
Emi Yagi’nin kadınların özellikle işyerlerinde karşılaştığı ayrımcılığa işaret ederken günümüz Japonya’sının en büyük sorunlarından olan yalnızlığın varabileceği boyutları ele aldığı romanı Boşluğun Güncesi, Ali Volkan Erdemir’in çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktı.
Osamu Dazai Ödülü’nü kazandıran ve yirmi iki dile çevrilen Boşluğun Güncesi, düşsel bir atmosfere ve sıra dışı bir üsluba sahip. Karton boru imal eden bir şirketin tek kadın çalışanı olan Shibata için o gün de diğer günlerden farksızdır. İşyerindeki sorumlulukları meslektaşlarının aksine kahve ikramı, mutfak temizliği, şirketi ziyaret eden müşterilerin getirdiği tatlıların dağıtımı gibi adı konmamış farklı kalemler de içeren Shibata, katıldığı bir toplantı sonrası kirli kahve kupalarını temizlemeyi reddeder, hamile olduğunu ve bu kokulara artık katlanamadığını söyler. Çalışma arkadaşları şaşırsalar da durumu kabullenirler. Fakat bilmedikleri bir şey vardır: Shibata hamile değildir.
Şimdi ikna edici görünmek için önünde dokuz aylık bir süreç vardır ve genç kadın çok geçmeden durumun gereklerine kendini kaptırıverir: karnına doldurduğu havlular, bebeğin aylık gelişimini takip ettiği Anne Bebek Uygulaması, aldığı kiloları vermek için kaydolduğu hamile aerobiği sınıfı... Çok geçmeden gerçek ile yalan arasındaki çizgi incelmeye başlar. Shibata içinde büyüyen yalnızlığıyla barışmak ile onun dayattığı gerçekliğe teslim olmak arasında bir seçim yapmalıdır.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu üstlendiği Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, 9 Mayıs-22 Kasım 2026 tarihleriarasında düzenlenecek 61. Uluslararası Sanat Sergisi’nde Nilbar Güreş’in sergisine ev sahipliği yapacak.
Şiirsel, eleştirel ve nükteli bir yaklaşımla farklı kültürel sembollere, toplumsal eşitsizliklere ve kimlik meselelerine odaklanan eserleriyle tanınan Nilbar Güreş’in sergisinin küratörlüğünü Başak Doğa Temür üstlenecek. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda yer alacak sanatçı; sanat tarihçi ve akademisyen Dr. Ceren Özpınar, küratör, akademisyen ve yazar Chus Martínez, küratör Öykü Özsoy Sağnak ile küratör ve yazar Ulya Soley’den oluşan Danışma Kurulu’nun önerisiyle belirlendi.
Oy birliğiyle alınan kararın gerekçesi şöyle paylaşıldı: “Nilbar Güreş’in toplumsal cinsiyet, kimlik, kültürel bellek gibi meseleleri zekice, empati duygusuyla, hassasiyetle ve çarpıcı bir görsel dille ele aldığı disiplinlerarası pratiği; heykel, enstalasyon ve resimden fotoğraf, kumaş, video ve performansa uzanıyor. Güreş’in hem şiirsel bir evren yaratan hem de hâkim bakış açılarına meydan okuyan pratiği, ötekileştirilmiş topluluklara görünürlük kazandırırken Türkiye’nin karmaşık toplumsal dokusundaki köklerine de sıkı sıkıya bağlı kalıyor.
2026 yılında düzenlenecek 61. Venedik Sanat Bienali için küratör Koyo Kouoh, In Minor Keys (Minör Tonlarda) başlığını seçti. Nilbar Güreş’in çalışmaları da dayanıklılık ve direnç gibi değerleri barındırmasının yanı sıra, daha alçak ve zarif seslerin mevcut egemen anlatıları sekteye uğratabildiği alanlar yaratıyor. Sanatçının eserlerinin uluslararası yankıları ve engin ifade dağarcığı onu, Türkiye’yi Venedik Bienali 61. Uluslararası Sanat Sergisi’nde temsil edecek istisnai bir seçim olarak öne çıkarıyor.”
Künye:
1. Nilbar Güreş
2. Başak Doğa Temür
Kültürel ve sanatsal deneyimlerin yaşlanmaya nasıl etkileri olduğunu hiç düşündünüz mü?
Epigenetik cilt bilimi, dış etkenler, beslenme düzeni, stres ve yaşam stili gibi çeşitli faktörler sebebiyle gerçekleşebilen gen aktiviteleri üzerindeki değişimleri araştırır. Bu bakış açısı yaşlanmayı deneyimlerin hücrelerimizde bıraktığı izlerle şekillenen estetik bir süreç olarak yeniden tanımlar.
Epigenetik biliminden beslenen bu bakış açısı, yaşlanmayı biyolojik bir süreçten çok sanata yakınlaştırır. İnsan ömrü, bir resim gibi katman katman işlenir, her deneyim yeni bir fırça darbesi bırakır. Sanatla temas eden bireyin yaşlanması da farklılaşır. Bir tabloya bakan göz yalnızca görmez, o hafızanın hücrelerine işler. Bir melodiyi dinleyen kulak yalnızca işitmez, titreşim bedene karışır. Şiirlerin duygusal etkisi, tiyatro sahnesindeki katarsis ya da bir dansın ritmik hareketi; yalnızca ruhu değil, genlerin aktivitelerini, gençlik fonksiyonlarını da etkileyebilir.
Sonuçta yaşlanma, biyolojik bir süreçten ziyade estetik bir yaratım süreci gibi görülür. Her an, bir tabloya eklenen yeni bir renk, bir heykelin tamamlanmamış yüzeyi ya da bir melodinin eksik notası gibi düşünülebilir. Belki de en güzel yanı, hiçbir sanat eserinin tamamlanmamış olmasıdır. Yaşlanmak da tam olarak böyle: daima oluş hâlinde, daima yeni bir yaratım süreci. NIVEA Cellular Epigenetics Serum, Epigenetik cilt biliminin gücünü günlük bakım rutininize katarak sadece 2 haftada cilt saatinizi tersine çevirir* ve daha genç görünen bir cilt sağlar.
Epigenetik cilt bilimi dış etkenlerin genç genlerin aktivitelerine etkilerini ve bu etkilerin yaşlanma sürecine etkisini araştırır. Bu araştırmalar sonucunda biyolojik yaşımızın kronolojik yaşımızın önüne geçmesine sebep olabileceğini ortaya koyar. Bu bakış açısıyla geliştirilen NIVEA Cellular Epigenetics Serum, 15 yılı aşkın araştırmaların sonucu olan NIVEA’nın en güçlü yaşlanma karşıtı içeriği EPICELLINE® ile cildin gençlik fonksiyonlarını destekler. Klinik olarak kanıtlanmış sonuçlar, EPICELLINE®’in daha genç bir cilt görünümü için yaşlanma karşıtı, destekleyici ve yenileyici etkisini ortaya koyar.
Böylece, Yeni NIVEA Cellular Epigenetics Serum Epigenetik cilt bilimin sunduğu imkânları ve EPICELLINE®’i günlük cilt bakım rutinine taşırken, daha genç ve canlı bir görünüm için sadece 2 haftada cilt saatini tersine çevirir* ve deneyen kadınların %98’inde kanıtlanmış daha genç cilt görünümü sağlar**.
*2 haftada ciltteki farklı yaşlanma belirtilerinin azalmasına yardımcı olur. Bağımsız araştırma kuruluşu, 40 kadın, klinik ve kişisel skorlama, 2024.
**Bağımsız klinik çalışma, 43 kadın, 2024.
Dirimart, Austin Eddy’nin “Galata Sunset” başlıklı kişisel sergisini 2 Ekim-2 Kasım tarihleri arasında Pera’daki mekânında sanatseverlerle buluşturacak.
“Galata Sunset” sergisi, sanatçının 2024 yazında İstanbul’a yaptığı ziyaretten ilhamla Brooklyn’deki atölyesinde ürettiği yeni resimlerini bir araya getiriyor. Austin Eddy, İstanbul’un dokusu ve ışığından beslenerek figürler ile soyut biçimleri buluşturuyor; gündelik yaşamın şiirselliğini hikâye anlatımına açık ve renk yönelimli bir üslup ile yansıtıyor. Sanatçının çalışmaları, gündelik deneyimlere özgü lirizmi özgün bir görsel dille aktarırken biçim ve hissiyat arasındaki ilişkiyi öne çıkarıyor. Stilize edilmiş formlar ve katmanlı yüzeyler kullanarak izleyicide güçlü çağrışımlar uyandıran Eddy, duyguların, ilişkilerin ve doğanın soyut tasvirlerini resimsel bir alfabeye dönüştürüyor. Kuşlar ve organik şekiller gibi tekrar eden motifler, sanatçının anlatısında hem tanıdık hem de sezgisel bir dilin oluşmasına aracılık ediyor.
Eddy’nin keskin kenarlarla gevşek fırça izlerini buluşturduğu tuvalleri, biçim ile renk arasında şiirsel bir gerilim yaratıyor. Renk, sanatçının çalışmalarında kimi zaman anlatıyı yapılandıran taşıyıcı bir unsur, kimi zamansa yalnızca belirli bir ruh hâlini açığa çıkaran bir ifade aracı olarak öne çıkıyor. Dikey ve yatay düzlemler üzerine kurulu kompozisyonları, figüratif ile soyut arasında salınarak izleyiciyi resmin içinde gizlenen anlatının izlerini keşfetmeye davet ediyor.
“Galata Sunset”te yer alan eserler, Austin Eddy’nin renklerle biçimlendirdiği atmosferlere izleyiciyi çekme arzusunu yansıtıyor. Sergide gölge ve ışık ilişkisi biçimsel sınırlara bağlı kalmaksızın, resmin tüm yüzeyine yayılan renk blokları aracılığıyla kuruluyor. Her bir tuval, içsel bir manzaranın, bir duygunun ya da geçici bir ruh hâlinin soyut bir düzlemde bedenselleşmiş kaydı niteliğinde. Sanatçının yaklaşımı doğrudan ve içgüdüsel görünse de bu sezgisel tavır yapısal bir bilinç ve formal bir disipline dayanıyor. Sanatçı, evrensel olarak algılanabilen duygular ile son derece kişisel anlamları eşzamanlı olarak görünür hâle getiriyor.
Sanatçı, işlerine isim verirken doğadan, günün belirli zamanlarına dair gözlemlerinden ve kişisel deneyimlerinden ilham alıyor –tıpkı “Galata Sunset” sergisinin, Austin Eddy’nin 2024 yazında İstanbul ziyareti sırasında karşılaştığı metinsel bir ifadeden esinlenerek şekillenmesi gibi. Bu başlıklar, izleyicinin resimlerle kurduğu bağı güçlendirirken onlara duygusal bir yön de kazandırıyor. Doğayı, hafızayı ve gündelik deneyimleri renk ve biçim yoluyla soyutlayan Eddy, kendi içsel manzaralarını evrensel bir duygu diline dönüştürüyor.
Yazar Luca Tortolini ve çizer Marco Somà’nın çocuklara hayal kurmanın, üretmenin ve paylaşmanın önemini anlattıkları kitapları Bir Okul Düşün, Hilâl Aydın La Spisa’nın çevirisiyle Uçanbalık’tan çıktı.
4 yaş ve üzeri okurlar için hazırlanan bu resimli kitap bir binayı “okul” yapan unsurları sıcacık bir öykü eşliğinde ele alıyor. Hayat boyu öğrenme ekseninde okulun anlamı ve değeri üstüne düşündürüyor; birlikte yaşama kültürü bağlamında okulun birleştirici ve bütünleştirici gücünü gösteriyor.
Okul, sadece dört duvarı olan bir yer değil; dünyaya açılan, merakı besleyen, arkadaşlıkları filizlendiren bir kapıdır. Her şeyden önce iyi bir insan olmayı öğreniriz okulda. Sonra hatalarımızı kabul etmenin ve onlardan ders çıkarmanın yollarını. Peki, eğer okul olmasaydı hayatımız nasıl olurdu hiç düşündünüz mü?
Elektronik müziğin dünyaca ünlü ikilisi ARTBAT, 11 Ekim Cumartesi akşamı Bonus Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak.
Kiev’li prodüktörler Artur ve Batish tarafından kurulan ARTBAT, Bonus Parkorman sahnesinde İstanbullu hayranlarıyla bir araya gelmeye hazırlanıyor. Etkinlik, sadece müzik performanslarıyla değil; dev LED ekranlar, özel sahne tasarımı ve etkileyici görsel şovlarla da katılımcılara unutulmaz bir deneyim sunacak. Konserin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Kısa sürede elektronik müzik dünyasında küresel bir fenomen hâline gelen ARTBAT, Mixmag tarafından “Yılın Yıldızları” seçildi, Beatport listelerinde en çok satan sanatçılar arasında zirveye yerleşti. “Age of Love” gibi hit parçaları ve David Guetta, Idris Elba gibi isimlerle yaptıkları iş birlikleri, elektronik müzikteki güçlü konumlarını pekiştirdi. Tomorrowland ve EDC gibi dünyanın önde gelen festivallerde sahne alan ARTBAT, aynı zamanda kurucuları oldukları UPPERGROUND plak şirketiyle vizyoner sanatçıları destekliyor.
Line-up:
ARTBAT
Avalan Rokston
Baset
Fred Lenix
Mert Harmankaya
G-Art Galeri, Yasemin Şenel’in “Kargaşa / Pêle-Mêle / Disorder” başlıklı kişisel sergisini 15-26 Ekim tarihlerinde Artweeks İstanbul’da, 28 Ekim-22 Kasım tarihlerinde ise G-Art Galeri Çukurcuma’da sanatseverlerle buluşturacak.
1975’lerden bu yana İstanbul’dan Liège’e, oradan uluslararası sanat sahnelerine uzanan üretiminde Yasemin Şenel, figüratif anlatımı, renklerin beklenmedik uyumu ve mitolojik göndermeleriyle kendine özgü bir görsel evren kurdu. Sergide yer alan eserler, izleyiciyi bir karnavalın içine davet ediyor. Hayal gücünün mutlak hâkimiyetinde şekillenen bu evrende renkler, figürler ve semboller farklı hikâyelerin kapısını aralıyor. Doğa ruhları, tanrılaştırılmış kadın figürleri, kuşlar, yılanlar, maskeler ve iskeletler iç içe geçiyor; şiddetin içinde masumiyet, korkunun derinliklerinde zarafet beliriyor. Bu çarpıcı zıtlıklar, Şenel’in resimlerinde hem cezbedici hem de rahatsız edici bir atmosfer yaratıyor.
“Kargaşa / Pêle-Mêle / Disorder” başlıklı sergiyi, 15-26 Ekim tarihleri arasında Artweeks İstanbul’un XII. Edisyon kapsamında The Ritz-Carlton Residences İstanbul B Blok’ta, ardından 28 Ekim-22 Kasım tarihleri arasında G-Art Galeri Çukurcuma’da ziyaret edebilirsiniz.
Künye:
1. Aslan,Kelebek ve genç kiz 35x50cm karisik teknikkagit üzerine 2025
2. Pembe Panter 70x90cm, akrilik tuval üstüne, 2024
3. Kelebekler ve Kizil deri 29,7x21cm, akrilik kagit üzerine, 2024
Henrik İbsen’in klasik eserinin Tiyatro CİRCA tarafından modernize edilmiş bir versiyonu olan, başrollerini Tuğçe Altuğ ve Deniz Celiloğlu’nun paylaştığı Nora (Bir Bebek Evi) yeni sezonda da izleyiciyle buluşmaya devam ediyor.
Nora (Bir Bebek Evi), 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde başladığı yolculuğuna devam ediyor. Oyunda Tuğçe Altuğ ve Deniz Celiloğlu’na Gözde Kırgız, Jak Cem Avnayim, Emrah Özdemir eşlik ediyor.
İyi bir eşe ve iki çocuğa sahip Nora, hayatının iniş ve çıkışları içinde toplumun aile ideallerini sürdürmeye çalışırken ataerkil düzenin katmanları bir bir çözülüp karşısına dikilir. Kendine biçilen pasif rolle yaşamını sürdüremeyeceğini anladığında ise bildiği her şeyi ardında bırakmayı göze alarak bilinmeze doğru yola çıkar.
Nora (Bir Bebek Evi) yeni versiyonuyla 4 Ekim’de Ankara Sanat Tiyatrosu Bilkent Sahne’de 15 Ekim’de Baba Sahne’de sahnelenecek.
Habip Aydoğdu’nun 2000-2025 yılları arasında ürettiği eserlerden oluşan “Yaşanmamış Tarihe Notlar: Habip Aydoğdu ile Belleğin Kıyılarında” başlıklı sergi, 14 Aralık’a kadar CerModern’de sanatseverlerle buluşuyor.
Küratörlüğünü Mustafa Ağatekin’in üstlendiği sergi, Habip Aydoğdu’nun 25 yıllık üretiminden seçilmiş eserleri kronolojik bir kurguyla sunuyor. Sergi, Aydoğdu’nun resimlerinde 2000’li yıllardan itibaren öne çıkan yazı ve kelimelerin, yalnızca estetik bir unsur değil; aynı zamanda belleğe düşülmüş bir not, geleceğe gönderilmiş bir mesaj olarak nasıl varlık kazandığını gözler önüne seriyor. Sanatçının eserlerinde kimi zaman renklerin arasına sızan kimi zaman da bir haykırış gibi belirginleşen bu sözcükler, kişisel ve toplumsal hafızayla kurulan derin diyaloğun görsel tanıkları niteliğinde.
“Yaşanmamış Tarihe Notlar” sergisi, kronolojik bir kurguyla sunulan eserler üzerinden Aydoğdu’nun kendi coğrafyasıyla ve farklı kültürlerle kurduğu sanatsal ilişkiyi takip etme imkânı sunarken, izleyiciyi yalnızca geçmişin izlerini sürmeye değil, henüz yaşanmamış bir tarihin ipuçlarını aramaya da davet ediyor.
ArtRedCo, yedi sanatçının özgün küratöryal kurgularıyla şekillenen “Meşrutiyet 76” başlıklı yeni sergisini, 25 Ekim’e kadar Pera’daki tarihi binada sanatseverlerle buluşturuyor.
Adını Pera’daki tarihi bir binanın Meşrutiyet Caddesi üzerindeki adresinden alan sergide; Fatih Alkan, Vahap Avşar, Alper Aydın, Aytuğ Aykut, Serkan Özkaya, Vahit Tuna ve Yuşa yer alıyor. Yedi katlı yapının her katı, izleyiciyi yedi sanatçının zihninden süzülen ve katlar arasında değişip derinleşen bir yolculuğa davet ediyor. Sergi, yedi katlı yapının her katını, yedi sanatçının özgün dünyalarına dönüştürüyor. Ortak bir tema yerine, birbirinden bağımsız projelerle zenginleşen bu çok katmanlı anlatılar, izleyiciyi farklı ritimler ve atmosferler arasında yolculuğa çıkarıyor. Sergi, “birlik” arayışından çok, “yan yana gelebilirlik” fikrinden besleniyor; farklı ifadelerin, bir yapı içinde geçici bir ortak zeminde nasıl var olabileceğini araştırıyor.
Her sanatçının kendi küratoryal yaklaşımıyla şekillendirdiği bu sergi, izleyiciye yalnızca katlar arasında fiziksel bir dolaşım değil, aynı zamanda düşünsel bir geçiş alanı sunuyor. Mikroplardan yaban domuzlarına, simyevi dağlardan aynalı odalara ve ekolojik döngülere uzanan işler, çok katmanlı ve özgün anlatılar kurarken; izleyiciyi sabit bir bakışa değil, katlar arası geçişlerle yön değiştirmeye davet ediyor. Ortak bir tema etrafında birleşmek yerine, farklı düşünsel ve estetik arayışların yan yana gelebilme ihtimaline odaklanan sergi, bir bütünlük iddiasından çok, çoksesliliğin geçici ve verimli bir zeminde nasıl var olabileceğini sorguluyor.
“Meşrutiyet 76”da yer alan her sanatçı, yalnızca kendi pratiğini değil, aynı zamanda kişisel kavramsal evrenini de mekâna taşıyor. Fatih Alkan, üretim, paylaşım ve diğerkâmlık gibi kavramları merkeze alarak resim, heykel ve enstalasyonlarında otoriteye karşı alternatif yaşam biçimleri arıyor. Vahap Avşar, aynayla kaplı bir odada “Uyuyan Dev” serisiyle, asfaltla boyanmış gazetelerle kaplı diğer bir mekânda ise yıkıntılardan dönüştürdüğü “Infestation” adlı domuz heykelleriyle, kırılganlık ve direnç arasında salınan bir karşılaşma öneriyor. Sanatçının Malatya’da depremde yıkılan evlerden toplanan buluntu demir ve aletlerle üretilen bu heykelleri, içlerine yerleştirilen renkli cam nesneler ve ışıkla birleşerek hem enkazın hem de yaşanmışlıkların izlerini görünür kılıyor.