İngiliz edebiyatının ölümsüz eseri Canterbury Hikâyeleri’nden esinlenerek tasarlanan el yapımı porselen at figürleri Rahmi M. Koç Müzesi’ndeki “Beygir Gücü” sergisinde sanatseverlerle buluşuyor.
Rahmi M. Koç Müzesi’nin 30’uncu yılını kutlamak amacıyla düzenlenen “Beygir Gücü” sergisi, M.Ö. 2’nci yüzyıldan günümüze atın sanat ve mühendislikteki izlerini sürüyor, otomobilin endüstri tarihindeki dönüşümünü gösteriyor. Serginin “Rahmi M. Koç Koleksiyonu’ndan At Figürleri” bölümünde farklı coğrafyalardan ve kültürlerden seçilen at formunda yaklaşık 1000 adet obje ve eser sergileniyor. Metal, pişmiş toprak, ahşap, pirinç, teneke, silikon, seramik ve porselen gibi farklı malzemelerden üretilmiş bu objeler sergi kapsamında izleyicilerin beğenisine sunuluyor. Sergide yer alan porselen at figürleri arasında en çok ilgi çeken vitrin ise edebiyat ve sanatı bir araya getiren Canterbury Hikâyeleri’nin figürleri oldu. Canterbury Hikâyeleri’nin karakterlerini günümüze taşıyan el yapımı figürler Rye Pottery imzası taşıyor. Geoffrey Chaucer tarafından 14’üncü yüzyılda yazılan Canterbury Hikâyeleri, İngiliz edebiyatının ilk büyük eserlerinden biri kabul ediliyor. Şiir biçiminde yazılan bu eserde 4’üncü yüzyıl İngiltere’sinin toplumsal yapısı eğlenceli ve eleştirel bir dille anlatılıyor.
Aziz Thomas Becket’in Canterbury’deki mezarını ziyaret etmek için Londra’dan yola çıkan farklı sosyal sınıfların oluşturduğu bir grup hacı, vakit geçirmek için yol boyunca hikâyeler anlatır. Farklı türlerdeki bu hikâyeler, dönemin ahlak değerlerini, halkın günlük yaşamını, din adamlarının yozlaşmışlığını ve soyluların ikiyüzlülüğünü de yansıtır. Chaucer'ın ölümsüz eserindeki en ünlü hacı olan Bath’in Karısı, İngiliz edebiyatının en tanınmış karakterlerinden biri. Diğer dikkat çekici figür ise hayranlık uyandıran karakteri ile Şövalye. Canterbury Hikâyeleri’nin önemli karakterleri ve aynı zamanda bu seçkinin ilgi çeken parçaları arasında Değirmenci, Rahip, Çiftçi, Tüccar, Memur, Hukuk Çavuşu ve Bağışlayıcı bulunuyor. Ayrıca, eserde sürpriz bir karakter de yer alıyor: Hikâyede kendini bir gözlemci olarak konumlandıran yazar Geoffrey Chaucer. Hacılar hakkındaki gerçeği ustalıkla aktaran masum bir anlatıcı rolünü üstlenen Chaucer, hikâyelere kurgu değil, birinin yolculuğunun gerçek anlatımlarıymış gibi bir izlenim veriyor.
“Beygir Gücü” sergisini 10 Haziran’a kadar Rahmi M. Koç Müzesi’nde ziyaret edebilirsiniz.
Arjantinli sanat eleştirmeni María Gainza’nın on bir ressam ve kendi dünyasından, hayatından on bir anı konu edinen romanı Optik Sinir, Sena Akalın’ın İspanyolca aslından çevirisiyle Everest Yayınları’ndan çıktı.
Optik Sinir’in anlatıcısı kendini, yaşadıklarını, geçmişini ve bugününü resim sanatıyla kurduğu ilişkiyle anlamlandırabiliyor. Buenos Aires müzelerinde ziyaret ettiği resimlerin ve ressamların hikâyeleri onun da hikâyesi: Cándido López’in savaşta yaptığı resimlerin akıbeti; Rothko’nun lüks bir otelin siparişiyle yaptığı duvar resimlerini teslim etmeyi son anda reddetmesi; Katalan sanatçı Josep Maria Sert’in, anlatıcının mensup olduğu Errázuriz ailesinin malikânesine tuhaf, kâbusumsu karnaval sahneleri çizişi; Picasso’nun Henri Rousseau’nun onuruna verdiği ziyafet ve bazı resimleri arasındaki itiraf edilmemiş bağ ve sanat tarihinden pek çok başka sahne… Bunların her biri anlatıcının hayatından anlarla eşleşiyor: Arjantin üst tabakasına mensup ailesiyle ilişkisindeki sevme, uzaklaşma ve kırılma anları, ayrılıklar, korkular, ölüler, kemoterapi odalarının kendine has zamanı.
Pera Film, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel hazırladığı “Başka Bir Yerde” film programını 5-28 Mart tarihleri arasında izleyicilerle buluşturacak.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi Film ve Video Programları (Pera Film), 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel hazırladığı “Başka Bir Yerde” film programı kapsamında sinemanın kadın ustalarının yönettiği altı filmden oluşan bir seçkiyi sinemaseverlerin beğenisine sunacak. Program, kadın yönetmenlerin imzasını taşıyan altı filmle, kadın karakterlerin içsel ve dışsal yolculuklarını merkezine alıyor. Beyazperdenin öncü kadın yönetmenleri Chantal Akerman, Jane Campion, Agnès Varda, Lucrecia Martel, Kelly Reichardt ve Payal Kapadia’nın eserlerinden oluşan seçki, seyircisini yalnızca fiziksel mesafelerle değil; zaman, hafıza, beden ve kimlikler üzerinden şekillenen yolculuklara davet ediyor.
Farklı kadın deneyimlerini yansıtan seçkide; 2024’ün en çok konuşulan filmlerinden olan ve yönetmenliğini Payal Kapadia’nın üstlendiği Aydınlık Hayallerimiz, yönetmen koltuğunda avangart ve feminist sinemanın öncü isimlerinden Chantal Akerman’ın oturduğu 1976 yapımı belgesel Evden Haberler, Amerikan bağımsız sinemasının öncü isimlerinden Kelly Reichardt’ın yönettiği ve prömiyerini 2008’de Cannes Film Festivali’nde yapan Wendy ve Lucy, bağımsız sinemanın cesur ve istikrarlı auteur yönetmenlerinden Lucrecia Martel’in imzasını taşıyan ve Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Başsız Kadın, yönetmen Jane Campion’a, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan ilk kadın yönetmen unvanını kazandıran Piyano ve Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan da dahil olmak üzere üç ödüle layık görülen, yönetmenliğini Agnès Varda’nın üstlendiği Yersiz Yurtsuz yer alıyor.
Sinemanın öncü ve ödüllü kadın yönetmenlerinin filmlerinden bir seçki sunan “Başka Bir Yerde” programı hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Program:
Aydınlık Hayallerimiz
5 Mart Çarşamba - 19.00
23 Mart Pazar - 15.00
Evden Haberler
7 Mart Cuma - 19.00
16 Mart Pazar - 15.00
Wendy ve Lucy
12 Mart Çarşamba - 19.00
21 Mart Cuma - 19.00
Başsız Kadın
13 Mart Perşembe - 19.00
28 Mart Cuma - 19.00
Piyano
9 Mart Pazar - 15.00
20 Mart Perşembe - 19.00
Yersiz Yurtsuz
14 Mart Cuma - 19.00
26 Mart Çarşamba - 19.00
Didem Erbaş’ın “Toprak Parçasının Koptuğu An” başlıklı kişisel sergisi 7 Mart-3 Mayıs tarihleri arasında SANATORIUM’da sanatseverlerle buluşacak.
Didem Erbaş’ın yeni sergisi “Toprak Parçasının Koptuğu An”, canlı türlerinin varoluş ve yok oluş süreçlerini, mekânsal kurgular üzerinden çok katmanlı bir bakışla çeşitli malzemeler ve medyumlar aracılığıyla inceliyor. Serginin merkezinde yer alan yerleştirme, plastik şişe, epoksi, fosfor pigmenti, latex, kurşun, metal ve seramik gibi farklı malzemelerle üretilmiş parçalardan oluşuyor. Bu parçalar, gridli bir yapı ve alüminyum kaideler üzerinde konumlanarak hem yeryüzüne hem de yer altına dair bir kesit sunuyor. Bir labirent formunda görünen bu sistem, 18. yüzyılda geliştirilen strateji oyunu Das Kriegspiel’e göndermede bulunarak, mekânsal hareketlilik ve yerinden edilme konularını vurguluyor. Yerleştirmedeki kutular, saklı nesneler ve videoların sunumu bir zooloji ya da arkeoloji müzesini anımsatıyor. Grid yapısı ise yerleştirmedeki video işlerde görülen “hedef” simgesini taklit ediyor. Videolardaki yukarıdan sessizce izleyen insansız hava araçlarını andıran bakış, gözetim ve kontrol mekanizmalarına işaret ediyor.
Sergi mekânına yayılan diğer işlerde, yerin altına ve biyolojik süreçlere dair referanslar bulunuyor. Bu nesneler laboratuvar ortamında üretilen mikroorganizmaları ve yer altındaki boruları anımsatıyorlar. Sanatçının ölmüş böcekler, şarj kabloları, salyangoz kabukları gibi nesnelerin güneş ışığına ve kimyasal boyalara maruz bırakılmasıyla oluşturduğu fotogramlar, Londra’daki “The Warburg Institute” ve Türkiye’deki omurgasız fosiller üzerine yaptığı araştırmaların bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Çizimlerde yer alan fosfor pigmentleri UV ışıklarla belirginleştirilerek, askeri görüntüleme teknolojilerinde kullanılan hedef belirleme sistemlerine referans veriyor. Duvara yansıtılan video iş, Helen Brecht’in kendi sesiyle okuduğu bir metinle birlikte, farklı görüntülerden oluşuyor. Siyah-beyaz SEM (Scanning Electron Microscope) görüntüleri, mikro düzeyde farklı nesne ve materyallerin yapısını ortaya koyarken, anonim savaş videoları ve canlıların direnme stratejilerini sorgulayan videolarla bir araya geliyor. Şiddetin, gözetimin ve hayatta kalma mücadelesinin keskinleştiği bu görüntüler, video ile yerleştirme arasında organik bir bağlantı kuruyor.
Künye: Didem Erbaş, Yerin Altındaki Parıltılar, 2025 (Detay), (Sanatçı ve SANATORIUM’un izniyle, Fotoğraf: Zeynep Fırat)
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, 28 yıldır Garanti BBVA sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Caz Festivali’nin 32’ncisi 1-18 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
32. İstanbul Caz Festivali, aralarında Chucho Valdés Royal Quartet, Hermanos Gutiérrez, Max Richter, Meshell Ndegeocello, Grégory Privat, Chiara Civello, Kerem Görsev Quintet, Jazzmeia Horn ve Meltem Ege & Friends gibi usta sanatçı ve grupların yer aldığı programıyla müzikseverlerle buluşacak. Festival, klasiklerden yenilikçi stillere uzanan, cazın özgürleştiren doğasından ilham alan, türler arası yaklaşımlarıyla ses getiren ve dünyada yankı uyandırmış sanatçıları ve cazın geleceğine yön verecek genç yetenekleri dinleyicilerle bir araya getirecek. 32. İstanbul Caz Festivali, 17 gün boyunca 40’a yakın konserde usta isimlerden yeni keşiflere 200’ü aşkın yerli ve yabancı sanatçıyı ağırlayacak.
Festivalin ilk üç gününde Afro-Küba cazının en etkili isimlerinden 7 Grammy ödüllü Chucho Valdés, yeniden yükselen Latin gitarının öncülerinden Hermanos Gutiérrez ve ilk İstanbul konseriyle elektronik ve çağdaş klasik müzik arasında kurduğu köprülerle yeni bir devir açan besteci ve piyanist Max Richter, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu sahnesinde olacak. Festivalde izleyenleri büyülemeye hazırlanan isimler arasında melodik zenginliği, şaşırtıcı tekniği ve dinamik ritimleriyle cazın son yıllarda en çok konuşulan piyanist ve vokallerinden Grégory Privat, sınır tanımayan vokali ve besteleriyle cazın yenilikçi ismi Jazzmeia Horn ile asi ve yenilikçi stiliyle türler arasında gezinerek bir müzik efsanesine dönüşen Grammy ödüllü Meshell Ndegeocello bulunuyor.
Festival, New York merkezli İtalyan müzisyen Chiara Civello ve Brezilya’nın sevilen samba ve bossa nova müziklerini yeniden dünya sahnesine taşıyan Rogê’nin ilk Türkiye konserlerine ev sahipliği yapacak. Her daim dinamik sahne performansı ve son albümü Clear Horizon’dan mutluluk aşılayan besteleriyle Kerem Görsev Quintet, caz ve klasik müzik alanında ülkemizin değerli trompet sanatçılarından Tolga Bilgin, uzun süredir beklenen yeni albümü Solitude’un Türkiye prömiyeriyle Meltem Ege, Anadolu’ya özgü melodileri modern cazla iç içe geçiren Mehmet Ali Sanlıkol ve İtalyan kontrbas sanatçısı Michelangelo Scandroglio’yu da sahnesine konuk edecek genç ekip Hakan Başar Trio da festivalin Türkiye caz sahnesinden konukları arasında yer alıyor.
Festivalin gelenekselleşen etkinlikleri bu yıl da devam ediyor. Müzikseverlerin Kadıköy’de iyi müziğin peşinden gideceği +1’li Gece Gezmesi bu yıl iki güne yayılıyor; Kadıköy Sineması ve Moda Sahnesi’nde Ghost Note, MY BABY, Cari Cari, Çağıl Kaya, Mehmet Ali Sanlıkol, Berke Can Özcan ve Jonah Parzen-Johnson, Seda Erciyes, Selût, Tuğçe Şenoğul, Istanbul West Side Collective, Şenkop, Zeynep Oktar, Şu Güzel İnsanlar ve Hav Hav! gibi sevilen isimleri ağırlıyor. İstanbul’un sevilen simgelerinden Şehir Hatları vapurunu cazın en neşeli hâliyle buluşturan Caz Vapuru, bu yılki yolculuğunda festival izleyicisini Brassist, Kaan Arslan Co ve Kamucan Yalçın and Friends’in farklı stillerdeki performanslarıyla Anadolu Kavağı’na götürecek. Festivalin, müziği şehrin dört bir köşesine yaydığı ve her yaştan izleyiciye hitap eden ücretsiz Parklarda Caz konserleri bu yıl da İstanbul’un parklarını festival alanına çevirecek.
32. İstanbul Caz Festivali’nin biletleri 11 Mart Salı İKSV’nin Lale Kart üyeleri için başlayacak indirimli ve öncelikli satış döneminin ardından 14 Mart Cuma günü Passo üzerinden genel satışa çıkacak. Festival hakkında detaylı bilgiye ve programa buradan ulaşabilirsiniz.
Spinoza Tayfası romanı ve Aptallarla Ne yapmalı? kitaplarıyla tanınan Maxime Rovere’nin insan ilişkilerini sarsan çatışmaların doğasını incelediği, ilişkilerin merkezine felsefeyi yerleştirerek farkındalık sunduğu çalışması Birbirinin İyiliğini İstemek ve Birbirine Kötülük Etmek: Tartışmanın Felsefesi, Albina Ulutaşlı’nın çevirisiyle Kolektif Kitap’tan çıktı.
Felsefeci, çevirmen, yazar, akademisyen Rovere, tutkularımız, hatalarımız ve ideallerimiz üzerine çalışmasında merkezine “Hiçbir acı kaçınılmaz değildir, hiçbir acı boşa çekilmez.” cümlesini koyuyor.
“Belki de bizi inciten bizzat sözler değil, açtıkları gedikler, bizi en yakınımızdakileri ve kendi iç dünyamızı keşfetmeye zorlayan derin yarıklardır. Ama asıl mesele, bu boşlukları nasıl dolduracağımızı öğrenmekte yatıyor.”
Wolfgang Amadeus Mozart’ın ölümsüz eseri Sihirli Flüt’ten ilhamla sahneye taşınan Papagenolar çocuk operası, 23 Mart ve 23 Nisan tarihlerinde Zorlu PSM Platinum sahnesinde izleyicileriyle buluşacak.
Geçtiğimiz sezonlarda gişe rekorları kıran Papagenolar, bu yıl daha da genişleyen kadrosu ve yenilenen sahne tasarımıyla Zorlu PSM Platinum sahnesinde minik izleyicileriyle buluşacak. Papagenolar, bu sezon büyüyen kadrosu ve yenilenen enerjisiyle seyircilerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Papagenolar’ın müzik direktörlüğünü genç jenerasyonun önde gelen şeflerinden Ramis Sulu üstlenirken, reji koltuğunda Caner Akın yer alacak. Yapımcılığını Duende Global’in üstlendiği bu renkli çocuk operasına, İstanbul Gençlik Orkestrası eşlik edecek. Ayrıca Tan Sağtürk Akademi Genç Bale Topluluğu dansçıları ve bu yıl ilk kez ekibe katılacak olan Papagenolar Çocuk Korosu, sahnede izleyicilere unutulmaz bir deneyim sunacak.
Papagenolar, W. A. Mozart’ın Sihirli Flüt Operası’nın en renkli karakterlerinden biri olan Papageno etrafında şekilleniyor. Papageno’nun ailesi, Gece Kraliçesi, Sarastro ve Ağaç Adam gibi büyülü karakterlerle zenginleşen hikâye; Sihirli Orman’da doğa ve insan sevgisinin birlikte nasıl güzellikler yaratabileceğini, en olumsuz görünen kişilerin bile içinde bir iyilik kırıntısı taşıdığını ve bu iyiliğin sevgiyle açığa çıkarılabileceğini anlatıyor.
23 Mart ve 23 Nisan tarihlerinde Zorlu PSM’de sahnelenecek Papagenolar çocuk operasının biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Yürütücülüğünü sanatçı ve akademisyen Zeynep Gürler’in üstlendiği “Sanat Yapıtları Doğa Hakkında Bize Ne Söyler?” başlıklı seminer dizisi 4, 11, 18, 25 Mart, 8 ve 15 Nisan tarihlerinde saat 19.00’da Arter’in Atölye mekânında gerçekleşecek.
Arter’in uzun soluklu seminer dizileri “Sanat Yapıtları Doğa Hakkında Bize Ne Söyler?” başlıklı seminer dizisiyle devam ediyor. Zeynep Gürler’in yürütücülüğünde gerçekleşecek “Sanat Yapıtları Doğa Hakkında Bize Ne Söyler?” başlıklı seminer dizisi, bir sanat yapıtıyla karşılaşmanın yaratabileceği beklenmedik deneyimleri ve bu deneyimlerin birey üzerindeki etkilerini tartışmaya açıyor. Altı haftalık program kapsamında, bir sanat eserinin izleyicide yaratabileceği duygulara ve düşüncelere odaklanılırken, sanatın bireyi günlük rutinlerden çıkarma, farklılıkları görme, anlamlandırma ve yeni anlamlar üretme potansiyeli insanın doğanın bir parçası olmasıyla ilişkilendirilerek ele alınacak.
Sanatçıların çağdaş sanatta ekoloji tartışmalarını ele alma biçimlerinin de irdeleneceği seminerde, insan ve doğa arasındaki ilişkinin tarih boyunca sanat eserlerinde nasıl şekillendiği araştırılacak ve toplumsal dönüm noktalarının bu ilişki üzerindeki yansımaları değerlendirilecek. Doğanın sanat yapıtlarında farklı dönemlerde nasıl temsil edildiği incelenirken, bu temsillerin doğa kavramına yaklaşımları üzerinden günümüzle ilgili değerlendirmeler de yapılacak. Bu çerçevede içinde bulunduğumuz çağı tanımlayan Antroposen kavramı etrafında şekillenen tartışmalar, çevresel sorunlara neden olan faktörler ve tüm bunların sanat yapıtlarındaki yansımaları da incelenecek.
“Sanat Yapıtları Doğa Hakkında Bize Ne Söyler?” seminerlerinin biletlerini Mobilet ya da Biletix üzerinden satın alabilirsiniz.
1. Koray Ariş: İçinde Yaşadığımız Deri Sergiden görünüm Küratör: Selen Ansen Arter, 2024 Fotoğraf: flufoto (Barış Aras & Elif Çakırlar)
2. Angelica Mesiti: Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi Sergiden görünüm Küratör: Nilüfer Şaşmazer Arter, 2024 Fotoğraf: flufoto (Barış Aras & Elif Çakırlar)
3. Füsun Onur Kaldırım Kenarında Su 1981 Pleksiglas üzerine kolaj 100 x 30 cm, 100 x 40 cm Arter Koleksiyonu Sergiden yerleştirme görüntüsü: OyunBu, 2022 Fotoğraf: Sena Nur Taştekne
4. İnci Eviner Gövde Coğrafyası (detay) 1995 Kontraplak üzerine bakır akrilik, asfalt ve deri 260 x 210 cm Arter Koleksiyonu Sergiden yerleştirme görüntüsü: Locus Solus, 2022 Fotoğraf: Sena Nur Taştekne
5. Sarkis Çağrı (Arılara) I 2013 Bakır, zil, balpeteği 7 × 35 cm Arter Koleksiyonu Sergiden yerleştirme görüntüsü: Locus Solus, 2022 Fotoğraf: Sena Nur Taştekne
Janika Oza’nın aile geçmişinin gölgesinde yeni bir hayat arayışı içindeki kahramanının Doğu Afrika’nın demiryollarından Kanada’ya uzanan yolculuğunu anlatan ve ilk romanı olan Bir Yangının Tarihçesi, Serkan Toy’un çevirisiyle Dedalus Kitap’tan çıktı.
Genç Pirbhai, Hindistan’daki köyünden koparılıp hayatta kalmak için mücadele ettiği sert bir dünyaya adım attığında, verdiği tek bir kararın kendi kaderiyle birlikte gelecek nesillerin yazgısını da şekillendireceğini bilmiyordu. Bu sırada bağımsızlık mücadelesi ve askeri diktatörlük, Pirbhai’nin çocuklarını belirsizliğin içine savururken, 1972’de Idi Amin rejimi sırasında aile ülkeden kaçmak zorunda kalır ve geride, onları nesiller boyu takip edecek bir sır bırakır. Yıllar sonra, Pirbhai’nin torunları geçmişin küllerini yeniden alevlendiren bir mektupla yüzleşir. Çünkü herkes bilir ki beklenmedik bir saatte kapıyı çalan bir postacı ya da gece yarısı sessizliği delen bir telefon ekseriyetle felaket habercisidir.
“Ama şimdi anlamıştı, öyle bir kesinlikle anlamıştı ki nefesi kesildi: Kendine ait biri olacaksa eğer, bu daima onlarla ilişkili olacaktı.”
Şef Carlo Tenan yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), piyanist Enrico Pace’yi 6 Mart Perşembe saat 20.00’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde ağırlayacak.
BİFO, klasik müziğin önemli isimlerinden Mozart ve Schumann’ın eserlerini dinleyicilerle buluşturacak. Topluluğun bu ayki konuğu ise uluslararası kariyeri, 1989’da Utrecht Uluslararası Franz Liszt Piyano Yarışması’nı kazanarak başlayan Enrico Pace olacak. Pace bu konserde Schumann’ın La minör Piyano Konçertosu’nu seslendirecek. Kraliyet Concertgebouw, Münih Filarmoni, Bamberger Symphoniker, BBC Filarmoni, Roma Santa Cecilia, Rotterdam Filarmoni gibi güçlü orkestralarla ve Daniele Gatti, Roberto Benzi, Eliahu Inbal, Lawrence Foster, Jiří Kout, Gianandrea Noseda, Walter Weller, Carlo Rizzi ve Antoni Wit gibi şeflerle çalışmış olan sanatçı, oda müziği repertuvarına verdiği önemi çok beğenilen kayıtlarıyla da gösteriyor.
Aydın Büke ve Ali Pınar, konser öncesinde 19.00-19.30 saatleri arasında Zorlu PSM Meydan Fuaye’de söyleşi gerçekleştirecek. Bu söyleşide, Mozart ve Schumann’ın müzik dehalarına ve eserlerine dair zengin bilgiler sunulacak ve dinleyiciler, bu iki besteciyi daha yakından tanıma fırsatı bulacaklar.
6 Mart Perşembe saat 20.00’de Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde gerçekleşecek konserin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.