20 EYLÜL, CUMA, 2024

Masalsı Bir Özgürleşme Öyküsü

Gökten Düşen Şeyler romanıyla tanıdığımız Selja Ahava’nın çocukluğundan beri böceklere ve sanata ilgili Maria’nın Hollanda’dan Japonya ve Almanya’ya uzanan hikâyesini anlattığı Böcekleri Seven Kadın üzerine bir yazı.

Masalsı Bir Özgürleşme Öyküsü

Türkiye’de okurların Gökten Düşen Şeyler romanıyla tanıdığı Selja Ahava; öğrenimini gördüğü senaryo yazarlığının ve kaleme aldığı drama metinlerinin, dizi ve film senaryolarının da etkisiyle sinematografik bir anlatımla çıkıyor karşımıza kitaplarında. Yaşamın olağan akışının aniden değişebilirliğine; uzak görünen ihtimallerin, aslında ne kadar yakın olduğuna dikkat çektiği metinlerinde Ahava, hayatın gerçekler ile şakalar arasında salındığını hatırlatırken iyilik ve kötülük hakkında düşünmemizi sağlıyor.

Ahava’nın alametifarikası, hakikatin toprağına basan ve tarihe yaslanan, bazen masallara bazen de mitlere çalan anlatımına, felsefenin ve yer yer şiirin eşlik etmesi. Uzun lafın kısası Ahava, akıp giden zamanın hayatı ufalamasını ve kişiyi eğitmesini işin içine katan iyi bir hikâyeci; daha doğrusu hikâyeleri hayli sağlam bir romancı.

​Hikâyesi 1600’lerde başlayıp günümüze gelen Böcekleri Seven Kadın’da da Ahava’nın edebî söyleminin bu karakteristik yönlerine rastlıyoruz; çocukluğundan beri böceklere meraklı ve sanata ilgili Maria’nın öyküsüyle karşılaştığımız romanda yazar, Hollanda’dan Japonya ve Almanya’ya uzanan çizgide, canlıların gelişimi ile başkarakterin kendini kurma sürecinin paralel anlatımına imza atıyor.

“Hayatta kalmak senin görevin”

Maria bir gözlemci; doğayı, böcekleri ve zamanın getirdiklerini izliyor. Öte yandan hafızasını hep diri tutuyor; ailesini, çevresini ve yaşadıklarını en ince ayrıntısına, hatta ağızdan çıkan sözlere kadar hatırlıyor. Gidenleri ve kalanları anıyor, olup biteni kimi zaman neden-sonuç ilişkisiyle kimi zaman kendince hikâyeleştirerek enine boyuna düşünüyor; bunları bazen çizgiye döküyor bazen de kendisini çözümlüyor: “Sonradan anladım ki sükûnet üvey babamın bana hediye ettiği en güzel şeydi. Atölyenin sessizliğinde, kâğıdın boşluğunda özgürdüm, kendi bakışıma kulak vermeyi öğrendim.”

Bahsi geçen sükûnet ve özgürlük, böceklerin doğumdan ölüme kadar geçirdiği evrim ile Maria’nın kendi yaşamı arasında bağlantı kurmasını sağlıyor; bir büyüteçle baktığı canlılarda rastladığı ve çıplak gözle görülmeyen hayatın ayrıntılarının bir benzerini fark ediyor. Bu ayrıntılar ona şunu sorduruyor: “Yaşamak, deneyimlerimizin sürekli kaybından mı ibaret?” Başka bir deyişle doğadaki döngüyü gözlemleyip zihnini sorularla ve onlara aradığı yanıtlarla sürekli çalıştırıyor Maria: Yumurtadan larvaya, oradan renkli kanatlarıyla bir kelebeğe dönüşen tırtıl misali, başlangıçlar ve sonlardan oluşan hayatın akışını seyredip düşüncelere dalıyor.

Canlı ve ölü böcekler ile dünya ve insan arasında bir ilinti kuran Maria, döngüyü görüyor. Bu gözlemleri sırasında büyükannesinin öğüdünü ve uyarısını hatırlıyor: “Hayatta kalmak senin görevin.” O da öyle yapıyor zaten.

Maria’nın böcek gözlemlerinin temelinde, yaşamın özüne ve döngüsüne dair merak yatıyor. Büyük bir iştahla anlamaya uğraştığı başlangıç ve son, aynı zamanda insan hayatıyla da ilgili: “İnsanlar güzel kanatları nedeniyle kelebeğe hayranlık duyar, bu nedenle kelebeği bu böceğin gerçek formu olarak görür. Kayısı, kayısı ağacının olgun meyvesi olduğu gibi larva da bir kelebektir; larva, yumurta ve koza, kelebek olmaya giden yolda yalnızca adımlardır. İnsanların neden kelebekler yerine larvalarla ilgili bir kitap üzerinde çalıştığımı merak etmelerinin nedeni budur.”

​Bahsi geçen gözlemin ve anlama çabasının vardığı, sorularla biçimlenen bir başka nokta daha bulunuyor: “Bir böceği çizdiğimde onu daima kendi ortamında tasvir ederim. Bitkinin beslenmesini sağlayan şey, sapında ve yumurtalarını bıraktığı yapraktadır. Peki, insanın yaşam alanı nedir? İnsanın yaşamına dayanak noktası olan, toprakta kök salan gövde nedir? İnsanın var oluş aşamaları nelerdir?”

©SIRPA PÄIVINEN

“Çoğumuz hezimete uğrarız”

Maria’nın böceklere ilgisinin kaynağında, yaşamın fark edilemeyen küçük ayrıntılarını görme ve anlama isteği yatıyor. Bu sayede, kendisini etrafındaki pek çok insandan ayıran anlamlandırma yetisiyle öne çıkıyor. Söz konusu çaba ve yeti, tepkiyle karşılaşmasına neden oluyor çünkü gözlem, araştırma ve yorum bir noktada başkaldırı ya da akıntının tersine kürek çekme; sessizliğe ve itaatkârlığa karşı çıkma anlamına geliyor. Başka bir deyişle sunulan bu, dünyanın sınırlarını zorlama ve kozanın dışına taşmaya dönüşüyor.

Böceklerin dünyaya gelip amacını gerçekleştirmesiyle insanın var olma ve yaşama gayesi arasında benzerlikler olup olmadığını sorgulaması da zamanın geçişini düşünmesi de Maria’nın araştırmasına (dolayısıyla başkaldırısına veya sınırları zorlayışına) dâhil. Hatta zamanda ilerledikçe daha önceden bildiklerini yeniden gözden geçirmesi de: “Bay Darwin, dönüşümün yavaş gerçekleştiğini söylüyor, hatta bu değişim o kadar yavaş gerçekleşiyor ki yaşamımız boyunca bunu fark edecek zamanımız bile olmuyor. Ne var ki orada durup denizin sürüklediği köye baktığımda, manzara göz açıp kapayıncaya kadar tamamen değişmişti, tek düşünebildiğim şuydu: Hayır, her zaman değil. Doğa da hep yavaş değildir. Bazen her şey göz açıp kapayıncaya kadar durur. Bazen bir dalganın yayılmasıyla bütün bir çağ değişir.”

Böcekleri ve doğayı inceledikçe insanın küçüklüğünü, dünyanın büyüklüğünü ve zamanın gücünü görüyor Maria. Dahası, insanın çiğliğini ve hızla yaşlandığını kavrarken başkalarının cehenneminin, terk edilmişliğin ve yabancılaşmanın kişiyi nasıl tökezlettiğini duyumsuyor. “Her canlının kendi yerini, zamanını ve doğasını düşünürken” hayatın, israf edilip savrularak gideceğine dair engin bir tecrübeye sahip olunca şöyle diyor: “Çoğumuz hezimete uğrarız; bu, hayatın devamlılığının anahtarıdır.”

Maria uzun, çok uzun yaşamında hezimet dışında bir başka gerçekle daha yüzleşiyor: “Gençliğimde Tanrı her yerdeydi, evde ve günlük yaşamda, doğada ve astronomide, bitkilerin ve hayvanların detaylarında ve en yakınındakilerin dileklerindeydi. O’nun sözü her yerdeydi, insanlar duyuyordu. Ama ne kadar uzun yaşadıysam Tanrı o kadar sessizleşti ve ona ihtiyacım azaldı.”

Ahava, merak ve hezimet arasında salınan, gözlemlerle ve kayıtlarla şekillenen hayatında türlü engellemelere rağmen gittiği yoldan dönmeyen, arzuladığı hemen her şeyi yapan ve tutkularına sıkı sıkı sarılan Maria’nın hikâyesini anlatıyor Böcekleri Seven Kadın’da. Doğada ve hayvanlardaki yaşam döngüsüyle insan hayatını karşılaştıran Maria’nın hakikatlerden kopmayan ve bir yanıyla da masalsı özgürleşme öyküsü bu.

Böcekleri Seven Kadın, Selja Ahava, Çeviren: Özge Bauer, Timaş Yayınları, 330 s.
​Fotoğraf: SIRPA PÄIVINEN Kaynak: kirkko ja kaupunki

0
1481
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage