11 MART, PERŞEMBE, 2021

“Sanatın İyileştirici Gücü, Gerçekten Böyle Bir Şey Var”

Sosyal medyada kendisini @SanatnTarihi olarak tanıdığımız, sanata ve sanat tarihine dair bilgilerini ilgi çekici başlıklarla paylaşan Celil Sadık ile üçüncü kitaba ulaşan “Uygarlığın Ayak İzleri” serisini konuştuk.

“Sanatın İyileştirici Gücü, Gerçekten Böyle Bir Şey Var”

Mesleğini tanıtmak ve sevdirmek için çalışan Celil Sadık’ın sanata ve sanat tarihine olan ilgisi çok küçük yaşlarda başlamış. Üniversiteden mezun olurken de bildiklerini unutmamak için sosyal medyada bir alan açmış. “Bu kadar ilgi çekeceğini asla düşünmedim,” diyor. Oysa şimdi paylaşımlar, seminerler derken bu yolculukta geldiği noktada üç tane de kitabı var. Geçen yıl ilk kitabı Uygarlığın Ayak İzleri - Rönesans’tan Barok Dönem’e Sanat Dehaları ile “Uygarlığın Ayak İzleri” serisini başlatmıştı. İkinci kitabını Krallar ve Tanrılar alt başlığıyla hazırlayan Sadık, üçüncü kitabına ise Batı Resminde Aşk ve Bazı Küçük Felaketler adını verdi. Sadık ile yazdığı kitapları, sanatın ve sanat tarihinin yansımalarını uzun uzun konuştuk.

Celil Bey, sizi kısaca tanıyarak başlayalım mı? Neler yapıyorsunuz? 

Şu an sanat tarihini tanıtmak ve sevdirmek üzerine birtakım çalışmalar yapıyorum. Twitter ve Instagram’da @SanatnTarihi adında bir sayfam var. Oraya çeşitli yazılar yazıyorum. Aynı zamanda Kafkaokur dergisinde yine sanat tarihi yazıları yazıyorum. Asıl olarak da sanat tarihi üzerine seminerler veriyorum. Bir de yeni bir kitap yazıyorum.

Celil Sadık

Sanat tarihi okumaya, bu mesleği seçmeye nasıl karar verdiniz?

Sanat tarihi okumaya küçük yaşlarda karar verdim. Açıkçası hem tarih hem sanat tarihi istiyordum. Sanat tarihi oldu. Ayrıca lisede gördüğümüz sanat tarihi derslerinin bunda etkisi büyük oldu. Ben sözel okudum ve benim dönemimde sanat tarihi okullarda gösterilirdi. Maalesef şimdi gösterilmiyor. İş imkânının çok kısıtlı olduğunu biliyordum ama yine de üniversiteye gittiğimde olumsuz sohbetlerden etkilenip bir kafa karışıklığı dönemi yaşadım. Sonradan devam etme kararı aldım ve şimdi de sevdiğim işi yaptığım için mutluyum.

Çok anlattınız muhtemelen, ama şimdi bütünlük açısından konuşmadan da geçmeyelim. Sosyal medya ile tanışmanız nasıl oldu? Sanat tarihi alanında bir hesap açma fikri nasıl doğdu? 

Biz üniversitede bunun eksikliğini çok yaşardık. O zamanlar internette sanat tarihi ile ilgili bir şey bulmak çok zordu. Twitter’da olanlar da ders içeriğine göre değildi elbette. Sadece resimler güzel bir söz ya da kısa bir bilgi ile paylaşılıyordu. Yazı yazmaya da meraklı olduğumdan mezun olmadan kısa bir süre önce yıllarca biriktirdiğim notlarımı düzenleyip sistemli bir hâle getirdim. Asıl amacım, işsizlik yaşayacağımı bildiğimden bu süreci körelmeden geçirmekti. Bu yüzden bir sayfa açıp bilgilerimi taze tutarken bir yandan da insanların ilgisini bu alana çekmek istedim. 

Kabul etmek gerekir ki sanat tarihi özel bir ilgi alanı. Sosyal medyada bu kadar ilgi çekeceğini düşünmüş müydünüz?

Sosyal medyada bu kadar ilgi çekeceğini asla düşünmedim. On bin takipçiyi geçmez diyordum. Bugün iki sayfa da iki yüz bin üzerinde takipçiye sahip. Aylık sayfa görüntülenmesi milyonlara ulaşıyor. Eğlenceli ve basit anlatmak için elimden geleni yapıyorum. İnsanlar ben ve benim gibi sayfalar yöneten insanların paylaşımlarını gördükçe yeni bir dünya keşfettiler. Sanatın iyileştirici gücü derler ya, gerçekten böyle bir şey var. Ülke gündemi çok yoğun, genel olarak hayat bir koşuşturmaca içinde geçiyor. Sosyal medya ise insanların birbirine hakaret etmek için kullandığı bir yere dönüşmüş durumda. İnsanlar bunca olumsuzluğun içinde, sadece güzel şeyler paylaşan ve üzerinde ciddi emek harcanan anlaşılabilir yazılar okuduklarında bir an olsun uzaklaşıyor, kafalarını topluyorlar. Ben yazarken iyileşiyorum, iyi hissediyorum. Onların da okurken iyi hissetmelerini istiyorum. 

“Uygarlığın Ayak İzleri”adında bir seri kitap başlattınız. İlki geçen yıl Rönesans’tan Barok Dönem’e Sanat Dehaları alt başlığıyla yayımlandı. Bu kitaptan kısaca bir bahsedelim mi?

Rönesans’tan Barok Dönem’e Sanat Dehaları alt başlıklı ilk kitabım Rönesans, Maniyerizm ve Barok dönemlerini dört sanatçının hayat hikâyeleri üzerinden anlatıyor. Krallar ve Tanrılar alt başlıklı ikinci kitabımda ise Antik Mısır, Antik Yunan tanrılarının resim sanatına yansıması ve ülkemizin büyük kültür değerlerinden biri olan Ayasofya’yı kapsıyor.

Rembrandt - The Abduction of Europa
Peter Paul Rubens - Leda and the Swan

Evet, Krallar ve Tanrılar’da Antik Mısır’dan Antik Yunan’a geniş bir bilgi sunumu yapıyorsunuz. O döneme ait en ilginç kral ve tanrı sizce hangisi?

Antik Mısır’da Tutankhamon oldukça ilgimi çekiyor. Kitapta ona özel bir başlık açma sebebim de bu. II.Ramses yine önemli, ancak Tutankhamon daha esrarengiz geliyor. Antik Yunan’dan bir tanrı seçecek olursam da Athena ya da Artemis’i seçerdim. Biri bilgeliğin ve savaşın tanrıçası diğeri avcı tanrıça. İkisinin de etkileyici hikâyeleri var. Onları yazarken ya da mitolojilerini okurken her zaman büyük keyif alıyorum. Özellikle de Batı sanatına yansıyan resimlerini izlemeyi de çok seviyorum. 

Peki, kendinizle özdeşleştirdiğiniz, şu yönü bana benziyor dediniz tanrı ya da kral var mı?

Açıkçası yok... 

Bir başka bölüm de Ayasofya. Ayasofya’nın mozaiklerini anlatıyorsunuz. Bu mozaiklerin ortak özelliği neydi? Bugüne nasıl yansıdı?

Ayasofya mozaikleri, diğer tüm Orta Çağ mozaikleri gibi dini görselleştirme ve didaktik olma çabası taşıyor. Ancak yine de içinde ikona kırıcılık döneminden sonra apsis kısmına yapılan “Meryem Ana ve Çocuk İsa” mozaiği gibi propaganda amaçlı büyük sembol eserler de yer alıyor. Bu resimler o dönemin Hristiyanlarına dini anlatıyordu. Bugün bize tarihi anlatıyorlar. 

İlk kitabın ardından seminerler vermeye başlamışsınız. Nasıl gidiyor? Özellikle pandemi sürecinde nasıl bir yol izlediniz? 

Aslında ilk kitaptan bir yıl önce seminerler vermeye başladım. Hatta verdiğim seminerler Leonardo, Michelangelo, Caravaggio ve Bernini seminerleri olarak başladı. Bu seminer serisinin adı “Uygarlığın Ayak İzleri” olarak geçiyordu. Yani bir noktada seminerler kitaba dönüştü diyebiliriz. Seminerler benim hayatımda çok büyük önem taşıyor. Takipçilerimin isteği üzerine Ankara’da küçük atölyelerde başlamıştım. Daha sonra gitgide büyüyerek, büyük salonlara ve sahnelere geçtim. Ankara’da Cermodern’in Devlet Tiyatrosu sahnesinde her hafta sonu “Sanatı Anlamak” başlığı altında seminerler veriyordum. Ayrıca yine İstanbul’da çeşitli salonlar ve atölyelerde, Zorlu Performans Sanatları Merkezi salonlarında çıkıyordum. Ama pandemi elbette olumsuz etkiledi. Bir, iki ay iş yapamadım. Ancak daha sonra şuan çalıştığım Buart Sanat Atölyesi ile birlikte online seminerler yapmaya karar verdik. Aslında pek çok açıdan çok iyi oldu. Özellikle daha önce ulaşamadığım insanlara ulaştım. Şu an ülkemizin her yerinden her hafta insanlar seminerlere büyük ilgi gösteriyor. Ayrıca yurt dışından da büyük bir ilgi var. Azerbaycan, Almanya, Hollanda, Kanada, Amerika, Fransa, İsveç gibi pek çok ülkeden çok sayıda katılımcı var. İlk başta alışmak zordu ama şimdi oldukça alıştım. 

Antik Mısır’da mumyalar, Antik Yunan’da tanrılar, Zeus’un istismarı ve daha nicesi… Sizi en çok ürküten, hayal kırıklığına uğratan anlatı hangisiydi?

Beni en çok ürperten Tutankhamon’un mezarının açılması ve lanet olayıydı. Biz bugün baktığımızda Zeus’un istismarı diyebiliriz bu yüzyıldan. Ama aslında Zeus bir noktada yaratıcı. Antik Yunan insanına göre yaratmak için sevişmeniz gerekiyor. Zeus’un libidosunun sebebi bu. :)

Sir John Everett ​MILLAIS - Ophelia
Sandro Botticelli - The Birth of Venus

İnsanların İlk Çağ’dan itibaren bir şeylere inanma isteği nereden geliyor? Bunu sanat tarihiyle nasıl bağdaştırıyorsunuz? 

İnanma isteği sorulara cevap aramaktan geçiyor. İlk kitabımı örnek vereyim. Mona Lisa’nın çalınması olayını düşünün. Ortaya çok fazla teori atılmıştı. Tarikatlar, özel güçler gibi pek çok şey söylediler. Çünkü kimse neden çalındığını anlamadı. Doğa üstü bir şeye inanmak istediler. Halbuki milletçi bir İtalyan’ın, milliyetçi duygulardan hareketle çaldığını öğrendiler. Gerçek son derece basitti. Ürettikleri tüm masallar ortada kaldı. İnsanlar ilk çağlardan beri sorular soruyor. Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Kimiz? Neden buradayız? Bütün bunları daha üstün bir güç ile açıklamaktan başka bir çaremiz yok. Sanat tarihi bir noktada dinler tarihi gibidir. Hem inancı hem inançsızlığı görsel bir şekilde bulabileceğiniz sonsuz bir görsel şölendir. İnsanlık tüm merakını, duygusunu, yaratıcılığını duvarlara, taşlara ve tuvallere aktarmış. Kimi zaman inanışları hakkında bilgi vermiş, kimi zaman yaşam hakkında sorular sormuşlar ve tüm bunları sanat aracılığıyla yapmışlar. 

En sevdiğiniz ressam Caravaggio imiş. Sanatı sevmenizde etkiliydi, diyebilir miyiz? 

Caravaggio sanatı değil, resim sanatını sevmemde etkili oldu diyelim. Sanat tarihi okurken Bizans sanatı çalışmak istiyordum. Tezimi de Bizans ile ilgili çalışıyordum. Caravaggio’yu öncesinde de biliyordum, ama bir gün tamamen tesadüf eseri bir eserini görüp çok etkilendim. Sonra araştırmaya başladım. Sonra işin içinden çıkamadım ve herkese onu anlatmaya başladım... 

Jan van Eyck - Portrait of Giovanni Arnolfini and his Wife
Caravaggio - Narcissus

Gelelim “Uygarlığın Ayak İzleri”serisinin üçüncü kitabına: Batı Resminde Aşk ve Bazı Küçük Felaketler. Sevgililer gününü referans alarak şubat ayında çıktı. Bizimle bu kitabın içeriğini paylaşır mısınız?

Serinin üçüncü kitabında sanat tarihine damga vuran aşkları anlatmaya çalıştım. Aşkın hem aydınlık hem de karanlık yüzünü gösteren birçok hikâyeyi bir araya getirdim. Aynı zamanda sadece ilişki anlamında aşka değil, sanatçıların sanatına bağlılıklarını, tutkularını yansıttıkları eserlerini de anlatmaya çalıştım. 

Kitap iki bölümden oluşuyor. Aşkın iki yüzünü de ayrı ayrı resimler üzerinden işliyorsunuz. Böyle bir kitap hazırlama fikri nasıl doğdu? 

Uzun zamandır aklımdaydı. Hatta editörüm Şebnem Soral Tamer ile bunun üzerine sohbet etmiştik. Ancak daha sonra ertelemiştik. Son dönemlerde sanat tarihinde aşk resimlerinin, tutku dolu eserler olduğunu fark ettim. Bunun bir seminerini yaptım hatta. Semineri yapınca büyük bir ilgi gördü. Orada da sadece romantik bir şekilde ele almadım aşkı. İyi ve kötü yönleri üzerinden, resimlerle anlatmaya çalıştım. Anlatırken çok keyif aldım. Yazarken de çok keyif alacağımı biliyordum. Umarım bu durum okurlara da yansır ve onlar da okurken keyif alırlar. 

Frida Kahlo - La venadita
Frida Kahlo - Deigo and I

Sizce aşk hangi yüzündeyken daha gerçek yaşanıyor?

Bence iki yüzde de oldukça gerçek yaşanıyor. Aşk bütün olarak iyi ya da kötü bir şey değil. Dünyanın en mutlu insanını en mutsuz insanına çevirme gücüne sahip. Bu yüzden ikisinden birini söyleyemem.

Kitapta sizi en çok etkileyen aşk hikâyesi hangisi oldu?

Frida Kahlo’nun aşk ve acı ile şekillenen bir hikâyesi var. Çok güçlü bir sanatçı. Ne doğduğu Meksika’nın modern sanatından ne de Avrupa’daki modern sanat akımlarından etkileniyor. “Yalnızca kendi gerçeğimi resmediyorum,” demiş. Gerçekten kendini çok iyi tanımlıyor. Aşkın onu iyileştirip güçlendirdiği de oluyor, yıkıp yok ettiği de. Bu yüzden ona ayrı bir başlık açmak istedim.

Böylece bir başka sormak istediğim soruyu da yanıtlamış oldunuz. :) Frida bölümünü soracaktım… Peki, gelelim kitabın sonuna koyduğunuz QR kodlara. Okuru bekleyen sürprizler neler?

Evet, bir sürpriz de biz yapmak istedik. Dediğim gibi normalde sahne sahne, şehir şehir gezip sanat tarihi ile ilgili seminerler veriyordum. Pandemi döneminde online seminerler yapmaya başladık. Resimleri anlattığım yorumladığım bu seminerlere de büyük bir ilgi olması beni çok mutlu ediyor. Bu yüzden okura bizzat sesim ve görüntümle anlatmak istediğim eserleri de QR kodu ile anlatmak istedim. Umarım bu da onlar için hoş bir sürpriz olur. 

0
9863
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle