, onu farklı enstrümanları bir araya getirerek ve kendine özgü motorik akustik minyatürler yaratarak sampling’i keşfetmeye yöneltti.

    Tiersen, bu yıl yayımladığı Rathlin from a Distance | The Liquid Hour adlı albümüyle müzikal ve kişisel bir dönüşüm sürecini gözler önüne seriyor. İki bölümden oluşan bu çalışma, sanatçının doğayla kurduğu derin bağın ve minimalist anlatımının bir yansıması. Rathlin from a Distance sekiz parçalık bir piyano yolculuğu olarak içsel bir keşif sunarken, The Liquid Hour elektronik dokular ve psikedelik ritimlerle sınırları zorlayan bir ses evrenine kapı aralıyor.

    ​Yann Tiersen konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    492
  • 13-11-2025

    Ayşe Türemiş’in “İstanbul: Bitmeyen Resim” başlıklı kişisel sergisi 8 Şubat 2026 tarihine kadar Mecidiyeköy Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor.

    Gerçekçi suluboya tekniğiyle hikâyesi olan tarihi ve kültürel yapıları resmeden sanatçı Türemiş, yeni sergisinde İstanbul’un mimari belleğine odaklanan eserlerinden oluşan özel bir seçkiyle izleyicilerin karşısına çıkıyor. Şehrin çoğu zaman fark edilmeyen mimari detaylarını özenli bir estetikle görünür kılan “İstanbul: Bitmeyen Resim” başlıklı sergi, sanatçının farklı dönemlerinden seçilmiş eserleri bir araya getirerek, kentin değişen yüzüyle kurduğu görsel ve duygusal diyaloğu yeniden yorumluyor. Küratör Özgür Bükülmez’in kavramsal çerçevesi, sanatçının üretiminde süreklilik gösteren temaları -zaman, hafıza ve mekân- etrafında örüyor. Sergide yer alan suluboya eserler, İstanbul’un çoğu zaman fark edilmeyen mimari detaylarını özenli bir estetikle görünür kılıyor.

    ​Ayşe Türemiş’in “İstanbul: Bitmeyen Resim” sergisinde yer alan seçkisi, izleyiciyi gündelik yaşamın içinde gözden kaçan yapıları yeniden fark etmeye, kenti dikkatle adımlamaya ve ayrıntılara duyarlı bir gözle keşfetmeye davet ediyor. Sanatçının yirmi iki yılı aşkın süredir sürdürdüğü titiz suluboya pratiğine retrospektif bir bakış sunan sergi, aynı zamanda İstanbul’un görsel hafızasına zarif bir katkı niteliği taşıyor.

    0
    0
    606
  • 13-11-2025

    Uluslararası ödüllü sanatçı Huban Korman’ın yazıp resimlediği, hatıralar, hayaller, kokular ve renkler eşliğinde okurlarını felsefi bir yolculuğa davet ettiği kitabı En Güzel Şey, Redhouse Kidz tarafından yayımlandı.

    Güzellik kavramını çocukların bakış açısıyla ele alan En Güzel Şey, “En güzel nedir?” sorusunun peşinde felsefi bir yolculuğun kapılarını aralıyor. Küçük bir kızın seçtiği kıyafetin yetişkinlerce “uygun bulunmaması”yla başlayan öykü, şu soruların peşine düşüyor: “Neyin güzel olduğuna kim karar verir?”, “En güzel şey nedir acaba?” Okur, bu yolculukta küçük kızın iç sesine ve çevresindekilerin duygularına, renklerle örülü zengin resimler eşliğinde tanıklık ediyor.

    “Gökyüzündeki ışıl ışıl yıldızlar da çok güzel, yeraltındaki karınca yuvaları da…
    Yalnız başına yepyeni bir maceraya atılmak da çok güzel, kalabalık bir koroyla şarkı söylemek de.
    Güzellik bazen çok uzaklarda bazen de yanı başımızda.
    Peki, bu dünyadaki en güzel şey nedir acaba?”

    0
    0
    497
  • 12-11-2025

    Beykoz Kundura’nın, Sümerbank’tan aldığı ilhamla dördüncüsünü düzenlediği Yerli Malı Haftası bu yıl 13 ve 14 Aralık’ta gerçekleşecek.

    Yerli Malı Haftası programı, zeytin ve üzümün Anadolu’daki bereketli mirasına odaklanan iki panel ve tadım atölyesi, yerli malı pazarı, çocuk atölyeleri, yetişkin atölyeleri, sergi turları, film gösterimleri ve konserlerle üretim ve kültürel hafızayı bir araya getiriyor. Beykoz Kundura “Yerli Malı Haftası” boyunca konserden tadım etkinliklerine, panelden yetişkin ve çocuk atölyelerine, sergi turlarından yerli sinemamız Yeşilçam film kültüründen klasik film gösterimlerine uzanan zengin bir program sunuyor. Üretim odaklı bir programı odağına alan “Yerli Malı Haftası”nda katılımcılar, farklı alanlarda gerçekleştirilen atölye programlarına katılarak yaratıcı üretim becerilerini geliştirme, farklı yerel, gastronomi kültürlerine dair bilgilerini de pekiştirme fırsatı bulacak.

    Ülke çapında ulusal ekonomi kavramı farkındalığının gelişmesi adına 1946 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Belirli Gün ve Haftalar Çizelgesi”ne girerek 12–18 Aralık tarihleri arasında “Yerli Malı Haftası”, 1983 yılından itibaren de “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” adıyla kutlanan etkinlik, İstanbul’un en önemli endüstri miraslarından biri olan Beykoz Kundura’da bu yıl dördüncüsü düzenlenen etkinlik dizisiyle 13–14 Aralık tarihlerinde katılımcılarını konuk etmeye hazırlanıyor.

    ​Yerli Malı Haftası hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    668
  • 12-11-2025

    Labirent Sanat, Arzu Arbak ile Aslıhan Kaplan Bayrak’ın “Derin Salınımlar, Sessiz Yankılar” başlıklı sergisini 20 Aralık’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.

    “Hız ve görüntüyle örülmüş günümüz dünyasında beden sessizce direnir. Çünkü bedensel duyum, varoluşun en derin tabakasıdır, bastırılsa bile silinemez. Yavaşlık, artık bir etik hâline geliyor. Merleau-Ponty’nin ‘görmenin bir dokunma biçimi’ olduğunu hatırlatması gibi, çağdaş sanat ve felsefede de bedenin yavaş, derin, çok duyulu deneyimini yeniden keşfediyor. Bu bağlamda, “bedensel duyum” artık bir verili durum değil, politik ve varoluşsal bir seçimdir. Yavaşlamak, duyumsamak, dokunmak bugünün dünyasında neredeyse bir direniş biçimidir. Evet, günümüzde bedensel duyum zayıflamıştır ama tamamen kaybolmamıştır. O, hızın, görüntünün, ekranın altında hâlâ titreşir. Ve belki de tam da bu baskı yüzünden, duyumsamanın yeniden hatırlanması bu çağın en radikal eylemidir. Şimdi bize düşen, gözün hükümranlığında yeniden duymayı öğrenmek, yavaşlamak, yeniden nefes almak, bir görüntüye değil, bir varlığa bakmaktır. Teknolojinin hızla ördüğü bu dünyada, bedensel açıklık varoluşun son sığınağıdır. Ve belki de insan, bir kez daha gözün değil, derinin hafızasından doğacaktır.

    ‘Derin Salınımlar, Sessiz Yankılar’ sergisi, bedenin geri dönüşü için görmenin hızına karşı, duyumsamanın yavaşlığını savunuyor. Çünkü bedensel varoluş, yalnızca bir bakış mesafesinde değil; tenin altında, kasların, nefesin ve zamanın derin kıvrımlarında saklıdır. Beden bir sınır değildir; o, dünyanın kendini hissettiği bir arayüzdür. Her dokunuş, her nefes, her bakış dünyanın bize değme biçimleridir.

    Boşluk, yokluk değil; ‘oluş’un potansiyel alanıdır. Her şey boşluktan doğar. Sunyata bize, yokluğun değil sonsuz imkânın adını verir. Sergideki işler, tam da bu imkânın kıyısında titreşir: görünürlük ile siliniş, ses ile sessizlik, ışık ile karanlık arasında. Geçicilik, bu serginin damarlarında dolaşır. İşler, kalıcı bir iz bırakmak için değil, gözün kenarında, kulağın eşiğinde beliren küçük titreşimler olarak var olur; kayboldukça daha çok hissedilir, silindikçe daha çok parıldarlar. Her titreşim, her nefes, her yavaş bakış bu boşluğu doldurur ama boşluk asla tamamen kaybolmaz. O, oluşun devam eden yankısıdır hem davet eden hem de direnç gösteren bir alandır. Geçicilik, yalnızca kayıp değil bedensel ve duyusal farkındalığın temelini oluşturur. Her ışık kırılması, her ses titreşimi, her dokunuş geçiciliğin içinde saklı bir süreklilik sunar.

    Duyumsama, gözün egemenliğine karşı bedenin sessiz bilgeliğidir. Zaman, saatlerin çizgisiyle ölçülemez. Şiirsel zaman içten akar, katmanlaşır, yoğunlaşır. Bu sergi, hızın ve görselliğin egemenliğine karşı bir çağrıdır; yavaşla, duyumsamayı hatırla, boşluğun ve geçiciliğin içinde bedensel bir varoluşu yeniden keşfet. Çünkü hiçbir şey sabit kalmıyor. Her şey, salınımlar hâlinde ortaya çıkıp geri çekiliyor. Bir yankı gibi önce güçlü, sonra giderek sönümlenen. Ama tam da bu sönümlenme, varlığın en çıplak hakikatini açığa çıkarıyor.

    ‘Derin Salınımlar, Sessiz Yankılar’, izleyiciyi evrenin hem mikroskobik hem makroskobik düzeyde titreşen yapısına tanıklık etmeye çağırıyor. Sessizlik burada durağanlığın değil, evrensel bir hareketin en yoğun biçimde hissedildiği alanın adıdır. Evreni anlamaya yönelik en temel bulgular, onun sessiz bir titreşimler bütünü olduğunu gösterir. Her şey, en derin düzeyde salınımlar üzerinden var olur: atomların kuantum titreşimleri, beynin sinaptik dalgaları, yıldızların kütleçekimsel dalgalanmaları… Görünür dünya, bu titreşimlerin yoğunlaşmış ve geçici hâllerinden ibarettir.”

    0
    0
    639
  • 12-11-2025

    Klinik psikolog Dasha Kiper’in “kusursuz bakım veren” mitini sarsarak demansın yalnızca hastayı değil, bakım vereni de dönüştüren bir hastalık olduğunu gösterdiği çalışması Düşlenemez Diyarların Yolcuları, Zeynep Arık Tozar’ın çevirisiyle Domingo Yayınevi’nden çıktı.

    Kiper, Alzheimer ve diğer demans türleriyle yaşayan insanlara ve onlara bakım verenlere yıllarını adadı. Eşinin bir yabancı olduğuna inanan bir adam, hayali arkadaşlıklar kuran bir kadın, annesinin geçmiş travmalarının ağırlığı altında ezilen bir oğul… Kiper yargısız ve derin empatiyle anlattığı bu vakalarda, demansın nasıl sessizce ilişkilerin kalbine sızabildiğini, bakım verenlerin de tıpkı hastalar gibi yolunu kaybedebildiğini gözler önüne seriyor.

    Düşlenemez Diyarların Yolcuları, her sayfasında insan kalabilmenin anlamını sorgulatan ve demansın zihinsel labirentinde pusula olan bir kitap.

    0
    0
    589
  • 12-11-2025

    Galeri Nev, 13-16 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek Paris Photo 2025 kapsamında Yıldız Moran’ın eserlerini ilk defa Paris’te, Grand Palais’de sergiliyor.

    “İki Gece Arasında” başlıklı sergi, fuarda yer alan 179 dünya galerisi arasından küratör Devrim Bayar tarafından seçilerek öne çıkarılan kadın fotoğrafçıların seçkisi Elles x Paris Photo içinde de yer alıyor.

    Yirmili yaşlarının başında fotoğraf eğitimi almak üzere Londra’ya giden Yıldız Moran, Türkiye’nin akademik eğitim almış ilk kadın fotoğrafçısı olarak tanınıyor. Ealing Technical College ve Bloomsbury Technical College’da edindiği teknik bilgiyi, John Vickers’la yaptığı stüdyo çalışmalarıyla derinleştiriyor. 1950’lerin başında Türkiye’ye dönerek kendi stüdyosunu açıyor. Fotoğraf makinesinin arkasında geçirdiği zaman on yıldan fazla olmasa da Moran kendine özgü bir üslup geliştirerek geride yaklaşık 10.000 negatiflik geniş bir arşiv bırakıyor.

    “İki Gece Arasında”, bu kapsamlı arşivden seçilmiş otuz iki eseri bir araya getiriyor. Sergi, Moran’ın 1954-1958 yılları arasında İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleriyle Batı Anadolu’da gerçekleştirdiği keşif gezilerinde çektiği fotoğraflara odaklanıyor. Moran bu gezilere, üniversitenin sanat tarihi bölümünün saygın başkanı Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun yeğeni olarak davet ediliyor ve tüm katılımcılar arasındaki az sayıda kadından biri oluyor. Söz konusu seferler, Anadolu’nun İslamiyet öncesi uygarlıklarının izlerini araştırmayı ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasını tarihsel bir çerçeve içinde değerlendirmeyi amaçlıyor.

    Serginin başlığı “İki Gece Arasında”, Moran’ın siyah-beyaz fotoğrafçılığa ve karşıtlıklara duyduğu tutkuyu yansıtıyor. Bir röportajında ressam olma hayalinden söz eden ancak bu arzusu gerçekleştiremeyen Moran’ın kompozisyon, ışık ve biçime gösterdiği özende yine de bir ressamın bakışı hissediliyor. Hiçbir zaman bir belgesel fotoğrafçısı gibi çalışmıyor; Rolleiflex makinesini yüreğine yakın tutarak harabeleri, arkeolojik objeleri, sonsuz manzaraları ve mahrem iç mekânları müthiş bir duyarlılıkla kayda geçiriyor. Doğa ve yüzey desenlerine, bir teni incelercesine dikkatle yaklaşıyor; gri tonlarının inceliklerindeki dokunsallığı, müzikaliteyi, hatta erotizmi öne çıkarıyor. Kadın olması dolayısıyla, erkek meslektaşlarına kapalı anlara ve alanlara erişebiliyor, Anadolu’daki gündelik yaşamı — özellikle kadınların ve çocukların hayatlarını — eşsiz bir samimiyetle gözlemliyor.

    Paris Photo seçkisi Moran’ın büyük boy baskıları ile kartpostal ölçüsündeki küçük edisyonlarını yan yana getiriyor; seçki aynı zamanda sanatçının son derece nadir erken dönem karanlık oda baskılarına da yer veriyor. Böylece uluslararası ziyaretçileri, Moran’ın yapıtlarının çeşitliliği, ritmi ve şiirselliği ile buluşturuyor. Nitekim eserleri, birçokları tarafından “edebiyatı sarsacak kadar güçlü bir sanat” olarak nitelendiriliyor. Galeri Nev sergiyi, gözden kaçmış bir geçmiş ile Yıldız Moran’ın fotoğraflarının derinliği ile sık sık karşılaşacağımız bir sonsuz gelecek arasındaki özel bir an olarak kurguluyor. 1997 yılından bu yana düzenli olarak açılan ve fotoğraf sanatına odaklanan dünyadaki en büyük fuar olarak bilinen Paris Photo’da bir araya gelecek galeriler, yayıncılar, koleksiyonerler ve sanatçıları Yıldız Moran’ın “İki Gece Arasında”ki görkemli aydınlığı ile karşılaştırmayı amaçlıyor.

    Künye:
    1. Yıldız Moran İsimsiz | Untitled 1957, Bilecik, Türkiye Arşivsel pigment baskı | Archival pigment print 41*41 cm 3 ed. + (1 ae)
    2. Yıldız Moran İsimsiz | Untitled 1957, Van, Türkiye Arşivsel pigment baskı | Archival pigment print 14*14 cm 3 ed. + (1 ae)
    3. Yıldız Moran İsimsiz | Untitled 1957, Nevşehir, Türkiye Arşivsel pigment baskı | Archival pigment print 80*80 cm 5 ed. + (2 ae)
    4. Yıldız Moran İsimsiz | Untitled 1959, Nevşehir, Ortahisar, Türkiye Arşivsel pigment baskı | Archival pigment print 80*80 cm 5 ed. + (2 ae)
    5. Yıldız Moran İsimsiz | Untitled 1956, Kayseri, Türkiye Arşivsel pigment baskı | Archival pigment print 80*80 cm 5 ed. + (2 ae)
    ​6. Yıldız Moran

    0
    0
    617
  • 12-11-2025

    Sanne Rooseboom’un şehrin yaşaması zor semtlerinde büyümek, kendin olmak ve paslanmış şeylerle ilgili bir macera anlattığı, Sophie Pluim’un resimlediği romanı Mot ve Metal Balıkçıları, Hasan Türksel’in çevirisiyle Can Çocuk’tan çıktı.

    Çözüm Bakanlığı’yla ülkemizde çok sevilen, ödüllü yazar Rooseboom’un bu hikâyesi 11 yaş ve üzeri okurlara yönelik.

    Mot’un gerçek adı Vlinder, yani Kelebek’tir; tabii ona yalnızca annesi bu adla seslenir. Annesi, kızının elbise giyen, cıvıl cıvıl, kaygısız bir çocuk olmasını tercih eder ama Mot öyle biri değildir işte... Siyah kıyafetlerini ve büyüdüğü eski, bakımsız şehri sever. Bir isyan anında Mot, eski kanalda balık tutmak için kendi harçlığıyla bir mıknatıs satın alır ve küçük, paslı bir denizaltı bulur. Mot’un denizaltı bulduğu hafta gayet sıradan, hatta biraz da sıkıcı başlar ama Mot, büyük keşfini yapmadan önce daha çok şey yaşanacaktır. Mot’un asi akrobatlarla tanıştığı, güçlü bir milyarderle kapıştığı ve annesini daha yakından tanıma şansı bulduğu büyük macera işte böyle başlar.

    “Mot pazar meydanında yarım saat daha kaldı ve oradaki tüm broşürleri aldıktan sonra eve doğru yola koyulmak istedi. Evini düşündükçe midesinde bir düğüm hissetti. Annesi sormadan nerede olduğunu ona söyleyecek miydi?”

    0
    0
    583
  • 11-11-2025

    27 Kasım-2 Aralık tarihleri arasında izleyiciyle buluşmaya hazırlanan 15. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin Altın Terazi yarışma filmleri ve jürileri, yedi farklı bölümde gösterilecek filmleri belli oldu.

    Başkanlığını Prof. Dr. Adem Sözüer, direktörlüğünü Prof. Dr. Bengi Semerci’nin üstlendiği festival bir kez daha “Herkes İçin Adalet” ilkesiyle dünyanın dört bir yanından toplam 40 filmi izleyiciyle buluşturacak. Program direktörlüğünü Alin Taşçıyan’ın, kısa metraj film koordinatörlüğünü Nil Kural’ın yaptığı festivalde bu yıl da film gösterimlerine VisionIST kapsamında düzenlenecek ufuk açıcı paneller ve “Yaşam Hakkı” temasıyla Türkiye’den ve dünyadan hukukçuları bir araya getirecek Akademik Program eşlik edecek.

    Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, bu yıl da adalet, vicdan ve insan hakları kavramlarını merkezine alan zengin bir program sunuyor. Adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil, sinemanın kalbinde de arandığını bir kez daha hatırlatıyor; her bölüm, sinemanın toplumsal tanıklık gücünü farklı yönlerden ortaya koyuyor. Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması, kişisel hikâyeler aracılığıyla küresel adaletsizlikleri, savaşın ve sömürünün kalıcı etkilerini, kadın dayanışmasını ve insani direnci ele alıyor. Farklı coğrafyalardan gelen filmler, bireysel vicdan muhasebesiyle toplumsal sorumluluk arasındaki dengeyi sorgularken, insanın en kırılgan hâllerine ışık tutuyor. Altın Terazi Kısa Metraj Film Yarışması ise savaş, bellek ve özgürlük mücadelesi temaları etrafında şekilleniyor. Yarışmadaki yönetmenler hikâyeleri, susturulan sesleri, bastırılan geçmişleri ve kişisel direniş biçimlerini görünür kılarak sinemanın etik ve politik gücünü yeniden hatırlatıyor. Adalet Terazisi bölümünde adalet arayışı; suçluluk, vicdan, yalnızlık ve toplumsal eşitsizlik ekseninde inceleniyor. Filmler, bir mahkeme salonunun ya da bir vicdanın sınırlarını aşarak, insanın kendi iç adaletini bulma çabasını odağına alıyor. Zamanın İzleri bölümü günümüz dünyasında savaş, kadın özgürlüğü, çevre felaketleri, eğitim hakkı ve ifade özgürlüğü gibi temel meselelerin izini süren yapımlarla, bireysel tanıklıkları evrensel bir çağrıya dönüştürüyor. Bu filmler, geçmişle bugün arasında köprü kurarak adalet kavramının tarih boyunca değişen anlamlarını sorguluyor. Bu yıl festivalin en güçlü tematik bölümlerinden biri olan Filistin ile Dayanışma, Rashid Masharawi’nin inisiyatifiyle çekilen Sıfır Noktasından +: Gazze’nin Bitmemiş Öyküleri seçkisine ev sahipliği yapıyor. Gazzeli sinemacıların ürettiği yedi kısa ve bir uzun metraj film, savaşın ortasında bile direnen, üreten ve umut eden bir halkın sesini dünyaya taşıyor. Yeryüzü Hepimizin adlı özel gösterimde ise çevre felaketlerinin eşiğinde duran bir dünyada insanın doğayla ilişkisini yeniden düşünmeye davet eden etkileyici belgesel yer alıyor.

    Festivalde uzun metrajlı film gösterimleri İBB Beyoğlu Sineması ve CKM - Caddebostan Kültür Merkezi Sineması’nda gerçekleşecek. Kısa film programı Taksim Fransız Kültür Merkezi ve CKM - Caddebostan Kültür Merkezi Sineması’nda gösterilecek, VisionIst etkinlikleri İBB Beyoğlu Sineması Pera Salonu’nda yapılacak. 

    ​15. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin detaylı programına buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    846
  • 11-11-2025

    21. Uluslararası Bursa Karagöz Kukla ve Gölge Oyunları Festivali, 11’i yerli, 10’u yabancı, toplam 21 ekip; Karagöz, kukla ve gölge oyunlarından oluşan programıyla 14-23 Kasım tarihleri arasında izleyicilerle buluşacak.

    Bursa Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı (BKSTV) tarafından, UNIMA (Uluslararası Kukla Sanatçıları Birliği) iş birliğiyle gerçekleştirilen 21. Uluslararası Bursa Karagöz Kukla ve Gölge Oyunları Festivali, Bursa’nın sokaklarında, salonlarında, müzelerinde düzenlenecek.

    Karagöz’ün memleketi Bursa; festival boyunca Türkiye’den Karagöz ve kukla sanatçılarına; ayrıca Fransa, Yunanistan, Guatemala, Meksika, Bosna-Hersek, Endonezya, İran ve Arjantin’den sanatçı ekiplerin gösterilerine ev sahipliği yapacak. Atatürk Kültür Merkezi Merinos Yerleşkesi başta olmak üzere Tayyare Kültür Merkezi, Podyum Sanat Mahal ve Karagöz Müzesi’nde gerçekleşecek festivalde; izleyicileri geleneksel Karagöz gösterileri, hokkabazlık, akrobasi, gölge oyunları, el kuklaları, fiziksel tiyatro, sokak sanatı gösterilerini içeren rengârenk etkinlikler bekliyor. Festivalin açılış etkinliği, 14 Kasım Cuma akşamı saat 20.00’de Atatürk Kültür Merkezi Merinos Yerleşkesi Osmangazi Salonu’nda gerçekleştirilecek. Açılışta Kocaeli Şehir Tiyatrosu tarafından sahnelenecek Şebo Müzikali, enerji dolu kurgusuyla izleyicilere eğlenceli bir başlangıç sunacak.

    Festivalde bu yıl 10’u yabancı, 11’i yerli olmak üzere 21 ekip sahne alacak. Yaklaşık 100 sanatçı, eğitmen ve kukla ustası 38 gösteri ile Bursa’da bir araya gelecek. Festival sahne gösterileriyle sınırlı kalmayacak. Festival kapsamında beş atölye, bir söyleşi, bir yuvarlak masa toplantısı ve bir de çalıştay düzenlenecek.

    Her yaş grubuna hitap edecek etkinliklerde katılımcılar, kukla ve gölge oyunları sanatının tarihsel kökenlerinden çağdaş yorumlarına, kültürel etkileşim potansiyeline kadar birçok başlıkta sanatın farklı yönlerinde deneyim kazanma fırsatı bulacak. Festival kapsamında; UNESCO’nun “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesinde yer alan Karagöz sanatı geleneğinin yaşayan en önemli temsilcilerinden R. Şinasi Çelikkol, “Yaşayan İnsan Hazinesi” unvanıyla sürdürdüğü sanat yolculuğunu izleyicilerle paylaşacak. 22 Kasım Cumartesi günü, saat 17.00’de Merinos AKM Muradiye Salonu’nda gerçekleşecek söyleşide Karagöz sanatının incelikleri, usta-çırak ilişkisi, Bursa’daki tarihsel mirası ve bir ömrün perde ardındaki hikâyesi anlatılacak. Ardından, Çifte Cadılar (Cazular) adlı Karagöz oyunu gösterimiyle, kadim perdenin ışığı tekrar yanacak.

    ​21. Uluslararası Bursa Karagöz Kukla ve Gölge Oyunları Festivali programına buradan ulaşabilirsiniz.

    0
    0
    752
DAHA FAZLA
Geldanlage