05 NİSAN, PAZARTESİ, 2021

Genç ve Tecrübeli Yazarlardan Bir Bilimkurgu Seçkisi: “İlk”

Bilimkurgu alanında senelerdir eser veren yazarlar ile türe yabancı ama edebiyatta tecrübeli isimlerin “Başlangıç” teması ekseninde kurguladıkları öykülerden derlenen İlk üzerine bir yazı.

Genç ve Tecrübeli Yazarlardan Bir Bilimkurgu Seçkisi: “İlk”

Bilimkurgu alanında tecrübeli kalemlerle genç kalemlerin öykülerinin derlendiği İlk, İthaki Yayınları tarafından “Pangea Kitaplığı” etiketiyle raflarda yerini aldı. Afşin Kum, Arzu Uçar, Aşkın Güngör, Burak Albayrak, Cem Akaş, Çağrı Mert Bakırcı, Feyza Hepçilingirler, Fuat Sevimay, İsmail Yamanol, Kadire Bozkurt, Mehmet Berk Yaltırık, Murat S. Dural, Müfit Özdeş,Onur Çalı, Onur Güzeldiyar, Öznur Babur, Pınar Duman, Selim Bektaş, Selim Erdoğan, Tuğrul Sultanzade, Volkan Yalçın’ın öykülerinin yer aldığı, Burak Albayrak’ın editörlüğünü üstlendiği seçkinin sunuş bölümünü Bülent Somay kaleme aldı. Türün Türkiye’de tanınmasında büyük emeği geçen Bülent Akkoç’a ithaf edilen kitabın telif geliri ise genç yaşta kaybettiğimiz fizikçi Özgen Berkol adına kurulan bilimkurgu kütüphanesine bağışlanacak. 

Geç Osmanlı’da “fennî roman” adıyla yazınımıza adım atan, 1950’li yıllara kadar çeviri ve yeniden çeviriyle ayakta kalan bilimkurgu türü Türkçe edebiyatta 2000’li yıllara doğru ciddi bir gelişme gösterdi. Metis Yayınları’nın Bülent Somay editörlüğünde çıkardığı bilimkurgu serisi önemli bir çalışma olup bu serideki yerli tek yazar İlk kitabına da bir öyküsüyle katkıda bulunan Müfit Özdeş’ti. 1997 yılında kurulan İthaki Yayınevi ise fantastik ve bilimkurgu eserlerle yazın dünyasına adım atarak kısa zamanda birçok eseri Türkiye’deki okurla buluşturdu. Yayınevlerinin bu gayretlerinin yanında 80’lerin sonunda teksirle çoğaltılarak okurla buluşan bilimkurgu dergileri zamanla internet ortamında yer bularak türün gelişimine katkı sağladı. Pek çok bilimkurgu dergisi maddi yetersizlikten ötürü kısa zamanda -bazıları senelerce yayımlansa bile- kapanmış olsa da bu dergilerin bir şekilde varlığını sürdürmesi Türkiye’de kemikleşen bir bilimkurgu okuru olduğunun göstergesidir. 2000’li yıllarda Türkiye yayıncılık sektöründe bilimkurgu eserler daha çok yer aldı. Nitekim 2000-2013 yılları arasında ülkemizde basılan bilimkurgu eser sayısı 90’larınkinin üç katından fazladır. Ancak burada çeviri ve yeniden çevirilerin sayısı ezici çoğunluğa sahipken yerli eser sayısı oldukça azdır. Bunun sebebi yayınevlerinin risk almak istemeyip bilindik yazarları tercih etmekte diretmesidir. Bu noktada İthaki Yayınları fantastik ve bilimkurgu sahalarında Türkçe yazan edebiyat insanlarına verdiği destekle ön plana çıkmakta. Yayınevi 2018 yılında Yeryüzü Müzesi isimli bir antoloji yayımladı. Antolojide 18. yılını kutlayan Bilimkurgu Kulübü’nün yazarlarının 18 öyküsü yer aldı. Önsözünü Bülent Akkoç’un yazdığı kitap, Ursula K. Le Guin’dan da tebrik mesajı almıştı:

​“Bilimkurgu Kulübü’nün, Türkiyeli yazarların bilimkurgu öykülerinden oluşan bir antoloji hazırlıyor olmasına çok sevindim. Bu zor zamanlarda tüm yazarlar, yaratıcılık ilkesine bağlı yaşayan diğer yazarlardan ve bu yazarlara, finansal beklentilerin zincirlerinden kurtulmaları konusunda destek veren yayınevlerinden güç alırlar. Her birimiz, dünyanın dört bir yanında, büyük bir karanlıkta yolumuzu bulmaya çalışıyoruz diyebilirim. Böyle eserler en ihtiyaç duyduğumuz vakitlerde yakılan, etrafımızdakileri ve gitmemiz gereken yolu aydınlatan lambalardır. Bu lambaların yakıtı da hayal gücüdür. Türkiyeli okurlarım, dostlarım ve yoldaş yazarlar, bu ışığın yanmasına vesile olduğunuz için size teşekkürü borç bilirim.”[1]



[1]http://www.ithaki.com.tr/urun/yeryuzu-muzesi/

Aynı çizgide devam eden yayınevi İlk kitabıyla yine tecrübeli ve genç yazarları buluşturarak eseri Bülent Akkoç’a ithaf etti. Eserin telif geliri ise genç yaşta kaybettiğimiz fizikçi Özgen Berkol adına kurulan bilimkurgu kütüphanesine bağışlanacak. Katkıda bulunan yazarların bir kısmı Somay’ın önsözde belirttiği üzere bilimkurgu türünde “genç” yazarlar. Bu nitelemede ölçüt yaş değil, bilimkurgu türünde eser vermek olarak belirtiliyor. Örneğin, Mehmet Berk Yaltırık seçkideki öyküsüyle kendi ifadesiyle bilimkurgu türünde “ilk diyebileceği” bir metin sunmakta. Öte yandan Somay, uzun zamandır incelediği dosyalardan hareketle çoğu dosyanın düzgün bir Türkçeden mahrum olduğunu belirterek İlk yazarları için “Türkçeyi doğru, anlamlı ve derinlemesine kullanabilme aşaması çoktan geçilmiş.” diye yazmış. Önsözdeki bir diğer vurgu ise öykülerin ‘ilginç fikir’ + bir ‘şaşırtmaca’ = kısa öykü şablonuna sığınmadığı. Bu doğrultuda, çeviri dilinden uzak ve iyi kurguya sahip öykülerin okuru beklediğini muştulayarak son yıllarda türe dair karamsarlığından kurtulduğunu belirtmekte.

Seçkide 21 öykü mevcut. Her öyküden bahsetmek bu yazının boyutunu aşsa da bazılarında dikkatimi çeken noktalara değinmek isterim. İsmail Yamanol’un “İlk Görev” öyküsü bir nano-geminin milyarlarca ışık yılı kat edip Büyük Patlama’ya vararak arkasındaki mikrodalga ışıması sayesinde patlamadan hemen önce merkeze bir sinyal gönderip evrenin oluşumu hakkında bilgi verme ihtimalini içeren bir proje şeklinde özetlenebilir. Bilim ve teknoloji konularına yabancı bir okur olarak bu proje karşısındaki ilk tepkim şaşırmaktı. İkinci tepkim ise metindeki bilgileri doğrulamak oldu. Fizik makalesi okusam anlamayacağım için alanında yetkin bir arkadaşımı arayarak tüm cahilliğimle mikrodalga ışınların işlevi hakkında bilgi istedim. “Mikrodalgaları çalışmasam da uzaydaki her şeyi dalgalar aracılığıyla gözlemliyoruz, diyebilirim.” yanıtını aldım. Yetmedi, 2,5 milyar ışık yılı ilerlemenin imkânsız olduğunu söyledim. “O sadece bir mesafe tanımı, ‘olamaz’ diyemeyiz.” dedi. Böyle birkaç sorudan sonra öyküdeki tek belirsiz noktanın mikrodalga ışımasının anlamlı bir sinyale çevrilmesi olduğunu öğrendim fakat o da zamanla gerçekleşebilirmiş! Bunu anlatmamın sebebi, bilimkurgunun farklı bir noktasına temas etmek. Maalesef bilimle yeterince ilgilenmediğimiz için ıskaladığımız bir dünya var. Bu dünyada pek çok şey teorik -hatta pratik- düzlemde olanaklı fakat cehaletimiz bizi ilkin “saçma” demeye yönlendiriyor. Oysa bu, gayet de ayakları yere değen bir hayal, isterse yazar ayak tırnaklarının ucuyla yükselsin! O incecik satıhta bilişselin sınırı aşılmaz. Pek çok ilerleme de muhtemelen bu tarz ilhamlar sayesinde meydana gelmiş. Nitekim bilimkurgu nüvesi taşıyan ilk örneğe bakarsak aya ilk çıkanın M.S. 150’li yıllarda Samsatlı Lukianos olduğunu söylemek gerekir. İkinci olarak Carl Sagan’ın da dikkat çektiği üzere bilimkurgunun insanlara aşıladığı öğrenme hevesi, keşfetme arzusu, yani pedagojik yönü vurgulanmalı. Oysa okullarda üvey evlat bilimkurgu. Rita Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar? kitabında edebiyata fenomenolojik bakarak edebiyatın tanıma, büyülenme, bilgi, şok işlevleri olduğunu öne sürer. Bilimkurgu metinleri edebiyatın işlevleri açısından okunmaya belki de en verimli olanlarıdır.

​Bir diğer öykü ise bilimkurguda tecrübeli bir ismin, Aşkın Güngör’ün “Tanrı Yemi” öyküsü. Bu öykünün başkahramanı Asimov. Öyküde, Einstein, Hawking ve Stephen King de yan kahramanlar. İlk sahnede ilk ölümünün benzersiz olduğunu düşünerek yanılan Asimov’un bir ahtapot tarafından öldürülmesi yer almakta. Yazarın neden bu hayvanı seçtiğini düşününce ilginç bilgilere ulaştım. Ahtapotların DNA’sı hakkında birtakım spekülasyonlar var: Onların dünya dışı canlılar olduğu, evrende bizden evvel var oldukları gibi söylemler mevcut. Hatta ahtapot türünü 270 milyon yıl önceye dayandıranlar var. Bilim felsefesi profesörü Peter Godfrey-Smith’in Başka Zihinler-Ahtapot Deniz ve Bilincin Derinlerindeki Kökleri adlı eserinde dünya dışı bir canlıya en yakın olacağımız nokta ahtapotlarla iletişimden geçmekte. Öte yandan metinde “kozmik yılan ve kozmik yumurta” unsurları da dikkat çekmekte. Yılan, ilk sembolize edilen hayvanlardan biri olup pek çok anlama gelerek mitlerin çoğunda yer alır. Kimi zaman kötülüğü, fitneyi temsil etse de çoğu araştırma yılanı aslında doğum ve yeniden doğumla yani “fallus” ile ilişkilendirir. Yumurta da bu tenasübü tamamlar. Öte yandan öyküde 2178 yılında gerçekleşen bilinç aktarımı sayesinde yeteri kadar iz bırakan insanlar ölümsüzlüğe erişiyor. Bu noktada yer alan felsefi tezlerden biri insanların Tanrı’ya ölüm korkusu yüzünden taptığı, ölüm ortadan kalkınca Tanrı’nın öldüğü şeklinde. Bilimin, mitin, felsefenin hemhal olduğu, Tanrı’yı ölüme mahkûm eden bir öykü “Tanrı Yemi.”

Tuğrul Sultanzade’nin “Aşılanmış Gün” öyküsü ise fantazmayla dirsek temasında. Ursula K. Le Guin metinlerini anımsatan öykü iki kutbun mücadelesinden hareketle iktidar, eşitlik kavramlarını irdelerken spiritüel bir iklime sahip. Bu noktada, insanın insan tarafından yönetilmesini kölelik addeden anarşist düşünür Proudhon’a, Hegel’in ortaya koyduğu, diğer filozofların farklı açılardan ele aldığı köle-efendi diyalektiğine veya Marx’a gönderme var gibi:

“Onlar bir Efendi’ye bağlı. Biliyorlar ki eğer başarırsak, hepimiz Omikron’dan daha güçlü olacağız. Bir Efendi’ye bağlı olan insanlar, başlangıçtan korkarlar. İnsan yalnızca kendisinin efendisi olmalıdır. İnsan bunun için vardır.” (s.214)

Burak Albayrak’ın “Orbit” öyküsünde ise “orbit” isimli “drone benzeri, üç eksende hareket edebilen, motor ya da motorlara bağlı pervanelerin ürettiği hava itişi sayesinde uçan ve havada durabilen, özelleştirilebilir, dâhilî kamerasıyla aktif kayıt yapabilen ve canlı yayın desteği bulunan” cihazların insanlar üzerindeki etkisi konu ediliyor. Byung Chul Han, Foucault’nun panoptikon modelinin sona erdiğini, insanların iktidar pekiştireçlerine sosyal medya vasıtasıyla bile isteye hizmet ettiklerini öne sürer. Öyküde, bir çeşit kaykay olan UpBoard’la giden bir kuryenin canlı yayına başlayıp izleyicilerin komutlarına boyun eğerek yaşlı bir adama laf atmaya karar vermesiyle olaylar gelişir. Akabinde vuku bulan bir şiddet olayında ise izleyicilerin taşkın tepkileri üzerinden bireysel/toplumsal şiddetin vardığı boyut gözler önüne serilir.

Onur Güzeldiyar’ın “Semtin Amiyane Diyalektiği” isimli öyküsü ise üslubuyla ön plana çıkıyor. Bülent Somay’ın önsözde isim vermeden Türkçenin “çevrilemez” bir özelliğini barındıran metin olsa gerek. Öykünün düşünsel zemininde Pamuk Prenses’in yer alması metinlerarasılıktan türeyen bir imge olarak karışımızda. Varoluş ve sonsuzluk kavramları da Solo’yla Gogo’nun macerası ve Molotof’un söylemi üzerinden okunabilir.

Öte yandan bazı öyküler bilimkurgu tanımını zorlamakta zira bilimkurgu hakkında yazarların, eleştirmenlerin ve akademisyenlerin tanımları çok çeşitli olsa da Erharat’ın “bilimkurgu türü ile akademik düzeyde ilgilenen çoğunluğun dikkate aldıkları tanım” olarak nitelediği, Bülent Somay’ın da üzerinde durduğu tanım Darko Suvin’e ait. Suvin, Metamorphoses of Science Fiction kitabında “bilişsel”, “yadırgatma” ve “novum” terimleri üzerinden bir tanım ortaya koyar. Yadırgatma, tıpkı Brecht’te olduğu gibi- Suvin de bu terimi ondan almıştır- metne uzaklaşmak, bildiğimiz bir kavram olsa dahi ona yabancı kalmak iken metnin merkezi önermesi “novum” ise mantık dışına çıkmadan o kavramı farklı bir çevrede işlemektir. Başka bir deyişle yazarın ampirik tecrübelerine dayanan bir alan yaratarak bilişselden çıkmamasıdır, böylece fantastikten ayrılır.

Bu gözle baktığımızda seçkideki bazı öyküler bilimsel ve teknolojik gelişmeleri fon olarak kullanarak “yadırgatma” işlevini ıskalarken, bazı öyküler ise fantazma sınırını aşıp fantastiğe adım atarak “bilişsel”i göz ardı etmiş. Yine bazı öykülerde yabancı sözcük kullanımı bazen üslubu baltalıyor. “Ekstrem, volüm, sansasyonel, abandone olmak, şok olmak, resetlemek” vb. sözcükler/söz öbekleri örnek gösterilebilir. Özellikle teknoloji terimlerine ait yabancı sözcük kullanımı şu açıdan dikkatimi çekiyor: İnternetin toplumumuzda filizlendiği dönemlerde bu sözcükler kesinlikle yabancı dildeki karşılığına mastar eki veya yardımcı fiil eklenerek kullanılmaktaydı fakat aradan geçen yirmi senenin sonunda artık bu kelimelerin Türkçe karşılığı benimsendi. Zamanla yeni terimler, yeni yabancı sözcükler dile girdi.

Kısaca, Somay’ın “Türkçeyi doğru, anlamlı ve derinlemesine kullanabilme aşaması çoktan geçilmiş.” cümlesi düşündürüyor. Somay’ın ‘ilginç fikir’ + bir ‘şaşırtmaca’ = kısa öykü şablonukonusunda söylediğine ise katılıyorum. Ancak birkaç öykünün çıkış noktasının aşina olduğumuz temalar etrafında şekillendiğini söylemeli. Bir öykü ise hem çıkış noktası hem de çatışma noktası açısından Black Mirror dizisinin “Entire History of You” bölümünü aklıma getirdi.

Kanaatimce seçkinin en vurucu yanı, genç yazarların kalemlerinin ne kadar kuvvetli olduğunu ortaya koyması. Bu sadece kurgu noktasında değil. Öykünün arka planında -ilk bahsettiğim öyküdeki gibi- “bilişsel”in yakalanması için çok ciddi emek harcayan, bu emeği ampirik tecrübesiyle ve yetkin bir dil vasıtasıyla okuru yadırgatarak, yabancılaştırarak bir “novum” şeklinde ortaya koyan genç yazarların eserlerini uzun vadede yeniden okumak dileğiyle.

KAYNAKLAR

Aydın Elif &, Koçak Müge Işıklar. Science Fiction in Turkey: Survival of a Genre Through Retranslations and Reprints, Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, 2017, s. 31-43.

Erharat, Süleyman. Dünyada ve Ülkemizde Bilimkurgu Türünün Doğuşu ve Gelişimi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı Bilim Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2020.

Güney Murat. Bülent Somay ile Bilimkurgu ve Fantazi Edebiyatı Üzerine, 2005. https://davetsizmisafir.org/2005/03/07/bulent-somay-ile-bilimkurgu-ve-fantazi-edebiyati-uzerine/

Reyhanoğulları Gökhan, Türk Edebiyatının İlk Bilim-Kurgu Öyküleri ve Orhan Duru, Turkish Studies, Volume 7/3, 2012, Ankara, s. 2183-2197.

​Yiğit İsmail. Darko Suvin: Bilimkurgunun Poetikası, 2018. https://www.bilimkurgukulubu.com/genel/inceleme/darko-suvin-bilimkurgunun-poetikasi/

0
5686
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage