
Ferit Karahan’ın yönettiği Okul Tıraşı, bugünden itibaren Youtube’da ücretsiz olarak izlenebiliyor.
71. Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünde FIPRESCI, Chicago Film Festivali’nde En İyi Film ve 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film gibi prestijli ödüllere layık görülen Okul Tıraşı, Youtube üzerinden herkesin erişimine ücretsiz olarak açıldı. Baskı mekanizmalarını çocukların gözünden anlatan filmde, Ferit Karahan izleyiciyi Türkiye’nin doğusundaki sert iklimin, sert disiplinin ve duygusal dayanışmanın iç içe geçtiği bir yatılı okula davet ediyor. Film, sistem eleştirisini güçlü bir sinematografi ve yalın bir hikâye anlatımıyla birleştirerek, izleyiciye hem duygusal hem düşünsel bir deneyim sunuyor.
Türkiye dağıtımını Videomite’ın üstlendiği filmin başrollerinde Ekin Koç, Mahir İpek, Cansu Fırıncı, Melih Selçuk ve olağanüstü performansıyla dikkat çeken çocuk oyuncu Samet Yıldız yer alıyor. Van’ın Bahçesaray ilçesindeki yerel halktan özenle seçilen çocuk oyuncular, filme güçlü bir gerçeklik katıyor.
Yatılı bir okulda geçen hikâye, hasta arkadaşını doktora ulaştırmaya çalışan Yusuf’un gözünden anlatılıyor. Çocuk gözünden büyüyen bir sistem eleştirisi, Okul Tıraşı’nı sadece bir dram değil, aynı zamanda politik ve insani bir anlatıya dönüştürüyor.
Okul Tıraşı’nı buradan izleyebilirsiniz.
Ferzan Özpetek’in 1970’li yılların Roma’sında prestijli bir terzi atölyesinde çalışan kadınların hayatlarını ve aralarındaki güçlü bağı anlattığı yeni filmi Elmaslar, 10 Ekim’de Türkiye’de vizyona giriyor.
Aralık 2024’te İtalya’da vizyona giren ve 2.6 milyonu aşan seyirci tarafından izlenerek kısa sürede zirvede yer edinen Elmaslar (Diamanti), Almanya, İngiltere, İspanya, Portekiz, Fransa, Amerika, Avustralya ve Japonya dahil olmak üzere toplam 63 ülkeye satıldı.
Özpetek’in senaryosunu iki kadın senarist Carlotta Corradi ve Elisa Casseri ile birlikte yazdığı filmde; Stefano Accorsi, Luca Barbarossa, Sara Bosi, Loredana Cannata, Geppi Cucciari, Anna Ferzetti, Aurora Giovinazzo, Nicole Grimaudo, Milena Mancini, Vinicio Marchioni, Paola Minaccioni, Edoardo Purgatori, Carmine Recano, Elena Sofia Ricci, Lunetta Savino, Vanessa Scalera, Carla Signoris, Kasia Smutniak, Mara Venier, Giselda Volodi ve Milena Vukotic rol alıyor.
Film, birbirini dinleyen, bakışlarla anlaşan, el ele tutuşarak zorlukların üstesinden gelen kadınların kardeşlik, dostluk ve birliktelik duygusunu derinlemesine perdeye aktarıyor.
İtalya’nın en çok okunan gazetesi Corriedella Sera’nın film eleştirmeni Paolo Meregetti, Özpetek için; “Ferzan Özpetek, Orson Welles için eğlenceli, harika bir oyuncak olan sinemayı, arzuladığı bir dünyayı anlatmaya yarayan sihirli bir değneğe dönüştürüyor” diye yazmış, iki kız kardeşin yönettiği, sağlam ve feminen Canova terzihânesindeki hikâyeyi, Özpetek’in gerçekleşen rüyası olarak tanımlamıştı.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 2007-2036 Bienal Sponsoru Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen 18. İstanbul Bienali, 20 Eylül’de kapılarını açıyor.
Üç yıla yayılan özgün yapısıyla dikkat çeken 18. İstanbul Bienali’nin ilk ayağı, 20 Eylül-23 Kasım arasında Koç Holding katkılarıyla ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek. Küratör Christine Tohmé’nin Üç Ayaklı Kedi başlığı altında kurguladığı bienal, 30’u aşkın ülkeden 47 sanatçının 100’ün üzerinde eseri, birbirine yürüme mesafesindeki 8 farklı mekânda gezilebilecek. Bienalde sergilere, performanslar ve film gösterimlerinden oluşan bir kamusal program eşlik edecek.
18. İstanbul Bienali ile ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Elhamra Han
İstiklal Caddesi'nde 1827 yılında şehrin ilk tiyatro salonlarından biri olarak inşa edilen Elhamra Han’ın ikinci katında bulunan iki daire 18. İstanbul Bienali kapsamında ilk kez sergi mekânı olarak kullanılıyor.
Sanatçılar: Mona Benyamin, Şafak Şule Kemancı, Jagdeep Raina, Riar Rizaldi, Lara Saab, Natasha Tontey, Sevil Tunaboylu
Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi
Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi 1869 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Aziz Vincent de Paul’ün Yardımsever Kızları Cemiyeti’ne yetimhane olarak kullanılması şartıyla tahsis edilmiş ve 1937 yılına kadar yetimhane ve ilkokul olarak hizmet vermiş. Artık kullanılmayan binanın bahçesi günümüzde “Tophane Mekân” adıyla kamuya açılmış bir sosyal tesis olarak işlev görüyor. Bahçe 18. İstanbul Bienali kapsamında sanatçı Khalil Rabah’ın yerleştirmesine ev sahipliği yapıyor.
Sanatçı: Khalil Rabah
Meclis-i Mebusan 35
1983 yılında inşa edilen Meclis-i Mebusan Caddesi’ndeki 35 numaralı binanın zemin katı da bu yıl bienal mekânı olarak kullanılıyor. Bina, 2013 ile 2019 yılları arasında şehirlerin geleceğini tasarlamaya yönelik küresel bir kent laboratuvarları ağı olan Studio-X’in İstanbul ayağına ev sahipliği yaptı. 2016 ve 2018 yıllarında İstanbul Tasarım Bienali’nin mekânları arasında yer alan bina, bienal kapsamında yeniden canlandırılıyor.
Sanatçılar: Eva Fàbregas, Pilar Quinteros, VASKOS (Vassilis Noulas & Kostas Tzimoulis)
Külah Fabrikası
Bir zamanlar dondurma külahı imalatı yapılan iki katlı, yüksek tavanlı bina; zanaatçı pazarları, sergiler ve konserler gibi çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan, dönüşüm geçirmiş bir sanat ve etkileşim alanı olarak 18. İstanbul Bienali’nde yer alıyor.
Sanatçılar: Doruntina Kastrati, Claudia Pagès Rabal
Zihni Han
Karaköy’de yer alan Zihni Han, 18. İstanbul Bienali kapsamında izleyicilere ilk kez kapılarını açıyor. Bir zamanlar ticaretin kalbinde, İstanbul’u Doğu Akdeniz’e bağlayan liman bölgesinde konumlanan bu beş katlı bina, bienal mekânlarından biri olarak kullanılmak üzere yenilendi.
Sanatçılar: Abdullah Al Saadi, Willy Aractingi, Karimah Ashadu, Chen Ching-Yuan, Ian Davis, Celina Eceiza, Pélagie Gbaguidi, Rafik Greiss, Jasleen Kaur, Valentin Noujaïm, Marwan Rechmaoui, Stéphanie Saadé, Sara Sadik, Sohail Salem, Elif Saydam, Selma Selman
Galeri 77
Karaköy’de yer alan ve eskiden bir depo olarak hizmet veren bu dört katlı binanın tamamı 18. İstanbul Bienali’nde sergi alanı olarak kullanılıyor.
Sanatçılar: Haig Aivazian, Ola Hassanain, Mona Marzouk, Dilek Winchester
Muradiye Han
Tamamlandığı 1914 yılından itibaren Karaköy ticaret hayatında önemli bir yer tutan bina, İstanbul’un işgali sırasında Fransız askeri güçleri tarafından kullanılmış ve Muradiye Karakolu olarak anılmaya başlamış. 2021 yılında restorasyon gören binanın zemin katında bienal kapsamında bir yerleştirme sergileniyor.
Sanatçı: Ana Alenso
Galata Rum Okulu
1885’te inşa edilen ve resmi olarak 1910 yılından 1988 yılına kadar Galata’daki Rum cemaatine eğitim kurumu olarak hizmet veren bina, 2012 yılında bir kültür-sanat mekânı olarak yeniden işlevlendirildi. İstanbul Tasarım Bienali’ne (2012, 2014, 2016), İstanbul Bienali’nin geçmiş edisyonlarından birkaçına (2013, 2015, 2017) ve çeşitli sergilere ev sahipliği yapan okul, 2019–2023 arasında geçirdiği kapsamlı restorasyonun ardından bu yıl yeniden bienal mekânları arasına katılıyor.
Sanatçılar: Nolan Oswald Dennis, İpek Duben, Ali Eyal, Simone Fattal, Lou Fauroux, Lungiswa Gqunta, Kongkee, Seta Manoukian, Merve Mepa, Naomi Rincón-Gallardo, Ana Vaz, Akram Zaatari, Ayman Zedani
Meryem Bayram’ın “Eponymous Object Anomalous” ve Timurtaş Onan’ın “Dönüşen Şehir” sergileri 18 Eylül’den itibaren Barın Han’da sanatseverlerle buluşuyor.
Anvers doğumlu Meryem Bayram’ın nesnelerin özerkliğini, konumunu ve karakterini keşfetme yolculuğunda yeni bir aşamayı işaret eden “Eponymous Object Anomalous” sergisi kapsamında gerçekleşecek aktivasyon tarihleri belirlendi. Birinci Nesne Aktivasyonu, 18 Eylül Perşembe günü saat 18.00’de Meryem Bayram ile koreograf Mustafa Kaplan katılımıyla gerçekleşecek. 25 Ekim Cumartesi günü ve 1 Kasım Cumartesi günü aktivasyonlar devam edecek ve 2 Kasım tarihine kadar enstalasyonlar Barın Han’ın 4. katında ziyaret edilebilecek.
Aktivasyon tarihleri:
18 Eylül Perşembe, 18.00
Meryem Bayram ile Mustafa Kaplan katılımıyla gerçekleşecektir.
25 Ekim Cumartesi, 15.00
Mustafa Kaplan katkılarıyla ve Ece Çamlı, Elif Aleyna Özdem, & Emre Şahin katılımıyla gerçekleşecektir.
1 Kasım Cumartesi, 15.00
Meryem Bayram ile Mustafa Kaplan katılımıyla gerçekleşecektir.
(*) Aktivasyon/Etkinleştirme: Meryem Bayram, koreograf Mustafa Kaplan'ı objeleri/enstalasyonları harekete geçirmesi için davet etti. Kaplan bu çağrıya, materyali geliştirmek üzere üç sanatçıyı davet ederek karşılık verdi.
18. İstanbul Bienali Paralel Etkinlikleri kapsamında gerçekleşen “Eponymous Object Anomalous”, Rossinant yapımcılığında, Platform 0090 ve Performistanbul iş birliğiyle üretilmiş, Flanders - State of the Art tarafından desteklenmiş ve Naz Kocadere Ulu’nun küratöryel desteğiyle gerçekleştirildi.
Fotoğraf sanatçısı Timurtaş Onan’ın yeni projesi “Dönüşen Şehir”, kentin değişimlerini, çelişkilerini ve yaralarını izleyiciye sunuyor.1980’lerden bugüne göç dalgaları, neoliberal ekonomi politikaları ve inşaat odaklı dönüşümle biçimlenen İstanbul; bir yandan çağların yükünü sırtında taşırken, diğer yandan her sabah yeniden kurulan bir sahneye dönüşüyor. Gökdelenler ve alışveriş merkezleriyle yükselen fiziksel inşa süreci, insani değerlerde ve birlikte yaşama kültüründe yaşanan çözülmeyle tezat oluşturuyor. Onan’ın fotoğrafları, şehrin ruhuyla birlikte salınan ve dönüşen insan manzaralarını, çarpıcı bir görsel dile dönüştürüyor.
“Dönüşen Şehir”, İstanbul’u; tesadüfün, bozulmanın ve geçiciliğin solgun dokusundan izliyor. Diana F+ ve 35mm analog kamerayla çekilen kareler, Lomography ve tarihi geçmiş diyapozitif filmlerin kullanımıyla; çapraz banyo tekniği sayesinde çizgileri kaymış, renkleri taşmış, rüya kırıntılarını andıran görüntülere dönüşüyor. Kaos ile ironiyi buluşturan bu görsel dil, kentin sürekli yeniden yazılan hikâyesinin de bir yansımasını sunuyor.
18. İstanbul Bienali Paralel Etkinlikleri kapsamında gerçekleşecek “Dönüşen Şehir”, 26 Ekim tarihine kadar Barın Han’ın 1. katında sergileniyor. Projeye eşlik eden sınırlı sayıda basılan kitap da sergi açılışında sanatseverlere sunuluyor.
Naz Can’ın “Bombyxmori’nin Kanadında” başlıklı kişisel sergisi 7-31 Ekim tarihleri arasında Arnavutköy Galeri Selvin’de sanatseverlerle buluşacak.
İpek iplikler üzerine Naz Can’ın kendi geliştirdiği teknikle yaptığı resimler “Bombyxmori’nin Kanadında” sergisiyle izleyicilerle bir araya geliyor. Naz Can, ipek böceğinin (Bombyxmori) yaşam döngüsünü tamamlayan bir duyguyla yaptığı resimlerini “Tuvalim, ölmüş ipek böceklerinin ağzından çıkan saf söz” diyerek tanımlıyor. Resimlerdeki karakterler, ipeğin uçucu görüntüsüne eklenirken düşün içinden çıkarcasına bulutsu ve düşsel bir etki yaratıyor.
“‘Tuvalim, ölmüş ipek böceklerinin ağzından çıkan saf söz’ diyor Naz Can. Üstünde düşünülecek bir cümle bu. Ölmüş böcek bir söz söyleyemeyeceğine göre söylenen sözler nedir bu sergide diye meraklanıyoruz. Sergiyi gezdiğimizde her yapıtın ayrı ayrı söylediği sözleri de hepsinin birlikte söylediği sözleri de işitiyoruz.
İpek böceği, kozasını örmeye başladığında bir başka hayatı da oluşturmaya başlar. Koza, yeniden doğumu hazırlayacak mezardır. Dut ağacının dallarında yavaş yavaş yürüyen tırtıl, rüzgârı kanatlarının altına alıp bir süre yakın gökyüzünün tadını çıkaracağı özgür bir yaşama geçeceği sırada, kozasının içinde değişimin düşlerini görürken, bir cinayete kurban gider. İnsan, tırtılın yirmi günlük ömrü içinde en çok on gün sürecek kelebekliğe olan özlemiyle üç günde ördüğü kozayı kelebekten önce ele geçirir, ipeğin sahibi olur.
Tırtılken, peygamber devesi gibi yırtıcı böceklerin avıdır, kelebek olduğunda küçük kuşların. Koza içindeyken ise insanın. Ötekiler karınlarını doyurmak için tırtılı öldürürken, insan kültür için öldürür.
Evet, ipek bir kültürdür. Binlerce yıldır insanın giysi için, tekstil için ürettiği dokumaların en değerli malzemesidir ipek. Bir kozadan kesintisiz elde edilen lif ortalama bin iki yüz metredir. Kendi ağırlığının üç-dört bin katını kopmadan taşıyabilir. Bu, Naz Can’ın bu sergideki işleri yaparken kullandığı orta boy bir fırçanın ağırlığına eşittir.
İpeğin bir kültür olması hem işlevi hem dokusu hem de insanın ona kattığı estetik sayesindedir. Giysi olur, halı, perde, masa örtüsü olur, kaftan olur bir kralın üstünde gösterir kendini, para kesesi olur zenginliği taşır. Kağıdından para bile yapılmıştır. Ameliyat ipliği olur sağlık getirir, paraşüt kumaşı olur insanı uçurur. Gittiği yollara kendi adını verir ve bir lif bulutsusu olarak Naz’ın tuvallerinde bambaşka duygular oluşturur.
Endüstrinin ve teknolojinin ipeği ile Naz Can’ın ipeği birbirinden farklıdır. Endüstri ipek böceğinin trajedisini unutturmaya çalışırken Naz Can, bu trajediye dikkat çeker. Binlerce lifin oluşturduğu yüzeye ipek böceğinin, kozanın, kozadaki özlemin, oluşamamış kanatların, oluşamamış kelebeğin düşlerinin izini yansıtır Naz. Kimi resimde uçucu çiçekler olarak güzel bir kızın saçlarına dolanır bu düşler, kimi resimde bir güvercinin saf beyazlığını gösterir. İpek uçucudur, hafiftir, ışıklıdır, ama doğa ressamın zihninde zıtlıklarla çalışabilir. İpeğin taşıyamayacağını sandığımız ağırlıklar sanat sayesinde hafifler, bu bulutsu yüzeyin üstünde uçucu bir hal alır. Ağır bir gergedan ya da fil bizi hafiflikleriyle gülümsetir, ressamın oyununa ortak eder.
Naz Can, ipeği bir yüzey olarak kullanırken doğa içinde hayat bulamamış kelebeği resimlerinde kanatlandırıyor, sanki ona borcunu ödüyor, ipek böceğinin yaşam döngüsünü sanatla tamamlıyor.”
Mehmet Zaman Saçlıoğlu
Roald Dahl’a benzetilen ve Dahl’ın vârisi kabul edilen David Walliams’ın okurlarını süpersonik bir maceraya götürdüğü kitabı Uzay Çocuğu, Adam Stower’ın resimleri ve İpek Şoran’ın çevirisiyle Can Çocuk’tan çıktı.
Uzay Çocuğu, 9 yaş ve üzeri okurları hayallerinin ötesinde bir maceraya götürüyor. Köhne, sıkıcı bir çiftlikte, Ruth her gece teleskopla yıldızlara bakar ve daha heyecanlı bir hayatın hayalini kurar. Derken, bir uçan daire mısır tarlasına çakıldığında, kendini heyecan verici bir maceranın ve tüm evreni kapsayan bir dostluğun içinde bulur.
“Tabii ki Uzay Çocuğu'nun gezegenlerarası bir yolculuk yapmadığını Ruth biliyordu. Uçan dairesi daha komşu çiftliğe varır varmaz yere çakılmıştı! Bu uzaylı numarasını daha ne kadar sürdürebilirlerdi? Daha ileri gittikçe, yalanları ortaya çıktığın da başları daha da beter belaya girecekti. Düşüncesi bile dayanılmazdı. Doktor Şok Ruth, Yuri (Ruth'un kucağındaydı) ve Uzay Çocuğu'nu kare şeklinde bir tel kafese benzeyen bir yere götürdü. Aslında bu bir asansördü. Doktor'un robot kolu uzandı, robot eli kapıyı açtı ve robot parmağı bir düğmeye bastı. Sonra da asansör tangırdayarak odanın ortasında gururla duran ROKETİN en tepesine kadar çıktı.”
Gazze ve Filistin’in yanı sıra farklı coğrafyalarda yaşayan 50’den fazla sanatçının eserlerini bir araya getiren “GAZZE BİENALİ - İSTANBUL PAVYONU: Elimde Bir Bulut”, 19 Eylül-8 Kasım tarihleri arasında Depo’da sanatseverlerle buluşacak.
Küratörlüğünü House of Taswir’in Gazze Bienali sanatçılarıyla birlikte üstlendiği sergi, 18. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor.
“GAZZE BİENALİ – İSTANBUL PAVYONU, Gazze ve Filistin’in yanı sıra farklı coğrafyalarda yaşayan 50’den fazla sanatçının eserlerini sunuyor. Küratörlüğünü House of Taswir’in Gazze Bienali sanatçılarıyla birlikte üstlendiği sergi, 18. Uluslararası İstanbul Bienali sırasında Depo’da ziyarete açık olacak.
2024 yılında Gazzeli sanatçılar, Ramallah Al Risan dağındaki Forbidden Museum Al Risan (Ramallah) iş birliğiyle, olağanüstü bir sanatsal direniş eylemi olarak Gazze Bienali’ni kuşatma altındaki bir kumsaldan başlattılar. O zamandan beri, dünyanın çeşitli yerlerindeki sanat kurumları, ulusal temsillerin yerine ulusötesi bir sanatsal yakınlık ve ittifak pratiğini ortaya koyan diasporik dayanışma eylemleriyle, Gazze Bienali Pavyonları’na ev sahipliği yapıyor.
Gazze’yi korkunç bir yıkıma sürükleyen soykırımcı savaş, zorla dayatılan kıtlık, Gazze ve Filistin’i hapseden kapalı sınırlar nedeniyle Gazzeli sanatçıların hemen hiçbiri seyahat edemiyor, eserleri fiziksel olarak nakledilemiyor. Buna yanıt olarak İSTANBUL PAVYONU, Gazzeli sanatçılar kolektifiyle birlikte ortak yaratım, hayalet yazarlık, tele-söyleşiler ve iş birliğine dayalı enstalasyonlar yoluyla sergi pratiklerini yeniden düşünüyor.
Başlangıcından bu yana yirmiden fazla uluslararası sanatçı, Filistinli sanatçıları desteklemek üzere eserlerini bağışlayarak GAZZE BİENALİ - İSTANBUL PAVYONU’na katıldı. Alfredo Jaar, Walid Raad, Shirin Neshat, Elisabeth Masé, Silvina Der Meguerditchian, Furkan Akhan, Khaled Tanji, Ghayath Almadhoun, Christine Gedeon, Michael Barenboim sergiye katılan bu sanatçılardan bazıları.
Video portreler, cep telefonu diyalogları, duvar yazıları, bir düşünürler masası, bir şiir festivali ve bir Yakınlıklar ve Uzak İş birlikleri Müzesi’nin ortaya çıkışı, sergide yer alacak farklı formatlardan bazıları. Bienal’in yedi haftası boyunca film gösterimleri, şiir akşamları ve Gazzeli sanatçılarla yerinde sohbetlerden oluşan bir kamusal program düzenlenecek.
Bu sergi, aile ve arkadaşların, meslektaşların ve sanatçıların desteği, spontane karşılaşmalar ve beklenmedik cömertlikler sayesinde gerçekleştirilebilmiştir.
‘Hiçbir savaş hayalperestlerin hayallerini durduramaz, hiçbir tahakküm mekanizması yaratıcıların kalplerindeki ve zihinlerindeki ışığı söndüremez.’”
Gazze Bienali Kolektif Bildirisi, 2024
“GAZZE BİENALİ - İSTANBUL PAVYONU: Elimde Bir Bulut” hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Künye: Yasmeen Al Daya, Hayat / Life, 2024. Heykel/sculpture, fırınlanmış toprak / kiln clay, değişen boyutlar / size variable. Sanatçının izniyle / courtesy of the artist
Çağdaş sanatın yenilikçi isimlerinden Peter Kogler’in “40 Yıllık Retrospektif” başlıklı sergisi, 18. İstanbul Bienali paralel etkinliği olarak Sevil Dolmacı İstanbul’da sanatseverlerle buluşuyor.
“40 Yıllık Retrospektif” sergisi, Peter Kogler’in 1980’lerdeki erken dönem bilgisayar destekli işlerinden 2000’lerin psikedelik video projeksiyonlarına ve güncel üretimlerine kadar uzanan sanat yolculuğunu bir araya getiriyor. Eserleri bugün MoMA (New York), Centre Pompidou (Paris), Mamco (Cenevre), Zagreb Çağdaş Sanat Müzesi ve ING Art Center (Brüksel) gibi dünyanın en önemli kurumlarının koleksiyonlarında yer alan Peter Kogler, bilgisayar destekli üretimlerin öncülerinden kabul ediliyor. Kogler, yalnızca optik illüzyonların ustası değil, aynı zamanda dijital çağın karmaşasını, bireysel ve kolektif hafızaları ve mekânın algısal sınırlarını yeniden tanımlayan bir sanatçı olarak dikkat çekiyor.
Inssbruck 1959 doğumlu olan ve 1980’lerden itibaren bilgisayarı sanatsal pratiğinin merkezine yerleştiren Kogler, grafik, mimari ve yeni medya arasında kurduğu köprülerle teknolojiyi yalnızca bir araç değil, sanatın üretim dili hâline getirdi. Sanatçının pratiğinde tekrar eden motifler öne çıkıyor; karıncalar, beyin kıvrımları, damarlar ve tüpler gibi. Bu görseller, bireyin toplumsal ağ içindeki rolünü, zihinsel süreçlerin karmaşık yapısını ve modern dünyanın görünmez veri akışlarını temsil eden güçlü metaforlar olarak işlev görüyor. Kogler’in enstalasyonları, mimari mekânları dönüştürerek izleyiciyi pasif konumdan çıkarıyor ve algılarını sorgulamaya davet eden aktif bir deneyim alanı yaratıyor.
Amerikan minimalizminden etkilenen sanatçı, bilgisayar destekli eseri Untitled I ile Prix Ars Electronica Ödülü’nü kazanarak uluslararası ölçekte dikkat çekti. O tarihten bu yana optik illüzyonları, tekrar ve ritim duygusunu etkileyici bir ifade aracına dönüştüren Kogler hem iki hem de üç boyutlu formlarıyla farklı disiplinlerde üretimlerini sürdürüyor.
Peter Kogler’in “40 Yıllık Retrospektif” sergisini 17 Ekim tarihine kadar Sevil Dolmacı İstanbul’da ziyaret edebilirsiniz.
Künye:
1. Untitled,2023_Fineartprint onto Mirrordibond Glossy Polyester Finishing Mounted onto Alucompound Alucore Contour Cutted_126x182cm
2. Untitled, 2022_digital print on alucore_210x 97 cm
3. 3x Untitled, 2019_Cast resin_ca. 40 x 27 x 30 cm
Turgut Yüksel’in plaza çalışanlarının gerçekte nasıl bir rutine mahkûm edildiklerini gösterdiği grafik romanı Yedi Ölümcül Gün, Desen Yayınları’ndan çıktı.
Bu roman; her gün aynı şeyleri yaşamaktan bezmiş ve tükenmiş bir grafikerin yedi gününe tanıklık ettirirken işçi-işveren arasındaki ilişkiye dürüstlük, gizlilik ve çıkar çatışması özelinde etik bir pencereden bakıyor. Her sabah aynı güne uyananların, nefret etse bile işe gitmek zorunda olanların, bilgi ve becerileri artmasına rağmen gelirleri devamlı azalanların; kısacası sizin, bizim, hepimizin can sıkıcı hayat rutinine röveşata çeken Yedi Ölümcül Gün, içinde bulunduğumuz sahte gerçekliğe ayna tutuyor. Okurda “İşte tam da benim yaşadıklarım...” hissini uyandırıyor.
Yüksel; bu kitabı için Antik Mısır dönemindeki duvar resimlerinde kullanılan kadim bir tekniği günümüze uyarlıyor, mitolojik motiflerle zenginleştirdiği çizgilerini modern siluetler eşliğinde özgün bir stilde buluşturuyor.
“Büyük bir şirket, bir grafiker, yedi gün.
Kirli işler; her gün aynı şeyler, aynı duygular, aynı ölümler...
Tuhaf bir varlık: Seri katil mi, hayal mi, gerçek mi?”
KüçükÇiftlik Park, bu yıl üçüncüsünü düzenlediği +1 Sunar: Oktober in İstanbul ile 10, 11 ve 12 Ekim’de müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.
+1 katkıları ve URU organizasyonuyla düzenlenen +1 Sunar: Oktober in Istanbul, üç gün boyunca Büyük Ev Ablukada, Pinhani, Yüksek Sadakat, Yeni Türkü, Kargo, Selin gibi sevilen isimlerin konserleri ve DJ performanslarıyla müzikseverleri bir araya getirecek. Etkinlik katılımcılarına dekorlardan kostümlere, tematik yeme içme alanlarından kesintisiz müziğe, yarışmalardan oyunlara kadar her detayıyla eksiksiz bir festival deneyimi sunuyor.
+1 Sunar: Oktober in İstanbul’un bu yılki sahnesi 10 Ekim akşamı Büyük Ev Ablukada’nın enerjik şovuyla renklenirken aynı gün pop müziğin son dönemde yıldızı parlayan isimlerinden Selin’i ve İstanbul alternatif rock sahnesinin yükselen gruplarından Mojave’yi de ağırlayacak. 11 Ekim’de Pinhani’nin çok sevilen şarkıları hep bir ağızdan söylenirken öncesinde rock müziğimize damga vuran gruplardan Kargo, “Emir Yargın: Klas Pop” projesiyle Emir Yargın ve son dönemin dikkat çeken alternatif rock gruplarından Belki Biraz sahne alacak. Festivalin son gününde ise rock müziğin köklü gruplarından Yüksek Sadakat, her kuşağı şarkılarında buluşturan efsanevi grup Yeni Türkü, elektro pop ikilisi Soft Analog ve alternatif rock sahnesine yeni bir soluk getiren JÖN grubu İstanbullularla buluşacak.
+1 Sunar: Oktober in İstanbul’un biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.