28 AĞUSTOS, PAZAR, 2016

Kömür Karası

Diyeceksiniz bu nasıl iş, in midir cin midir, necidir bu kömür karası? Durun sakin olun. Benim kömür karam ne indir, ne de cindir. Senin benim gibi insandır hatta daha da ötesi bir çocuktur. Ama bu öyle böyle çocuklardan değil. Koskoca bir kitabın başkahramanıdır. Hem de öyle güzel bir kahraman olmuş ki sanki kahraman olmak için doğmuş.

Sevda Bahar Savur'dan Müge İplikçi'nin Kömür Karası Çocuk kitabı üzerine bir inceleme...

Kömür Karası

Bu yazı yolculuğunda size ne çocukluk bir anımı anlatacağım ne de efsunlu masallardan bahsedeceğim. Bunlardan bahsetmek istedim ama yapamadım. Yazının başlığını “Kömür Karası Çalındı Yüreğime” koymak istedim ama koyamadım. Bir yazı yazmanın zorluğunu, yükünü omuzlarımda hissederek kelimelere komut verdim. Kelimeler, öyle güzel olmalıydılar ki kömür karası baktıkça hayran kalmalıydı. Kelimeler, bana hiç etmedikleri kadar çok itaat etmeliydiler ki, kömür karası incinip küsmemeliydi, bu yazı o kadar güzel olmalıydı ki, kömür karası ve onun gibi dostlarım hep güzel hatırlanmalıydı.

Kömür karası benim bu yıl tanıştığım sevimli mi sevimli bir o kadar da hüzünlü, kömür gibi derinlerdeki acılarıyla beni bir anda içine çeken bir arkadaşım. Onu tanıyana kadar onun hayat hikâyesine benzer hayat hikâyeleri olan birçok arkadaş edindim kendime. Hepsi de İstanbul’un birçok farklı yerindeydi. Kimi Tarlabaşı’nda kimi Yarımburgaz’da kimi Ümraniye’de. Oyunlar oynadık onlarla, ders çalıştık birlikte, yemekler yedik, güldük, eğlendik. Dillerimiz farklı olsa da çoğu zaman bakıştık sadece. Biliyorduk ki en güzel kelime bakarak söylenendi. Bizde öyle yaptık ve günlerce, haftalarca, aylarca baktık birbirimize. Bu arkadaşlarımın birazıyla hâlâ bakışıyoruz. Ama bir kısmıyla gözlerimiz bakışmaya ara verse de yüreğimizle görüyoruz birbirimizi. Eee peki kömür karası bu, hikâyenin neresinde? Onu unutmadım elbette. Kömür karası onlara göre biraz daha şanslı. Çünkü onunla sadece bakışmıyoruz. Her an yan yanayız. Yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmiyor. Onu tanıdığım günden beri hiç ayırmıyorum yanımdan. Yapışık ikiz gibi geziyoruz ortalıkta. Diyeceksiniz bu nasıl iş, in midir cin midir, necidir bu kömür karası? Durun sakin olun. Benim kömür karam ne indir, ne de cindir. Senin benim gibi insandır hatta daha da ötesi bir çocuktur. Ama bu öyle böyle çocuklardan değil. Koskoca bir kitabın başkahramanıdır. Hem de öyle güzel bir kahraman olmuş ki sanki kahraman olmak için doğmuş.

Ben de bu kahramanı kaçırmak istemedim ve görür görmez ona “Benimle arkadaş olur musun?” dedim. O kadar naif, o kadar derin bir çocuktu ki hemen onu tanımak, onunla dostluk kurmak niyetindeydim. İlk başta şaşırdı. “Nasıl olur? Benimle kimse arkadaşlık etmek istemez hatta sadece benimle değil, annemle ve diğer tanıdıklarımızla da. Hiç kimse bizi istemez ki.” dedi. Sonra biraz düşündü yoksa sen Korkuluk Ziya’nın adamı mısın? O bizi yakalaman için mi tuttu seni? diyerek irkildi. Korkuluk Ziya kimdi, ben niye onları yakalayacaktım? Kafam iyice karışmıştı. Üstüne birde ajan olmuştum. Kömür karasını ikna edene kadar canım çıktı. Ona baktım. Hiç konuşmadan, sadece baktım. O da bana baktı. Sanki hep bakar gibi baktı.  Sonra “Ben hayaletim, aslında var olmayan biriyim.” dedi. Nasıl olurda kanlı canlı karşımda duran biri hayalet olabilirdi? Hayalet olmak neye bağlıydı? Kim, neye göre hayalet oluyordu? Küçük bir çocuk bu kalıba nasıl sığdırılmıştı?  Kafamda sorular birbirine savaş açtı. Ben sustum, o konuştu. Ben günlerce, aylarca sustum o hep konuştu. Konuştukça daha çok bağlandık birbirimize.  O anlattıkça insanlara küçük bir çocuğun cılız omuzlarına yükledikleri bunca acının hesabını sormak istedim.  Kömür karasının yerine ben hayalet olmak istedim, aslında var olmayan bir hiç olmak istedim.

Kömür karasının hikâyesini size arkada acıklı bir fon müzikle anlatmayacağım. Anlatmak gerekirdi belki ama anlatamam. Sadece size hatırladıkça içimi kıpır kıpır eden bu küçük dostumdan bahsedeceğim. Kömür karasının asıl adının Salif olduğunu sonradan öğrendim ve babasından gelen müzik yeteneğinin farkına onu tanıdıkça vardım. Ona hiçbir zaman Salif demedim, ben onu kömür karası olarak sevdim. Kömür gibi derinlerde, içindeki güzelliklerle keşfedilmeyi bekleyen en güzel madendi Salif. Salif'le olan arkadaşlığımız boyunca benim için ne Mali’den gelip göçmen olarak yaşaması ne kömür gibi teni ne de hayalet oluşu önemliydi. Önemli olan ikimizin birbirine iyi gelmesi, dünyanın bütün renklerini sevmemiz ve müziğin iyileştirici gücüne inanmamızdı.

Nehirleri ve göğü ışıkla parlayan bir ülkeden Türkiye'ye gelen Salif için hayat, her gün bilinmezlerle doluydu. Ona baktıkça ülkelerinden savaş yüzünden kaçıp Türkiye’ye gelen Suriyeli arkadaşlarımı hatırlıyordum. Gökyüzünden her uçak geçişinde korkan, mahalleli tarafından sürekli lanetli olarak görülen, savaşın izlerini gözlerinde taşıyan diğer dostlarımı. Salif uçaktan korkmuyordu belki ama kimliksiz oldukları için peşlerine takılan polislerden özellikle de Korkuluk Ziya’dan ürküyordu. Ne garip birbirini tanımayan ama acıları, korkuları, bakışları aynı olan çocuklar.

Annesiyle birlikte Türkiye’nin her yerinden göçmüş insanlardan oluşan mahallede yaşayan Salif, birgün mahallelinin kendilerini istemediğini ve huzurlarını kaçırdıkları için şikâyetçi olduklarından bahsetti. Daha küçük yaşta ötekileştirmenin en kötü yüzünü gösterebiliyorduk bir çocuğa. Sonrada çocuklar siz bizim geleceğimizsiniz diyorduk.  Salif’e insanların kendi içlerindeki huzursuzluğu hep başkalarına yüklediklerini, asıl huzuru kaçıran şeyin insanın içindeki kötü duygular olduğunu söyledim. Salif, güzel gözleriyle baktı, hiçbir şey demedi sadece baktı. O da biliyordu ki insanlar içlerindeki bu kötü duyguların yarattığı huzursuzluğu hep başkalarından çıkaracak, daha onun gibi birçok çocuğun canı yanacak, güzel günler belki de hiç gelmeyecekti.

Hayatımızda hep kötü şeyler olacak değildi ya. Kömür karası için de öyle oldu. Güzel günlerin gelmeyeceğine inandığı, annesinin polisler tarafından götürüldüğü bir zamanda Salif, kendini müziğin iyileştirici gücünde buldu. Yaralarını müzikle sardı, müziğin bakışlar kadar her şeyi en güzel şekilde anlatan bir kelime olduğunun farkına vardı. Suriye'deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan ve müzik dehası olduğu ortaya çıkan 16 yaşındaki Tambi Cimuk gibi.

Salif, müzikle birlikte iyileşti, annesi polislerden kurtuldu, annesiyle birlikte güzel günlerin peşine düşmek için çok uzaklara gitti. Kömür karası babasına kavuştu mu bilmem ama ben muhteşem bir dost kazandım. O benim en sevdiğim kitaplardan biri oldu. Onunla birlikte bende yaşadığı acılara ortak oldum, müziğin, sevginin iyileştirici gücüne inandım. Derin bir yara izinin, küçük bir çocuğun eskimeyen öyküsünün açtığı kapıdan içeri girdim. Kim bilir bir yerlerde sizi de kömür karası bir çocuğun açtığı kapı bekliyordur.

Kömür Karası Çocuk
Müge İplikçi
Resimleyen: Huban Korman
Günışığı Kitaplığı
2014, 108 sayfa, 13 TL

Fotoğraflar: Çağlar Moğultay

0
9278
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle