23 ARALIK, PAZARTESİ, 2019

Tüm Pencerelerden Tek Bir “Bakış”a Varmak

Jessie Greengrass’ın bir annelik serüveniyle başlayıp pek çok başka hikâyeyle bu serüveni beslediği; yayımlandığı ilk günden beri dikkatleri üzerine toplayan kitabı Bakış hakkında bir yazı. 

Tüm Pencerelerden Tek Bir “Bakış”a Varmak

Jessie Greengrass’ın 2018 yılında yayımlanan ve Women’s Prize of Fiction ödülü finalistlerinden biri olan kitabı Sight, 2019 yılının Ekim ayında Rabia Elif Özcan’ın çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından dilimizde Bakış ismiyle yayımlandı.

Hiçbir hayal gücünün veya kurgunun tam olarak gerçek duygusunu ve acısını yaşatamayacağı bir konudur annelik. Yüreğinize akıp giden kan içerisinde yürüdüğünü hissettiğiniz her şeye karşı annelik besleyebilirsiniz. Bu bir kedi de olabilir, bir kitap da. Kendi emeğinizle ortaya çıkarttığınız bir eşya dahi sizin yavrunuz olabilir. Fakat hiçbirisine kalın bir ip ile bağlanıp, kendi vücudunuzdan eksiltip ona katamazsınız. Emek, sevgi ve diğer hisler tükenmez bir güçle beslenir. Bunları bir başkasına aktarırken, ister savurgan ister temkinli olun, kendinizden eksiltmezsiniz. Sonunda karşılık bulamasanız bile bu sizin ona karşı hissettiklerinize her zaman bir şey katmış olur.

“O zamanlar, kitabın sayfalarını çevirirken çıkan ses bana öğüt verir gibiydi ve sonunda boş yere kendimi yıpratıyor olabileceğimden endişe duyardım.” (sayfa 46)

Bakış’ın konusunun annelik, hamilelikte yaşanan durumlar olduğu söylendiğinde sanki bir kılavuz kitabına sahipmiş gibi hissettirebilir fakat şunu özellikle söylemeliyim ki kitabı bitirmeme rağmen hâlâ nasıl anne olunduğunu bilmiyorum. Anne olma sürecini de henüz bilmiyorum. Eğer bu bir kılavuz kitabı olsaydı bu konularla ilgili bir şey söylüyor olabilirdim. İsminden de anlaşıldığı üzere bu bir öğretiş değil bir bakış kitabı.

Anne olmayı düşünen bir kadının kendisini hamileliğe ve sonrasında o yolun kendisini götürdüğü annelik duygusuna alıştırmaya çalışırken aslında ilk annelik dersini annesinden aldığını henüz fark ediyorum. Annesinin beyninde oluşan bir sorundan sonra bir insan için kolaylıkla yapılan yürümek, kolunu kaldırmak, konuşmak gibi yetilerini kaybetmesi üzerine çocukluğunun geçtiği o eve geçici olarak taşınan kadının annesine yemek yedirirken, onu yıkarken, onunla konuşurken, ona bir çocuk gibi kitaplar okurken aslında çoktan yaşamını tamamlamaya yaklaşmış birisini yeniden büyütüyor. Tüm bunları yaparken çocukluğuna da yolculuk yapan kadın aslında annesinin kendisine annelik yapmamasından yakınıyor gibi duruyor. Fakat yolculuğu sırasında anne değil de anneanne penceresine bakış attığında görülen manzara biraz daha farklılaşıyor.

​Bir yandan annesi ile geçirdiği sessiz ama anlaşılır vakitlerinden bahsederken bir yandan da X-ışını ile ilgili çalışmalarıyla hafızalarımızda yer alan Röntgen’e değinen yazarın kitabında annesi ile Röntgen’i bir arada anlatmasının sebebi yakalamak isteyenlere kendisini gösteriyor. Bilimsel çalışmalara dikkat çekmek istendiğinde hep o çalışmaları yapan insanlar ve onların bu yeteneklerinin geçmişine gidiliyor. Fakat Bakış’ta tanıştığım Röntgen bilimsel çalışmaları ile değil bütünüyle Röntgen olarak orada bulunuyor. Işının kaynağını bilmediği için adını X-ışını koyan Röntgen, bu ışını aslında kendisi bulmaz. Buluş yapan insanların yaptıkları deneyleri tekrarlayarak gününü geçirirken bir başkasının yaptığı deneyi tekrarlamasının üzerine bulduğu sonuca bakar ve aslında deneyin yarım kalmış olduğunu fark eder. Merakına yenik düşer. Uzun uğraşlar ve günler sonunda artık yaptığı deneyin sebeplerinden ve sonuçlarından emindir. Bunu ilk olarak eşine gösterir ve ilk kez onun elinin röntgenini çeker. Eşi siyah bir film üzerinde grimsi kemiklerini ve hiçbir değişikliğe uğramadan kendisini gösteren alyansını gördüğünde bu durumdan korkar ve laboratuvardan uzaklaşır. Şimdi düşününce Röntgen sancılar içerisinde kıvranır ve sonunda ne yaşanacağını bilmeden bir çocuğunu o laboratuvarda doğurur. Hiçbir şekilde ne yaptığını bilmeyen ve buna rağmen onun sancısını baltalamaktan uzak duran eşi ise bu doğan çocukla karşılaştığında bundan sonraki hayatlarının nasıl şekilleneceğini bilmekten korkar. Hayatta alınan rollerin cinsiyetle bir alakası olmadığı buradan anlaşılmaktadır aslında. 

En etkilendiğim bakışa gelmek isterim şimdi. John Hunter ve Jan Van Rymsdyk ikilisi ile kadının hamileliğini yaşadığı anları birlikte anlattığı bölüm. John Hunter okumayı reddetmiş ve okumanın aksine her şeyin doğada var olduğunu ve bunu tecrübe ederek daha iyi anlaşılacağını anlamış bir insan olarak karşıladı beni. Kardeşi William’ın yanına gider ve doktor olan William’ın yanında zaten küçüklükten beri solucanların içini boşaltarak, ölmüş hayvanları deşerek merak ettiği anatomiyi yakından görür ve tanımış olur. Jan Van Rymsdyk ise göz önünde olanı kâğıda çok iyi bir şekilde aktaran ressam olarak anlatılır. Bir gece William’ın kaldığı evin bodrum katında ölü olarak bulunan hamile bir kadının varlığının üzerine John bu kadını kesmek ve vücutta dışarıdan görünmeyen kurulu düzeni gözleriyle görerek tecrübe etmek ister. Jan’ı da çağırarak gördüklerini resmetmesini ister. Bu çizimlerden birini yazar kitapta da anlatmış fakat bana yetmedi ve internette küçük bir araştırma yaptım. Açıkçası çok etkilendim. Bunu okuduğunuzda Jan Van Rymsdyk çizimlerine bakarak hamileliğin ne büyük bir olay olduğunu fark etmenizi isterim. Şimdi düşününce hamilelikte yaşanılan bütün olayların bütününün bir çizime nasıl sığdığını merak ediyorum.

“Bu, dedi kadın, kalbinin bir parçasının dışarıda atması gibi bir şey.” (sayfa 133)

İlla ki duymuş olacağınız bir cümle vardır: Kadınlar, bebek rahme düşünce anne olur, erkekler bebek kucaklarına düşünce baba olur. Çünkü bunca yaşanan acının yanı sıra, kendi içinde oluşan ve oluşurken kendi içinden istemsizce verdiği parçaları bir bütün hâline getiren bebeğin aldığı nefes, durduğu hâl, kalbinin ritmi ve daha birçok durum annenin de etkileneceği önemli noktalar hâline gelir. Bunun karşısında erkekten istenecek şey de yoktur aslında eğer elini içine sokup bebeği doğrudan iyi bir konuma getiremiyorsa tabii. 

Uzun bir yolculuktan geçmiş gibi hissediyorum. Yolculuğum uzunca tünellerden oluşuyordu ve her farklı konuya değinişinde bir tünele daha giriyordum işte. Yazarın uzay fotoğrafı ile ultrason fotoğrafını benzetmesinin üzerine bir mola verdim. Bu durağı unutmayacağıma eminim. Heves edilen ve dünyadaki kadınlarının birçoğunun deneyimlediği hamilelik durumunu böylesine irdelemek bir yana çok az kitapta karşılaştığım bu farklı konulara değinerek aslında ortak bir olaydan bahsetmek Bakış’ı benim için özel kıldı. Şimdi tüneller bitti ve nasıl olduysa ben evimdeyim. Yolculuğa nereye gittim ve ne kadar süre gezdim emin değilim. Fakat bu yolculuk cesaret edebildiğim ilk büyük yolculuk oldu. Arada sırada aklıma gelecek ve Bakış’ı hatırlayıp bu yolculuğu özleyeceğim. Umarım sizin de böyle unutulmaz bir yolculuğunuz olur.

“Yaşamlarımız, temas ve dokunmayla inceliksiz bir özelliğe indirgenmiş olasılıklardır ve her birimizin özgünlüğü buradan gelir; bu yüzden başka türlü daha iyi olup olamayacağını sorgulamak, tamamlanmamış olmayı dilemektir.” (sayfa 135)

En azından bir duyguyu içinizde büyüten bir okuma süreci diliyorum.

Başlıktaki eserin künyesi: "Joaquín Sorolla y Bastida - Mother"

0
6674
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage