02 MART, PERŞEMBE, 2017

Havada Hiyerarşi Yoktur

Eserlerini "sanat, edebiyat ve bilimden de esinlenerek, gerçekliğin sonsuz çeşitliliği ve yaşanışıyla ilgili bir macera" olarak tanımlayan, çok yönlü sanatçı ve yazar Tarık Günersel'le bir sohbet gerçekleştirdik.

Havada Hiyerarşi Yoktur

Pek çok farklı alanda üretiyorsunuz. Şiir, öykü, libretto, oyun yazarlığı, tiyatroculuk bunlardan bazıları. Anlatım dili ya da hayatınızdaki yeri açısından bakarsak, hangisi ağır basıyor?

Şiir sanırım. Aslında şöyle söyleyeyim, yoğunluk seviyorum. Şiir o yüzden öne çıkmış hayatımda. Bu çeşitlilik de aileden gelen bir şey. Büyükbabam tanıdığım ilk düşünür ve yazardı.

Mukadderat ve İrade isimli bir kitabı var değil mi?

Evet, böyle bir eseri var, onu yazışına tanık oldum. Çok çeşitli alanlarda okuyan bir insandı. Uzun soluklu çalışma yapma, sabır, pek çok özelliğiyle ilk rol modelim.

©Nazlı Erdemirel

©Nazlı Erdemirel

Yazar olmanıza vesile mi oldu?

Sanatçı olmamı öncelikle annem, Güngör Tanyeri’ye borçluyum. Beni çocukken operaya, tiyatroya, resim sergilerine götürürdü. Anne, baba, büyükbaba ve amcamın Türkçesi, ifadeleri, yazmaları son derece iyiydi. Eğitimim büyük ölçüde onlar tarafından biçimlendi. Babam gazetecilik yapmış, aynı zamanda siyasetçi. Saffet amcam doktor, ressam, Almanca'dan 40 kadar çevirisi var ve 55 yaşında piyano dersi almış. Büyük bir demokrasi ortamında yetiştim. O yüzden de gerçek hayat denen şeye uyum sağlamakta çok zorlandım. Büyükbabamın babası Saffet Efendi’nin de 1880’lerden el yazısıyla şiirleri var. Asya, Afrika, Avrupa'da on yıl gezmiş bir Mevlevi. 19. yüzyıl sonlarında Amerikan hükümetinin Osmanlı hükümetinden rica ettiği, İslam’ın nasıl bir din olduğunu anlamak üzere gönderilen heyette varmış. Normalim böyle teşvik edici ve besleyici bir ortam oldu ve ben yazar olmayı seçmedim. Yazar ve tiyatrocu olma fikri bende ilkokulda oluştu. Buna tabii sabır, büyük mücadele, acı unsurlarını ekleyelim. Kendimi sürekli geliştirmeye çalışmışımdır. 

‘Ömür boyu gelişecek çok türde bir mozaik’ isimli projenizden söz eder misiniz?

Felsefe benim için baştan beri önem taşıdı. Bütün bunların bir araya geldiği bir çeşitlilik aradım. Bu, 20 yaşımda oluşturduğum mozaik projesinin arka planını oluşturur. Bir gün aklıma bir söz geldi, ‘edebiyat tarihinde bütün şaheserler başarısızdır’ dedim. Hedef öyle büyüktür ki sonuç ister istemez yetersiz kalır. Bir insan potansiyelini maksimum değerlendirmek istiyorsa, istediği alanda kendine iddialı bir hedef seçmeli. Şair olarak, yazar olarak nasıl bir hedefim olsun ki, ona ulaşmak imkansız olsun; başarısız olayım, ama ortaya şaheserler çıksın? Bütün tarih, yalnız geçmiş değil gelecek de. Yalnız olabilecek olanlar değil, olamayacak olanlar da. Kendimi sınırlandırmadan yazarım, kitaplar yayımlanır, 8-10 yılda bir neler yaptığıma bakar, bir seçme yaparım. Bu mozaik, ben yaşadığım sürece sürekli gelişir, proje gereği böyle bir eser bitemez. Onun 42. yılındayım. Dolayısıyla aslında tek eser yazıyorum. Ona bir mozaik destan diyorum. O yıllar boyu çeşitli kıtalar oluştu: özdeyişler, öyküler, şiirler ve piyesler kıtası. Hepsi tek kıtada, tek eserde buluşuyor. 

Bu eserlerin arasında bütünleyici olan nedir?

İnsanın, öznelliğin maceraları diyebiliriz. Sanat, edebiyat, bilimden de esinlenerek, gerçekliğin sonsuz çeşitliliği ve yaşanışıyla ilgili bir macera. Mümkün olduğu kadar çok çeşitli yaşayıp, hayatın zenginliğine yaraşır zenginlikte yazmaya çalışıyorum. Vaz geçmek, çıkarmak, azaltmak yoluyla toparlıyorum. Sonra tekrar katıyorum, böyle bir nefes alış veriş. Bütün piyeslerimin öykü, destan ya da novella versiyonlarını hazırlıyorum. Yazdığım şeylerin her birini bir doğum sayarsak, gebelik dönemi değişiyor. Mesela Bok Sosyolojisi, kırk yılda oluştu. Dördüncü Mehmet'le ilgili Şehir Tiyatrosu’na yazdığım piyes, Zırhlı Kurt’u 18 yılda yazdım. 

©Nazlı Erdemirel

Yaşadıklarınız yazım süreçlerinizi nasıl etkiliyor?

Bilim, felsefe, ahlak ve siyaset, hayata kayıtsız kalmamak, benim sorumluluğum ne gibi sorular benim için değer taşır. Bilim teorisi, metafizik ve tarihle buluşturulmam çok erken. Bütün bu boyutlar beni etkiledi. 11 yaşımda mektuplaşmalarımı daktiloda yazıp araştırmacılar için arşiv oluşturmaya başladım. Burada övünme yoktu, normalim böyleydi. İlkokulda arkadaşlar bana masal babası derlerdi. Ders bittiğinde çıkıp oynamak yerine bana hikâye, masal anlattırırlardı. 114’ümde bir özgürleşme ahlakı amaçladım. Bu temelde benim felsefi, ahlaki ve siyasi bir projem. 

Böyle bir dertten yola çıkarak mı üretmeye başladınız?

Bir yandan hoşuma gittiği için yazmaya başladım. Hayal etmek ve bunları kağıda geçirmek. İlk 1961’de yoğun, kısa bir diyalog yazdım; aslında daha o zaman oluşmuş üslubum. Böyle bir macera bu. 13 yaşında yazdığım şiiri size sunabilirim. Yayınlamaya gerek yok ama tanışmamızın bir parçası olarak. 

Şiir öğrenilen bir şey değil galiba.

Ya da edinilen bir şey. Selman Ada dostumun öyle güzel bir sözü var, sanat edinilir diyor. 

©Nazlı Erdemirel

Paylaştığınız, Senin İçin isimli şiiriniz, ileri bir yaşın şiiri gibi değil mi? Hayatınızı zorlaştırdı mı böyle yaşamak? 

Evet. Hangi birini anlatayım ya da ne anlatayım? Bir de buna sezgi gücünü katarsanız, pek değinmedim bugüne kadar. Annemin ölümünü sekiz ay önce bir fotoğraf gibi görüşüm. Çok şaşırtıcı. Düşünme değil, hayal değildi, o belirdi. Benim sezgi alanında ustam, geçen yıl öldü, ilkokul mezunu bir elektrikçiydi.

Nasıl bir usta?

İlk karşılaşmamızda 18 yaşındaydım, Amerika’dan yeni dönmüştüm. Geldi, saygı uyandırdı. Yarım saat benim analizimi yaptı, muhteşem. Sonra da ilginç yerlerde karşılaştık. Sezgi bende de gelişti. Bu yönümü bastırmaya çalıştım. Zeka, muhakeme, donanım derken sezgi bana inanılmaz bir bilgi bombardımanı, algılama sağladı. Bu yönü, bütün donanımımı en verimli şekilde nasıl devreye sokabilirim, bu benim sorumluluk alanımda. Bu metafizik bir şey değil. Henüz açıklayamadığımız bir şey, bu kadar. Ama var, hayatın bir parçası. Yazdıklarıma bakarken böyle bir süreçler yumağı var. Dört yıl kadar önce de ‘Earth Civilization Project’ (ECP) diye adını koyduğum bir proje başlattım. 

Evet, Dünya Uygarlığı Projesi. Nasıl ilerliyor bu proje?

Bütün dünyalılar davetli. Facebook’ta ECP sayfası açtım. Mali bir tarafı olmamalı. Çok resmi bir örgütlenme olmamalı. Daha çok hava gibi olmalı. Havada hiyerarşi yoktur. Davet esasına göre yaşayan bir network. İlkece açık, derli toplu, kendini koruyabilen bir iletişim ağı.

©Nazlı Erdemirel

28 Mayıs Halikarnas Balakçısı'nın önemsediği bir tarihmiş. Neden?

Thales, 28 Mayıs’taki güneş tutulmasını önceden hesaplamış. Halikarnas Balıkçısı bunu bilimin, uygarlığın başlangıç noktası sayıyor ve bugünü vurguluyor. Yazar, yönetmen, oyuncu arkadaşım Harun Özakıncı’yla çalışırken, bu noktayı bir vasiyet sayıp sahip çıksak dedim. O da benimsedi ve piyesine ekledi. 

Bu vesileyle Halikarnas Balıkçısı oyununuzdan söz edelim. Oyun 29 Kasım’da Bodrum Belediyesi'nin kurduğu Herodot Kültür Merkezi Sahnesi'nde oynandı. Yazın devam edecek mi?

17 Nisan balıkçının doğumgünü, muhtemelen oynarız. Diğer tarihler davetlere bağlı. İki kişilik bir oyun oldu. Bodrum Belediyesi'nin sunduğu bir pası değerlendirdik ve ekipçe gol attığımız söyleniyor. 

Harika. Halikarnas Balıkçısı’nı, kitaplarını düşünürken bile burnunuza bir deniz kokusu gelir değil mi? Öyle bir yazar.

Çok doğru. Doğru bir projeydi. Çalışırken Türkiye'de bir kişi seçilmeli ise bu Halikarnas Balıkçısı olmalı sonucuna vardım.

©Nazlı Erdemirel

Neden bu kadar kıymetli? 

Bir kere çok geniş bir hayat yelpazesi var. Çok büyük trajediler de yaşamış. Büyük zenginlikler biriktirmiş. Meydan okuma, çeşitli zorluklar, anlama çabası, yakınlaşma, kendini aşma. Okyanus gibi demek isterim onun için. Katkıda bulunmaya çağırması açısından da iyi bir örnek. Bilime, tarihe önem verişleriyle, Halikarnas Balıkçısı da Atatürk de Marks da aynı platformdadır bence. Harun Özakıncı’nın oyunla ilgili heyecanı, coşkusu son derece saygıdeğer olmuştur. Doğa bilinci, tarih bilinci, bilime önem verişi ve ‘dönüm noktası olarak 28 Mayıs seçilmeli, İsa’nın doğumu değil’ deyişi. Seçilmiş dönüm noktalarından duyduğum hoşnutsuzluğu o da yaşamış ve bir alternatif getirmiş. Bu proje sayesinde Balıkçı’yla şaşırtıcı derecede ortak noktalarımız olduğunu fark ettim. Sahnede canlandırma şerefi ve görevi, kıvancı ve hakkı belirdi. Dolayısıyla bu benim için bir ödül oldu.

Gündeme gelmesine de vesile oldu. Dönüm noktalarıyla ilgili görüşlerinizi biraz anlatır mısınız?

Bugüne kadar aklıma gelen en değerli fikir ne denirse bana, o da tarihle ilgili önerim. Çeşitli aşamalardan geçtikten sonra vardığım nokta tarihe on bin eklemek. Örneğin, 2017 değil, 12017 demek önerim. Hoş tesadüf: Cesare Emiliani 20 küsur yıl önce benzer hatta aynı öneride bulunmuş, ama Göbeklitepe bağlamında.

Neden?

İklim değişikliği nedeniyle. On bin yıl önce, son buz çağının bitişi tarıma imkan vermiş. Bu, sonraki tarihe imkan veriyor. Doğa ve emek odaklı dönüm noktaları belirlemek. Burada yapmaya çalıştığım, alışkanlıkları ve bir düşünüş tarzını bilimin katkılarıyla güncellemeye davet etmek. Aslında çok radikal bir öneri. Bir kere insan bunu makul bulursa belki hayatının bir parçası olur. Bu bambaşka, doğacı bir dünya görüşü. Bu yönlerde hamleler, çok güzel oluşumlar var dünyada. Üniversitelerin enstitüleri var, hareketler var. Bütün bunlarla ne yapılabilir? Doğacıların da Tanrıcıların da sorumluluğu, el birliğiyle dünyayı yaşanır kılmak.

Kitaplarınızda, yazılarınızda özdeyişlere, tarihten gelen bilgilere çok kıymet veriyorsunuz. Bütün bunlardaki bilgelik nedir diye sordunuz. Söz ettiğiniz gibi sadeleştirmeye çalışsak, buralardan elimize hayatla ilgili bir söz, değerli bir bakış açısı alsak, ne olabilir o?

Güzel bir soru. Pan Yayınları'ndan çıkan Oluşmak kitabımda tarihten seçtiğim fikirler, atasözleri yazdım. Son 4-5 bin yıllık, insanlık deneyiminden süzülümler. Bu benim klavuzum, kendim için. Çeşitli ayrışmalardan sonra tekrar bir buluşma gerekiyor sanırım. Dünya uygarlığı projesi bir şemsiye, her şeyin bağlı sayılabileceği bir üst ufuk. Çok söylediğim iki sözü birleştiriyorum. İyi enerjiler buluşsun; katkılar katkılara yol açsın. Bu.

0
4606
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage