23 EYLÜL, CUMA, 2016

İnsan Yüzünü Kendi Bulur

35 yıldan bu yana üretim yapan ve son zamanlardaki hızlı temposuyla birçok ülkede sergi açan Mustafa Horasan yeni sergisiyle Art On İstanbul'da. Horasan, "Yüz Her Şeydir" adlı sergide duyguların portresini sunuyor. Sanatçıyla üretim süreçlerini konuştuk.

İnsan Yüzünü Kendi Bulur

80'li yıllardan bu yana kesintisiz bir üretiminiz var. Sanatın popüler olmadığı bir dönemden bugünlere geliyorsunuz. Bu 35 yılda Türkiye'de sanat alanında ne gibi değişiklikler oldu size göre?

Sadece Türkiye'de değil bütün dünyada değişim oldu aslında. Çağın, sosyolojinin ve teknolojinin getirdikleriyle beraber sanat dönüşüm içinde. Yeni fikirlerle ve söylemlerle sanat sürekli evrilen bir şey. Tabii Türkiye'de ve dünyada farklı evrildi. Türkiye'de nelerden beslendi ya da geri çekildi dersen... Her şeyin yasak olduğu 80'lerden, darbe yıllarından bahsediyoruz. 80'lerde sanat sergilemek çok zordu. Çünkü ne alıcısı vardı, ne de yeterli mekân vardı. O nedenle sanatçılar kendi içlerinde çalışıyordu, üretim devam ediyordu aslında. Tabii eserine talep oluşmadığı zaman, sanatçı için hayata akmak kolay değil. Benim dönemimde birçok insan öğretmenlik yaptı, ajanslarda çalıştı hatta ben de yaptım bunları. Ayakta kalmak için hep ek işler yaptık. Bunun hem artı, hem de eksi tarafları vardı. Artısı sözünü istediğin gibi söyleyebilme cesaretine sahip olduk. Tabii ekonomik olarak da çok yıpratıcı bir dönemdi. Ek işler yaparken işine odaklanmak, atölyenin kirasını ödemek ya da evini geçindirmek kolay değildi.

Türkiye çok değişken bir ülke. Bazen Avrupalı bazen Ortadoğulu oluyoruz. İktidarlar da hızlı değişiyor, gündemler de, ekonomik yapı da... Sanatçıların kendilerini ifade etmeleri ya da geri çekilmeleri gibi farklı durumlar olabiliyor. Bu durum hem ekonomiyle hem de siyasal anlayışlarla ilgili. Son zamanlarda mekânlar kapanmaya başladı, çünkü vücut bulamıyorlar. Hem devlet tarafından hem de toplum tarafından desteklenmiyorlar. Bu demek değil ki sanatçılar çalışmıyor. Ama bu işlerde prodüksiyon çok önemli. Picasso'nun bir lafı vardır: "İmkanlar olanaklarla sınırlıdır" diye, daha büyük düşünmek ve adımlar atmak istiyorsun ama bunların hepsi prodüksiyon meselesi. Prodüksiyon olmayınca daha ufak işlere odaklanıyorsun.

Son on senede Türkiye'de sanat çok büyük bir ivme kazandı. Türkiye'nin ekonomik durumundan dolayı dünya da buraya yatırım yapmak istedi. Bundan dolayı da sanat göze girdi, önemsenmeye başladı. Çok önemli gelişmeler oldu ama arkası kesildi. Şu an sessizlik dönemi, ne olacağını da bilmiyoruz. Çok karamsar bir tablo çizmek istemiyorum, sanatçılar halen çalışıyor. Ama çok umut da aşılamak istemem.

©Nazlı Erdemirel

Dünyadan bahsetmişken, sizin işlerinize ve Türkiye'den diğer sanatçılara ilgi nasıl bu sıralar?

Çok temkinliler. Bir pazardan söz ediyoruz ve herhangi bir eşyada durum neyse sanatta da durum aynı. Araştırarak bakıyorlar, çok büyük yatırım yapmak istemiyorlar ve de cüzi rakamlara satış yapılıyor. Buradaki oluşumları kendi sanatçısına sahip çıkmadıkça işlerimizin piyasa değeri oluşmaz. 

Yakın zamanda yayımlanan bir röportajınızı okudum. Bazı resimlerinizi yırtıp attığınızı söylemişsiniz. Bu beni çok etkiledi. Bir sanatçı işinden neden ve hangi aşamada vazgeçer?

Bir kere başlangıç aşamasında vazgeçebilirsiniz. Ya da ilk başta olduğunu düşünürsün, beğenirsin; sergilemeden önce atölyede geçen bir demlenme süreci vardır, gerçekten hak ediyor mu sergilenmeyi ve insanlarla buluşmayı diye düşünürsün. O duyguyu alamazsan senin için çöptür. Yırttıklarım arasında beş yıllıklar da var, 20 yıllıklar da. Çok da hoşuma giderek yaptığım bir şey. 

©Nazlı Erdemirel

Desen çalışmalarınıza gelelim. Desen ve renk anlayışınıza genel olarak bakarsak neler görürüz?

Günlük tutar gibi desen çizerim ben. 20 yıllık süreçte tuttuğum defterler var. O benim belleğimdir. Yaşadıklarımla, gördüklerimle, algıladıklarımla, endişelerimle ilgili notlar tutarım. Bazen durur onlara bakarım, tekrar düşünürüm. Desenlerden yola çıkarak yeni üretim yapabilirim. Günlükler bazen hiçbir şeydir, bazen de çok şey anlatır. Bu bir tortudur ve bu tortuyu severim. Renk anlayışımda da kendime kriterler koymamayı önemsiyorum. Ben grafik mezunuyum ve geldiğim disiplin de böyledir, içinde yazı, kolaj, boya ve fotoğraf vardır. Bunların hepsi benim için olabilir. Belli bir düstur olarak şu rengi benimserim gibi kalıplar koymamaya çalışırım. Ama size rağmen belli kalıplar kendi kendine gelişir. Ama korkum bunları klikleştirmek. Benim kendi sanatımda teorim bu. Yeni bir şeye koşturacak her malzeme, her fikir nefes aldrırıcı bir şeydir.

Hommage çok uguladığınız bir metot. Yıllar önce sansürlenen işiniz de hommage'di mesela. Bir sanat eseri sizi hangi açılardan etkiliyor da üzerine yeni bir iş yapmaya karar veriyorsunuz?

Sanat sanattan beslenir, sanat sanatla devam eder. Yazarlarda, şairlerde, sinemacılarda da böyledir. Yer yer çalarlar, etkilenirler, başka şeyler uygularlar. Hommage beni geliştiren bir şey. Başka sanatlara bakarak yeniden yol alma biçimlerimden bir tanesi. Sinema da var içinde, şiir de... Hatta şair arkadaşlarla ortak yaptığımız projeler vardı. Bu anlamda hommage'in önemli olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir tehlikesi var, o sanatçının işine bakarak yeni bir iş çıkarmak biraz riskli. Özellikle güçlü sanatçılarda. İnsanı tuzağa düşüren bir şey, çünkü iş biliniyordur, belleklerde vardır. Çok bilinen şarkıyı söylediğiniz zaman, herkes en çok söyleyeni hatırlar. O tınıyı yakalayamazsınız, derdiniz o değildir ama onun altında ezilmek de var. Ben bu riski de seviyorum. Çok hoşuma gitmediyse, kendi iç dünyamda içselleştiremediysem zaten vazgeçiyorum.

©Nazlı Erdemirel

Murat Uyurkulak'ın kitap kapaklarında desenleriniz var, Leyla Erbil'in Cüce'si için çalıştınız. Kitaplarla olan çalışmanızı nasıl belirliyorsunuz?

Bazı yazarlarla direkt ilişkim var. Bazı işlerde de yayınevleri yaptığım işleri kapak olarak istiyor. Ama Leyla Hanım'la yaptığımız çok özel bir projeydi. Leyla Hanım metni bana getirip resimlememi istedi. Benim de çok hoşuma gitmişti proje. Ben okuduktan sonra illüstrasyonları yaptım, yaklaşık on altı resim yaptım o seride. Şair arkadaşım Cenk Koyuncu'yla Yüzde Yüz isimli bir kitap çıkardık. Turgay Kantürk'le bir iş yapmıştık. Aslında başka disiplinden sanatçılarla yanyana gelmek beni heyecanlandıran bir şey. Tabii enerjinizin tutması gerek. Şimdi disiplinlerarası sanat diyoruz ama 30-40 sene önce farklı disiplinlerden sanatçılar entelektüel sohbetler yapabiliyordu. Şimdi hâlâ var mı bilmiyorum, en azından ben göremiyorum. Ama bunların sanatçıların gelişimine çok şey kattığını düşünüyorum.

Horasan, İsimsiz, 2006-2007. Kâğıt üzerine yağlıboya, kömür kalem, mum ve kuru kalem, 8 parça, her biri 100 x 70 cm

Horasan, Untitled, 2006-2007. Charcoal pencil, colored pencil, wax and oil on paper, 8 pieces, each 100 x 70 cm

Beden, çalışmalarınızda önemli bir yer tutuyor. Hangi açıdan ilginizi çekiyor ki resimlerimizde bu kadar yer alıyor?

Herkesin bir bedeni anlatma yöntemi var, insanı tanımlama yöntemi gibi bir nebze. Beden dili, duruşu, şekli, karşısındakiyle ilişkisi önemli. Bu anlamda benim insanları tarif etmemde, anlamamda, insanlarla iletişim kurmamda kullandığım bir yöntem gibi. Bazen insanların aklında beden dilleri kalıyor, hatırlamak istersem beden diliyle hatırlıyorum. Onun için ilk zamanlardan beri ilgilendiğim bir konu. 

Art On İstanbul'daki serginiz de yüz üzerine. Peki, yüz bu beden düşüncesi içinde nerede duruyor?

Çocukluğumdan gelen bir yüz çizme alışkanlığım var. O yaşlarda karakalem portre çizme içgüdüsü vardı. Ben de yüz çizmeyi hep severdim ve etraftan da istenirdi orta okulda ve lisede. Bacon'ın bir sözü var, "İnsan belli bir zaman resim yapmayınca, iş üretmeyince ilk yaptığı şey yüzdür," diyor. Yüz her şeydir derken şunu anlatmaya çalışıyorum. İnsan yüzünü kendi buluyor zaman içerisinde. Doğduğumuzdaki yüzümüz kendi yüzümüz değil aslında. Genetik olarak belli kodlamalar var ama kendi yüzümüzü kendimiz oluşturuyoruz. Yüzümüz kendi kendine şekillenmeye başlıyor. Ruh haline göre yüz senin şeklini alıyor. O nedenle yüz her şeydir, dedik. Yargılamalarımızı da bedene bakarak değil, yüze bakarak yaparız. Yüz bizim kimliğimiz gibi biraz da. Bir de şöyle bir şey var, sanatçılar büyük kompozisyonlar yaparken önce yüzden başlıyor. Ben de önce karakteri koymak istiyorum büyük resimlerde. Onun ifadesini, derinliğini yüzde verebildiğim zaman figüratif anlatım devam ediyor. Yüzün duygusunu yakaladığım andan itibaren devam ediyor. Bu sergide 25-30 yıla yayılan 30 parçalıl bir düzenleme koyacağız, yüzler yanyana gelecek ve bir enstalasyon gibi olacak. Geçmiş dönemden ve bugünden de işler göreceğiz. Benim defterden aldığım notlardan çıkan komposizyonlar da var.

©Nazlı Erdemirel

Sergi fikri nasıl ortaya çıktı?

Portre sergisi için Art On'dan Gökşen Buğra'yla beraber çalıştık. Aslında en başında bir küratörle çalışıp başka bir sergi yapacaktık. Bu güzel bir süreç ama bir seneye ihtiyaç vardı. Bu atölyeden bir ayda çıkamazsın. Bizim böyle bir zamanımız yoktu. Ben de kendim yapmaya karar verince, şimdiye kadar göstermediğimiz biriken işlerden bir sergi dedik. Gökşen göstermek istemez misin dedi, benim için de anlamlı oldu. Üretim süreciyle sergileme süreci aynı olmuyor, ürettiğin şeyi hemen sergilemiyorsun doğal olarak. Bugün yaptığını bugün sergilemek diye bir şey yok. Piyasa algısında yanlış bir yeni iş kavramı oluştu. Yeni iş kimsenin görmediği iş demektir, sergilendiği an yeni iş demektir. 

Bilindik suretler değil, duyguların portreleri demişsiniz. Duygular derken neyi kast ediyorsunuz?

Tanıdık kişiler değil yani. Tanıdık kişilerin portrelerini yaptım ama burada bilindik bir portre yok. Bunların hepsi yüz, duyguları olan yüzler. Sükuneti, şiddeti, içimizde yaşadığımız duyguları gösteren yüzler. 

©Nazlı Erdemirel

Bundan sonra neler göreceğiz peki? Hangi çalışmaları yapacaksınız yakın zamanda?

Çok planlı gitmiyorum ben. Tortular oluşturarak ilerlemeyi seviyorum. Şunu yapacağım demekten öte kendi oluşturduğum tortulara bakıyorum. Hangisini yapacağımı bilmiyorum ama yapacağım anda bulmasını ve yoğunlaşmayı bekliyorum. Nereye doğru kayacak, çok fazla plan yapmak sitemiyorum. Zaman içinde kafamdaki fikirler birleşiyor ve onlar benim için bir şey oluşturuyor. Mesela son üç dört yıldır yaşlanma kavramına bakıyordum. Niye bakıyorum dersen bilmiyorum, etrafımdakilerin ve benim yaşımla ilgili olabilir. Oturup yaşlanma üzerine bir sergi yapayım demedim. Ama tortular biriktikçe evet, ben böyle bir sergi yapıyorum dedim. Sadece insanların değil, bir şehrin yıkılması da var, hastalıklar da var. Ama oturup baştan bu kavram üzerine çalışayım demiyorum.

Sergi 8 Ekim-19 Kasım tarihleri arasında ziyaret edilebilir.

0
9501
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle