Başrollerini Melisa Sözen ile Ertan Saban’ın paylaştığı, BKM yapımı Fer dizisinin çekimleri başladı.
Türkan Derya’nın yönetmenliğini üstlendiği, Devin Özgür Çınar’ın kaleme aldığı Fer dizisi yakında GAİN’de izleyicilerle buluşacak. Dizi, boşanma aşamasında olan, iki çocuk annesi Dilek’in hayatını baştan kurma macerasını anlatıyor. Dizide Melisa Sözen ve Ertan Saban’a Ferit Aktuğ, Ceren Taşçı, Gül Onat, Mutlu Güney, Devin Özgür Çınar, Mustafa Konak, Ahsen Türkyılmaz, Murat Kılıç ve Onur Dilber gibi başarılı oyuncular eşlik ediyor. Celil Nalçakan da konuk olarak dizide yer alıyor.
“Dilek, kısıtlı imkanları sebebiyle korsan taksicilik yaparak hayatını sürdüren bir annedir. İki çocuğunun da bakımını üstlenen Dilek, zorlu bir boşanma sürecinden geçmektedir. Bir gün taksisine Şadi isimli gizemli adamın binmesiyle, Dilek’in hayatı geri dönülemez şekilde değişir.”
Yakında GAİN’de yayımlanacak Fer dizisinin tanıtım videosunu buradan izleyebilirsiniz.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, 2007-2036 Bienal Sponsoru Koç Holding’in desteğiyle düzenlenecek 18. İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü Christine Tohmé üstlenecek.
Christine Tohmé küratörlüğünde gerçekleştirilecek 18. İstanbul Bienali, 2025’te başlayıp 2027’de sona erecek ve üç ayrı bölümden oluşacak. Bienal boyunca sunulan her program, bir önceki aşamada açılan araştırma ve sorgulama hatlarının üzerine kurgulanacak. Bienalin ilk ayağı, 20 Eylül-23 Kasım 2025 tarihleri arasında düzenlenecek sergiler ve kamusal programlardan oluşacak. 2026 yılında bienal kapsamında kalıcı bir akademik yapı kurulması için çalışılacak. Buna ek olarak yerel sanat inisiyatifleri ile iş birliği içinde düzenlenecek dört etkinlikten oluşan bir program da sanatseverlerle buluşacak.
18. İstanbul Bienali, 18 Eylül-14 Kasım 2027 tarihleri arasında, süreç boyunca kurulan iş birlikleri ve araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılacak sergiler, yayınlar, performanslar ve buluşmalarla tamamlanacak. Bu üç ayaklı bienal, süresini esnetip attığı adımların arasını açarak, dönüştürücü sanatsal süreçlerin temel bileşeni olan “zamanı” yeniden ele almayı deniyor.
Christine Tohmé, bienal için hazırladığı öneride şunları söylüyor: “Sanat alanında çalışmayı dönüştürücü buluyorum. Bu dönüştürücü etkileşim sadece nihai sunumlarda değil, asıl bunu mümkün kılan üretim aşamalarında yani yaratım süreçlerinde, gündelik karşılaşmalarda, açılışlarda, atölye ziyaretlerinde ve okuma grubu buluşmalarında hissediliyor. Bu yüzden 18. İstanbul Bienali’nin sergileme kadar üretim sürecine de ağırlık veren bir program oluşturması gerekiyor. Sürenin üç yıla esnetilmesi, bienalin yerel kültür ve sanat ortamıyla ilişkilerini derinleştirmesine olanak tanıyacak. Böylece topluca ortaya konan sorular, bağlamlar ve topluluklar üzerinden iş birlikleri şekillenebilecek. Bu çok yıllı program, bölgesel ve uluslararası düzeyde farklı kuşaklardan sanatçıların birbirleriyle bağlantılar kurmasını sağlayacak, yeni ortaklıkların oluşmasını teşvik edecek ve yeni gerçekliklerle yüzleşirken sanatçılara destek olacak.”
18. İstanbul Bienali’nin ilk ayağı, kendini koruma ve gelecek olasılıklarına ilişkin temalara odaklanacak. Bienalin 2025’teki ilk ayağı için, bu temalarla ilgilenen sanatçıları, aşağıdaki adımları takip ederek dosyalarını paylaşmaya davet ediyor.
-Katılım çağrısı, Türkiye’den ve yurtdışından, tüm disiplinlerde çalışan sanatçılara açıktır. Bienale iletilecek dosyalar, 18. İstanbul Bienali’nin birinci bölümünün yukarıda açıklanan temalarına uygun bir proje önerisi ve bir portfolyo içermelidir.
-Çevrim İçi Form
-Proje Önerisi: Küratoryal temalara doğrudan değinmelidir. (En fazla 3.500 karakter, boşluksuz, en fazla 10 MB)
-Portfolyo: Geçmiş çalışma ve deneyimleri göstermelidir. (En fazla 100 MB)
-Formu doldurmak ve dosya yüklemek için son tarih: 15 Aralık 2024, saat 17.00
-Dosya teslim edenler arasından belirlenecek sanatçılar, ayrıntılı olarak konuşmak üzere yüz yüze veya çevrim içi yapılacak görüşmelere davet edilecektir.
Ayrıntılı bilgi için ist.biennial@iksv.org adresine mail atabilirsiniz.
Fotoğraf: Tanya Traboulsi, 2024
Tarihe “Freud ve Adler’den sonra Psikoterapinin Üçüncü Viyana Okulu’nu kuran kişi” olarak geçen Viktor E. Frankl’in okurları kendi hayatına dair bir anlam bulmaya davet ettiği kitabı Anlamsızlık Hissi: Psikoterapi ve Felsefeye Bir Meydan Okuma, Defne Şen’in çevirisiyle Mundi’den çıktı.
20. yüzyılın en önemli psikoterapistlerinden, tüm dünyada çok satan İnsanın Anlam Arayışı kitabının yazarı Frankl, kendi ekolü olan “logoterapi”yi geliştirdi. Frankl, sıra dışı bir hayat yaşadı. Ömrü boyunca yeni fikirlerin peşinde koştu, zaman zaman bu yüzden dışlandı, Hitler döneminde toplama kamplarında esir düştü, ailesini bu kamplarda kaybetti fakat her şeye rağmen yaşama tutunma çabasından ve anlam arayışından hiç vazgeçmedi. Şahsi tecrübelerini nöroloji ve psikiyatri uzmanlığıyla birleştirerek logoterapiyi geliştirmesinin sebebi de buydu: İnsanı yaşama bağlayan en önemli motivasyonun “hayatın bir anlamı olduğuna inanmakla inşa edildiğini ve hayat mücadelesindeki en büyük engelin de “anlamsızlık hissi” olduğunu görmesi…
"[...] insan bir şeyden nefret ederken aynı anda ona delice tutkun olabilir ve bu ikisinin arasındaki gerilim tam da hayattaki potansiyel anlamlarımızın peşine düşmeye teşne kılar bizi. Bu durumdan hoşnut olmamaksa bizim derdimiz, hayatın değil. Zaten anlam doğurmak denen şey, fonda neşeli bir çiftetelli eşliğinde olmuyor çoğunlukla. Ama bir melodi duymaya niyetliysek hayat bize onu veriyor, orası kesin. İçimizdeki çağrının bangır bangır gelen sesini de işte tam o anlam bulmakta güçlük yaşadığımız, çıkışın varlığından şüphe ettiğimiz karmaşık zamanlarda duyabiliriz. Çünkü başka çaremiz yok: Kulak vererek yaşamak zorundayız. Frankl’in en büyük alametifarikası da burada, zira toplama kamplarından sağ çıkmış bir ruh sağlığı uzmanı olarak bunu her koşul altında yapabileceğimiz gerçeğini ortaya koyuyor.” - Büşra Tarçalır
Halil Babür’ün kaleme aldığı ve yönettiği; Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır, Ceren Köse’nin rol aldığı Linçler ve Dudaklar, prömiyerini 28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 6 Kasım’da Üsküdar Tekel Sahnesi’nde yapacak.
Eskimek ve uyum sağlamak temalarını ele alan Linçler ve Dudaklar; Halil Babür’ün deyimiyle “kimsenin ve hiçbir şeyin sözcüsü olmayanların nerede barınacakları sorusunun, kendi kendineliğin melankolisinin ve sıradanlıktan duyulan memnuniyetin kaynağını” arıyor. Dolkun Production, Free Stage, Biletinial ve BetaLand ortak yapımı olan oyunda, Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır ve Ceren Köse gibi isimler rol alıyor.
Linçler ve Dudaklar; 6 ve 7 Kasım’daki 28. İstanbul Tiyatro Festivali gösterimlerinin ardından 4 Aralık’ta DasDas’ta 23 Aralık’ta Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde sahnelenecek. Oyunun prömiyer biletine buradan ulaşabilirsiniz.
Künye:
Yazan & Yöneten: Halil Babür
Oynayanlar: Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır, Ceren Köse
Yapımcı: Yağmur Dolkun
Sahne ve Yapım Tasarım: Günsu Sarı
Özgün Müzik ve Ses Supervizörü: Ahmet Kenan Bilgiç
Görüntü Tasarımı: Ali Cem Doğan
Işık Tasarımı: Utku Kara
Kostüm Tasarım: İlayda Saran
Makyaj ve Saç Tasarım: Sezen Yeniçeri Can
Ses Tasarım ve Operasyon: Arın Kamiloğlu
Yardımcı Yönetmen: Can Çelik
Sahne ve Yapım Amiri: Umut Rışvanlı
Yapım Koordinatörü: İpek Turgay Tan
Sahne Görüntü Sistemleri Tasarımı ve Video: Adox Technical Production & MAjestic İstanbul
Reji Asistanları: Dilek Sağır, Atakan Uyanık
Dekor Tasarımı Asistanı: Beyda Geldi
Görsel İletişim & Tasarım: aRthuR
Fotoğraf: Aslı Çelikel
Yapım Belgeseli: Dila Dereli, Selin Ünsel
Post Prodüksiyon: Matte Post
Yapım: Dolkun Production, Free Stage, Biletinial, BetaLand
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ve Pera Müzesi, İstanbul’un Constantinopolis olarak kuruluşunun 1700. yıl dönümünü, 7-8 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilecek “324: Constantinus’un Seçimi ve Yeni Roma’nın Kuruluşu” başlıklı uluslararası bir sempozyumla kutluyor.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (İAE) ve Pera Müzesi’nin düzenlediği “324: Constantinus’un Seçimi ve Yeni Roma’nın Kuruluşu” başlıklı sempozyum, Constantinopolis’in kuruluşunu çok yönlü bir perspektifle ele alıyor. Pera Müzesi Oditoryumu’nda ücretsiz olarak gerçekleştirilecek sempozyumda İngilizce-Türkçe simultane çeviri yapılacak.
Büyük Constantinus’un, 324 yılında mütevazı Byzantion kentini yeni imparatorluk başkenti yapma kararı hem Roma İmparatorluğu’nun hem de dünya tarihinin seyrini değiştirdi. Akademisyenler Brigitte Pitarakis ve Paul Magdalino’nun yönetiminde gerçekleşecek sempozyum, katılımcılarına tarihsel, arkeolojik ve kültürel açıdan geniş bir çerçeve sunarak Büyük Constantinus’un Byzantion’u neden yeni başkent olarak seçtiğini, bu seçimin ideolojik ve kültürel etkilerini, yeni başkentin yerleşim planını, kentin geç Roma dönemindeki önemini disiplinlerarası bir yaklaşımla mercek altına alıyor. Constantinus’un seçiminin ardındaki nedenler ve özellikle mütevazı bir yerleşim olan Byzantion’un nasıl bir imparatorluk başkentine dönüştüğü, sempozyumun temel soruları arasında yer alıyor. Bununla birlikte Tetrarşi Dönemi’nde yeni kentlerin inşası, Roma şehirlerinin estetiği ve İskenderiye’nin kültürel etkisi gibi başlıklar da sempozyumun odaklandığı konular arasında yer alıyor.
Sempozyum, Byzantion’dan Constantinopolis’e geçişin arkasındaki dinamikleri ve dördüncü yüzyılda Doğu Akdeniz’deki ticaretin başkent üzerindeki etkilerine de odaklanıyor. Constantinopolis’e yapılan servet akışları, Marmara bölgesindeki imparatorluk darphaneleri ve bu dönemde üretilen sikkeler gibi başlıklar da oturumların odak noktaları arasında yer alıyor. Ayrıca, Küçükçekmece, İzmit ve İznik’te yapılan kazılarda elde edilen bulgular, kentin kuruluşuna yeni perspektifler kazandırıyor. Sempozyumun bir diğer önemli konusu ise Constantinus’un Hıristiyanlıkla olan ilişkisi ve inanç tercihinin imparatorluk üzerindeki etkisi. Bu kapsamda, Constantinus’un Apollon ile kurduğu ayrıcalıklı ilişki ve Hıristiyanlığı benimseyişinin yarattığı ikilem de sempozyumda tartışılacak konular arasında bulunuyor.
“324: Constantinus’un Seçimi ve Yeni Roma’nın Kuruluşu” başlıklı sempozyum hakkında ayrıntılı bilgiye ve programına buradan ulaşabilirsiniz.
Günışığı Kitaplığı’nın düzenlediği, 15 yıldır ülkenin her yanından gençleri öykü yazmaya davet eden Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın teması “yapay zekâ” olan 2025 yılı başvuruları başladı.
6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerinin her yıl yoğun ilgi gösterdiği yarışma, edebiyatımıza yeni öykücüler kazandırmayı ve gençleri edebiyata yakınlaştırmayı amaçlıyor. Bu yıl seçici kurulda Afşin Kum, Altay Öktem, Buket Uzuner, Saliha Nilüfer ve Dr. Müren Beykan yer alıyor.
Bugüne dek 6 binden fazla gencin katıldığı yarışma, usta öykücü Zeynep Cemali'nin anısını yaşatmak amacıyla her yıl kitaplarından seçilen bir cümlenin kılavuzluk ettiği farklı bir temayı işliyor. 2025 öykülerinin teması “yapay zeka” olurken kılavuz cümlesi, Zeynep Cemali’nin Ankaralı kitabından "Aynadaki görüntüsüne baktı." seçildi.
Son başvuru tarihi 21 Mayıs 2025 olan Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın ödül töreni 2025 sonbaharında düzenlenecek, öyküsü ödüle değer görülen gençler edebiyatımızın ustalarıyla tanışacak. Ödüllendirilen ve dikkati çeken öyküler, Zeynep Cemali Öykü Yarışması Ödüllü Öyküler Kitapçığı 2025’te yayımlanacak.
2025 Zeynep Cemali Öykü Yarışması’nın katılım koşulları, ayrıntılı bilgi ve kitapçıklarına buradan ulaşabilirsiniz.
Görseldeki çizim Huban Korman’a aittir.
Umut Azad Akkel’in “It/Ortada” başlıklı sergisi 29 Aralık’a kadar İMALAT-HANE İMÇ’de sanatseverlerle buluşuyor.
Umut Azad Akkel’in İstanbul’da gerçekleşen ilk kişisel sergisi “It/Ortada”, sosyal ilişkileri ve iktidar devinimlerini anlamak için birlikte bir oyuna davet niteliği taşıyor. Ozan Ünlükoç’un küratörlüğünü üstlendiği sergi, Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi kitabında incelenen sosyal kodların, (ezen/ezilen, mağdur/fail) oyun teması aracılığıyla ele alındığı bir deneyim sunmayı hedefliyor. Temel ve ortaklaştığımızı düşündüğümüz kavramların, potansiyel karşıtları olma ihtimalini irdeleyen bu proje eşitlik, ayrımcılık, haz gibi kavramların herkes için aynı yerde durmaması ve bu farklılıkları sorgularken aslında birer “fail”e dönüşebilme ihtimali üzerine düşünme alanına davet ediyor. Aynı zamanda sanatçının kendi hayatında yaşadığı kırılımlar, sosyal dışlanma, aidiyet, bir sosyal grubun parçası olma ya da olamama serüveninden hareketle toplumsal alanlarımıza dair sorular soruyor.
Sanatçı çalışmalarında, kimlik politikaları, kentsel dönüşüm, kamusal alanın mülkiyeti hem özel hem de kamusal ilişkilerle kesişen kişisel ve kolektif kırılganlıklara odaklanıyor. Akkel’in üretimleri, endüstriyel, hazır ve inşaat malzemeleri performatif ögelerle bir araya getirerek, kırılganlıklarını gizlendiği bir ifade biçimini benimsiyor. Sanatçı, kişisel sanat pratiğinin yanı sıra “Fava Connection”, “Iran 101” ve “Korean Nomad” gibi kültürel ve politik kimlik üzerine etkinlikler düzenliyor.
“It/Ortada” başlıklı sergi ve konuşma programı Goethe-Institut İstanbul’un desteğiyle düzenleniyor. İMALAT-HANE projeye mekân ve tanıtım desteği sağlıyor.
Umut Azad Akkel’in “It/Ortada” sergisi, 29 Aralık’a kadar İMALAT-HANE İMÇ’de ziyaret edilebilir. Sergi kapsamında gerçekleştirilecek sanatçı konuşması ve kamusal programlar ise yakında duyurulacak.
Künye:
1. “It/Ortada” Ip Cambazı-Tightrope Walker_Still_2
2. “It/Ortada” Wet Games_Console III-Performance_Still_1
3. “It/Ortada” Wet Games_Installation Image
4. “It/Ortada” Wet Games_Console I-Performance_Still
Renato Poggioli’nin Batı sanatı ve edebiyatında avangardı sosyolojik bir olgu olarak inceleyen ilk kapsamlı çalışması Avangard Sanat Teorisi - Avangard Düşüncesi ve Tarihi, Ayşe Boren’in çevirisi İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Avangard Sanat Teorisi; 1940’ların sonunda Inventario dergisinde dört bölüm hâlinde tefrika edildi ve ilk kez 1962’de kitap olarak yayımlandı.
“Poggioli, “avangard” veya “öncü” sıfatının belirli eğilim ve hareketleri nitelemek üzere kullanılmaya başlandığı 1800’lerin sonundan 20. yüzyılın ortalarına kadar, sanat ve edebiyat alanında geleneğe ve klasizme karşı bayrak açan, estetik (ve yer yer ahlaki) normlardan sapmayı başlı başına norm haline getiren hareketlerin ortak paydalarını kavramsallaştırır. Manifesto ve bildirgelerden yola çıkarak, bu hareketleri “avangard” sıfatıyla nitelemeye imkân veren tutumları ve eğilimleri etraflıca inceler. Genel olarak toplumun, özel olarak da sanat kamusunun ve eleştirmenlerin bu hareketlere ve sanatçılarına yönelik “hasmane” tepkilerini değerlendirerek, avangarda damgasını vuran yabancılaşmanın izini sürer. Sanatın ve edebiyatın avangardları ile siyasetin öncü kuvvetleri arasındaki yakınlaşmaları ve kopuşları ortaya koyar; sanatın devrimcileri ile siyasetin devrimcilerini karşılaştırır. Modernliğin bir ürünü olarak avangardın “modernperestlik”le ilişkisini sorunsallaştırır. Nihayet, daha o zamandan kimi çevrelerce “bittiği” ilan edilen avangardın “çağdaş ve modern sanat için bir doğa kanunu olduğunu” öne sürer. Avangard Sanat Teorisi, sanat tarihindeki ve çağdaş sanattaki avangard kavramını ve olgusunu değerlendirmek için etraflı bir yol haritası oluşturur.”
Ödüllü fotoğraf sanatçısı Pari Dukovic’in “İstanbul’dan New York’a: Bir Fotoğrafçının Yolculuğu” başlıklı sergisi 22 Kasım'a kadar Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda sanatseverlerle buluşuyor.
Pari Dukovic’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisi olan “İstanbul'dan New York’a: Bir Fotoğrafçının Yolculuğu”, sanatçının fotoğrafçılık kariyerinden seçilen 74 eseri bir araya getiriyor. Sergi, Dukovic’in hayatında önemli bir rol oynayan İstanbul ve New York’un yanı sıra tanıştığı insanları ve yakaladığı anları görsel bir anlatımla izleyiciye sunuyor.
TIME dergisinin en genç kadrolu fotoğrafçısı unvanına sahip olan Pari Dukovic’in lensinden yakalanan her bir kare, sanatçının fotoğrafçılık tutkusunu, büyümesini ve dünyayı belgeleme arzusunu yansıtıyor. İstanbul doğumlu Pari Dukovic, kariyeri boyunca Hollywood yıldızları, dünya liderleri, sanatçılar, sporcular ve müzisyenler gibi birçok ünlü ismin portrelerini çekti. Barack Obama, Donald Trump, Prince Harry and Meghan Markle, Kim Kardashian, Taylor Swift, Jon Bon Jovi, Lionel Messi, Mark Zuckerberg, Karl Lagerfeld, Jeff Bezos, Pharrell Williams, Stevie Wonder, Scarlett Johansson, Cate Blanchett, Marion Cotillard, Lebron James, Kobe Bryant, Roger Federer, Serena Williams, Michael Douglas, Lady Gaga, Daniel Craig, Rami Malek, The Weeknd, Nicki Minaj gibi dünyaca birçok ünlü ismi fotoğraflayan Dukovic, Barack Obama’nın anı kitabı A Promised Land’in kapağını ve NASCAR efsanesi Jimmie Johnson’ın son kitabının kapağını fotoğrafladı.
20. yüzyıl Türk basınının önde gelen isimlerinden Münir Süleyman Çapanoğlu’nun sağlığında kitap olarak yayımlanamayan, İstanbul’un yeraltı dünyasını, kabadayıları, külhanbeylerini, karanlık sokakları, batakhaneleri, meyhaneleri ve gazinolarını anlattığı kitabı Esrarengiz İstanbul, VakıfBank Kültür Yayınları (VBKY)’ndan çıktı.
Şaban Bıyıklı ile Mehmet Berk Yaltırık’ın yayına hazırladığı Esrarengiz İstanbul, Sultan II. Abdülhamid döneminden (1876-1909) başlayarak Meşrutiyet’e ve 1920’lere uzanan İstanbul’un binbir âlemini kapsayan bir eser. Kitap, 100-120 yıl evvelki İstanbul’un karanlık ve esrarengiz binbir âlemi ve çehresini anlatıyor okura.
“İcabında kavgacıları ayırırlar, kanlı bıçaklı düşmanları barıştırırlar, racon keserler, söz dinlemeyenlerin ağızlarına birer tokat atıverirlerdi. Esnaf arasında sözleri çok geçerdi. Dik ve çevik adamlardı. Eskiden kalma bir itiyatla [alışkanlıkla], hâlâ sol omuz inik, sağ omuz kalkık yürürler, afili afili konuşurlar, fıskiye gibi tükürüklerini ta ileriye püskürürlerdi. Feslerini, yine eski tertip eğri, kaş üstüne kadar eğik giyerlerdi. Bu külhanbeylere, kabadayılara mahsus giyiş tavrı idi.”