31 OCAK, SALI, 2017

Bizi Ayıran ve Birbirimize Yabancılaştıran Duvarlar

Sinan Bökesoy’un “The Wall” adlı sergisi, Sanatorium’da galeri mekânına yayılan ses yerleştirmelerinden oluşuyor. Sergi; zoraki yapılmış ya da isteyerek örülmüş, mutlu bir bahçe partisi ya da bir mülteci kampını dinlediğimiz, iki ayrı savaş ortamına tanıklık ettiğimiz yerleştirmeleri kapsıyor. “The Wall”u tüm dış etkenlerden arınmış bir şekilde, tek duyu organımıza, kulağımıza inanarak gezdik. 

Bizi Ayıran ve Birbirimize Yabancılaştıran Duvarlar

Duvar ne demektir? TDK’ya göre: “Bir yapının yanlarını dışa karşı koruyan, iç bölümlerini birbirinden ayıran, taş, tuğla vb. gereçlerden yapılan veya örülen dikey düzlem”dir. Ya da: “Bir toprak parçasını sınırlayan taş, tuğla, kerpiçten yapılan engel”, “sonuç alınamayan yer”, “engel”… Günlük hayatımızda devamlı duvarlar arasında dolaşıyor, bir duvarın kalıbından çıkıyor bir diğerininkine giriyoruz. İçinde olmak istediğimiz onlarca duvar var, içinde hapsolduğumuz da… Bizi aynı çatı altında buluşturan, birbirimizden ayıran, her zerresinde aramızdaki farkı anımsatan duvarlar, duvarlar…

Sinan Bökesoy, duvarın bu çok anlamlı halinden referansla aynı adlı “The Wall" sergisiyle Sanatorium’da izleyici ile buluştu. Son iki senedir mobil ortamda ses konusu üzerine yoğunlaşan sanatçıya, duvardan ilham almasının çıkış noktasını sorduğumuzda: “Bir mekânı oluşturan en basit yapı elemanı duvar, insanlar bir şeylerden izole olmak için duvarları inşa etmişler. Bu bir oda, Berlin Duvarı ya da Çin Seddi olabilir. Ancak bir de günümüzde görünmeyen duvarlar var. İnternet ağı duvarları, kişiler arası duvarlar, kurum-hükümet ve bireyler arası duvarlar gibi…” diyor. Duvarın somut halinden referans alarak soyut boyutunun altını çizen sergi, görselliği ile dikkat çeken duvarı ses boyutunda algılamamızı sağlıyor. 

©Nazlı Erdemirel

Bir ipad ya da iphone olmadan ziyaret edilemeyen (galeriden temin edilebilir) sergi, bir uygulama ve kulaklık aracılığıyla algılanabiliyor. Sergi paralelinde kavramsal bir metin yazan Nilüfer Şaşmazer, “Görünürde hiçbir yapıtın yer almadığı, izleyicinin yalnızca bir çift kulaklıktan gelen sesle etkileşime girdiği bir galeri mekânı nasıl tanımlanabilir?” diyerek sergi alanının bıraktığı ilk izlenimi çok yerinde tanımlıyor.

Ortamın akustik özelliğinin projeye iyi yanıt verememesi sanatçıyı klasik bir ses yerleştirmesindeki sunumu gerçekleştirmekten uzaklaştırıyor. “Günümüz sanat galerilerindeki handikaplardan biri; her ne kadar iyi bir sistem kurulsa da ortamın akustiğinin müsait olmaması. Bu durumun en kolay çözümü ise kulaklık kullanmak. Çünkü kulaklık ortamın akustiğinden hiçbir şekilde etkilenmeyerek kaliteli ses sağlayabiliyor. VR teknolojisi de bunu kullanıyor." diyen sanatçı yerleştirmelerde sesi kulaklık aracılığıyla verişini bu şekilde açıklıyor.

©Nazlı Erdemirel

Bir çalışmanın enstalasyon olabilmesi için öncelikle mekânla diyalog kurması gerekiyor. İzleyici de doğal yollarla bu diyaloğa dahil oluyor. Sergide çeşitli duvarlar var, duvarlara yaklaştığınızda birtakım sesleri tetiklemeye başlıyorsunuz. Duvara yüzünüzü döndüğünüzde sesler duvarın arkasından duyulur hale geliyor, yarım pozisyonda baktığınızda sağ ya da sol taraftan geliyorlar, sırtınızı döndüğünüzde ise kayboluyorlar. Sistem, etkileşim sırasındaki akustik simülasyonu gerçeğine uygun bir biçimde kulaklıklardan yansıtıyor. Bu şekilde duvarla etkileşime geçmiş oluyorsunuz.

Etkileşimli ses yerleştirmeleri iki kata yayılıyor. Duvarlarda ve yerlerde yönlendirme amaçlı sticker’lar yer alıyor. İlk katta Gardens adında ikili bir yerleştirme var. Bir tanesi zoraki, diğeri ise isteyerek oluşturulmuş bir duvar. Bu iki duvarın arkasında da bahçeler var. Birinde kraliyet ailesinin de yer aldığı aristokrat bir bahçe partisinden, diğerinde ise mülteci kampından gelen sesler duyuluyor. Mülteci kampının yer aldığı, zoraki oluşturulan, dışarı çıkılması mümkün olmayan bir duvarken; bahçe partisi ise isteyerek oluşturulan, dışarıdaki insanlardan izole olmak istenilen bir duvar. Birinde duyulan mutlu aile ve çocuk sesleri, diğerinde Arapça şarkılar, kamyon sesleri…  

Bökesoy, sağ ve sol duvara yerleştirdiği bu iki ses enstalasyonuyla sosyal hayatlar ve farklılıkların altını çiziyor. Duvarın zorunlu, isteğimiz dışında oluşabildiği gibi planlı bir şekilde de yerleştirilebileceğini hatırlatıyor. Birinde duvarın ötesine geçme iznimiz yok, diğerinde ise zaten duvarın ötesinde olmak istiyoruz. Ve bu iki fark, normal hayatta erişilmesi mümkün olmayan mesafelerde ve keskin çizgilerde ayrılırken sergi alanında sadece birkaç adımla birbirinden ayrışıyor. Eğlenceli aristokrat partisine sırtınızı dönüp iki, üç adım attığınızda kendinizi mülteci kampından gelen seslerin arasında buluyorsunuz.

Alt kattaki yerleştirmenin adı ise Proximity, orada da bir duvar var. O duvar farklı zamanlarda oluşan iki savaş sahnesini temsil ediyor. Birtanesi 2000 sene öncesinden, askerlerin bağrışmalarının geldiği, surları yıkma mücadelesini simgeliyor. Sesleri duyduğunuzda irkilmemeniz imkansız. Duvarın öbür tarafında ise postnükleer bir savaş sahnesi var. Orada artık insan kalmamış. Radyoaktif bir ortam var ve siz burayı koruyucu giysi içerisinde gezdiğinizi hissediyorsunuz. Nefes sesinizi duyuyorsunuz, elinizdeki i-phone/tablet de bir gaiger sayacına dönüşüyor. Radyoaktif ölçme sesleriyle ilerliyorsunuz. İki birbirinden farklı savaş sahnesi birbirine birkaç adım uzaklıkta. 

©Nazlı Erdemirel

Sınır, ev, iş, ülke, kast sistemi, ilişkiler, internet vb. hayatımızdaki birçok şey görünür ya da görünmez duvarlarla birbirinden ayrılıyor. Bu duvarların birçoğuna istemsizce giriyoruz, farketmeden birçok duvarı da kendimiz örüyoruz. Ve herbirimiz duvarı başka kavramlarla tanımlıyoruz. Sergi tüm bunların ışığında alışılmamış işitsel bir deneyim sunuyor.

*Duvarın kavramsal çerçevesi etrafında şekillenen “The Wall”, 18 Şubat tarihine dek Sanatorium’da ziyaret edilebilir.

0
6359
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle