Emily Ballesteros’un tükenmişliği anlaşılır hâle getirerek hem kişisel hem de mesleki açıdan daha dengeli bir yaşam yolunda rehberlik sunduğu kitabı Tükenmişliğin Çaresi: Dengeyi Nasıl Bulursunuz ve Hayatınızı Nasıl Geri Kazanırsınız?, Ayhan Semih Koç’un çevirisiyle Eksik Parça Yayınları’ndan çıktı.
Tükenmı̇şlı̇ğı̇n Çaresi, sürekli erişilebilir olmayı ve kronik olarak tükenmiş hissetmeyi normalleştiren kültürümüzde, tükenmişliği yönetmek için kapsamlı bir yöntem sunuyor ve hayatımızın kontrolünü geri kazanmamız için bizi güçlendiriyor.
Ballesteros, bu kitabında tükenmişlikle mücadele etmek için beş temel alanda sağlıklı alışkanlıklar geliştirmesi için okuruna yardımcı oluyor: Zihniyet, kişisel bakım, zaman yönetimi, sınırlar ve stres yönetimi. Ayrıca kitap şu konulara değiniyor:
• Sürekli bunalmış hissetmenize neden olan tükenmişlik alışkanlıklarını kırma
• Öngörülebilir bir kişisel bakım rutini oluşturarak sürdürülebilir bir iş-yaşam dengesi kurma
• Daha az zamanda daha fazla iş yaparak anlamlı bir yaşama doğru ilerleme kaydetme
• Kendi kişisel ve profesyonel sınırlarınızı suçluluk duymadan belirleme
• Stresinizi yönetme ve stres kaynaklarınızdan duygusal olarak kopma
Salon İKSV, ilkbahar sezonunu SINCASA, Nourished by Time ve Chanel Beads konserleriyle kapatacak.
30 Mayıs Cuma Cem Yıldız, Oh Voyage ve Yazz ile İtalya’dan SINCASA, 31 Mayıs Cumartesi akşamı New Wave, R&B ve dans stillerini harmanlayan Nourished by Time, 2 Haziran Pazartesi akşamı ise post-punk, pop duygusallığı ve elektronik müziğin ritimleriyle harmanlanan transandantal performansıyla Chanel Beads, +1’in katkılarıyla Salon sahnesinde müzikseverlerle buluşacak.
Salon İKSV’de gerçekleşecek etkinliklerin biletlerine Passo üzerinden ulaşabilirsiniz.
+1 Sunar: SINCASA Salon’da: Cem Yıldız, Oh Voyage, Yazz
30 Mayıs Cuma
Kapı Açılış: 21.30
Oh Voyage: 22.00
Cem Yıldız: 23.30
Yazz: 00.45
+1 Sunar: Nourished by Time
31 Mayıs Cumartesi
Kapı Açılış: 21.00
Konser: 22.00
+1 Sunar: Chanel Beads
2 Haziran Pazartesi
Kapı Açılış: 20.30
Konser: 21.30
Talip Keser’in son dönem işlerinden oluşan “The Rooms of My Heart” başlıklı kişisel sergisi 28 Mayıs-15 Temmuz tarihleri arasında Artopol Galeri'de sanatseverlerle buluşacak.
Yaklaşık yirmi yıldır disiplinler arası üretimlerini sürdüren Talip Keser, “The Rooms of My Heart” başlıklı sergisinde tuval yüzeyini yalnızca bir anlatım alanı değil, aynı zamanda içsel yönelimlerin ve kişisel belleğin haritası olarak kurguluyor. Sergi, estetik ile bireysel hafızanın kesiştiği, içe dönük ama dışa açık bir anlatı sunuyor. Keser, sergide yalnızca kendi kalbinin odalarını değil, aynı zamanda izleyicinin de kendi içsel haritasını yeniden keşfetmesine olanak tanıyor. Her resim bir soruya, her yön bir keşfe işaret ediyor.
“The Rooms of My Heart”, Keser’in içsel deneyimlerini soyut imgeler aracılığıyla aktardığı, sezgisel bir görsel dilin izlerini taşıyor. Sergide yer alan büyük boyutlu tuvaller, klasik figüratif anlatımı reddederek, izleyiciyi renk, çizgi ve boşluk üzerinden bir yön bulma deneyimine davet ediyor. Sanatçının ifadesiyle, “sınırsızlık içimizde başlıyor” ve bu sergi, tam da bu sınırsızlığın içsel haritasını çizmeyi amaçlıyor.
Her bir resim bir odadan çok bir yön, bir içsel sapma ya da hatırlamanın soyut bir izdüşümü olarak izleyici karşısına çıkıyor. Haritalar, kent soyutlamaları ve topografik deformasyonlar, Keser’in tuvallerinde sadece görsel kompozisyon değil, duygusal katmanlar arasında dolaşan birer geçiş alanı işlevi görüyor. Katman katman inşa edilen yüzeyler, izleyiciye hem bir şeyin ifşasını hem de başka bir şeyin örtülmesini öneriyor.
Tıp doktoru ve yazar Monty Lyman’ın ağrının tabiatını sorguladığı, düşündüğümüzden çok daha karmaşık bir his olduğunu anlattığı kitabı Ağrı Nedir?, Şiirsel Taş’ın çevirisiyle Metis Yayınları’ndan çıktı.
“Neden Acı Çektiğimize ve Nasıl İyileşebileceğimize Yeni Bir Bilimsel Bakış” alt başlığındaki kitap sadece tıp ve bilim meraklıları için değil, insan deneyiminin en temel unsurlarından biri olan ağrıyı daha iyi anlamak ve yönetmek isteyen herkese bir rehber sunuyor.
Ağrının vücuttaki hasarın doğru bir göstergesi olmaktan ziyade beyinde yaratılan ve psikoloji, duygular, sosyal bağlam, dikkat ve beklentiler tarafından şekillendirilen çok yönlü bir deneyim olduğunu vurguluyor. Ağrı konusundaki bilgisizliğimizin ve daha kötüsü yanlış bilgilerimizin mevcut ağrı pandemisini nasıl körüklediğini açıklıyor.
Vücuttaki hasar iyileştikten çok sonra bile devam eden inatçı ağrıdan, olmayan bir uzvun ağrıdığı hayalet uzuv ağrısı vakalarına; şeker hapları gibi tıbbi açıdan tamamen tesirsiz müdahalelerin ağrıyı iyileştirebildiği veya kötüleştirebildiği plasebo ve nosebo etkilerinden, ağrı algısının telkinle değiştirilebildiği hipnoza pek çok konuyu irdeleyerek geniş bir perspektif sunan bu çalışma, tıpta ve beyin bilimlerinde çığır açan yeni araştırmaları ele alarak ağrıya dair yerleşik kabulleri sarsıyor.
78. Cannes Film Festivali’nden ödülleri toplayan filmler, MUBI’de sinemaseverlerle buluşacak.
Cafer Penahi’ye Altın Palmiye’yi getiren It Was Just An Accident, Joachim Trier’in Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülen filmi Sentimental Value, Jüri Ödülü’nü paylaşan Oliver Laxe imzalı Sırât ve Mascha Schilinski imzalı Sound Of Falling ile Akinola Davies Jr.’ın Altın Kamera Mansiyon Ödülü’nü kazanan çıkış filmi My Father’s Shadow önümüzdeki aylarda MUBI’de gösterime girecek.
Cannes 2025’te resmi yarışmanın en prestijli ödülü olan Altın Palmiye’yi, uzun yıllar yasaklarla mücadele eden İranlı yönetmen Cafer Penahi’nin yönettiği It Was Just An Accident kazandı. Direniş ve adalet temalarının öne çıktığı bu hikâye, sıradan görünen bir kazanın ardındaki politik ve toplumsal anlamları sorguluyor. Norveçli yönetmen Joachim Trier’in aile bağları ve sanat arasında sıkışmış bir baba-kız ilişkisini merkeze alan, Renate Reinsve, Stellan Skarsgård ve Elle Fanning gibi isimlerin performanslarıyla ses getiren Sentimental Value, Jüri Büyük Ödülü’ne layık görüldü. Bu yıl iki özgün film arasında paylaştırılan Jüri Ödülü’nü Oliver Laxe’nin post-apokaliptik arayış hikâyesi Sırât ve Mascha Schilinski’nin birkaç farklı kuşaktan kadınların sesini duyuran çok katmanlı Alman draması Sound Of Falling kazandı. Akinola Davies Jr.’ın, iki küçük oğlundan ayrı yaşayan bir babanın 1993 Nijerya seçim krizi sırasında başkent Lagos’ta geçen yarı otobiyografik hikâyesini anlattığı My Father’s Shadow ise festivalden Altın Kamera Mansiyon Ödülü’yle döndü.
Rabia Kalyoncuoğlu’nun “Evin Hafızası” başlıklı kişisel sergisi 28 Haziran’a kadar Chi Art Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor.
Rabia Kalyoncuoğlu’nun sergisi “Evin Hafızası”, mekân ve bellek arasındaki çok katmanlı ilişkiyi merkezine alarak, mekâna özgü hazırlanan yerleştirmesiyle izleyiciyi hem kendi geçmişine ve anılarına döndürüyor hem de ütopik bir yolculuğa davet ediyor. Sanatçı, evi yalnızca bir barınma alanı değil; kimliğin, aidiyetin ve kültürel sürekliliğin taşıyıcısı olarak konumlandırıyor ve geçmiş ile güncel yaşam arasındaki değişimi sorguluyor. Sergi, toplumsal dönüşümlerin etkisiyle değişen yaşam alanlarını ve bu dönüşümün bireysel hafıza üzerindeki etkilerini duyusal bir deneyim üzerinden ele alıyor.
“Sanatçı sergide ev kavramını ve zaman içinde değişimini gözler önüne seriyor. Ev, geçmişte çok daha kalabalık ailelere kucak açıp, daha geniş alanlar sunuyor, daha özenli sakin ve yavaş bir hayat deneyimi sağlıyorken, günümüzde, daralan alanlar, bireyselleşme ve hızlanan zamanla hayat döngülerimizin nasıl değiştiğini inceliyor ‘Evin Hafızası’.
Ev, geçmişten bugüne değişen biçimiyle hem fiziksel hem de duygusal olarak dönüşüme uğrayan bir yapıdır. Geniş aile yapılarından bireyselleşmiş yaşam biçimlerine geçiş; doğayla kurulan güçlü bağların yerini betonlaşmaya bırakması; mekânların küçülmesiyle birlikte iç dünyanın da daralması... Kalyoncuoğlu, bu kırılma anlarını görünür kılıyor. ‘Evin Hafızası’ zamanla unutulan alanları ve alışkanlıkların izini sürerek tanıdık ama artık ait olunmayan bir ev atmosferi yaratıyor.
Sanatçının pratiğinde önemli bir yer tutan el işçiliği, burada yalnızca teknik değil, kavramsal bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel üretim yöntemleriyle kişisel anlatıları harmanlayan Kalyoncuoğlu, estetikle belleği buluşturan bir görsel dil inşa ediyor. Günlük yaşamdan alınmış, işlevini yitirmiş ya da unutulmuş nesneler, bu sergide geçmişin birer tanıklarına dönüşür. Her bir yerleştirme, bir zamanın, bir duygunun ya da bir ilişkinin hatırasını taşır.
Sanatçı kurguladığı bu ütopik evin içerisinde ne geçmişe dönmeyi ne de onu tamamen unutup çağa uyumlanmayı seçer. Modern yaşamla gelen sıkışmayı ve doğadan uzaklaşmayı yarattığı bu evrendeki evin içerisinde kurguladığı, ‘sahte’ bitki örtüsü ile anlatır.
Sergi, belleği yalnızca geçmişe ait bir arşiv olarak değil, bugünü anlamlandıran ve geleceği kuran bir dinamik olarak ele alır. Kalyoncuoğlu’nun kurduğu bu duyusal evren, ziyaretçiye hatırlamanın yalnızca bir eylem değil, aynı zamanda iyileştirici bir süreç olduğunu da anlatır. ‘Evin Hafızası’ yalnızca görsel bir deneyim sunmakla kalmaz; izleyiciyi kendi belleğiyle, geçmişte bıraktığı parçalarla ve bugün hâlâ taşıdığı izlerle yüzleştirir.”
Güneş Salı imzalı sergi metninden alıntı.
Künye:
1. Epizodik Bellek Sandığı, 2025 Sandık (Hazır Nesne Üzerine Yağlı Boya _ Kolaj), Halı (Kumaş _ İplik _ Keçe, Sandık (h.82cm w.51cm d.50cm)
2. Belirsiz Çizgiler I, 2024, Kağıt Üzerine Karakalem, Akrilik, 30x30 cm
3. Belirsiz Çizgiler II, 2024, Kağıt Üzerine Karakalem, Akrilik, 30x30 cm
4. Belirsiz Çizgiler III, 2024, Kağıt Üzerine Karakalem, Akrilik, 30x30 cm
5. Gülü Seven Dikenine Katlanır, 2025 Kağıt Üzerine Aquarell, Kuru boya İplik Kil 20x30cm
Édouard Louis’nin yaşamına dair her detayı, her vahşeti ve her umutsuzluk notasını tek tek ortaya çıkardığı otobiyografik romanı Değişmek, Ayberk Erkay’ın çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.
Eddy’nin Sonu, Babamı Kim Öldürdü ve Şiddetin Tarihi kitaplarıyla bilinen Louis, şiddete kurban gitmiş çocukluğunun intikamını almak için kendi ruhunu bile yerle bir etmekten korkmadan başka biri olmak uğruna verdiği tüm mücadeleyi, ödediği bedelleri anlatıyor.
Édouard Louis, doğup büyüdüğü, tüm bireylerini sanki aynı kadere mahkûm eden taşra kasabasındaki yoksulluk, ayrımcılık ve şiddetin ötesinde özgür bir yaşam kurmak zorunda hisseder kendini; bu yüzden bir keşif ve dönüşüm yolculuğuna çıkar. İsmini, yüzünü, konuşmasını, hareketlerini değiştirir; kendi oluşturduğu kimlikle yeniden doğar. Asla erişemeyeceğini düşündüğü bir dünyaya, egemenlerin dünyasına girmek için, o dünyanın bir parçası olabilmek için zihninin ve bedeninin tüm sınırlarını zorlar. Yaptığı her şey tek bir takıntı tarafından güdülenmektedir: Şiddete kurban gitmiş çocukluğunun intikamını almak için başka biri olmak.
Louis sadece kişisel bir macerayı, bir hayalin hikâyesini ya da “kendini kurtarış”ını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda sınıf, güç ve eşitsizlikle bölünmüş bir toplumun canlı bir portresini çiziyor.
Sinematek/Sinema Evi, alanında uzman sinemacıların katılımıyla gerçekleşecek paneller, söyleşiler ve atölyelerin yer aldığı Sektör Buluşmaları’na 31 Mayıs ve 1 Haziran’da ev sahipliği yapacak.
Sinema Adası’nın organizatörlüğünde Sinematek/Sinema Evi’nde 31 Mayıs - 1 Haziran tarihlerinde dördüncüsü düzenlenecek olan Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları sektörde aktif çalışan veya sektöre girmek isteyen sinemaseverlerle profesyonelleri buluşturarak ulusal ve uluslararası sinemacılara ağ kurma imkânı ve erişilebilirlik sağlamayı hedefliyor.
Sinematek/Sinema Evi’nin avlusunda bu yıl da kurulacak Network Alanı, şirketleri sektör paydaşlarıyla bir araya getirirken katılımcıların bu alanda bulunan şirketlerle doğrudan iletişim kurabileceği bir ağ ortamı sağlayacak. Bu sene #BİZBİZE temasıyla yola çıkan etkinliğin, afiş tasarımı Arda Aktaş (Daire Creative) imzası taşıyor.
4. Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları kapsamında “Dizi Üretim Süreci: İstanbul Ansiklopedisi’’, “Güzel Bu Nasıl Sevdaymış / İlk Filmin Yaratım Serüveni’’, ‘’Hamdolsun Gönlümün Pasını Sildim / ‘Mukadderat’ Film Üretim Süreci”, “Yaratıcılığın Sınırlarında: Yapımcı-Yönetmen Sohbetleri”, “Sen Altınsın da Ben Tunç Muyum? / Sanatçı Sorumluluğu”, ‘’Kürtçe İçerik Üretimi / Televizyon, Sinema, Müzik”, “Ve Her Şey Değişir / MAX”, “Dijital Belgeseller”, “Bir Yârin Sevdası Beni Diyar Diyar Gezdirdi / Festivallerin Film Satışına Etkisi: MUBI-Başka Sinema”, “Güncel Sorunlara Bakış / Menajer ve Cast Direktörü Gözünden’’, “Çoktan Beri Yollarını Gözlerim / Sinemada Yapay Zekâ’’, gibi başlıklarda paneller düzenlenecek. Panellere Selman Nacar, Helin Kandemir, Canan Ergüder, Deniz Şaşmaz Oflaz, Murat Fıratoğlu, Özcan Alper, Gain, MUBI, Mine Güler, Önem Günal, Nimet Atasoy ve Kerem Özdoğan, Volkan Öge, Nadim Güç, Erdi Işık, Tayfun Pirselimoğlu, Nur Sürer, Rewşan, Armağan Lale gibi isimler konuşmacı olarak katılacak.
Ayrıca “Sosyal Medyada Film Üreticileri için Görünürlük Rehberi”, “İyi Anlat, İyi Anlaşılsın: Film ve Dizi Projeleri için Sunum Atölyesi” ve “Ürettikçe Dağılıyoruz: Film Var, Yol Arıyoruz” başlıkları altında atölyeler düzenlenecek.
4. Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları’nda Berlinale iş birliği ile Berlinale Kısaları Türkiye Özel Gösterimi yapılacak. Sektör Buluşmaları etkinliğine özel oluşturulan bu kısa film edisyonunda yer alan 7 kısa film, dört şehirde beş sinema salonunda eş zamanlı olarak seyirciyle buluşacak. Filmler İstanbul’da Sinematek/Sinema Evi’nde ve İBB Beyoğlu Sineması’nda, Ankara’da Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda, İzmir’de İzmir Film Lab iş birliği ile, Diyarbakır’da ise Mordem Sanat’ta gösterilecek.
4. Sinematek Günleri: Sektör Buluşmaları hakkında detaylı bilgiye buradan, biletlerine ise buradan ulaşabilirsiniz.
Ece Haskan ve Nathalie Rey’in eserlerini buluşturan “Oyun’a Davet” başlıklı sergi 28 Haziran’a kadar offgrid art project’te sanatseverlerle buluşuyor.
Küratörlüğünü Nilay Yerebasmaz’ın üstlendiği sergi, oyunu yalnızca bir çocukluk etkinliği değil, bastırılmış olanın ortaya çıktığı ve toplumsal normların dışına çıkılan bir alan olarak ele alıyor. Sergi izleyiciyi kimlik, hafıza ve arzu kavramları etrafında düşündürücü bir yolculuğa çağırıyor.
“Oyuna Davet”, sahneleme, performans ve bilinçaltına dokunan çalışmalarıyla izleyiciyi hem eğlenceli hem de rahatsız edici bir deneyime davet ediyor. Sanatçılar, oyunu kimi zaman bir sığınak kimi zaman bir yüzleşme aracı olarak sunarken; çocukluğun masumiyetinden bastırılmış travmalara uzanan çok katmanlı anlatılar kuruyor.
Ece Haskan sosyolog Erving Goffman’ın “Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu” adlı eserinde ortaya koyduğu performatif kimlik kuramından ilham alıyor, eserlerinde bireyin günlük hayatta üstlendiği roller, ona atfedilen sıfatlar ve benliğini sunma biçimleri üzerine odaklanıyor. Sanatçı, kişisel deneyimlerini, kolektif hafızada yer alan imgelerle harmanlayarak bireysel olanı toplumsal olanla buluşturuyor. Ece Haskan’ın resim ve otoportre çalışmalarında oyun, bireyin iç dünyasında bir sahneye dönüşüyor. “Dollhouse” adlı eser, yetişkin bir kadının gündelik yaşamını çocukluk referanslarıyla harmanlayarak mahrem bir evren kurarken, izleyiciyi gözlemci ve katılımcı pozisyonları arasında bir geçişe davet ediyor. “Kutu Kutu Pense – Arkadaşım Ece” adlı otoportre ise çocuklukta dışlanmışlık ve aidiyet temalarını, izleyiciyle doğrudan bir göz teması üzerinden empatik bir bağ kurarak ele alıyor. “Piñata” adlı otoportre yerleştirmesinde ise sanatçı, bedeni ve yaratıcı süreci arasındaki bağ üzerinden dönüşümün ve acının izini sürüyor.
Nathalie Rey’in işleri bireysel hafıza, kent yaşamı ve tüketim kültürü arasında dolaşırken, oyun temasını bir keşif alanına dönüştürüyor. COVID-19 pandemisinin kentte yarattığı yalnızlık hissine odaklanan “Le Solitaire” isimli yerleştirmede aynı isimli masa oyununda olduğu gibi, oyuncular birer birer taşları kaldırarak yalnızca tek bir taş kalana dek devam ediyor. Serginin girişinde yer alan “Otoportre” çalışması ise Rey’in bastırılmış çocukluk anılarıyla yüzleştiği simgesel bir anlatı olarak öne çıkıyor ve izleyiciyi doğrudan duygusal bir eşikten geçmeye davet ediyor. Tüketim kültürü ve bilinçdışının kesişiminde yer alan “Rabbits” yerleştirmesi ise pelüş tavşanlar, oyuncak silahlar ve hedef tahtaları aracılığıyla arzunun çelişkili doğasını hem eğlenceli hem de tehditkâr bir dille tartışmaya açıyor.
Künye:
1. Ece Haskan, Arkadaşım Ece, 50x150, tuyb
2. Nathalie Rey
Bu yıl 17’nci kez düzenlenecek İTEF – İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali, 28 Mayıs – 1 Haziran 2025 tarihleri arasında Türkiye’den ve dünyadan yazarları edebiyatseverlerle buluşturacak.
Bu yılın teması “Edebiyat Ne İşe Yarar?” olacak. İTEF 2025 kapsamında Almanya, Fransa, İngiltere, Kuzey Makedonya, Sırbistan ve Türkiye’den 15 sanatçı festivale konuk olacak. Ayfer Tunç, Büşra Naz Fırat, Dinçer Güçyeter, Ertuğ Uçar, Ezgi Tanergeç, Gordana Jović-Stojkovska, Ivan Antonovski, Kerry Drewery, Natasha Avramovska, Neva Altaj, Olga Martynova, Tarık Tufan, Véronique Maciejak, Žarko Kujundjiski ve Živko Grozdanoski festivalin sahnesinde olacak.
Her yıl bir meseleden yola çıkarak onu araştıran festival bu yıl “Edebiyat Ne İşe Yarar?” sorusunu araştıracak. Bu seneki afiş, Esra İlter Demirbilek’in çizimi ile oluşturuldu. İTEF 2025 festivalinin bu yılki destekçileri Almanya Federal Cumhuriyeti Başkonsolosluğu, Goethe Institut İstanbul, Tarabya Kültür Akademisi, Kuzey Makedonya Kültür Merkezi, Artemis Yayınları, Yan Pasaj Yayınevi, Olimpos Yayın Grubu ve Timaş Yayınları oldu.
İTEF 2025 – İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali'nin etkinlik programı ve detayları için festivalin sosyal medya hesaplarını ve web sitesini ziyaret edebilirsiniz.