28 EYLÜL, PERŞEMBE, 2017

Feleğin Enso Çemberinde: Ai Weiwei

Sakıp Sabancı Müzesi’nde yer alan Ai Weiwei sergisini gezdiğiniz sırada yaşadığınız his, tedirginlik. Üretilen yapıtlarla ilk kez tanışıyor ve onlara yaklaşıyor olmanın verdiği ast-üst ilişkisi, gerek eserlerin maddî kırılganlığı, gerekse işledikleri konuların tarihsel ve aktüel duyarlığıyla çakışınca, müzeyi dramatik bir sessizlik sarıyor. Tıpkı, hiç satın alamayacağınız paha biçilmez mücevherlerle dolu bir mağazada geziyor olmanın verdiği, mahcup bir sessizlik bu.

Feleğin Enso Çemberinde: Ai Weiwei

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nin (SSM) 15'inci Uluslararası İstanbul Bienali ile gelen sanat etkinliği yoğunluğuna Ai Weiwei ile yanıt vermesi, ulusal ve uluslararası kültür, sanat camiasının gündemini belirledi. Daha önce de Sophie Calle ve Anish Kapoor gibi küresel güncel sanat imzalarını İstanbul'a taşıyan kurumun geçmişi ve geleceği gözeten etkinlik politikası düşünüldüğünde, Weiwei de biçilmiş kaftan olarak tariflenebilir görünüyor. Bu arada Calle'in müzedeki projesinin, önümüzdeki günlerde New York'un yolunu tutacağını da belirtmeli.

Weiwei sergisini gezdiğiniz sırada yaşadığınız his, tedirginlik oluyor. Üretilen yapıtlarla ilk kez tanışıyor ve onlara yaklaşıyor olmanın verdiği ast-üst ilişkisi, gerek eserlerin maddî kırılganlığı, gerekse işledikleri konuların tarihsel ve aktüel duyarlığıyla çakışınca, müzeyi dramatik bir sessizlik sarıyor. Tıpkı, hiç satın alamayacağınız paha biçilmez mücevherlerle dolu bir mağazada geziyor olmanın verdiği mahcup bir sessizlik bu. Ama size en kıymetli bilgileri, eserlere refakat eden, sanatçının ve ülkesinin tarihiyle sizi tanıştıran zamandizin panoları, yapıt künyeleri ve sanatçının kariyeri ya da üretim biçiminin eşiklerini tarifleyen metinler, onların aura/haleleri veriyor. Çoğu porselen yapıtlar, bu bilgilerle kazanıyor asıl değer ve ışıltılarını.

​Weiwei, Hrant Dink Vakfı'nın ödülünü bu yıl İnsan Hakları Avukatı Eren Keskin ile paylaşmakta olduğu için hem alkışlanıyor, hem de eleştiriliyor. Kendisinin hâlihazırda dünyaca tanınmışlığı söz konusu edilerek, bu ödülle de kariyerine bir tür hak edilmemiş ışıltı kattığı yönündeki eleştiriler, çeşitli aydın ve sanatçılar tarafından gerek vakıf danışma kurulu üyeleri, gerekse sosyal medya üzerinden, kamuoyuna maloluyor. Tarihin ve trajedinin, sanatın nereye dek malzemesi olduğu yönündeki o kritik ve gerekli etik soru, Ai Weiwei sergisinin başlıca dinamosu gibi görünüyor. Hani sanki, Zen Budizmi düşüncesindeki, kaosun içindeki denge mantığı, akla karayı seçtiren ve eleten bu sergide de sizin peşinizi bırakmıyor.

©Nazlı Erdemirel

Bir eseri güzelleştirenin, hatırladığı hikâye ve hakikate gösterdiği itinada mı, yoksa onun üzerinden biçimlenmek ve sonsuzlaşmaya yeltenmekle kalkıştığı maddî kıymette mi olduğu fikri, sergi boyunca izlediğimiz yapıtlarıyla, Weiwei'nin didiklediği meseleler arasında geliyor. Bu yönüyle Weiwei eserlerinde, görüp tadabilene, hep o Enso çemberi duygusu da aktarılabiliyor: Sosyal medyadan ödünç aldığımız bilgilere bakılırsa, Enso Çemberi, Zen Çemberi ya da Aydınlanma çemberi diye bilinen sembol, Zen Budizmi’nde önemli bir öğretici. İlk bakışta sadece uçları birleşmeyen bir çember gibi basit görünse de, barındırdığı anlamlar çok derin.

Çember; yaşam çemberi döngüsünün bir başı ve sonu olduğuna, bu yaşama bağlılığa işaret ediyor ve Zen kültüründeki "hiçbir şeyden yoksun olmama, ama çok şeye de sahip olmama" felsefesinden yola çıkıyor. Zen'de Enso'nun iki ortak sembolü var. Biri, kapalı bir çemberin fırça vuruşu. Kapalı daire, deneyim ve yaşamın bütününü temsil ediyor. Diğeri, küçük bir açıklıkla oluşturulmuş, birbirine bağlanmayan dairesel bir fırça darbesi. Açık daire, her şeydeki eksikliği temsil ediyor ve kişiye mükemmeli aramaktan vazgeçmeyi ve bunun yerine evrenin olduğu halde olmasını sağlamayı öneriyor. İşte Weiwei sergisi, elbette görmeye niyetlisine göre, sizi ya büsbütün dolu ya da bomboş bırakabilecek bir kayıtsız-bilgi suskunluğunu içinde barındırıyor. Sergideki Perspektif Etüdü başlıklı fotoğraf serisinde de aynı cüretle davranan sanatçı, dünyanın belli başlı siyasal yapılarına, söz gelimi Eyfel Kulesi, Tienanmen Meydanı veya Alman Reichstag Binası ya da Beyaz Saray'a doğru orta parmağını kaldırarak, hem ifade özgürlüğünün, hem de görünen ve görünmeyen itibarın sınırlarını etüt ediyor.

​Nicelik-eser sayısı olarak son derece besleyici bir bereketle İstanbul'da izlenen Weiwei yapıtları, gündelik nesnelere iliştirilen geleneksel imge göndermeleriyle olduğu kadar, geleneksel üretim yöntemlerinin günümüz sanatında ifade özgürlükleri ve saygınlıklarını ne denli muhafaza edebildiklerini de tartışan pek çok delili içinde barındıryor. Weiwei bu yönüyle ilk bakışta, “sıfır komisyon” ile insanlık yararına 30 yılı aşkın süredir emek veren seyyar bir değer ofisi / Change Office gibi davrandığı hissi uyandırıyor. Dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki zulüm, eşitsizlik, zorunlu göç ve işkence ya da afetler, onun eksi veya artı değer mekanizmasından geçer geçmez, bambaşka alternatif varlık ve biçimlere soyunmaya yelteniyor.

©Nazlı Erdemirel

Nezaketin alayla, emeğin değersizlikle üst üstelendiği porselen işler, izleyicinin belleği ve duyularında yarattığı sarsıntı ve mukayese potansiyeli oranında işlevleniyor veya topyekûn işlevsizleştiriliyor. Ancak bilindiği gibi bu “yıkıcı” bakış, çok eleştirilen ve Batı çıkışlı post-modern sanatın temel kültürel-politik stratejilerinden biri olarak tahlil de ediliyor. Bu yönüyle müzedeki serginin en büyük makyajlarından biri de, kendisini eserlerin naziklik ve durgunlukları eşliğinde kustukları “uysallık”ta yansıtıyor. İlgilendikleri meseleler açısından hiç de uysal olmayan bu işlere yönelik her bilgi panosunu okuduğunuzda, her bir eserin nasıl bir sanat tarihsel veya aktüel göndermeye tutunduğunu öğrendiğinizde, Weiwei için aslında her şeyin hiç de tesadüfî olmadığı fikrini “benimsemek durumunda kalıyorsunuz”.  Çünkü müze dükkânından satın aldığınız bir buzdolabı mıknatısında onun da belirttiği gibi, günümüzde her şey sanat, her şey politika olabiliyor.

Weiwei sergisinde, engellenmişlikleri dahi bir sergi mazereti olarak kullanabilirken, Çin'deki 2008 tarihli Sichuan kaynaklı ağır depremde çocukların canına mal olmuş okul yapılarının sicimleri de bu trajik kalıntı halinden, kültürel bir ağıt nesnesine evrilebiliyor. Keza teşhir olunan engelleme demişken, Jingdezhen fırınlarında üretilen Tomurcuklar, İçi Çiçek Dolu Porselen Bisiklet Sepeti ve Çiçekli Tabak adlı çalışmalar, günlük bir eylemi belgeleyen imgeleri içeren Çiçekli adlı duvar kâğıdıyla sergideki yerini buluyor. 

Hatırlanacağı ve sergi bilgi panosunda da yazılı olduğu üzere, Ai’ın 2011’de tutuklanması ve 81 gün kimseye haber verilmeden alıkonmasının ardından pasaportuna da el konulmuş ve Beijing’deki stüdyo evinin çevresine gözetim kameraları yerleştirilmişti. Bir eserinde gözetim kamerasını da mermer bir heykele bürüyen Ai, buna tepki olarak 30 Kasım 2013’te, pasaportu iade edilinceye kadar her gün stüdyosunun dışındaki bisikletinin sepetine bir demet taze çiçek yerleştireceğini açıkladı. Çiçeklerin fotoğraflarını çekti ve bunları web sitesinde ve sosyal medya hesaplarında paylaştı. Ai’yi destekleyenler de bu fotoğrafları #FlowersForFreedom (özgürlük için çiçekler) etiketiyle paylaştı. Sanatçının pasaportu iade edilince 22 Temmuz 2015’te projeye son verildi. Yine, sergide Ai'nin tutuklandığı esnada asansör kabininde çektiği selfie karesi de, hem bir iletişim aracı, hem de bir sanatsal üretim olarak kayıtlara geçmişti.

©Nazlı Erdemirel

Yine, “Onu bunu bırak da, sence serginin en ilginç parçalarından biri ne” diyecek olanlar adına konuşursak, porselenin Ai'nin tarihindeki “eski”liğini delillendiren parçalardan biri daha, sergideki 1976-77 tarihli Kuş Motifli Tabak ile kendini gösteriyor. Gördüğü, algıladığı, kullandığı ve tükettiği her şeye sürekli tekrar bakan ve bakışını, üretimi üzerine sindirmeye girişen Weiwei, Odysseia'dan natürmort geleneğine, ay çekirdeklerinden taksi cam kollarına kadar pek çok nesnede, taşıdıkları kültürel ve siyasal bilgi potansiyelini açığa çıkaran bir ayrıştırıcı olma özelliğini gösteriyor. Ancak tekrar söyleyecek olursak, dünyadaki krizler ve haksızlıkların, günümüz sanatına salt Weiwei şahsında değil, birçok sanatçı ve kolektif ya da anonim sanat üretimcisi üzerinden bu kadar hız ve çeşitlilikle nüksediyor / geri dönüştürülüyor oluşu da, sanatın toplumsal işlevi adına aynı derecede tartışılmaya devam ediyor. Sanat tarihinin, eserlerinde Warhol'dan Duchamp'a, oradan Brancusi'ye birçok kült imzaya selam söyleyen Weiwei ile başlamadığı gerçeği kadar; Fransa'daki Chauvet veya Lascaux ya da İspanya'daki Altamira mağaralarında atalarımızın bıraktıkları en az 30 bin senelik av sahnelerinin de dünyanın ilk sanat galerisi için yapılıp yapılmadığı sorusu, işte tam da bu düzlemde dalgın dalgın birbirine bakıyor.

Ortaya karışık, “sığınmacı baharatlı” acı tatlı tarih çorbasını, porselen muhafazalar ve müze muhafızlarıyla bize içiren Ai Weiwei İstanbul'dayken, bir yandan da günler önce, Beşiktaş sahilindeki metro kazısında, elinde taş baltasıyla, altı bin yıllık ve cenin pozisyonunda, Neolitik döneme ait bir insan iskeleti bulunuyor. Hâl böyle iken, Ai Weiwei İstanbul'da diyor reklam panoları. Ya biz neredeyiz? İşte o vakit, Enso çemberi, sil baştan, sanat dünyamızda tekrar boğaz derdine düşüyor. Varlığı hiçlerken, hiçliği var kılıyor.

“Ai Weiwei Porselene Dair” sergisi 28 Ocak 2018 tarihine dek Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde görülebilecek.

0
15240
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle