
175 yıllık geçmişiyle dünyanın prestijli bale topluluklarından Gürcistan Devlet Balesi, Pyotr Tchaikovsky’nin ölümsüz eseri The Nutcracker (Fındıkkıran)’ı ocak ayında PIU Entertainment organizasyonu ile Türkiye’de sanatseverlerle buluşturacak.
Efsanevi sanatçı Nina Ananiashvili’nin sanat yönetimi ve koreografisi ile sahnelenecek The Nutcracker, 17 Ocak’ta Zorlu PSM, 18 Ocak’ta ise ATO Congresium sahnesinde izleyici karşısına çıkacak. Köklü tarihiyle Kafkasya’nın önemli sanat kurumlarından biri olan Gürcistan Devlet Balesi, bugüne dek dünyanın dört bir yanında sahne aldı. New York Times tarafından “kusursuz” olarak nitelendirilen topluluk, 2008 yılında Edinburgh Uluslararası Festivali’nde kazandığı Herald Angels Ödülü ile uluslararası başarısını taçlandırdı. 2024’te Londra Coliseum’daki gösterileriyle de büyük yankı uyandıran topluluk, her sahneye çıktığında zarafet ve gücü bir arada sunuyor. Gösterinin sanat yönetmeni ve koreografı Nina Ananiashvili, Bolshoi Ballet ve American Ballet Theatre’ın eski baş balerini olarak dünya bale tarihine adını yazdırmış bir isim. Daily Telegraph tarafından “gelmiş geçmiş en büyük 12 balerin” arasında gösterilen sanatçı, 2002’de US Dance Magazine tarafından “Yılın En İyi Balerini” seçildi.
Simbart Projects, Medine İrak’ın “Sınırların Ötesinde” başlıklı kişisel sergisini 12 Eylül-1 Kasım tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
“Sınırların Ötesinde” sergisi, kuş figürü üzerinden insanın doğayla kurduğu ilişkiyi, kent belleğiyle olan bağını ve kamusal alandaki temsiliyet biçimlerini tartışmaya açıyor. Kuşların yalnızca doğal varlıklar değil, aynı zamanda özgürlüğün, hafızanın ve toplumsal bilinçlenmenin taşıyıcıları olması üzerine yoğunlaşıyor.
“Kuş, en yalın hâliyle özgürlüğü temsil eder; yönü yoktur ama yolu vardır. Ne sınırlara uyar ne duvar tanır. İnsan ise doğaya çizgilerle yaklaşır: yapılar, isimler, aidiyetler kurar.” Sanatçı bu sergide sınırın kuşla teması, kuş yuvası ve kuş sarayları gibi simgeleri merkeze alarak, doğa ile insan arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Bu ilişkinin kırılgan, müdahaleci ve çoğu zaman romantize edilmiş doğası sorgulanıyor. Doğal olanın işlevselliğiyle insan eliyle inşa edilen gösterişli yapıların karşıtlığı, izleyiciye sade olanın bilgeliğini yeniden hatırlatıyor.
Kuş yuvaları doğanın ihtiyaca dayalı zekâsının, kuş sarayları ise insanın estetikle sarılmış iktidar arzusunu temsil ediyor. Sergi bu iki yapı tipi arasında bir sınır değil, bir geçiş alanı kuruyor. Her eser, bu sınırı aşmaya ya da ona yaklaşmaya dair bir öneri sunuyor. Sergi aynı zamanda mekân kuramları, posthümanist düşünce ve ekosanat yaklaşımlarıyla doğa-insan ilişkisini farklı katmanlarda yeniden okuyor. Kuşun göçü, sadece mevsimlerin değil; bellek, politika ve aidiyetin de yer değiştirmesini ifade ediyor.
“Sınırların Ötesinde” sergisi kuşun bakışını benimsemeye, yukarıdan ve özgürce düşünmeye alan açıyor. İrak, mimariyle temsiliyetin, hafızayla mekânın iç içe geçtiği çok katmanlı doğanın kendi belleğini yuvalarda, göç yollarında, unutulmuş seslerde görünür kılıyor. Bu görünürlük, ekolojik düşünceyle geçmişin ve geleceğin iç içe geçtiği bir zamana işaret ediyor. Bir düşünme alanı yaratırken, izleyici de semboller aracılığıyla doğa ve bellek arasında bir diyalog kurmaya davet ediyor.
Avusturya’da neredeyse 50 yıldır “teknolojik sanatlar alanında” dünyanın en saygın festivali ve platformu olarak kabul edilen Ars Electronica, Zorlu PSM ve Piksel.Creative Solutions partnerliğiyle Diageo Türkiye’nin ana sponsorluğunda 21-28 Ekim tarihleri arasında Zorlu PSM’de gerçekleşecek.
Zorlu PSM ve Piksel.Creative Solutions partnerliğiyle düzenlenen Ars Electronica, Diageo Türkiye’nin ana sponsorluğunda Zorlu PSM’nin farklı sahne ve alanlarını dönüştürerek izleyicilere benzersiz bir deneyim sunacak. Sergi, mekânsal enstalasyonlardan ekran tabanlı işlere, ses ve ışığın sınırlarını zorlayan performanslardan atölyelere kadar uzanan geniş bir programla katılımcılarla buluşacak.
Ars Electronica İstanbul hem bir sergi hem de uluslararası sanatçıların işlerini İstanbul’a taşıyan, Türk sanatçıların yaratıcı projelerini de dünyaya taşıyan dijital bir sanat platformu olarak kültür sanat dünyasında dikkat çekiyor. Sanatseverler için de sanat, teknoloji ve toplumun iç içe geçtiği özgün bir buluşma noktası olan Ars Electronica İstanbul, Zorlu PSM’de sekiz gün boyunca misafirlerine dijital sanat deneyimi yaşatacak.
Mekânı titreşim ve rezonansla dönüştüren, adeta canlıymış gibi hareket eden hipnotik kinetik heykeli Cycloïd-E ile Cod.Act, etrafımızı saran ama görünmeyen elektromanyetik dalgaları, bir şelaleyi andıran bir ışık ve ses performansına dönüştüren Marc Vilanova’nın Cascade’i, hiper-gerçeklik ve yapay zekâ üzerine düşündüren Martyna Marciniak’ın Anatomy of Non-Fact’ı, iklim krizini canlı alg kültürleri aracılığıyla görünür kılan Noor Stenfert Kroese’nin Fading Colours enstalasyonu bu yılki edisyonda öne çıkan eserler arasında yer alacak.
Uluslararası sahnenin en yaratıcı stüdyolarından Universal Everything ise izleyiciyi hareketle etkileşime giren, bedenin jestleriyle şekillenen büyüleyici bir dijital evrenin parçası olmaya davet eden interaktif işiyle sanatseverlerle buluşacak.
Ars Electronica İstanbul, bu yıl da İmelda Kuyumcu-Gözde Betülay Yorulmaz’ın ikilisi ve Ceren Su Çelik’in yeni çalışmaları, yapay zekayla Türk kahvesi falını bir araya getiren Future Visioning işiyle Özcan Ertek gibi Türkiye’den genç yetenekleri uluslararası bir platforma taşıyarak, onların dünya sahnesinde parlamasını sağlayacak.
Sergiye eşlik eden canlı performanslar, izleyiciyi sanat ve teknolojinin kesiştiği büyülü anlara davet edecek. Özellikle bit.studio’nun doğanın ritmini dijital formlarla kaynaştırdığı Flock Off isimli performansı festivalin unutulmaz deneyimlerinden birine sahne olacak.
Sergi boyunca düzenlenecek konuşma programları, sanatçıların ve küratörlerin bakış açılarını paylaşarak zengin bir tartışma ortamı yaratırken; atölyeler yeni nesillere teknoloji ile yaratıcı ilişki kurmanın yollarını keşfettirecek.
Lucia Tallová’nın “Geçici Anıtlar” başlıklı İstanbul’daki ilk kişisel sergisi 20 Eylül-19 Kasım tarihleri arasında Zilberman’da sanatseverlerle buluşacak.
“Geçici Anıtlar” sergisi belleği, maddeselliği ve insan deneyiminin izlerini odağına alan düşünsel bir araştırma sunuyor. Resim, kolaj, yerleştirme ve fotoğraf arasında çalışan Lucia Tallová; buluntu ve kendi ürettiği nesneleri bir araya getirerek geçmişle bugün arasında katmanlı diyaloglar kuruyor.
Tallová’nın pratiğinin merkezinde, belleğin nesneler ve yüzeyler üzerinde tortu gibi birikmesi fikri yer alıyor. Fotoğraflar, antika kitaplar, mobilya parçaları ve diğer kalıntıları toplar ve arşivler; özellikle kusurları ve patinasıyla zamana tanıklık eden malzemeleri seçiyor. Bunlar salt tarihsel kalıntılar değil; sanatçının elinde bir dönüşüm sürecine katılıyor, yeni bir esneklik ve canlılık kazanıyorlar. Kesme, katmanlama ve yeniden kurgulama yoluyla nesnelerin kendi başlarına “konuşmalarına” izin verirken, onları daha geniş bir düşünsel ve mekânsal bağlama yerleştiriyor.
“Geçici Anıtlar” aracılığıyla Tallová, nesnelerin, imgelerin ve tarihlerin yaşam döngülerine dair bir yansıma sunuyor. Sanatçının pratiği, değer hiyerarşilerini sorgular; göz ardı edilmiş malzemeleri görünmezlikten kurtararak onlara yeni bir anlam kazandırıyor. Geçici nesneler ile kalıcı biçimleri buluşturduğu kurgularıyla izleyicilere bellek, zaman ve insan algısını şekillendiren ince güçlerle derinlikli bir bağ kurma olanağı sunuyor. Segi, geçmişin kalıcılığını, yeniden hayal etmenin yollarını ve kırılgan, yıpranmış ya da gözden kaçmış olanın bir anıta dönüşme ihtimalini sorguluyor.
Künye:
1. From the series Unstable Monuments / Geçici Anıtlar serisinden, 2023-2025
collage / kolaj 105 x 75 x 6 cm (framed)
2. From the series Unstable Monuments / Geçici Anıtlar serisinden, 2025 collage / kolaj 55 x 40 x 4,5 cm (framed)
Ödüllü Fransız yazar Jean-Philippe Arrou-Vignod’nun bir çocuğun gözünden aile, eğitim ve yetenekler üzerine düşündürdüğü romanı Babamın Köyünde, İrem Dalbudak’ın resimleri ve Azade Aslan’ın çevirisiyle Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
Fransız edebiyatının ödüllü yazarları Jean-Philippe Arrou-Vignod’nun Türkçedeki ilk romanı olan Babamın Köyünde, bir “büyüme” yolculuğunu anlatıyor. Bu roman okuru güçlenip yükseklere uzanmaya, ev özlemine dayanmaya, beklenmedik değişimlerle baş etmeye ve en önemlisi, saklı yetenekleri keşfetmeye çağırıyor.
“Aile sorunlarından bunalan Léo'nun boyu bir santim bile uzamaz. Sınıfını da geçemeyince anne babası çareyi onu babaannesinin yanına, köye yollamakta bulur. Ama Léo'nun planı hazırdır: Babaannesini çileden çıkarıp eve geri postalanmak! Terslenir, etrafta dolanan çocuklara tuzaklar kurar, dedesinin atölyesini kurcalar. Okulun satranç meraklısı öğretmeni Bay Litvak'ın ziyaretinde kendiyle ilgili hiç bilmediği bir şey keşfeder! Yoksa çekilmez, tembel Léo gerçek bir yeteneğe mi sahiptir?..”
Elektronik müziğin ünlü ismi Armin van Buuren, dünya turnesi kapsamında yeni canlı prodüksiyonu THE ORB ile 20 Eylül’de KüçükÇiftlik Park’ta konser verecek.
Grammy adayı ve beş̧ kez DJ Mag Top 100’de dünyanın en iyi DJ’i seçilen Armin van Buuren, kariyerinde otuz yılı aşkın süredir dikkatleri üzerine çekiyor. A State of Trance adlı haftalık radyo programı 80’den fazla ülkede 44 milyon dinleyiciye ulaşırken; sanatçı, Tomorrowland, Ultra Music Festival, Lollapalooza, EDC gibi dünyanın en ünlü festivallerinde sahne aldı. Sanatçının yeni konsepti THE ORB, sadece bir konser değil; ışık, ses ve teknolojinin sınırlarını zorlayan çok duyulu bir deneyim sunuyor. Seyirciyle sanatçıyı buluşturan bu şov, İstanbul’da elektronik müzik dinleyicileriyle buluşmaya hazırlanıyor. Armin van Buuren, hit parçaları “In and Out of Love”, “Blah Blah Blah”, “Great Spirit” ve Breathe isimli yeni albümünden oluşan unutulmaz bir set ile hayranlarıyla buluşturmaya hazırlanıyor.
NTRteam.com tarafından düzenlenen Armin van Buuren konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Galeri Artmahall, “DUENDE” başlıklı yeni sergisini 28 Eylül tarihine kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Prof. Dr. Lütfü Kaplanoğlu ve Prof. Burhan Ahmeti’yi bir araya getiren “DUENDE” sergisi, İspanyol şair Federico García Lorca'nın sanatın mistik ve derin etkisini tanımlamak için kullandığı “Duende” kavramından ilham alıyor. Sergi, bir yanda içe dönen, ruhsal hafızayı sorgulayan bir yolculuk; diğer yanda ise Balkan coğrafyasının ritmini ve kimliğini yansıtan teatral bir anlatı, bu güçlü kavramın iki farklı tezahürünü gözler önüne seriyor.
“Prof. Lütfü Kaplanoğlu'nun resimleri, sanatçının kendi tabiriyle ‘çocukluğunun ruhsal yolculuğu’. Her bir tuval, bilinç ile bilinçdışı arasında akan bir geçit sunuyor; zamanın çizgisel akışını dairesel bir döngüye çeviriyor. Soyut mekânların içinde beliren somut figürler reenkarnasyon temasıyla konuşurken, yüzeyler birer kapı; renk ve dokular birer titreşim olarak izleyiciyi eserin içine davet ediyor. Prof. Lütfü Kaplanoğlu, bu mistik frekansları çağdaş bir malzeme diliyle işliyor.
Prof. Burhan Ahmeti ise Balkan coğrafyasının zengin kültürel bellek katmanlarını modern bir resim diliyle yeniden kurguluyor. Grafik sanatlarındaki akademik ustalığı ve eğitimci kimliği, eserlerine net bir ritim ve teatral bir sahne duygusu kazandırıyor. Eserlerinde yer alan parçalanmış yüzeyler ve maskesel figürasyonlar, kimlik, aidiyet ve ilişkiler üzerine görsel alegoriler oluşturuyor. Uluslararası alandaki başarısı, New York, Paris ve Berlin gibi dünya şehirlerinde gerçekleştirdiği sergilerle tescillenen Ahmeti, üretiminin yanı sıra Üsküp’te profesörlük yaparak, çağdaş sanatın sürekliliğine önemli katkılar sağlamaya devam ediyor.”
Enne Koens’in zorbalığın yarattığı çaresizliği anlatırken bir çocuğun iç dünyasını samimiyetle yansıttığı romanı Ben Vincent ve Korkmuyorum, Genç Timaş’tan çıktı.
Kitap, çocukların “normal olma” baskısını sorgulamasına ve kendilerini oldukları gibi kabul etmelerine alan açıyor. Okul, Vincent için sadece öğrenme yeri değil, bir hayatta kalma savaşı. Ne bir sırdaş ne bir dost… Yalnızlığını sadece hayalindeki dört hayvan arkadaşı ve güvenli limanı olan bakıcısıyla paylaşıyor. Zorbalığın gölgesinde geçen günlerde, Vincent günden güne daha da içine kapanıyor. Ama hayat, bazen en sessiz çocukların bile sesini duyar. Ve bazen bir arkadaşlık, en koyu karanlığı bile aydınlatan bir kıvılcıma dönüşebilir. Vincent’ın yaklaşan okul kampı, korkularını uyandıran büyük bir sınav. Ama bu kez yalnız değil. Belki de korkularla baş etmek her şeyi kontrol etmekten ziyade yanında birinin olmasıyla ilgilidir.
“Elim şakağımda yavaşça doğruldum. Çok acıyordu. Konuşamayacak kadar çok. Konuşabilseydim ne söyleyeceğimi bilemezdim. Dilan’a şok içinde baktım. Stephan bana elini uzatınca ben de ona elimi uzattım.
Stephan “Dil?” dedi şaşkınlıkla.
“Evet?” dedi Dilan.
“Sanırım canını acıttın.”
Dilan d.nüp bize baktı. “Bırak ya,” dedi. “Ona dokunmayacaksın değil mi? O çocuk pis.”
Bunu duyduğumda kafamdaki her şey durdu. Pis. Demek ki benim öyle olduğumu düşünüyordu. Beni pis buluyordu.”
Türkiye’nin ilk ve tek 0+ yaş bebek ve çocuklara özel klasik ve caz müzik topluluğu BabyConcerts, yeni sezona iki özel konserle başlıyor.
“BabyConcerts ile Yaza Hoşçakal” konseri 7 Eylül Pazar saat 11.00’de Zorlu PSM Vestel Amfi’de, “BabyConcerts ile Mevsimler: Sonbahar” başlıklı konser ise 21 Eylül Pazar saat 16.00’da The Grand Tarabya Hotel’de gerçekleşecek. Klasik müzik eserlerine bale performansı ve hikâye anlatımının eşlik ettiği konserler, minik sanatseverlere unutulmaz bir deneyim sunacak.
“Canlı müziğin 0+ hali” sloganıyla 2019’da kurulan BabyConcerts, tüm yaş sınırlarını kaldırarak bebeklerin ve çocukların erken yaşta canlı müzik deneyimlemesine fırsat tanıyor. Klasik müziğin erken çocukluk döneminde beyin gelişimine katkısının farkındalığıyla yola çıkan topluluk, konserlerini masal anlatımı ve balerin performansı ile etkileşimli bir hâle getiriyor. Bugüne kadar 35.000’in üzerinde izleyiciyle, bunun 15.000’i çocuk olmak üzere, buluşan BabyConcerts; Zorlu PSM, İstanbul Oyuncak Müzesi, CSO Ada Ankara, AKM ve CRR Konser Salonu gibi Türkiye’nin önde gelen kültür-sanat mekânlarında sahne aldı. Sosyal sorumluluk vizyonuyla da öne çıkan topluluk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve çeşitli ilçe belediyeleriyle iş birlikleri yaparak ücretsiz konserler düzenledi; Avrupa Birliği Sivil Düşün desteğiyle görme engelli çocuklara özel “Erişilebilir Müzik” projesini hayata geçirdi.
SANATORIUM, Farah Al Qasimi’nin “Çöl Sümbülü” başlıklı İstanbul’daki ilk kişisel sergisini 12 Eylül-26 Ekim tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak.
Farah Al Qasimi’nin pratiği ağırlıklı olarak fotoğraf, video ve müzik ekseninde şekilleniyor. Küratörlüğünü Ulya Soley’in üstlendiği sergiye adını veren Desert Hyacinth [Çöl Sümbülü] (2025) başlıklı fotoğraf, yerleştirmenin merkezinde yer alıyor. Çöl sümbülü, kumlu ve kurak bölgelerde yetişen, yıldız biçiminde beyaz çiçeklere sahip, oldukça dayanıklı bir bitki türü. Orta Doğu’nun ve Kuzey Afrika’nın çöllerinde görülen bu bitki, zorlu çevresel koşullarda bile varlığını sürdürebilen ve etkileyiciliğini kaybetmeyen bir tür — tıpkı zorlu sosyopolitik bağlamlar altında var olmaya devam eden mücadeleci topluluklar gibi.
Galerinin giriş katında yer alan yerleştirmede, duvarları boydan boya kaplayacak biçimde büyük boyutlu üretilen fotoğraflar, sanatçının 2021 yılından bu yana Birleşik Arap Emirlikleri’nde çektiği serilerden seçilen fotoğraflara arka plan oluşturuyor. Satır aralarından göz kırpan metaforlar, kapalı kapılar ardında yaşanan yakınlaşmalar, gözetim ve denetim altında korku iklimini içselleştirmemek için mücadele verenler, iç mekânlar, dış mekânlar, bedenin içi ve dışı, üst üste ve yan yana sergilenen fotoğraflar aracılığıyla bir bütün oluşturuyor. Fotoğraf makinesi bakışının çoğu zaman hissedilmediği bu kareler, bir nevi şehri tepeden izlerken mahrem detaylara odaklanılarak kayıt altına alınmış hissi taşıyor.
Giriş katındaki fotoğraflarda karşımıza çıkan salyangoz figürü, galerinin bir üst katında yer alan Surge [Taşma] (2022) başlıklı videonun da merkezinde yer alıyor. “Kemik”, “Mercan” ve “Salyangoz Şarkısı” adlı üç bölümden oluşan bu video, teknolojinin deniz yaşamı üzerindeki yıkıcı etkilerini küresel ticaret, üretim-tüketim, ölüm ve arzu temaları üzerinden yorumluyor. YouTube ve TikTok’tan alınan buluntu videolar ile sanatçının kayıtlarını bir araya getiren çalışmada Al Qasimi’nin yazdığı müzikler de önemli bir rol oynuyor.
Sergi, kontrolcü yapılara rağmen bazen örtük bazen de “Altı Farklı Çığlık” başlıklı seride olduğu gibi göz önünde yeşeren yakınlıkları, normatif senaryolara ayak uydurmayı reddederek kendi senaryosunu şekillendirenleri, kuir arzuyu ve kural tanımayan neoliberal araçların gölgesinde adilce yaşamaya çalışanları etkileyici bir görsel dünya kurgulayarak odağına alıyor.
Künye:
1. Farah Al Qasimi, Çöl Sümbülü, 2025, Arşivsel inkjet baskı, 76 x 53.5 cm, 5 + 2 AP
2. Farah Al Qasimi, Kadın ve Salyangoz, 2022, Arşivsel inkjet baskı, alüminyum çerçeve, 127 x 84 cm, 5 + 2 AP