30 HAZİRAN, CUMA, 2017

“Belli Bir Ânın İçinde Gezinen Öyküler”

Okuduktan sonra yankıları bir süre daha devam öyküler kaleme alan Dilek Türker ile ilk kitabı Avucumda Çimen İzi üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

“Belli Bir Ânın İçinde Gezinen Öyküler”

Sahip olduğu işi geride bırakıp hayalini gerçekleştiren güçlü kadınlardan biri Dilek Türker. Avucumda Çimen İzi onun ilk kitabı. Kendisiyle okuması birbirinden zevkli, anlarda gezinen, kahramanlarının çoğunu bir yerlerden tanıdığımız kadınların oluşturduğu bitimsiz 16 öykünün hikâyesini, bu yola nasıl çıktığını ve hayatına değenleri, yaşamında dönüm noktası olacak yolculuğa çıkmadan önce buluşup konuştuk. 

İlk kitabınız Avucumda Çimen İzi. Burada yer alan öykülerin bir kitaba dönüşmesine ne zaman karar verdiniz? Yayıneviyle buluşmanız nasıl gerçekleşti?

Daha önce öyküler yazıyordum aslında, 3-4 yıla yayılan bir süreç bu benim için. Ama bu hiçbir zaman kitabım çıksın gayretiyle olmadı, bana iyi gelen bir yanı vardı, anlamlı geliyordu. Bir yerden sonra çevremdeki birkaç insanın beni teşvik etmesiyle  öykülerimi kitap projesi haline getirdim. Öncesinde 14 öyküydü, ilk kez ve sadece hep kitap’a yolladım. Hep kitap’ı Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler kitabıyla tanımıştım, algıda seçicilik olmuştu çıkan tüm kitaplarına bakıyordum. Kabul edildikten sonra iki öykü daha yazdım. “İlk Aşk” ve “Almodovar Kadınları ve Teyzem” de sonraki süreçte çıktı. Bunu bir proje haline getirmek için 2-3 ay düzenli çalıştım. Ve sonuç olarak bu kitap ortaya çıktı.

©Nazlı Erdemirel

Kısa sürede hazırlanmış ve yayımlanmış diyebiliriz kitap için.

Aslında 1 Şubat’ta işten ayrıldım, sonraki üç aylık süreçte öyküler üzerinde günde 6-7 saat çalıştım, birçoğu zaten vardı ama kimi çok kimi az değişti. Dediğim gibi iki öyküyü de daha sonra ekledim.

Öykü seçimlerine nasıl karar verdiniz?

Üst izlek aile ve kadınlar oldu genelde. Bazen de iki insan arasındaki ilişki. Benim başka öykülerim de vardı, mesela biri İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili bir öyküydü ama sonra onu geliştirmem gerektiğine karar verdim ve kitaba almadım. Yazım sürecimde “bunlar bir kitapta yer alacak, bunların arasında bir bağ olsun” diye düşünmedim. Ama proje haline getirirken bunu gözetmeye çalıştım, mesela öyküleri dizerken bir ritim tutturmaya çalıştım. Sunmaya değer 16 öykü olduğunu düşündüğüm için 16 sayısı oldu, tasarlanan değil ama geliştirilen bir süreç oldu.

Öykülerinizde hüzünlü, bazen durağan, öfkesini nahif bir biçimde dışa vuran karakterlerle tanıştım. Yarattığınız hayatla gerçek hayatınızdan anların kesiştiği oluyor mu? Ayırıyor musunuz bu iki dünyayı?

Öykülerimin çıkış noktası bir yaşanmışlık oluyor. Bu yaşanmışlık sadece bir anı değil, benim duyumsayışım, hatırladığım bir an, tanıdığım insan, yoldan geçerken duyduğum bir söz olabiliyor. Ama yazım sürecinde bambaşka bir yere varıyor. Elbetteki otobiyografik değil ama çıkış noktam bir yaşanmışlık oluyor. Mesela “Sihirbaz Morik” öyküsünü 2013 yılında yazmışım. Çıktı alıp bir kitabın arasına koymuşum, şu ankiyle o kadar farklı ki ben de şaşırdım. Bambaşka bir hal almış, zamanla hem kurgusu değişiyor hem de başladığım yerden çok farklı bir yere varıyor o yazınsal süreçte. İllaki o süreçte öykünün gereklerini, gerçek hayattan bağımsız şekilde yazıyorum. Duyduğum, hatırladığım, hissettiğim şeyi aktarmaktan öte onlarla bir dünya yaratmaya çalışıyorum. Ama işaret fişeği bir şekilde yaşanmışlık oluyor, o hissi de zaten duyumsuyorum yazarken. 

©Nazlı Erdemirel

Öyküleriniz öyle bir sonlanıyor ki zaman zaman “Ee bundan sonra ne oldu, devamında neler olacak?” diye bir sormadan edemedim. Sonları böylesi tadı damakta kalan bir tarzınız var. Bitimli değil, o olay bir yerlerde devam ediyor hissi bırakıyor. Öykülerinizin yaratımı nasıl oluyor, sonları başlangıcı gibi belli oluyor mu yazarken?

Aslında çoğu zaman öyle olmuyor. Başlarken bir son öngörsem bile o bambaşka bir hal alıyor. Mesela bazı öyküler yayımlanmıştı ama kitap projesine çalışırken yayımlanmış halinden çok farklı bir hale getirdim onları. Bir kesitin,  bir anın, bir duygunun içinde gezinmeyi, o sesin yankılanmasını seviyorum. An en kısa zaman dilimidir ama zihnimizde de sürekli yankılanır, sonsuz etkisi vardır.  Öykülerim de öyle. Bir olay örgüsü, giriş-gelişme-sonuç yerine belli bir anın içinde gezinen öyküler. Sürekli bir duygu ve belli bir çevrede olup biten şeyler. Öyle anlatmayı seviyorum, diyebilirim.

Öykülerinizden biri hatta kitaba ismini de veren öykünüz "Narçiçeği-Al Kaşkol" Leylâ Erbil ve Tezer Özlü'nün mektuplarından bir paragrafla başlıyor. Ve öykü, Leylâ isimli bir karakterle de devam ediyor. Bu hikâyenin ortaya çıkışını ve Tezer Özlü ile Leylâ Erbil bağınızı anlatabilir misiniz?

Biz bir dergi çıkarmak istiyorduk ve dergide Tezer Özlü’ye yer vermek istiyorduk, böylece okumalara başladık. Bu süreçte ben Tezer Özlü’yü yeniden keşfettim ve çok mutlu oldum. Mesela bir Tezer Özlü algısı vardır, hep böyle karamsar. Hatta ben intihar ederek hayatını sonlandırdığını sanıyorken aslında hastalanarak öldüğünü o süreçte öğrendim. Ve çok şaşırmıştım. Bu mektupların da içime dokunan yanı oldu, aralarındaki dostluk beni çok etkiledi. Çok güçlü kadınlar, kalemleri çok güçlü, zekaları çok kıvrak ve beni sarsan bir yanları var. O paragraf beni çok etkilemişti. Ve oradan bu öykü çıktı. Kadınlar arasındaki dostluğu çok önemsiyorum. Çok kolay olmuyor, kadınlar arasındaki ilişkiler çok sınanan ilişkiler oluyor. Ama bir eşiği aştıktan sonra kız kardeşliğe dönüyor. Onların ikisinin arasında da böyle bir şey sezdim ve kendi dostlarımı da düşününce bu öykü ortaya çıktı. 

Peki öyküdeki Leylâ karakteri direkt olarak Leylâ Erbil’den mi esin?

Tabii Leylâ Erbil ilham verdi. O bilinçli bir atıftı. Öyle bir hayal ettim, nasıldır, ne konuşurlar gibi. Oradaki karakterler, onların benim aklımdaki yansımaları diyebilirim. Ama dediğim gibi benim dostluklarıma da bir atıf var orada. 

Öykülerinizde kahramanlar, yaşanan trajediler hep kadın karakterlere ait. Bunları yazarken karakterler kendiliğinden mi gerçekleşti yoksa bilinçli bir tercih miydi? 

Öykülerimde yer verdiğim kadınları düşündüğümde, mesela annem, teyzemler gibi, var oluşları çok hoşuma gidiyor. Evet aslında dışardan baktığınızda trajedi olabilir ama onlar yaşarken trajedi olarak görmüyor yaşadıklarını. Çok zor hayatlar yaşıyorlar ama benden daha mutlular, daha yaşam sevinci dolular. Anlatmaya değer gördüğüm yanları var, benim kahramanım o kadınlar. Evet, birçoğu gerçek bir karakterden ilham alınarak yazılmış öyküler ama benim kafamda da güzel yaşlanan, bu hayatı inceliklere yer vererek yaşayan, ne olursa olsun sağlam durup çevresine de her şeyin atlatılacağını, gücün elimizde olduğunu söyleyen kadınlar var. Bana çok ilham veriyor kadınlar.

Onlardan bahsederken kendimi onların yanına koymuyorum, umarım ben de onlar gibi bir kadın olurum. Yaşarken çatıştığım yanları da çok fazla gerçekten ama onlar kesinlikle benim kahramanlarım. Görünmez kahramanlar.

Olay örgülerinizde başrollerde aile büyükleri var, anneanne, babaanne gibi. Bunlar yaşamınızda özel yerleri olan karakterler mi?

Kitaba almadığım ama yayımlanan başka öyküler de vardı. Bu kitapta üst izlek aile ve kadınlar biraz önce de dediğim gibi. Öyle olunca yazarken önem verdiğim, hikâyelerini anlattığım kişiler o insanlardı. Kendimi ve çevremi anlatarak yola çıktım. Ama dediğim gibi otobiyografiden öte benim de aklımdaki çağrışımlarıyla bir hikâye anlatmaya çalıştım. Hayatta bir tane anneanne, bir tane babaanne var, biricikler. Ve kadınlık durumlarını şimdilik onlar üzerinden anlattım. Belki ileride bir plazadaki kadını da anlatmak isteyebilirim. Ama ilk kitapta yazmak, hatırlamakla hayal kurmak arasında bir yol oldu. 

Hakkınızda biraz geriye doğru gittiğimde Zeynep Özbatur Atakan’ın koordinatörlüğündeki YapımLab’te bir film yapım atölyesinde, yine onun kapsamında Yekta Kopan ile bir yazı atölyesinde yer aldığınızı gördüm. Bu iki ismin yazarlığınıza katkıları neler oldu?

Altı yıldır İstanbul’da yaşıyorum. Ankara’dan buraya çok büyük hayallerle geldim. Sinemayla ilgili bir şeyler yapmak istiyordum, yazıyordum, yine kadınlar üzerine uzun metraj bir film projem vardı. Daha sonra Zeynep Hanım’ın yapımcılık atölyelerine katıldım. Orada ilk öğrendiğim şey, hayalperestlikten gerçekçiliğe dönüş oldu. Bu benim için çok önemli bir şey oldu. Hayal kurmak çok güzel bir şey ama bunun için doğru şeyleri yapmadığınız, kendinizi geliştirmediğiniz sürece bir yere varma imkânınız yok. Ve şunu da gördüm, yolda olma fikri bir yere varmaktan çok daha güzel. Zeynep Hanım’ın iki yapımcılık atölyesine katıldığımda bunu görmüştüm. Bir gün Zeynep Hanım, “On yıla Dilek’in çok iyi şeyler yapacağını düşünüyorum” demişti. Ben, “On yıl mı, on yıl çok uzun değil mi?” demiştim ama öyle. O anlamda benim için dönüm noktası olmuştu ama yapımcı olmak istemiyorum.

Asıl yazarlıkla ilgili ciddi bağım Yekta Kopan’ın atölyesinde kurulmuştur. O da bir tesadüf eseri oldu. Bir gün otururken onun eski öğrencilerinden biri “Yekta Kopan’ın şöyle bir atölyesi var, katılsana” dedi. Ondan önce öykü yazma gibi durumum yoktu daha çok senaryo üzerine çalışıyordum. Ve katıldım, çok doğru bir karar ve büyük bir şanstı benim için. Öykü yazım süreci aslında öyle başladı. Yekta Bey’in üzerimdeki emeği çok büyüktür o anlamda. İçindeki potansiyeli ortaya çıkaran bir yanı vardır. Orada diğer arkadaşlarımda da gördüğüm şey oydu. Herkesin bir şekilde içindeki o potansiyel, yazma hevesi ortaya çıktı ve işlendi. Herkes yazdıklarını okuyordu üzerine konuşuyorduk, bir işbirliği vardı. Sonra buradan aldığım haz ve istekle yola devam ettim. Ama her zaman Yekta Bey’in ve oradaki insanların desteğini hep gördüm. Hem çok cesaretlendirdiler hem de dönüp baktığımda İstanbul’da en büyük kazanımım o insanları tanımış olmak. Orada kurulan bağ çok başkaydı. Dış dünyadan soyutlanıp, iki saat paylaşımlı bir kardeşlik hissi vardı. Dostça bir şeydi. Biri al benim yüreğim böyle diyor, diğeri zihnimden bunlar akıyor diyor, yazdıklarımız öyle şeylerdi çünkü. Birbirimize bunları sunabildik ve hiçbir zaman da can sıkan bir durum yaşanmadı. Birbirimize destek olduk.

©Nazlı Erdemirel

Bu soru muhtemelen hep soruluyordur ama annelik mevzusuna da değinmek istiyorum. Bir bebeğinizin olması sizde neleri değiştirdi? Kurduğunuz cümleler değişti mi ondan sonra? Yazmak için ayırdığınız zamanlar değişti mi?

Hamileyken de atölyelere devam ettim. Tabii ki kelimeler değişiyor. Birine kızım, evladım, yavrum diyorsunuz. Bu tür kelimeler kullanan birisi değildim. Kadınlık haliyle şunu söyleyebilirim, kızım olduktan sonraki 3-4 ay hayatımın en yalnız hissetiğim dönemi oldu. Kimsenin bu yalnızlığa bir çaresi  yok. O var, siz varsınız. Ve o, size çok bağlı. Bir yanıyla da en mutlu anlardı. “Odadaki” isimli öyküm tam da bu hislerime tercüman oldu. Çünkü odadasınız, soyutlanmışsınız ama çok mutlusunuz aslında orada kalabilirsiniz ama bir yere kadar. Yani çok değişik hislerdi. Başka bir röportajımda da söylemiştim, Patti Smith, “Annelik çok şiirsel” demiş, gerçekten öyle. Ama şu da var, çok yıpratıcı, zor, sürekli sınanıyorsunuz daha iyisi olmak için. Daha umutlu olmanız gerekiyor, karamsar olamazsınız; çünkü orada filizlenen bir şey var, ona bunu yapamazsınız. Ben çok sevdim ama anne olmayı. Belki ikinci kitap, ikinci bebekle gelir:)

Bana çok iyi gelen bir süreçti. Hamile olduğumu öğrenir öğrenmez hemen odaya bir masa ve sandalye aldım. Daha deneyimli anneler dalga geçtiler benimle, “Eminim yazarsın” diye. Çok düzenli olarak yazamasam da o masa hala orada ve “Evet, ben anne olacağım ama hayallerimden de vazgeçmek istemiyorum” dememin bir yoluydu. Kitabım da, kızım olduktan sonra bu kadar öykü yazmaya hız vermem, tutunarak yazmam da bu çabalarımın iyi sonuçlandığını gösteriyor. Anne olmak tutkularımızı gerçekleştirmeye engel değil. 

Kitabınız ilk ayını dolduruyor artık. İlk kitapla bir ay nasıl geçti? Aldığınız tepkiler nasıl oldu?

Tepkiler güzel oldu, hatta “Aa ne kadar sevenim varmış” dedim:) Hatta geçen annem “Simitçi çok beğenmiş kitabını” dedi. Her zaman simit aldığı simitçiye kitabımı vermiş, o da Adanalıymış biz de öyle. Okumuş simitçi, ertesi gün görünce annemi, söylemiş. “O yaşlı, pazen elbiseli kadın benim anneme benziyor, onu nasıl yazmış” demiş. Böyle değişik, güzel şeyler yaşıyorum. Ve şöyle de bir şey var, benim gerçekten hayalim değildi kitabım çıksın. O yüzden çok kendiliğinden olan bir mucize oldu. Çok güzel bir yola girdim o yolda yürümekten büyük zevk aldım ve böyle bir ürün ortaya koydum. Bu ürün de her sürecinde çok içime sindi. Kitapçıları geziyorum ara sıra bakıyorum yerine, bazen insanlardan yorumlarını almak iyi oluyor. Bu ilk zamanları hissederek yaşamaya çalışıyorum. 

Geçen sürede yeni öyküler için yeni notlar aldınız mı peki? 

Notlar aldım ve almaya da devam ediyorum tabii. Yeni yazacağım şeyler beni daha çok heyecanlandırıyor. Bunlar yazıldı, çok güzel yorumlar aldım. Bunlar işte yankılanan ses, akıldaki müzik gibi sürekli çalan. Onları okudukça mutlu oluyorum. Bu süreçte beni heyecanlandıran asıl “Yeni ne yazacağım?” sorusu. Mesela geçen gün, eve gelip, evdeki güvelerin çoğaldığını görüp onları tek tek öldüren bir kadının notunu aldım. Belki onunla ilgili yeni bir öyküye başlarım. 

0
8551
0
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle