08 OCAK, CUMA, 2016

Anlamlı Bir Arşiv, Kıymetli Bir Desen Sergisi

Salt Galata’da açılan sergisine kadar hakkında bu kadar detaylı bir bilgi yoktu Sabiha Rüştü Bozcalı’nın. Bunun mahcubiyetiyle başlamak gerek belki söze… 

Anlamlı Bir Arşiv, Kıymetli Bir Desen Sergisi

Sabiha Rüştü Bozcalı, 1904 doğumlu ve Türkiye’deki ilk kuşak kadın sanatçılardan biri. Batılı anlamda sanat çalışan erkeklerin epey önce “ilk kuşaklar” olarak nitelenmeye başlanmasına karşın kadın sanatçıların bu sahnede yer alması çok daha çetin bir süreç malumdur ki… Dönemin koşulları gereği kadın sanatçıların azlığı, sanat tarihi yazımında pozitif ayrımcı bir bakışla avantaja dönüşebilecekken maalesef bu şimdiye dek gerçekleşmedi ve Bozcalı da kişisel düzeyde çalışılmayan pek çok sanatçıdan biri olarak kaldı. Bu durum çalışmalarını en son birkaç yıl önce İstanbul Modern’de gerçekleştirilen “Hayal ve Hakikat” sergisinde gördüğümüz Bozcalı lehine “Ressam Sabiha Rüştü Bozcalı” sergisi ile nihayet değişmiş durumda.

Bozcalı hakkında, yıllarca temel kaynak olarak kullanılmış birkaç sınırlı Türk sanat tarihi kitabında da “azıcık” bilgi bulunur. Mesela Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi’nde, Güzel Sanatlar Birliği’nin son yıllardaki sergilerinde Hikmet Onat’ın yanında “doğaya bağlılıkları belli oluyordu” diye ismi geçer[1] ya da “izlenimciliği daha özgür paletlerle değerlendirme yolunu tutan”  birkaç sanatçıdan biri[2] olarak anılır sadece. Sezer Tansuğ da 11. Galatasaray sergisine katılan 90’a yakın isim içinde bulunan “oldukça tanınmış kadın sanatçılar”dan biri şeklinde bahseder Sabiha Rüştü’den.[3] Salt Galata’da açılan serginin ise temelini, sanatçının yeğeni Melahat Behlil tarafından 2014 yılında Salt Araştırma’ya bağışlanan aile arşivi teşkil ediyor. Ayrıca Taha Toros’un bugün İstanbul Şehir Üniversitesi tarafından çevrimiçi erişime açılan arşivinden de Bozcalı adına bir kutu çıkmış. Dolayısıyla geleneksel bir sergiden ziyade, sanatçının şimdiye dek kapsamlı olarak incelenmemiş hayatı ve koşut biçimde üretimine dair öncelikli bir arşiv sergisi var karşımızda ve sergi, her şeyden önce varlığıyla anlamlı. Öte yandan sadece arşiv sergisi olarak görülmemesi gereken, özellikle yağlıboyadan daha fazla sayıdaki deseniyle de kıymetli…

Sabiha Bozcalı, Raffaello’nun Transfigürasyon tablosunun (1516-1520) reprodüksiyonu, takribî 1948

Tlabar Ailesi’nin izniyle

Saygın Bir Ailenin Yalıda Büyüyen Kızı

Anne ve baba tarafından Osmanlı’nın iki nazırının torunu Sabiha Rüştü, saygın bir ailenin yalıda büyüyen, iyi eğitim alan kızı. Erken yaşta annesinin etkisiyle resim çalıştığını ve yaşamına dair başka pek çok bilgiyi sergide yer alan fotoğraf, belge ve mektuplardan öğreniyoruz. Bozcalı’nın kendi eliyle muhtemelen bir sergi/katalog vb. yayın vesilesiyle yazdığı özgeçmişi, tartışmasız bilgiler veriyor. Ailesinin sağladığı maddi destekle henüz 15 yaşında yurtdışına, sanat eğitimine gönderiliyor. Berlin’de, Münih’te çalışıyor, Paris’te Paul Signac’tan resim dersleri alıyor, Roma’da Chirico’nun atölyesinde üç yıl geçiriyor. Louvre’da, Villa Borghese’de, Vatikan’da özel izinlerle eser kopyalıyor. Örneğin sergide sanatçının Raffaello’nun Transfigürasyon’undan yaptığı yağlıboya kopya ve bunu çalışması için 1947-48 yılları içinde verilen periyodik izin belgelerinden birkaçı yan yana. Kuşkusuz bunlar dönemi açısından düşünüldüğünde Türkiyeli bir ressam için ne kadar zorsa Türkiyeli bir kadın ressam için herhalde birkaç katı zor. Sanatçı pek çok sergiye de katılıyor elbette. Paris’te Société des Artistes Français ile eserlerini sergilediği yine dokümanlardan anlaşılıyor.

Sergide yöntem olarak kronolojik düzenlemeden kaçınılmış ve aslında mekânın pek de büyük olmaması buna uygun değil gibi. Öte yandan dokümanlar tasnif edilip sergilenirken bunlara eşlik eden metinler oldukça ölçülü oranda. Hatta duvardaki bazı yazılar, metinden çok sanatçının belli dönemlerine atılan başlıklar gibi düşünülebilir. Bu da mantıklı bir tercih; çünkü sergiyi daha rahat gezilebilir kılıyor, aksi takdirde kitap gibi kurgulanan ağır ve yorucu bir sergi çıkabilirdi karşımıza. Dolayısıyla fotoğraflar, elbette resimlerin yanı sıra mektuplar, kimlikler, izin belgeleri, günlükler, mesela Paul Signac’ın bir mektubunda ona önerdiği kitap ya da abisinin Paris’ten aldığı resim malzemelerinin faturası gibi sayısız belge arasında izleyici kendi keşif yolculuğuna çıkıyor. Hangi mektubu, hangi günlük sayfasını okuyacağı, sanatçının yaşamının hangi evresine özellikle dikkat edeceği izleyicinin tercihine kalıyor.

Sabiha Bozcalı’nın Münih Güzel Sanatlar Akademisi kimlik kartı

SALT Araştırma, Sabiha Rüştü Bozcalı Arşivi

Bozcalı’nın 1929-30’da Akademi’de misafir öğrenci olarak Namık İsmail’in atölyesine devam ettiğini, aynı zamanda Ali Sami Boyar’dan resim dersleri aldığını biliyoruz. Sanatçı dönemin en önemli etkinliklerinden Galatasaray Sergileri’ne ve pek çok başka karma sergiye de katılır. İstanbul’da açtığı iki kişisel sergisine dair yine davetiye, broşür ve hakkında çıkmış gazete-dergi haberleri yer alıyor. Sabiha Rüştü Bozcalı’nın hayatını dokümanlardan takip ederken haliyle Cumhuriyet’in erken döneminden itibaren sanat serüvenini izlemek de mümkün oluyor. Örneğin 1939’daki 2. Yurt Gezisi’ne seçilen 10 ressamdan biri ve hatta Yurt Gezileri programında yer alan tek kadın Sabiha Rüştü. Zonguldak’a gönderildiği bu yıllar, hayatının bir başka yoğun ve elbet zorlukla dolu dönemini oluşturuyor. CHP’nin kalkınma politikasının bir parçası olarak sanatçıya biçilen misyon, belli ki Bozcalı’yı da elektrik santrali, asansör, Semkok fabrikası gibi konuları çalışmaya yönlendirmiş.

Kendi tabiriyle “Impressionist üslubunda çalışmaktayım” diyor muhtemelen erken döneminde henüz Signac etkisindeyken. Bozcalı zamanla desen meselesini sanatının başlıca uğraşısı haline getirmiş bir sanatçı ve deseninin ne kadar kuvvetli olduğu da sergideki çalışmalardan kolaylıkla çıkarılıyor. Desene verdiği önem, onu hayatının sonraki yıllarında illüstrasyon ve grafik tasarım ve reklam çalışmalarına yönlendirmiş olmalı. Milliyet’te baş ressamlık yapan sanatçı Cumhuriyet, Yeni Sabah, Ulus, Tercüman gibi gazetelerde de tefrika ve eser resimliyor. Sanatçı, pek çok kitabın yanı sıra Türk yayıncılığının en ilginç örneklerinden biri olan Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi için de çalışmış ve burada adına bir madde açılarak onurlandırılmış: “… bu İstanbul ansiklopedisinin baş tacı dostu…” 

Ressam Sabiha Rüştü Bozcalı sergisi basın ön gösteriminden bir kare, SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun, SALT Araştırma ve Programlar
Yöneticisi Lorans Tanatar Baruh, Global Yatırım Holding Kurumsal İletişim ve İnsan Kaynakları Grup Direktörü Göknil Akça

Hayatı Boyunca Çokça Üretmiş

Bozcalı, Akademi müdürüyken Namık İsmail’in ona yazdığı mektuptaki “… çok rica ederim, mütemadiyen çalışınız…” öğüdüne uymuş, hayatı boyu çokça üretmiş. Sanatçının Akbank koleksiyonu, Deniz Müzesi gibi farklı pek çok koleksiyonda çalışmaları yer alıyor, hatta Signac’ın ailesinden çalıştığı üç portre halen ailede bulunuyor. Ancak, Salt Araştırma ve Programlar’dan Lorans Tanatar Baruh’tan çalışmalara ulaşılmaya çalışıldığını öğrensek de[4] sergide Bozcalı’nın çok az sayıda eseri yer alıyor. Bunların da çoğunluğunu ailede bulunan koleksiyon oluşturuyor. Bozcalı’nın örneğin Amerikan Haber Merkezi’ndeki kişisel sergisinin broşüründe ismi geçen pek çok eserin bırakın Salt’taki sergide yer almasını, hangi çalışmanın nerede, hangi koleksiyonda olduğu dahi bilinmiyor. Bu elbette bir yandan üzücüyken öte yandan sanat tarihçileri tarafından çalışılmayı bekleyen kışkırtıcı bir niteliğe sahip.

Sergiye sanatçının adı verilmiş: Ressam Sabiha Rüştü Bozcalı. Sanatçıya bir tanıma, hak ettiği değeri verme sorunu yaşadığımız düşünülürse sergi adı doğru bir tercih. Ancak hem basın bülteninde hem de basılı ya da değil farklı yayınlardaki güzide sanat habercileri tarafından yapılan bültenden devşirme haberlerde sanatçının “ilk kadın illüstratör” olarak vurgulanması, bütün yönleriyle sanatçı kimliğinin önüne mesleki yöneliminin konması biraz enteresan. Elbette illüstrasyon ve tasarım adına da çok önemli ve ilk olma niteliğinde çalışmalara imza atmış Bozcalı. Dolayısıyla bültende veya sergide de bunun vurgulanması mantıklı. Ancak bilginin tasnifinde ve oranlanmasında, aktarılırken hataya neden olacak bir nokta kalmış belli ki.

Sergi mekânındaki müzik ise bir hoşluk olarak Bozcalı’nın yaşamı ve çalışmalarına eşlik ediyor. Kimin imzası olduğu bilinmeyen, kendisi de akordeon dersleri alan sanatçı için düzenlenmiş bir tango parçası. Elbette böylesi bir arşiv çalışmasına yakışır şekilde, sanatçının akordeonlu bir fotoğrafı ve ders aldığı hocasının mektubuyla birlikte.

Sergiyi 28 Şubat’a kadar Salt Galata’da izlemek mümkün.

[1] Nurullah Berk-Adnan Turani, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, C. 2, İstanbul, Tiglat Yayınları, Ekim 1981, s. 126.

[2] Kaya Özsezgin-Mustafa Aslıer, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, C. 4, İstanbul, Tiglat Yayınları, 1989, s. 15.

[3] Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 4. bs., Ağustos 1996, s. 163.
[4] Baruh ile 25.12.2015 tarihinde yapılan görüşmeden.

0
17260
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage