09 ŞUBAT, SALI, 2016

Yazarların En Sevdikleri Aşk Şiirleri

Herkesin içinde farklı bir yer edinen, farklı hisler uyandıran, etkilendiği bir aşk şiiri vardır. Ünlü yazarlara sorduk: “Sizin en sevdiğiniz aşk şiiri hangisi?” İşte cevapları…

Yazarların En Sevdikleri Aşk Şiirleri

Ahmet Ümit'in en sevdiği aşk şiiri:

Üçüncü Şahsın Şiiri - Attila İLHAN

Gözlerin gözlerime değince 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Beni sevmiyordun, bilirdim 
Bir sevdiğin vardı, duyardım 
​Çöp gibi bir oğlan ipince

Hayırsızın biriydi fikrimce

Ne vakit karşımda görsem 
Öldüreceğimden korkardım 
Felaketim olurdu, ağlardım


Ne vakit Maçka'dan geçsem 
Limanda hep gemiler olurdu 
Ağaçlar kuş gibi gülerdi 
Bir rüzgâr aklımı alırdı 
Sessizce bir cigara yakardın 
Parmaklarımın ucunu yakardın 
Kirpiklerini eğerdin, bakardın 
Üşürdüm, içim ürperirdi 
Felaketim olurdu, ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi 
Jezabel kan içinde yatardı 
Limandan bir gemi giderdi 
Sen kalkıp ona giderdin 
Benzin mum gibi giderdin 
Sabaha kadar kalırdın 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Güldü mü cenazeye benzerdi 
Hele seni kollarına aldı mı 
Felaketim olurdu, ağlardım 

Ali Lidar'ın en sevdiği aşk şiiri:

Mona Rosa - Sezai KARAKOÇ

Mona Rosa, siyah güller, ak güller.

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister.

Ah, senin yüzünden kana batacak.

Mona Rosa, siyah güller, ak güller.


Ulur aya karşı kirli çakallar,

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.

Mona Rosa bugün bende bir hal var.

Yağmur iri iri düşer toprağa,

Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek,

Mona Rosa seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmem için yetecek.

Anla Mona Rosa, ben bir deliyim.

Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,

Bende çıkar güneş aydınlığına.

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi.

Seni hatırlatır her zaman bana.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,

Işıksız ruhumu sallar da durur.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi.

Ellerinden belli olur bir kadın,

Denizin dibinde geziyor gibi.

Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana,

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları,

Konarlar bahçemin incirlerine.

Kiminin rengi ak kiminin sarı.

Ah, beni vursalar bir kuş yerine.

Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında.

Hayatla doldurur bu boş yelkeni.

O masum bakışların su kenarında.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Henüz dinlemedin benden türküler.

Benim aşkım uymaz öyle her saza.

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,

Dinle ve kabul et itirafımı.

Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı

Alev alev sardı her tarafımı.

Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak,

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten

Cevap versin bu kuş tüyüne.

Bir tüy ki can verir gülümsesen,

Bir tüy ki kapalı geceye güne.

Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa, siyah güller, ak güller.

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister,

Ah senin yüzünden kana batacak.

Mona Rosa siyah güller, ak güller.  

Cemal Süreya ve eşi Zuhal 

Ece Temelkuran'ın en sevdiği aşk şiiri:

Aşk - Cemal SÜREYA

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git

Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.

Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin

Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık

Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı

Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü

Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti

Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz

Sanki hiç olmamıştı


Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu

Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı

                                                            İstanbullar

Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların

                                                            dünyaların

Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek

Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken

Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti

Çünkü iki kişiydik


Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya

Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız

Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu

İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük

Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde

Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra

Sonrası iyilik güzellik.

Haydar Ergülen'in en sevdiği aşk şiiri:

Ama Senin - Cemal SÜREYA

Daha nen olayım isterdin

onursuzunum senin!

Turgut Uyar ve Tomris Uyar

Kaan Murat Yanık'ın en sevdiği aşk şiiri:

Geyikli Gece - Turgut UYAR

Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk


Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

Nermin Yıldırım'ın en sevdiği aşk şiiri:


Çakıl - Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

Seni düşünürken 
Bir çakıl taşı ısınır içimde 
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar 
Bir gelincik açılır ansızın 
Bir gelincik sinsi sinsi kanar


Seni düşünürken 
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır 
Deliler gibi dönmeğe başlar 
Döndükçe yumak yumak çözülür 
Çözüldükçe ufalır küçülür 
Çekirdeği henüz süt bağlamış 
Masmavi bir erik kesilir ağzımda 
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken 
Bir çakıl taşı ısınır içimde.

Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu

Pelin Batu'nun en sevdiği aşk şiiri:

Hatırlama - Ahmet Hamdi TANPINAR

Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,

Rüyâlarım kadar sade, güzeldin,
Başbaşa uzandık günlerce ıslak
Çimenlerine yaz bahçelerinin.

Ömrün gecesinde sükûn, aydınlık
Boşanan bir seldi avuçlarından,
Bir masal meyvası gibi paylaştık
Mehtâbı kırılmış dal uçlarından.


Tuna Kiremitçi'ninen sevdiği aşk şiiri:

Yaşlandığında - William Butler Yeats (Çeviren: Semih Çelenk)

Yaşlandığında, kırlaştığında saçların

Ve uyuklar olduğunda hep

Ve ateşle sınandığında

Bu kitabı yeniden al ve yavaşça oku

O yumuşak bakışı düşle

Gözlerinden süzülen bir keresinde

Ve derin mi derin gölgelerini onun

Kimbilir kaç kişi o ince o zarif anlarını sevdi senin

Ve güzelliğini belki gerçek belki yalan

Ama yalnız bir adam içindeki o göçebe ruhu sevdi

Ve hercai yüzündeki kederi

Çömelişini parlayan parmaklıkların ardında

Mırıltılı, üzüntülü azıcık, nasıl yenildi aşk

Yürüdü gitti ötesine ardına dağların

Ve yüzü saklı hep 

Bir yıldız kümesinin ortasında

Ahmet Telli ve Şükrü Erbaş'ın en sevdiği aşk şiiri:

Saman Sarısı - Nâzım Hikmet RAN


I

Seher vakti habersizce girdi gara ekspres

kar içindeydi

ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım

peronda benden başka da kimseler yoktu

durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri

perdesi aralıktı

genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı

üst ranzada uyuyanı göremedim

habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres

bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini

baktım arkasından

üst ranzada ben uyuyorum

                           Varşova'da Biristol Oteli'nde

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu

oysa karyolam tahtaydı dardı

genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

ak boynu uzundu yuvarlaktı

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu

oysa karyolası tahtaydı dardı

vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu

oysa karyolalar tahtaydı dardı

iniyorum merdivenleri dördüncü kattan

asansör bozulmuş yine

aynaların içinde iniyorum merdivenleri

belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım

vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına

üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir

          gül açıldı ağır ağır

Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde

taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden

şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan

yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum

          yudum şehirlerimizin hasretini

iki şey var ancak ölümle unutulur

anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü

kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık

yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm

vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına

çıktılar önüme ansızın

oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı

bir mangaydılar

kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri

kolları kollarında gamalı haç işaretleri

elleri ellerinde otomatikleri vardı

omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu

omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu

hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu

ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler

yürüdük

korktukları hem de hayvanca korktukları belli

gözlerinden belli diyemem

başları yok ki gözleri olsun

korktukları hem de hayvanca korktukları belli

belli çizmelerinden

korku belli mi olur çizmelerden

oluyordu onlarınki

korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız

bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara

her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar

hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler

ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor

ve kurşun seslerini benden başka duyan yok

ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez

ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek

ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli

bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce

bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi

derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim

ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak

            bir fırancala gibi

vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına

Belveder yolunda düşündüm Lehlileri

kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca

Belveder yolunda düşündüm Lehlileri

bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler

tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı

girdim büyük salona genç bir kadınla

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu

bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi

ve sen bundan dolayı

bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin

belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne

uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada

ak boynun uzundu yuvarlaktı

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu

ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı

vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz

ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında

onu oraya sen koydun

bir taş kuyunun dibindeki suydu

bakıyorum eğilip

bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz

sesleniyorum

seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları

ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde

gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın

kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin

cıgaranın ucunda senin

ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda

ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi

aklından geçenlerdeydi ayrılık

                 benden gizlediklerinde gizlemediklerinde

ayrılık rahatlığındaydı senin

                                         senin güvenindeydi bana

büyük korkundaydı ayrılık

birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın

oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin

ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin

ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem

          tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı

vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize

yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında

vakıt hızla akıyordu geriye doğru

ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu

ardımızdan koşuyordu önümüze

Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dola-

            şıyor

bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını

ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynu-

           yor Katolik öğrencilerle

vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz

vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın

orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte

      ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara

ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur

Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece

           yarısını çaldı

Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi

                                       şehre yaklaşan düşmanı verdi haber

ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın

borazan iç rahatlığıyla öldü

ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını

            düşündüm

vakıt hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur

           iskelesi gibi arkada kaldı

seher vaktı habersizce girdi gara ekspres

yağmurlar içindeydi Pırağ

bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı

kapağını açtım

içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu

kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna

habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres

baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık

yağmurlar içindeydi Pırağ

sen yoksun

uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada

üst ranza bomboş

sen yoksun

yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı

içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı

söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse

yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından

sokaklar bomboş

bütün pencerelerde perdeler inik

tıramvaylar bomboş geçiyor

                                             biletçileri vatmanları bile yok

kahveler bomboş

                            lokantalar barlar da öyle

vitrinler bomboş

                   ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap

                   ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu

                   ne bir karanfil

şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat

            artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü-

            sü'nden martılara ekmek atıyor

                        gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp

                        her lokmayı

vakıtları yakalamak istiyorum

parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının

yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı

üst ranzada uyuyanı göremedim

ben değilim bir uyuyan varsa orda

belki de üst ranza boş

Moskova'ydı üst ranzadaki belki

duman basmış Leh toprağını

                            Birest'i de basmış

iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor

ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar

Berlin'den  beri kompartımanda bir başımayım

karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah

yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim

garson kız tanıdı beni

iki piyesimi seyretmiş Moskova'da

garda genç bir kadın beni karşıladı

beli karınca belinden ince

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

tuttum elinden yürüdük

yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata

o yıl erken gelmişti bahar

o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi

Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık

yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa

        ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin

        sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini

ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan

ama yine de ansızın yitirdim seni

asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun

bulvarlar karlı

seninkiler yok ayak izleri arasında

botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım

milisyonerlere sordum

görmediniz mi

eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz

elleri gümüş şamdanlarda mumlardır

milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor

görmedik

İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç

              mavna

gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları

seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına sesleneme-

              dim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı

              yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu

seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan

görmedik

girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara

ve yalnız kadınlara soruyorum

yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar

al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife

ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık

belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan

            bana ne

güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz

görmediniz mi

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman

Pırağ'da aldı

görmedik

vakıtlarla yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben

onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm

          kopuyor

ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor

           önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni

tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum

Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin

Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı

            konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri

            sancılar içindeydi ve dünya güzeldi

lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin

sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara

gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum

görmedik

çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi

oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan

yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda

oralarda on dokuz yaşıma rastladım

birbirimizi birde tanıdık

oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile

ama yine de birbirimizi birde tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik

ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor

uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir

ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı

üşüyorum hele ellerim ayaklarım

oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü

çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak

ağzında ham bir elmanın tadı dünya

on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki

gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış

ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden

onun başına gelecekleri bir ben biliyorum

çünkü inandım onun bütün inandıklarına

sevdim seveceği bütün kadınları

yazdım yazacağı bütün şiirleri

yattım yatacağı bütün hapislerde

geçtim geçeceği bütün şehirlerden

hastalandım bütün hastalıklarıyla

bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri

bütün yitireceklerini yitirdim

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman

görmedim

II

On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı'ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a

          Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşu-

          yoruz

evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp

          dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan

          haberim yok

meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki otel

          odamda

Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından

ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen

          ırmağını rıhtımında yıldızların

bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının

          bacalarına karışmış

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu

saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut

çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le

meydanda fırdönen Celâlettin'den konuşuyoruz

Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor

ben renkleri yemiş gibi yerim

ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar

bizim Abidin de öyle Avni de Levni de

mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar renkler

          ve şairleri ressamları çalgıcıları onların

hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında

suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp

          öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde Abidin'in

Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi

genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde

onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere

          bulacağım

işte böyle işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırmağına

          Sen Mişel Köprüsü'nden

ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir sabah çise-

          lerken aydınlık

Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte

          ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa ne

          pabuç eskisine

atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret

          eski yerinde kalacak.

Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına ırmakların

damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım

parmaklarımın ağırlığı yok

parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına

          dönecekler başımın üstünde

sağım yok solum yok yukarım aşağım yok

Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin

          ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediği-

          miz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan

          genç kadının

Küba'dan döndüm bu sabah

Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir

          çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya

sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin

işin kolayına kaçmadan ama

gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil

ne de ak örtüde elmaların

ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini

sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin

1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin

çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının

          resmini yapabilir misin üstat

yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin

bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın

          bir duvarın üstünde bir el gördüm

ferah bir türküydü duvar

el okşuyordu duvarı

el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının

on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır

          nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu

yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun

yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan

otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz

          kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu

okşuyordu duvarı

sen el resimleri yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini

Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem

kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve

          okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini

kocaman bir el

deniz kaplumbağası bir el

ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el

artık bütün sevinçlere inanan bir el

güneşli denizli kutsal bir el

Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp

          yeşerip ballanan umutların eli

1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler

          gibi ağaçlar diken ellerden biri

çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri

mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el

yalansız hürriyetin eli

Fidel'in sıktığı el

ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü

          yazan el

hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu bir

          karpuzu kesiyorlarmış gibi

ve gözleri parlıyor erkeklerinin

ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne

ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor

mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin

hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının

akşam oluyor Paris'te

Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski

          yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü

bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşü-

          nüyorum ve anlıyorum ki

bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri

sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor

          onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur.

Paris'te bir kestane ağacı olacak

Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası

İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından

hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı

gidip elini öpmek isterdim

varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını

          dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip

          alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman

          sarısı belâsı, başımın.

0
355301
11
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle