
Galeri Artmahall, “DUENDE” başlıklı yeni sergisini 28 Eylül tarihine kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Prof. Dr. Lütfü Kaplanoğlu ve Prof. Burhan Ahmeti’yi bir araya getiren “DUENDE” sergisi, İspanyol şair Federico García Lorca'nın sanatın mistik ve derin etkisini tanımlamak için kullandığı “Duende” kavramından ilham alıyor. Sergi, bir yanda içe dönen, ruhsal hafızayı sorgulayan bir yolculuk; diğer yanda ise Balkan coğrafyasının ritmini ve kimliğini yansıtan teatral bir anlatı, bu güçlü kavramın iki farklı tezahürünü gözler önüne seriyor.
“Prof. Lütfü Kaplanoğlu'nun resimleri, sanatçının kendi tabiriyle ‘çocukluğunun ruhsal yolculuğu’. Her bir tuval, bilinç ile bilinçdışı arasında akan bir geçit sunuyor; zamanın çizgisel akışını dairesel bir döngüye çeviriyor. Soyut mekânların içinde beliren somut figürler reenkarnasyon temasıyla konuşurken, yüzeyler birer kapı; renk ve dokular birer titreşim olarak izleyiciyi eserin içine davet ediyor. Prof. Lütfü Kaplanoğlu, bu mistik frekansları çağdaş bir malzeme diliyle işliyor.
Prof. Burhan Ahmeti ise Balkan coğrafyasının zengin kültürel bellek katmanlarını modern bir resim diliyle yeniden kurguluyor. Grafik sanatlarındaki akademik ustalığı ve eğitimci kimliği, eserlerine net bir ritim ve teatral bir sahne duygusu kazandırıyor. Eserlerinde yer alan parçalanmış yüzeyler ve maskesel figürasyonlar, kimlik, aidiyet ve ilişkiler üzerine görsel alegoriler oluşturuyor. Uluslararası alandaki başarısı, New York, Paris ve Berlin gibi dünya şehirlerinde gerçekleştirdiği sergilerle tescillenen Ahmeti, üretiminin yanı sıra Üsküp’te profesörlük yaparak, çağdaş sanatın sürekliliğine önemli katkılar sağlamaya devam ediyor.”
Enne Koens’in zorbalığın yarattığı çaresizliği anlatırken bir çocuğun iç dünyasını samimiyetle yansıttığı romanı Ben Vincent ve Korkmuyorum, Genç Timaş’tan çıktı.
Kitap, çocukların “normal olma” baskısını sorgulamasına ve kendilerini oldukları gibi kabul etmelerine alan açıyor. Okul, Vincent için sadece öğrenme yeri değil, bir hayatta kalma savaşı. Ne bir sırdaş ne bir dost… Yalnızlığını sadece hayalindeki dört hayvan arkadaşı ve güvenli limanı olan bakıcısıyla paylaşıyor. Zorbalığın gölgesinde geçen günlerde, Vincent günden güne daha da içine kapanıyor. Ama hayat, bazen en sessiz çocukların bile sesini duyar. Ve bazen bir arkadaşlık, en koyu karanlığı bile aydınlatan bir kıvılcıma dönüşebilir. Vincent’ın yaklaşan okul kampı, korkularını uyandıran büyük bir sınav. Ama bu kez yalnız değil. Belki de korkularla baş etmek her şeyi kontrol etmekten ziyade yanında birinin olmasıyla ilgilidir.
“Elim şakağımda yavaşça doğruldum. Çok acıyordu. Konuşamayacak kadar çok. Konuşabilseydim ne söyleyeceğimi bilemezdim. Dilan’a şok içinde baktım. Stephan bana elini uzatınca ben de ona elimi uzattım.
Stephan “Dil?” dedi şaşkınlıkla.
“Evet?” dedi Dilan.
“Sanırım canını acıttın.”
Dilan d.nüp bize baktı. “Bırak ya,” dedi. “Ona dokunmayacaksın değil mi? O çocuk pis.”
Bunu duyduğumda kafamdaki her şey durdu. Pis. Demek ki benim öyle olduğumu düşünüyordu. Beni pis buluyordu.”
Türkiye’nin ilk ve tek 0+ yaş bebek ve çocuklara özel klasik ve caz müzik topluluğu BabyConcerts, yeni sezona iki özel konserle başlıyor.
“BabyConcerts ile Yaza Hoşçakal” konseri 7 Eylül Pazar saat 11.00’de Zorlu PSM Vestel Amfi’de, “BabyConcerts ile Mevsimler: Sonbahar” başlıklı konser ise 21 Eylül Pazar saat 16.00’da The Grand Tarabya Hotel’de gerçekleşecek. Klasik müzik eserlerine bale performansı ve hikâye anlatımının eşlik ettiği konserler, minik sanatseverlere unutulmaz bir deneyim sunacak.
“Canlı müziğin 0+ hali” sloganıyla 2019’da kurulan BabyConcerts, tüm yaş sınırlarını kaldırarak bebeklerin ve çocukların erken yaşta canlı müzik deneyimlemesine fırsat tanıyor. Klasik müziğin erken çocukluk döneminde beyin gelişimine katkısının farkındalığıyla yola çıkan topluluk, konserlerini masal anlatımı ve balerin performansı ile etkileşimli bir hâle getiriyor. Bugüne kadar 35.000’in üzerinde izleyiciyle, bunun 15.000’i çocuk olmak üzere, buluşan BabyConcerts; Zorlu PSM, İstanbul Oyuncak Müzesi, CSO Ada Ankara, AKM ve CRR Konser Salonu gibi Türkiye’nin önde gelen kültür-sanat mekânlarında sahne aldı. Sosyal sorumluluk vizyonuyla da öne çıkan topluluk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve çeşitli ilçe belediyeleriyle iş birlikleri yaparak ücretsiz konserler düzenledi; Avrupa Birliği Sivil Düşün desteğiyle görme engelli çocuklara özel “Erişilebilir Müzik” projesini hayata geçirdi.
SANATORIUM, Farah Al Qasimi’nin “Çöl Sümbülü” başlıklı İstanbul’daki ilk kişisel sergisini 12 Eylül-26 Ekim tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak.
Farah Al Qasimi’nin pratiği ağırlıklı olarak fotoğraf, video ve müzik ekseninde şekilleniyor. Küratörlüğünü Ulya Soley’in üstlendiği sergiye adını veren Desert Hyacinth [Çöl Sümbülü] (2025) başlıklı fotoğraf, yerleştirmenin merkezinde yer alıyor. Çöl sümbülü, kumlu ve kurak bölgelerde yetişen, yıldız biçiminde beyaz çiçeklere sahip, oldukça dayanıklı bir bitki türü. Orta Doğu’nun ve Kuzey Afrika’nın çöllerinde görülen bu bitki, zorlu çevresel koşullarda bile varlığını sürdürebilen ve etkileyiciliğini kaybetmeyen bir tür — tıpkı zorlu sosyopolitik bağlamlar altında var olmaya devam eden mücadeleci topluluklar gibi.
Galerinin giriş katında yer alan yerleştirmede, duvarları boydan boya kaplayacak biçimde büyük boyutlu üretilen fotoğraflar, sanatçının 2021 yılından bu yana Birleşik Arap Emirlikleri’nde çektiği serilerden seçilen fotoğraflara arka plan oluşturuyor. Satır aralarından göz kırpan metaforlar, kapalı kapılar ardında yaşanan yakınlaşmalar, gözetim ve denetim altında korku iklimini içselleştirmemek için mücadele verenler, iç mekânlar, dış mekânlar, bedenin içi ve dışı, üst üste ve yan yana sergilenen fotoğraflar aracılığıyla bir bütün oluşturuyor. Fotoğraf makinesi bakışının çoğu zaman hissedilmediği bu kareler, bir nevi şehri tepeden izlerken mahrem detaylara odaklanılarak kayıt altına alınmış hissi taşıyor.
Giriş katındaki fotoğraflarda karşımıza çıkan salyangoz figürü, galerinin bir üst katında yer alan Surge [Taşma] (2022) başlıklı videonun da merkezinde yer alıyor. “Kemik”, “Mercan” ve “Salyangoz Şarkısı” adlı üç bölümden oluşan bu video, teknolojinin deniz yaşamı üzerindeki yıkıcı etkilerini küresel ticaret, üretim-tüketim, ölüm ve arzu temaları üzerinden yorumluyor. YouTube ve TikTok’tan alınan buluntu videolar ile sanatçının kayıtlarını bir araya getiren çalışmada Al Qasimi’nin yazdığı müzikler de önemli bir rol oynuyor.
Sergi, kontrolcü yapılara rağmen bazen örtük bazen de “Altı Farklı Çığlık” başlıklı seride olduğu gibi göz önünde yeşeren yakınlıkları, normatif senaryolara ayak uydurmayı reddederek kendi senaryosunu şekillendirenleri, kuir arzuyu ve kural tanımayan neoliberal araçların gölgesinde adilce yaşamaya çalışanları etkileyici bir görsel dünya kurgulayarak odağına alıyor.
Künye:
1. Farah Al Qasimi, Çöl Sümbülü, 2025, Arşivsel inkjet baskı, 76 x 53.5 cm, 5 + 2 AP
2. Farah Al Qasimi, Kadın ve Salyangoz, 2022, Arşivsel inkjet baskı, alüminyum çerçeve, 127 x 84 cm, 5 + 2 AP
Sholeh Rezazade’nin aşkın ve arzunun, hatıraların ve insanı gerçekten tanıyabilme sorusunun peşinden gittiği romanı Gökyüzü Her Zaman Mordur, Lale Şimşek Çalışkan’ın çevirisiyle Dedalus Kitap’tan çıktı.
Beni Bekleyen Bir Dağ Biliyorum kitabının yazarı Rezazade, duyulara hitap eden bir yolculuğa davet ediyor.
Mor bir gökyüzü altında yeni bir hayata adım atan Arghavan, Hollanda’ya gelmiş genç bir İranlı kadındır. Ama geçmişin gölgeleri peşini bırakmaz: Annesinin ansızın gitmesi, babasının bağımlılığı, çocukluğunun kaybolan masumluğu... Hepsi, Arghavan’ı kendi iç dünyasında bir yolculuğa sürükler. Amsterdam’daki ikinci el dükkânında, sessiz ama derin insanlarla tanışır. İşitme engelli dansçı Anna, ağaçların sesini kaydeden yaşlı Johan... Her biri, Arghavan’ın yeni hayatında beklenmedik bir pencere açar. Ardından Mees adında genç bir müzisyene âşık olur; bu aşk, hem kalbini hem dünyasını altüst eder.
Güneş Terkol’un “Çalışan Portreler” başlıklı kişisel sergisi 9 Eylül-11 Ekim tarihleri arasında Ferda Art Platform’da sanatseverlerle buluşacak.
Güneş Terkol’un yaklaşık on yıl önce başlattığı bir seriye yeni bir katman ekleyen “Çalışan Portreler” sergisi, İstanbul’un gündelik hayatının sürekliliğini mümkün kılan, ancak çoğu zaman görünmez kalan gündelik emek aktörlerini odağına alıyor. Kentin ritmini ayakta tutan bu figürler yalnızca bir hizmet üreticisi değil; mekânları dönüştüren, toplumsal ilişkileri yeniden kuran ve kültürel belleği taşıyan aktörler olarak sergide görünürlük kazanıyor.
Sanatçının ince ve geçirgen yapısıyla dikkat çeken tülbent malzemesi üzerine işlediği portreler, kırılganlık ile direnci aynı yüzeyde bir araya getiriyor. Gündelik hayatın sıradan görünen akışında yer alan bu figürler, tülbent üzerinde hem şeffaf hem kalıcı bir iz bırakıyor. Sergiye eklenen özel bir katman, Terkol’un tülbentlerini temin ettiği kumaşçının da portreler arasında yer almasıyla ortaya çıkıyor. Böylece üretim süreci, malzemenin kaynağı ve gündelik emeğin kendisi aynı anlatıda buluşuyor. Bu yaklaşım, emeğin yalnızca temsiliyetle sınırlı kalmadığını, doğrudan sürecin bir parçası hâline geldiğini gösteriyor.
“Çalışan Portreler”, görünmez gibi duran emek biçimlerinin aslında şehrin asıl sürekliliğini sağlayan temel taşlar olduğunu izleyiciye hatırlatıyor. Gündelik hayatın bu aktörleri, kırılganlıkla yaratıcılığı bir arada taşıyan portreleriyle kentin görünmez ritimlerini görünür kılıyor.
Künye:
1. Kumaşçı (Aziz Güreli) Tülbent üzerine dikiş 84x130cm Photo credit: Barış Özçetin
2. Photo Credit:Barış Özçetin
3. Plakçı (Tayfun Aras) Tülbent üzerine dikiş 108x90cm Photo Credit: Barış Özçetin
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık yeni sanat sezonunu 11 Eylül’de galeri mekânının dışına taşan “Baharın Kokusunu Hatırlıyor musun?” isimli yerleştirme, video ve performans programı ile karşılıyor.
Küratörlüğünü Yapı Kredi Galeri’nin direktörü Didem Yazıcı ve küratörü Zehra Begüm Kışla’nın üstlendiği program kimi zaman yarı kurgusal kimi zaman gerçek anlatıların izinde, kişisel arşivler, hikâyeler, sözlü tarih ve aile anılarıyla şekilleniyor.
“Baharın Kokusunu Hatırlıyor musun?” mekâna yayılan ve çatlaklardan sızan bir yöntemle kurgulanıyor ve geçmişin nasıl anlatıldığı ile ilgileniyor. Radio Alhara, Basma Alsharif, Levani, Ceren Oykut, Sara Rajaei, Özlem Sarıyıldız ve Viron Erol Vert’in çalışmalarının bir araya geldiği programa paralel Onur Karaoğlu, Tanja Ostojić, Tuğçe Ulugün Tuna, Gülhatun Yıldırım ve Mk Yurttaş’ın dahil olduğu performans serisi resmî tarih anlatısından sıyrılan kişisel hafızanın rolüne odaklanıyor.
YKY Kitabevi, Portiko alanı ve Loca'nın yanı sıra Frankeştayn Kitabevi’ne yayılan “Baharın Kokusunu Hatırlıyor musun?” adlı program 11 Eylül 2025 – 15 Şubat 2026 tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat’ta ziyaret edebilirsiniz. Programa dair ayrıntıları ve etkinlikleri buradan takip edebilirsiniz.
Programdaki işlere dair:
Portiko alanındaki cam cepheye ve girişe yayılan Özlem Sarıyıldız’ın De Te Fabula Narratur (2022) adlı yerleştirmesi sanatçının göçmenlerle yaptığı çalışmada bizzat onlardan duyduğu cümleleri içeriyor. Bu cümlelerden biri olan Baharın Kokusunu Hatırlıyor musun? aynı zamanda programın tümünü çerçeveliyor. Latincede ‘anlatılan senin hikâyendir’ anlamına gelen De Te Fabula Narratur, kelimelerin çatlaklar üzerinde yer bulması ve göçmenlik halleriyle ilgileniyor. Sara Rajaei, Şairler Kenti (2024) adlı videoda yarı ütopik bir kent tahayyülü çiziyor. Sanatçının bir ailenin fotoğraf arşivinden yola çıkan çalışması, sokaklara önce şair sonra asker isimlerinin verildiği bir şehri betimliyor. Yeni Evlerimizde Rahat (2017) videosu, Basma Alsharif’in zaman akışının bozulduğu, başlangıç ve sonun birbirine karıştığı beş hikâyeden parçalar sunuyor. Viron Erol Vert, Mor Odada Doğmuş (2021) adlı çalışmasında kendi aile apartmanı olan ve Agos gazetesinin yer aldığı Sebat Apartmanı’nı gizemli bir animasyonla ziyaret ediyor. Zaman algısını tersyüz eden video, sanatçının çocukluk anılarından hatırladığı biblo, mendil, tespih gibi nesnelerle odadan odaya süzülürken İstanbul’un son dönemde geçirdiği dönüşümlere işaret ediyor. Ceren Oykut, Ne-Yer Haritası (2022) çizimlerini canlandırarak kişisel göç hikâyesinden yola çıkan ritüelleri, hayali ve imkânsız bir dil aracılığıyla anlatıyor. Frankeştayn Kitabevi’nde gösterilecek olan Levani’nin a spell: xvi. tower (2023) adlı videosu, New York’ta Empire State Binası’na yansıyan günbatımını iPhone kamerasıyla her gün çekiyor ve bu görüntüleri edebi alıntılar eşliğinde bir araya getiriyor. Tekrar eden kareler, dönüşümün ve yeniden düşünmenin yollarını araştırıyor.
2020 yılından bu yana Beytüllahim’den yayın yapan çevrimiçi radyo istasyonu Radio Alhara, Yapı Kredi Kültür Sanat’ın merdivenlerine yayılarak programa ses ve müzik katıyor. Dinleyicileri müziği işitsel özgürleşmenin bir aracı olarak deneyimlemeye davet ediyor. Gülhatun Yıldırım’ın Tıpkı Eskisi Gibi adlı çalışması, sanatçının 2015’te İstiklal Caddesi’ni geri geri yürüdüğü performansını belgeliyor. Sanatçı, Yapı Kredi Galeri ve Performİstanbul tarafından on yıl aradan sonra aynı performansı yeniden sahnelemeye davet ediliyor.
1. Levani, bir büyü xvi. kule a spell xvi. the tower, 2023
2. Sara Rajaei, Şairler Kenti City of Poets, 2024
3. Gülhatun Yıldırım, Tıpkı Eskisi Gibi Just Like the Past, 2025
4. Afiş tasarım: Davut Yücel
“Nota Nota Dostluk” sloganıyla bu yıl 5. yaşını kutlayan İstanbul Uluslararası Oda Müziği Festivali, 18 Eylül’e kadar müzikseverlerle buluşuyor.
Viyolonsel sanatçısı Nil Kocamangil’in kurucusu ve genel sanat yönetmeni olduğu İstanbul Uluslararası Oda Müziği Festivali, 5. yılında da dünyanın dört bir yanından, çoğu ülkemize ilk kez gelen sanatçıları 5-18 Eylül tarihleri arasında dinleyicilerle bir araya getiriyor.
5. İstanbul Uluslararası Oda Müziği Festivali, 11 Eylül Perşembe akşamı önemli bir buluşmaya ev sahipliği yapacak. Ülkemizin önemli sanatçılarından, uluslararası başarılarıyla tanınan kemancı Veriko Tchumburidze, çellist Nil Kocamangil ve viyolacı Orhan Çelebi; festivalin özel konserinde dünyanın önde gelen kemancılarından Andrey Baranov, oda müziğinin aranan isimlerinden viyolacı Nora Romanoff-Schwarzberg ve efsanevi çellist Gary Hoffman ile aynı sahnede buluşacak. 14 Eylül Pazar akşamı ise hem yaratıcı sahne dilleri hem de sıra dışı repertuarlarıyla öne çıkan Stockholm Syndrome Ensemble Türkiye’de ilk kez müzikseverlerle buluşurken, ünlü jonglör Jay Gilligan muhteşem bir gösteriyle topluluğa eşlik edecek.
Dünyaca ünlü klasik müzik sanatçılarının sevdikleri müzikleri öğrenmek ve onlarla bu müzikler üzerine sohbet etmek amacıyla düzenlenen OFF-THE-RECORD söyleşilerine 11 Eylül’de Andrey Baranov, Veriko Tchumburidze, Nora Schwarzberg, Orhan Çelebi ve Gary Hoffman konuk olacak. Nil Kocamangil moderatörlüğünde düzenlenen bu söyleşiler, sanatçıların klasik müzik dışındaki çalma listeleri üzerinden farklı müzik tarzlarına bakışlarını ve bunun sanatsal kişiliklerine yansımasını keşfetmeyi hedefliyor. 9 Eylül’de çellist Gary Hoffman’ın konuk olacağı “İlham Veren Buluşmalar” adlı söyleşi serisi ise, konservatuvar öğrencilerine ve hocalarına, klasik müzik yolculuklarına dair merak ettikleri teknik soruları, eğitim ve kariyer üzerine düşüncelerini, festivalin masterclass programlarında eğitmenlik yapan usta sanatçılarla birebir paylaşma fırsatı sunuyor.
İstanbul Uluslararası Oda Müziği Festivali kapsamında düzenlenen masterclass’larda, dünyaca ünlü müzisyenler ücretsiz olarak konservatuvar öğrencileriyle bir araya gelecek. Prof. Dora Schwarzberg’in keman masterclass’ının kapanış konseri, 8 Eylül Pazartesi günü saat 15.00’te gerçekleşecek. Queen Elisabeth Music Chapel (Belçika) ve Curtis Institute of Music (ABD) gibi seçkin kurumlarda eğitmenlik yapan Prof. Gary Hoffman’ın 9-12 Eylül tarihlerinde vereceği viyolonsel masterclass’ı ise 12 Eylül Cuma günü 12.30’da gerçekleşecek kapanış konseriyle sona erecek.
İBB Kültür tarafından düzenlenen 5. İstanbul Uluslararası Oda Müziği Festivali’nin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
x-ist, Metin Alper Kurt’un “Kendi Ağırlığında” başlıklı kişisel sergisini 11 Eylül-11 Ekim tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
“Kendi Ağırlığında” sergisi, mermerin hem kırılgan hem de sert yapısı arasında gerçekleşen gerilim üzerinden farklı bir anlatım dili oluştururken aynı zamanda bu gerilimin biçimsel olarak nasıl ifade edilebileceğine odaklanıyor. Sanatçı, son dönem çalışmalarında mermerin alışılagelmiş “ağır” ve “dayanıklı” algısını kırarak, taşı hassas ve kırılgan formlara dönüştürüyor. Bu dönüşümle gündelik yaşamda gölgede kalmış duyguları yeniden görünür kılmayı amaçlıyor.
Heykellerde kırılganlık ile direnç arasında kurulan denge, taşın sessizliğiyle birleşerek özgün bir ifade alanı yaratıyor. Mermerin yüzeyinde bırakılan her iz hem malzemenin belleğini hem de insana dair duygusal bir katmanı yansıtıyor. Böylece taşın somut yapısı ile duygunun görünmezliği arasında doğal bir köprü kuruluyor. Sade, sessiz ve ölçülü bir şekilde biçimlenen bu formlar, izleyiciyi mermerin sınırları içinde saklı duyguyu hissetmeye davet eder. Her heykel, ‘kendi ağırlığında’ bir anlam taşıyor hem fiziksel bir form hem de duygunun donmuş bir izi olarak izleyiciyle buluşuyor.
Künye:
1. Calla, Mermer, 24x77.5x38cm, 2025
2. Kendi Ağırlığında, Mermer, 50.5x22.5x13cm, 2025
3. Bir Damlanın İzinde, Mermer, 89.5x13x30, 2025
Ressam Pınar Tınç’ın yaşadığı ada hayatının ve çocukluğunun izlerini sürdüğü eserlerinden oluşan, küratörlüğünü Uğur Batı’nın üstlendiği “Yenilenme- Regeneration” sergisi Bozcaada Itırlı Bahçe Sanat Galerisi’nde ziyarete açıldı.
Sergide, “Yok Oluş, Var Oluş ve Rejenerasyon” temaları; ruh, zihin ve beden üçlemesi üzerinden hem figüratif hem de soyut eserlerle sunuluyor. Çini mürekkebi tekniğiyle hazırlanan çalışmalar, canlı renkleri ve mistik anlatımıyla dikkat çekiyor. Pınar Tınç; ada, kuşlar ve bitki örtüsü gibi doğanın en güzel örneklerini, dünyanın farklı coğrafyalarında biriktirdiği hayal gücüyle birleştirerek resim tutkunlarına sunduğunu dile getiriyor.
“Yenilenme- Regeneration” sergisini 15 Eylül’e kadar Bozcaada Itırlı Bahçe Sanat Galerisi’nde ziyaret edebilirsiniz.