Sarkis’in “Gökkuşağı Renkleriyle Çocukların Yağmur Çağrısı” başlıklı kişisel sergisi 4 Aralık 2024 - 5 Ocak 2025 tarihleri arasında Dirimart Dolapdere’de sanatseverlerle buluşacak.
Sarkis’in Venedik ve Mardin bienallerinde gerçekleştirdiği çocuk atölyelerinden ilhamla hayata geçirilen “Gökkuşağı Renkleriyle Çocukların Yağmur Çağrısı” başlıklı sergide, İstanbul’un Dolapdere semtindeki çocukların bireysel ve kolektif üretimlerinden oluşan eserler yer alıyor. Yağmurun evrensel deneyimi gibi, çocuk atölyeleri de galerinin bulunduğu bölge ve çevresindeki komşu dernekler ve okullarla hazırlanan sergide, renkli yağmur betimlemelerini andıran 49 ayna yer alıyor. Cam yüzeylere parmak dokunuşlarıyla oluşturulan renk katmanları, izleyiciyi dokunmanın anlamı ve kolektif üretimin gücü üzerine sorgulatıyor. Sergi, bir arada olmak üzerine yeniden düşünmeye ve ortak deneyime dair bir alan sunuyor.
Künye:
1. Rain with Rainbow Colors (The Call of the Children) no.32, Mirror, watercolor and fingerprints
2. Rain with Rainbow Colors (The Call of the Children) no.43, 2024 Mirror, watercolor and fingerprints
3. Rain with Rainbow Colors (The Call of the Children) no.11, 2024 Mirror, watercolor and fingerprints
4-5.Gökkuşağı Renkleriyle Yağmur (Çocukların Çağrısı) Atölyesinden Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
Jack Kurland’ın üç yaş ve üzeri okurlarına duyguları ifade etmenin önemini hem esprili hem de iç ısıtan bir hikâye ile anlattığı kitabı Hiçbir Şey Yapmak İstemeyen Kedi, Nazlıcan Kabataş’ın çevirisiyle hep kitap’tan çıktı.
“Bir zamanlar bir kedi vardı ve bu kedinin canı... hiçbir şey yapmak istemiyordu! Ne yumakla oynamak, ne arkadaşıyla partiye gitmek ne de uzaya çıkan ilk kedi astronotlardan biri olmak ilgisini çekiyordu. Bir gün arkadaşı ona nesi olduğunu sorunca nihayet gerçek ortaya çıktı. Gırgır’ın her teklifi geri çevirmesinin arkasında başka bir sebep vardı.”
The Imperial Russian Ballet Company, Çaykovski’nin unutulmaz başyapıtı Swan Lake-Kuğu Gölü Balesi ile 20, 21 ve 22 Ocak 2025 tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Anadolu Oditoryum Salonu’nda sanatseverlerle buluşacak.
Pek çok uluslararası festivalde sahne alan The Imperial Russian Ballet Company, Çaykovski’nin unutulmaz başyapıtı Swan Lake-Kuğu Gölü Balesi ile Türkiye turnesi kapsamında ilk kez izleyiciyle buluşacak. Swan Lake-Kuğu Gölü Balesi, Ment Event-Armoni organizasyonuyla 20, 21 ve 22 Ocak 2025 tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Anadolu Oditoryum Salonu’nda, 23 Ocak 2025’te Bursa Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Osmangazi Salonu’nda 24 Ocak 2025’te ise Ankara Congresium Kongre ve Sergi Merkezi’nde sahnelenecek.
Bolşoy Tiyatrosu solisti Gediminas Taranda tarafından 1994 yılında kurulan dünya çapında ünlü dansçılarla iş birliği yaparak büyük başarılar elde eden ve The Imperial Russian Ballet Company tarafından sahnelenen Kuğu Gölü Balesi, koreografisi, kostümleri ve Çaykovski’nin unutulmaz müziği ile izleyicilerine eşsiz bir deneyim sunuyor. Rus klasik balesinin doğuşu sayılan, Çaykovski’nin unutulmaz başyapıtı Kuğu Gölü Balesi’nde kötü bir güç tarafından kuşa dönüştürülen Odette’in, masalsı bir atmosferde, aşk, ihanet ve dönüşüm temalarını işleyen hikâyesi anlatılıyor.
“Genç prens, kuğu prensesine sonsuz aşkına yemin eder, ancak kötü büyücü Odile’e aldanarak bu sözüne ihanet eder. Sonunda, balenin kasvetli sonu değişir ve prens ile kuğu, kötü büyüyü bozarak parlak bir apoteoz ile sonlanır.”
Swan Lake-Kuğu Gölü Balesi’nin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Leyla Pekmen’in resim ve heykellerini bir araya getiren “Su Gibi” başlıklı sergisi 5 Aralık 2024 - 17 Ocak 2025 tarihleri arasında BüroSarıgedik’te sanatseverlerle buluşacak.
Doğaya ve suya bir övgü ve teşekkür niteliği taşıyan “Su Gibi” sergisi, izlemekten ve zihnine görsel notlar düşmekten keyif alan Pekmen resimleri ile izleyiciyi sanatçının yanından bakmaya davet ediyor. Serginin merkezinde hem fiziksel hem de duygusal bir tema olarak Pekmen’in işlerine ilham veren suyun değişken doğası yer alıyor. Su, giderek, manzaranın içinde bir duyguya dönüşürken cesur renk blokları ve zengin dokular sanatçının anlatısını güçlendiriyor. Sergideki resimlerde -heykellerde de- başka başka edimlerde bulunan, yatan, koşan, yüzen, duran, bakan, dalan pek çok figür bulunuyor. Bu figürler bir yandan resimlerin hikâyesini kurarken diğer yandan birer süs gibi, gerçek bir işlevden azade, manzaranın yüzeyinde süzülüyorlar. Pekmen’in yarattığı gerçeküstü doğa, üzerinde taşıdığı insanlar olmaksızın var olan, onlar tüm oluşlarıyla durup geçtikten sonra da olmaya devam edecek bir soylulukta. Bu ikilik, ilk bakışta görülen, mesafeden seçilen, aşikâr olan ile yaklaşınca seçilen, teker teker incelenen ve örtük olan arasında, resimlerin izlenme biçiminde de sürüyor. Pekmen’in “tabloları” betimledikleri doğa manzarası ve anlar buketi gibi karşısına geçip uzun uzun seyredilmeyi arzuluyor. Sanatçı bir anlamda kendi edimini resme bakandan talep ediyor hatta onu buna zarifçe zorluyor.
Leyla Pekmen şunları söylüyor: “Benimkisi iyimser bir başkaldırı. Beni mutlu eden anları biriktiriyor, onları birbirinin yanına ekliyorum. İyinin altını çiziyor, onu abartıyorum. Bu anlarla izleyicinin de kolaylıkla ilişki kuracağını umuyorum. Bu kalabalığın arasında kendi hatıralarından bir parça buluyorlar muhakkak. O güzel duyguyu geri çağırmalarını sağlıyor. Bu masalsı hisle donanmış olarak gerçeklikle mücadele ediyoruz.”
Bu yıl 31’incisi düzenlenen Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanan, Murat Fıratoğlu’nun yazıp yönettiği Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, 13 Aralık’ta vizyona girecek.
81. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde Orizzonti Jüri Özel Ödülü’nün, 35. Ankara Film Festivali’nde ise En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu Ödülü’nün sahibi olan Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, Siverek’te domates hasadında çalışan Eyüp’ün parasını ödemeyen patronu Hemme’yi öldürmek için öfkeden gözü dönmüş bir şekilde evinden çıktığı süreçte başından geçenleri ele alıyor.
“Kadınlar birkaç dönümlük arazide domatesleri dilimliyor, erkekler ise kasalardan domatesleri indirip, araziye yayıyor ve dilimlenen domatesleri tuzluyorlardır. Yaklaşık iki haftadır yevmiyeleri ödemiyordur Hemme. Eyüp, önceden İzmir’e taşınmış, orada tutunamayınca geri dönmüş, Şükran ile evli, aslen Siverekli bir adamdır ve borçlarını ödemek zorundadır. Eyüp, Hemme’den parasını ödemesini istediğinde gerginlik çıkar ve küfürleşmeden sonra Eyüp parasını almak için silahına başvurmaya karar verir.”
Bir Film dağıtımıyla vizyona girecek Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filminin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.
Künye:
Yönetmen: Murat Fıratoğlu
Senaryo: Murat Fıratoğlu
Oyuncular/ Ses Sanatçıları: Murat Fıratoğlu, Ali Barkın, Fırat Bozan, Salih Taşçı, Güneş Sayın, Sefer Fıratoğlu
Yapımcı: Murat Fıratoğlu
Görüntü Yönetmeni: Semih Yıldız
Kurgu: Eyyüp Zana Ekinci
Yapım Yılı: 2024
Süre: 82 dk.
Dağıtım: Bir Film
İthalat: Murat Fıratoğlu
Kadir Öztoksoy’un “The Gallery of Mutation” başlıklı kişisel sergisi 4 Aralık 2024 - 13 Ocak 2025 tarihleri arasında Artopol Galeri’de sanatseverlerle buluşacak.
Kadir Öztoksoy’un yeni sergisi “The Gallery of Mutation”, toplumsal normların dayatıldığı bir dünyada bireyin rolünü, modern tüketim alışkanlıklarını ve güzellik algısını sorgularken güçlü bir sanatsal eleştiri sunuyor.
Üç bölümlük “The Gallery Of Mutation” çalışması, “Fake Plastic Dreams”, “Conditional Love” ve “Diet of Depression” başlıklarıyla farklı yönlerden ele alınıyor. Öztoksoy’un, Johan Huizinga’nın “Homo Ludens (Oyuncu İnsan)” kuramından ilham alarak geliştirdiği bu eserler, Amerikalı iş insanı Ruth Handler’ın 1959 yılında ikonik bir figür hâline getirdiği Barbie’nin arka planında, toplumun dayattığı idealleri irdeleyen çarpıcı görüntüler sunuyor. İlk bölüm “Fake Plastic Dreams”, Barbie’nin güzellik ve cinsiyet normlarıyla oluşturduğu sahte mutluluk ve kabul standartlarını ele alarak, kadın bedeni üzerinden idealize edilen yapay bir dünyayı gözler önüne seriyor. Ardından gelen “Conditional Love”, kadın-erkek ilişkilerinde güç ve bağımsızlık kavramlarının toplumsal kalıplarla nasıl sınırlandırıldığını, güçlü kadın olma baskısının birey üzerindeki etkileriyle sorguluyor. Son olarak, “Diet of Depression” tüketim alışkanlıklarını eleştirerek, estetik normları sürdürme çabasının yarattığı içsel çelişkileri yansıtan ironik bir anlatım sunuyor ve izleyiciyi tüketim kültürünün dayattığı yüzeyselliğe dair düşünmeye davet ediyor.
“The Gallery of Mutation” sergisi, günümüz iletişim araçlarıyla desteklenen çürümüş estetik değerleri ele alarak bir “uyanış” çağrısında bulunuyor. Sergide Kadir Öztoksoy, izleyicilere “Gördüğümüz, görüldüğümüz tüm bu hâllerin ötesinde bir gerçek olabilir mi?” sorusunu yöneltiyor.
Kadir Öztoksoy’un “The Gallery of Mutation” başlıklı kişisel sergisini 4 Aralık 2024 - 13 Ocak 2025 tarihleri arasında 42 Maslak’ta yer alan Artopol Galeri’de ziyaret edebilirsiniz.
Zhao Liming’in Çin’in güneyindeki Hunan eyaletinin coğrafi, tarihsel ve kültürel olarak özel sayılabilecek bir bölgesinde, sadece orada yaşayan köylü kadınların bilip kullandığı bir yazı dili olan Nüshu üzerine çalışması Nüshu Kadın Yazısı - Beyefendi Kadınların Muhteşem Dili, Aslı Solakoğlu’nun Çince aslından çevirisiyle NotaBene Yayınları’ndan çıktı.
Çincenin bir versiyonu olan, tam çevirisiyle Nüshu kadın yazısı demek. Nüshu, farklı disiplinlerde mutlaka anılması gereken dünyada başka örneği olmayan bir dil sistemidir.
Aslı Solakoğlu; “Hiçbir kadının ana dili olmayan, akraba ve arkadaş çevresinde kadınların birbirine öğrettiği bir aktarım yöntemine sahip Nüshu’nun ne zaman fark edildiği, literatüre nasıl geçtiği ile ilgili Fei Wen Liu, Gendered Words, Sentiments and Expressions in Changing Rural China kitabında şöyle yazar: “Nüshu’nun keşfi tamamen beklenmedik bir olaydı. 1982 yılında genç Çinli akademisyen Gong Zhebing, Jianghua ilçesindeki etnik gruplar üzerine araştırma yaparken bir Komünist Parti yetkilisi, Jianghua’nın yanındaki Jiangyong’da yaşamış, artık hayatta olmayan anneannesinin ve teyzesinin bildiği bir kadın yazısından bahsetti. Meraklanan Gong hemen Jiangyong’a gitti, ama araştırması sonuç vermedi. Jiangyong’un genç nesilleri öğrenmemişler, daha yaşlı olanlar ise nasıl kullanılacağını unutmuşlardı; çünkü Kültür Devrimi’nden (1966-1976) bu yana Nüshu “cadı yazısı” olarak damgalanmıştı. Nihayetinde Jiangyong Kültür Bürosundan emekli Zhou Shuoyi’nin (1926-2006) yardımıyla Gong, biyografik bir ağıt içeren Nüshu yazılı mavi bir bez parçası ele geçirdi. Yazıyı, Baishui köyünden He Xijing adında bir köylü kadın vermişti ama yazarı değildi; yazıyı yakınlardaki Getan köyünden Hu Cizhu (1905–1976) yazmıştı…”
Gong Zhebin, Cizhu’nun kızının verdiği bilgilerle Nüshu bilen Gao Yinxian’a (1902–1990), onun sayesinde de Yi Nianhua’ya (1907–1991) ulaşır. Böylece Nüshu literatüre girer, bu kitabın yazarı Zhao Liming de aynı yıllarda Jiangyong’a giderek Nüshu bilen bu birkaç kadınla çalışmaya başlar.
Kadınların özellikle gizlemeye çalışmadıkları Nüshu’nun neden bu kadar zaman saklı kalabildiğini Fei Wen Liu, geleneksel tarih yazımına egemen olan erkek egemen bakış, ahlakî yönelimli kişiliklerin öne çıkarılması ve şarkı performanslarının marjinalleştirilmesi olarak saydığı üç temel kültürel nedene bağlar. Nüshu kullanıcıları sadece, ulaşamadıkları eğitim haklarını kendi elleriyle kendilerine verecek bir bilinç geliştirerek, nesiller boyu bu yazı dilini aktarmayı başarabilmiş ve kendi küçük çevrelerinde, köylerinde bile olsa kendilerine ayrıcalıklı bir alan açabilmiş kadınlar olarak zihnimize kazınır. Niyetleri ağıt yakmak, hatta bir çeşit şikâyet formuyla acılarını söylemek olsa da aslında kederlerini paylaşarak, yazarak, şarkılarını söyleyerek iyi hissedebilmenin, neşeyi üretebilmenin muhteşem bir yolunu bulduklarını düşünmek mümkündür.”
Gitarda Mark Speer, davulda DJ Johnson ve bas gitarda Laura Lee’den oluşan Houston/ Teksas çıkışlı Khruangbin, 27 Ağustos 2025 akşamı Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda konser verecek.
Indie pop, saykodelik funk ve soft jazz üçlüsü Khruangbin uzun bir aradan sonra yeniden İstanbul’da sahne alacak. Şarkıları kadar sahne performanslarıyla da dikkat çeken grup, 2025 Grammy Ödülleri’nde En İyi Yeni Sanatçı dalında aday oldu.
İlk albümü The Universe Smiles Upon You’yu 2015’te yayımlayan grup, 2018 başında ise çok sevilen Con Todo El Mundo albümünü çıkardı. Hemen ertesi yıl bu albümün bir dub versiyonu olan Hasta El Cielo’yu dinleyicilerine sundu. 2020’nin başında, soul ve R&B müzisyeni Leon Bridges’le uzun yıllar devam edecek yol arkadaşlığına başlayan grup, doğdukları eyalete selam çakan “Texas Sun” adlı EP ile hayranlarını müziklerinin bu kez enstrümantal değil, vokal içeren versiyonlarıyla tanıştırdı. Bu şekilde büyük bir hayran kitlesine ulaştı.
Pandeminin tüm dünyayı sarstığı 2020’nin tam ortasında ise üçüncü stüdyo albümü Mordechai ile dinleyicilerle buluşan grup, 2022’de Malili blues müzisyeni Ali Farka Touré’nin oğlu Vieux Farka Touré ile çıkardıkları, kült müzisyenin adını verdikleri Ali albümüyle Batı Afrika müziğine bir saygı duruşunda bulundu. Son olarak bu yılın nisan ayında çıkardıkları beşinci stüdyo albümü A La Sala ile hayranlarının sevdikleri tarzına geri dönüş yaptı. Grup bu albümü “daha ileriye gidebilmek için bir geriye dönüş egzersizi” olarak tanımladı.
Khruangbin konserinin biletleri 4 Aralık Çarşamba günü saat 10.30’dan itibaren Biletix’te satışa çıkacak.
Rojbin Ekinci’nin “Fütürist Nostalji” başlıklı kişisel sergisi, 26 Ocak 2025 tarihine kadar Diyarbakır’da yer alan Rıdvan Kuday Gallery’de sanatseverlerle buluşuyor.
Rojbin Ekinci’nin “Fütürist Nostalji” sergisi, önceki kuşak kadınların teknolojiyle yaşadığı çatışmayı, zamanın ve kültürlerin ötesine uzanan ironik bir gözle ele alıyor. Ekinci, çalışmalarında, yaşlı kuşağı sosyal, aktif ve modern bir toplumun merkezine yerleştirerek geleneksel ve dijital dünyanın ilginç karşılaşmalarını gözler önüne seriyor. Kadın figürü annesini, onu çevreleyen nesneler ve mekân ise kendisini temsil ederken, X ve Z kuşaklarının ortak bir zeminde, yenilikçi bir perspektiften nasıl buluşabildiğini mizahi ve çarpıcı bir şekilde işliyor.
Ekinci’nin eserleri, yeni medya ve teknolojilerin toplumsal ilişkileri nasıl dönüştürdüğünü, sanal kimlikler aracılığıyla bireylerin kendi özgün ifadelerini simule edilmiş bir gerçekliğin sınırlarında nasıl oluşturduğunu keşfe çıkıyor. Sosyal medya avatarları ve dijital platformlar, bireylere yalnızca kimliklerini ifade etme fırsatı sunmakla kalmayıp, toplumsal cinsiyet ve kültürel kimlikleri aşma, değiştirme veya yeniden yaratma alanları sağlıyor. Bu eserlerde, geleneksel olanın kırılganlığı, dijital dünyanın parlak ve büyüleyici yüzeyiyle yan yana gelirken, izleyici hem nostaljik bir bağlılık hissine hem de hızla değişen dünyaya eleştirel bir bakış açısına davet ediliyor.
Sanat eleştirmeni, medya teorisyeni ve filozof Boris Groys’un sanatın insanın kendini dönüştürme ve ifade etme aracı olduğunu savunduğu, sanatın toplumsal, politik ve felsefi boyutlarına ışık tuttuğu kitabı Sanat Eserine Dönüşmek, Feyza Yazıcı’nın çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı.
Groys, “Modern çağda sanat nedir?”, “Sanatçı kimliği ne anlama gelir?”, “Kendimizi bir sanat eserine dönüştürmek mümkün mü?” gibi sorulara cevap arayarak sanatla modern narsizmin ilişkisini ele alıyor. Modern ve çağdaş sanatın tarihini inceleyerek sanatın geleneksel tanımlarının artık geçerli olmadığını savunuyor. Groys, bu kitapta sanatın dönüşümünü ve sanatçının kendi varoluşunu sanat eserine nasıl yansıttığını inceliyor. Sanatçının kendisini bir sanat eseri hâline getirme süreci, modern ve çağdaş sanatın temelindeki kavramsal kaygıları aydınlatıyor.