31 OCAK, PAZARTESİ, 2022

“Müzikten Etkilenmeyecek Hiçbir Varlık Yoktur Dünyada”

Akademisyen, müzisyen ve yazar Aydın Büke ile kapsamlı Barok müzik incelemelerinden biri olan, arp sanatçısı ve besteci İpek Mine Sonakın ile birlikte hazırladıkları Müziği Yaratanlar-Barok Dönem adlı kitaba ve Barok döneme dair merak ettiklerimizi konuştuk.

“Müzikten Etkilenmeyecek Hiçbir Varlık Yoktur Dünyada”

Müziği Yaratanlar-Barok Dönem, uzun süren bir çalışmanın yıllar sonra yenilenen baskısı olarak karşımıza çıkıyor. Akademisyen, müzisyen ve yazar Aydın Büke ile arp sanatçısı ve besteci İpek Mine Sonakın’ın birlikte hazırladıkları bu kitap, Barok döneme dair bugüne dek yayımlanmış en kapsamlı çalışma. Barok müziği okumak, anlamak, görmek ve dinlemek isteyenler için başvuru kitabı niteliği taşıyor. Kitapta, Avrupa’nın farklı bölgelerindeki bestecilerin yaşam öyküleriyle birlikte bu bestecilerin önemli yapıtlarının nota örnekleri ve grafik incelemeleri yer alıyor. Ayrıca okur, kitabın her bölümü için hazırlanmış ve kitap içine yerleştirilmiş QR kodları ile eş zamanlı olarak çalma listelerine ulaşabiliyor. Aydın Büke ile bu kapsamlı çalışmalarına, Barok dönemin tarihi şartlarına ve sanattaki yansımalarına dair konuştuk.

Müziği Yaratanlar: Barok Dönem kitabınızın daha ilk sayfalarında William Shakespeare’in ünlü eseri Venedik Taciri’ndeki bir bölüm karşılıyor bizleri: “Müzikten etkilenmeyecek hiçbir varlık yoktur dünyada…” Müzik ve müzisyen biyografileri kaleme almış bir isim olarak sizde müziğin yarattığı duygu hâlini öğrenebilir miyim?

Sanatın tüm dalları ama özellikle de müzik, insanlık var olduğundan beri bizlere eşlik etmiş. İnsan her türlü ruh hâlini içinde taşıdığı ses yardımıyla çok erken dönemlerden beri açığa vurabilmiş. Müzik değişik duygularımızı çok çabuk, belki de başka hiçbir sanat dalının yapamayacağı kadar çabuk yansıtabilme özelliğine sahip. Benim için de duygularımın tüm karşılığını bulabildiğim bir yer. Duyduğum müzik beni bir anda geçmişe götürebildiği gibi, içimdeki coşkuyu ya da hüznü hemen ortaya çıkarabiliyor.

Aydın Büke

Biraz geriye gidip kitabın ortaya çıkış sürecine dönmek istiyorum. Nilüfer Öndin’in resim ve heykel konusunda yakın zamanda çıkmış Barok döneme dair bir çalışması var. Ancak gözümden kaçmadıysa sanırım Barok müziğe dair yakınlarda yayımlanmış tek eser bu. Böyle bir çalışmayı kaleme alma fikri nasıl ortaya çıktı?

Kitabın önsözünde de değindiğimiz gibi bu çalışma yaklaşık 20 yıl önce bizim kafamızda oluşmuştu. 2002 ya da 2003 yılında müzik tarihi dersleri vermeye başladığımda öncelikle öğrenciler için Türkçe kaynak eksikliğinin farkına varmış, İpek’le (İpek Mine Sonakın) birlikte görsel yönden zengin bir müzik tarihi kitabı yazmayı düşünmeye başlamıştık. Önce tüm Batı müziği tarihini tek bir kitapta toplamayı düşünmüş, sonrasında ciltler hâlinde kapsamlı bir çalışmanın daha yararlı olacağını sonucuna varmıştık. Hedef kitlemiz yalnızca öğrenciler değil, müziği okumak ve anlamak isteyen tüm okuyuculardı.

Müzik tarihini en başında anlatmaya başlamak yerine önce daha iyi bildiğimiz, öğrencilerin ve okuyucuların da daha çok ilgisini çekecek Barok dönemden başlamaya karar verdik. Amacımız zaman içinde, ciltler hâlinde tüm tarihsel süreci kapsamaktı. Yayınevi arayışına girdiğimizde bu denli kapsamlı bir çalışmanın baskı boyutunun da pek çok yayıncıyı ürküttüğünü fark ettik. O tarihlerde Feridun Andaç, Dünya Kitapları’nın genel yayın yönetmeniydi ve sanat kitapları basmaya, yeni diziler oluşturmaya çok istekliydi.

Böylece çalışmaya başladık ve kitap hazırlandı. Ancak bizim hazırladıklarımızın baskı aşamasına geçmesi için oldukça uzun bir çalışma süreci gerekti. Çok fazla görsel malzeme, grafik, nota örneği olduğu için kitabın okuyucuyla buluşması 2006 Tüyap Kitap Fuarı’nda gerçekleşebildi. Yaklaşık bir yıl sonra Dünya Kitapları kapandı, kitabın da baskısı tükendi. Bu durum bizim yeni ciltleri hazırlama isteğimizi azalttı, elimizdeki kitabın yeni baskısı için bile yeni bir yayıncı aramaya başladık. Bu boyutta bir çalışma için yayınevi bulmak kolay değildi. Üstelik yayıncılık sektörü sürekli sıkıntılı dönemlerden geçiyordu. Biz de bir süreliğine arayışımızdan vazgeçtik.

​2020 başında Epsilon Yayınevi’nde Şebnem Soral Tamer, Türk yazarların kaleminden çıkan müzik tarihi kitapları yayımlamak istediklerini söyleyerek benimle iletişime geçti. O aslında benden yeni bir kitap istiyordu ancak artık piyasada bulunmadığı için bu çalışmadan da haberdar değildi. Kendisine bu çalışmamızı gösterince yayınevi olarak çok ilgilendiler ve hemen bizimle genişletilmiş yeni baskı için sözleşme imzaladılar. Niyetimiz 2020 Tüyap Kitap Fuarı sırasında kitabı okuyucuyla buluşturmaktı. Ancak bu kez de tüm dünyayı etkileyen salgın hastalık koşulları planların ertelenmesine neden oldu ve yeni baskı ancak 2021 Kasım sonunda gerçekleşebildi. Yeni baskı hem metin içeriği hem görsel tasarım yönünden öncekine göre çok daha geliştirildi ayrıca QR kodları yardımıyla ulaşılabilen Spotify çalma listeleri sayesinde kitapta anlatılan örneklerin hemen tümünü dinleme olanağı doğdu.   

Kitabın girişinde Barok dönemi hazırlayan etkenler ve geç Rönesans dönemine dair tarihsel bir anlatı karşılıyor bizi. Bu bağlamda 17. yüzyılın başlarında siyasi ve kültürel manada karşımıza nasıl bir Avrupa çıkıyor?

1600’lerin başında Avrupa, siyasi yönden Reform hareketinin sonuçlarıyla başa çıkmaya uğraşıyordu. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun kıtanın önemli bir bölümünü tek bir taç ve tek bir mezhep etrafında toplama düşüncesi Martin Luther’in başkaldırısı sonrası ciddi anlamda yara almıştı. Reform 1517 yılında ortaya çıksa da bunun sonrasındaki çalkantılar, mezhep çatışmaları ancak Otuz Yıl Savaşları’nın ardından Vestfalya Anlaşması ile 1648 yılında durulacaktı. Aynı süreçte bilim ve felsefedeki değişimler insanın evrene bakışını değiştirmeye başlayacaktı. Rönesans sonrası İtalya’da büyük canlanma gösteren sanat bu coğrafyadan Avrupa’nın her köşesine yayılmaya başlayacak ve zaman içinde bölgesel farklılıklar da gösterecekti. Çok uzun bir süreci kapsasa da burjuvazinin ortaya çıkışının ilk tohumları bu dönemde atılacaktı.

Ortaya çıkış faktörlerine baktığımızda Barok sanatını genel çerçevesiyle Papalık otoritesinin “ben buradayım” iddiasının bir söylemine de karşılık geldiğini söylemek mümkün mü? Zira Rönesans ile birlikte Papalığın sarsılan bir otorite ve büyük oranda düşen bir popülaritesi de söz konusu…

Barok dönemde sanatı ve sanatçıyı destekleyen iki önemli kurumla karşılaşıyoruz: Kilise ama özellikle eski prestijli günlerine dönmek isteyen Katolik Kilisesi ve Papaya karşı kendi otoritelerini ispat etme gayreti içindeki soylular. Bu iki kesim sanatın geniş kitleleri etkileme gücünden sonuna kadar faydalanabilmek için sanat yapıtlarına büyük kaynak ayırmaya, hizmetlerinde sanatçılar çalıştırmaya özen gösteriyorlar.

Batı Roma’nın yıkılmasıyla birlikte figüratif sanatların yanı sıra müziğe de dini otorite tarafından pek de sıcak bakılmadığı bir vaka. Ancak Geç Orta Çağ’da da belirgin bir biçimde görüldüğü üzere hem resim hem müzik özellikle dini anlatımın geniş kitlelere ulaştırılmasında önemli bir araç olarak kullanılıyor. Genel manada dini anlatım Barok dönemde müzik anlayışını nasıl şekillendiriyor?

Az önce de belirttiğim gibi Katolik Kilisesi sanatın her türünü destekliyor. Kiliselerin yapımında ve içlerinin süslenmesinde mimari, resim ve heykel önemli rol oynuyor. Ayin sırasında da müziğe önemli görevler düşüyor. Protestanlıkta durum biraz daha farklı. Kalvenci inanışta ayin sırasında müziğin hemen hiç yeri yok. Buna karşılık Lutherci inanışta müzik ve org olmadan bir ayin düşünülemez. Bach’ın Leipzig Thomas Kilisesi’nde görevli olduğu süreçte bestelediği dini kantatlar ya da daha öncesinde değişik kentlerde orgcu olarak çalıştığı süreçte yazdıkları bunun en iyi kanıtı.

​Kilisenin bu baskın rolüne karşılık Barok dönemin aynı zamanda din dışı müzik için de çok büyük bir gelişme süreci olduğunu unutmamamız gerekiyor. Operanın önceleri yalnızca saraylarda ortaya çıkıp daha sonra halka açık tiyatrolarda sahnelenmeye başlaması, din dışı çalgı müziğinin, solo konçertonun ortaya çıkışı soyluların gereksinim duyduğu yapıtlar aracılığıyla gelişme göstermiştir.

İpek Mine Sonakın

Kitabınız bir müzik tarihi kimliği taşımasının yanı sıra biyografik öğelere de sahip. Bu dönemin önemli bestecilerinin yaşam öykülerine de kitabın sayfalarında önemli bir yer ayrılmış durumda. Genel manada bu devrin müzisyenleri nasıl ortak bir profile sahip? Veyahut böyle bir profilden bahsetmek mümkün mü?

Bu dönem bestecileri mutlaka bir soylunun ya da kilisenin hizmetinde çalışıyor. Serbest sanatçı kavramı henüz yok. Yaptıkları iş hem kendileri hem de toplum tarafından bir zanaat olarak görülüyor. Sanatçı kavramı bugün anladığımız gibi değil. Toplumdaki diğer iş kollarından büyük farkları yok. Bir kuyumcu ya da bir fırıncıdan büyük bir farkı yok. Müzisyenlerden beklenen, görevlerinin gerektirdiği müziği bestelemeleri. Tabii ki kantorluk (Protestan kiliselerindeki müzik yöneticiliği) ya da önemli bir sarayın müzik yöneticisi olmak mutlaka belirli bir saygınlığı da beraberinde getiriyor ama bugün anladığımız ya da 19. yüzyılda ortaya çıkacak, esin gelmesini bekleyen dahi müzisyen kavramı henüz oluşmamış.

Nasıl ki Klasik dönem müziğinin başkenti Viyana ise Barok dönem müziğinin de en önemli merkezlerinden biri Venedik. Bu dönemde Venedik’in önemli bir ticaret merkezi olduğunu biliyoruz. Buradaki zengin ailelerin müziğe ve müzisyenlere yaklaşımı nasıl?

Venedik o dönemde gerçekten ticaretin kente kazandırdığı serveti sanata harcamaktan hiç çekinmeyen bir kent. Bu aslında İtalya’nın diğer bölgeleri ya da Avrupa’nın önemli merkezleri için de geçerli. Törenler, özel kutlamalar hep müzik eşliğinde gerçekleşiyor ve bunlar için sıklıkla yeni yapıtlar sipariş ediliyor. İlk halka açık operanın 1637 yılında Venedik’te ortaya çıkması da bunun bir sonucu. Tiyatro binasının ve temsillerin gereksinim duyduğu meblağ soylular ve kentin ileri gelenleri tarafından karşılanabildiği için böyle bir girişim başarılı olabilmiş.

İtalyan ve Fransız bestecilerin bu dönemde ön plana çıktığını görmekteyiz. Almanca konuşulan geniş coğrafyada ve Britanya’da da Barok müziğin bir karşılığı var elbette. Fakat bu dönemde kent bazlı baktığımızda resim, heykel ve hatta mimariyle birlikte genelde hangi kentlerde Barok müziğin etkisini daha fazla hissediyoruz?

Barok dönemde özellikle opera söz konusu olduğunda tüm Avrupa’da İtalyanları sanatçı, besteci ya da şarkıcı olarak büyük rağbet gördüğünü biliyoruz. Ancak İtalya’daki bu canlanma Barok dönem boyunca Avrupa’ya da yayılmış, başta büyük kentler olmak üzere, bir prensin ya da dükün idaresindeki kentlerde de hareketli bir müzik yaşamıyla karşılaşılır olmuştu. Viyana, Paris, Londra, Dresden, Leipzig gibi önemli kentlerin yanı sıra Köthen gibi görece daha küçük idare merkezleri de oldukça canlı bir sanat yaşamına sahipti. Bu değerlendirmeyi yaparken, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun parçalı yapısını unutmamak gerek. Çok geniş bir coğrafyaya yayılan imparatorluk kâğıt üzerinde Viyana’daki imparatora bağlı gibi görünse de Almanca konuşulan ülkeler ve İtalya yarımadasında yüzlerce küçük prenslik ve kent devleti vardı. Bu küçük devletleri yöneten soylular da kendi güçlerini gösterebilmek için sanata önem veriyor, önemli sanatçıları kendi hizmetlerinde bulundurmaya özen gösteriyorlardı.

17. yüzyılın ikinci yarısı Barok dönemin en şaşalı günleri olmakla birlikte operanın da doğuşuna tanıklık edilen bir dönem. Kitapta bu gelişmeye de bir parantez açıldığını görüyoruz. Barok ve operanın bu dönemde nasıl bir kesişimi oluyor?

Opera, 1600’lerin hemen öncesinde İtalya’da soylu saraylarında ortaya çıkan ve yaklaşık elli yıl yalnızca sarayın ve soyluların tekelinde kalmış bir sanat. Yapısı gereği, müzik, dans, dekor ve kostüm için büyük harcamalar gerekiyor ve bu önceleri yalnızca saray tarafından karşılanabiliyor. Az önce de değindiğim gibi 1637 yılında Venedik’te halka açık tiyatroların ortaya çıkmasıyla, belirli bir ücret ödeyen herkes opera izlemeye başlayabiliyor. Tabii yine de operanın gereksinim duyduğu maddi destek için zaman zaman saraydan ya da soylulardan yardım isteniyor. Yalnızca bilet geliriyle temsillerini sürdürebilen bir opera günümüzde de olamıyor.

Vivaldi, Monteverdi, Jean-Baptiste Lully, Marin Marais, Couperin gibi büyük besteciler saymak mümkün ama hem Barok dönem hem de genel manada klasik Batı müziği açısından Bach çok farklı bir yere sahip. Sizin bir de bir Bach biyografiniz bulunuyor. Çok genel bir soru belki ama Bach’ı diğerlerinden ayıran ana unsurlar nelerdir?

Bach’ın müzik tarihindeki yeri gerçekten çok önemli. Sanat birbiri ardına eklenen zincirlerle gelişir, bir anda tek bir yerde aniden ortaya çıkmaz. Bu açıdan her büyük sanatçının öncesinde onu hazırlayan bir ortam vardır. Bach Ailesi, Johann Sebastian Bach’tan önce de kuşaklar boyunca müzisyen yetiştirmiş. Bach’ın yaşadığı dönem (1685-1750) Barok müzikte gelişimin tamamlandığı, bayrağın sonrasına devredilmeye hazırlandığı sürece denk geliyor. Bach’ın en önemli özelliklerinden biri kendinden önceki bestecilerin yapıtlarından onların yaptıklarını öğrenebilme yeteneği. Bunun yanı sıra bulunduğu kentlerin en iyi okullarına gitmiş, devrinin en iyi müzisyenlerini tanıma şansına sahip olmuş. Ama aynı zamanda çalıştığı yerlerdeki saray kitaplıklarında bulunan notalar yardımıyla çağdaşı Fransız ve İtalyan bestecilerin yapıtlarını derinlemesine inceleme şansı bulmuş. Onlardan öğrendiklerini büyük bir ustalıkla kendi müziğine aktarmış ve tümüyle kendine has bir üslup geliştirmeyi başarmış. Bach’ın yapıtlarını incelediğimizde daha önce yapılmamış hiçbir formada yapıt vermediğini görüyoruz. Kendinden öncekileri sabırla inceleyip, sonrasında kendi kusursuz sözünü söyleyebilmiş bir sanatçı.

Barok müziğin yerini yavaş yavaş Klasik döneme bırakmasını besleyen etkenler nelerdi? Bugünden değerlendirdiğimizde Barok döneme tarihsel ve estetik açıdan nasıl bakmak daha hakkaniyetli olur?

1700’lerin ortalarına yaklaştıkça Barok müziğin en temel özelliği olan süslemelerin, kontrpuantik yazının yerine daha doğal bir kompozisyon anlayışının tercih edilmeye başladığını görüyoruz. Barok sözcüğü aslında Portekizce düz olmayan, eğri büğrü inci anlamına gelen bir sözcük ve bu sanatın temelinde olan detay işçiliğine, bol ayrıntıya vurgu yapmak için kullanılmış. 1700’lerin ortalarına yaklaştıkça yapıt içinde daha kolay izlenebilen bir ezgi çizgisi ön plan çıkmaya başlar, tema çeşitliliği olur. Halbuki Barok besteciler için tek bir temayı olabildiğince uzun işlemek ustalıktır. Ayrıca parça içinde yapılan modülasyonlar zenginleşmeye başlar. Müzik doğal bir gelişme sonucunda kendiliğinden Klasik dönemi hazırlar. Bu dönemin kusursuz örnekleri için 1770’lerden sonrasını beklemek gerekecektir.

Günümüzde trendlerin 10 yıllık ve hatta daha kısa süreli periyotlarda değiştiğini göz önünde bulundurduğumuzda 150 yıl dolayında bir süre sanata hâkim olan Barok üsluptan günümüze nasıl bir miras kaldı?

Aslında Barok dönemin başına ve sonuna baktığımızda da aynı stilden ve aynı müzikten bahsedemeyiz. Monteverdi ve Bach’ın müziği birbirinden çok farklı. 150 yıllık süreç boyunca müzikte ifade gelişip, solist kavramı oluşmaya başlamış, din dışı müzikte büyük atılımlar olmuştur. Bunlar olmadan müziğin sonraki yüzyıllara geçmesi olanaklı değildi.

19. yüzyılda Batılılaşmayla birlikte özellikle İstanbul ve Selanik gibi büyük kentlerde Barok üsluba sahip mimari eserler görüyoruz. Peki Osmanlı müziğinde Barok unsurlardan söz etmek mümkün mü?

Türk müziği, Batı çok sesli müziğinden tümüyle farklı bir disiplin olduğu için burada Barok unsurlardan söz etmek olanaksız. Barok müziğin Avrupa’da, kendini hazırlayan Orta Çağ ve Rönesans üzerine şekillendiğini unutmamak gerek.  

Tasarımda kullanılan eserler:

Johannes Vermeer - Lady at the Virginal with a Gentleman, 'The Music Lesson'
Jan Miense Molenaer Temi - famiglia la musica, 1630, 63 x 81 cm, Frans Halsmuseum (Haarlem, Netherlands)

0
6473
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage