
Arkas Sanat Merkezi, Türk resminin modernleşme yolculuğuna odaklanan “Gelenek ve Modernite: Arkas Koleksiyonu’nda Türk Resmi (1920-1970)” sergisini 28 Aralık’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Arkas Koleksiyonu’ndan derlenen 110’dan fazla eser, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde sanatçıların modernleşme ve yerel kimlik arasındaki dengeleri nasıl kurduklarını gösteriyor. Sergi, Arkas Sanat Göztepe’nin koleksiyon seçkisinin de bir öncüsü olma niteliğini taşıyor. Arkas Sanat Merkezi ve Arkas Sanat Göztepe’de birbirleriyle diyalog içinde devam edecek bu iki sergi, Arkas Koleksiyonu’ndan yola çıkarak Türk resminin evrimini sanatseverlere sunuyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1970’lere uzanan sergi, dönemin sanatçılarının modernleşme sürecine nasıl yön verdiğini hem figür hem de manzara resmi üzerinden ele alıyor. Sayfiye kültürünün Boğaziçi ve Adalar’dan Ankara ve Anadolu’ya uzanan değişimi, manzara resimleriyle ortaya konulurken; modern birey, yaşam tarzı ve kentsel dönüşüm figüratif eserlerde kendini gösteriyor. Sergide, II. Dünya Savaşı sonrası burslu olarak Paris’e giden sanatçıların Yeni Paris Ekolü’ndeki etkileri ve Türk resmindeki özgüven değişimi de önemli bir yer tutuyor.
Türk resim tarihinin önemli figürlerini bir araya getiren sergide 1914 Kuşağı sanatçıları İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Hikmet Onat ve Namık İsmail’in Paris’te Fernand Cormon’un atölyesinde edindikleri eğitimin etkileri izlenirken; Hoca Ali Rıza ve Halil Paşa’nın açık hava resim geleneğinin sonraki kuşakları nasıl etkilediği de vurgulanıyor. Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nden Hale Asaf ve d Grubu sanatçılarının hocası André Lhote’un eserleri, Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu, Cemal Tollu, Nurullah Berk ve Hamit Görele gibi sanatçılarla birlikte izlenebiliyor. Sergide Fikret Mualla, Pierre Bonnard, Léopold Lévy gibi sanatçıların eserlerine de yer veriliyor.
Sanat tarihçisi ve akademisyen Prof. Dr. Burcu Pelvanoğlu’nun kürasyonu ile kurgulanan sergi, klasik sanat tarihi yazımının ötesine geçerek Erken Cumhuriyet dönemi ile Meşrutiyet döneminin kopuk değil, birbirine bağlı bir modernleşme süreci olduğunu ortaya koyuyor. Türk resminde İzlenimcilik, Geç Kübizm ve Art Déco gibi akımların nasıl işlendiğini gösteren sergi, Arkas Koleksiyonu’ndan bir seçkiyle Türk resminde gelenek ve modernite arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye davet ediyor.
Fransız çizer Fabien Toulmé’nin pandemi sonrasında âdeta yeniden tanımlanan çalışma ve iş kültürünün farklı toplumalar üzerindeki yansımalarına dikkat çektiği kitabı Çalışmak ve Yaşamak, Hasan Can Utku’nun çevirisiyle Desen Yayınları’ndan çıktı.
Toulmé’nin varoluşçu bir bakış açısıyla tasarladığı “Dünyadan Yansımalar” adlı serisinin ikinci halkası Çalışmak ve Yaşamak. Bu kitap, milyarlarca dolarla oynayan bir yatırım bankeriyken hayatına anlam katmak için şarkıcı olmaya karar veren bir üst düzey yöneticiden büyük şirketlerin kıskacında aşırı çalışmaktan her gün ölümle yüzleşmek zorunda kalan kuryelere uzanarak sıra dışı yaşamlardan çarpıcı kesitler sunuyor.
Sistem mağdurlarının ve onu değiştirmek için mücadele edenlerin peşinde usta bir belgeselci gibi iz süren sanatçı; kıtalararası yolculuklar ve bire bir görüşmelerle biçimlendirdiği çizgilerini şimdi de Teksas, Kore ve Komor Adaları'nda konuşturuyor. Farklı kuşaklardan ve sınıflardan çalışanların iş-özel yaşam dengesine odaklanırken ücretli emeğin tarihsel serüvenine parantez açmayı da ihmal etmeyen bu belgesel grafik roman, son beş yılda özellikle gençlerin çalışmayla ilişkisinin nasıl kökten değiştiğini tüm gerçekliğiyle paylaşıyor.
“Bu benim hayatım değildi, benden beklenen hayatı yaşıyordum.”
Akustik indie pop’un önemli gruplarından Kings Of Convenience, Epifoni ve URU organizasyonuyla 28 Mayıs akşamı KüçükÇiftlik Park’ta konser verecek.
Sakin ve pürüzsüz vokallerle yarattıkları Bossa-nova etkileşimli naif ve melankolik pop ile türünün en başarılı örnekleri arasında gösterilen Kings of Convenience, Erlend Øye ve Erik Glambek Bøe'den oluşuyor. Vokal ve gitarları ile dinleyicilerin karşısında olacak ikiliye bazı parçalarında davulcu ve basçı da eşlik edecek. Konserin açılışını kendine özgü yorumu ve sahne performansıyla dikkat çeken Sena Şener yapacak.
Grup, 1999 yılında Belle and Sebastian ve Coldplay ile müzik dünyasına yeni bir kapı açan “Yeni Akustik Hareket”in öncülerinden oldu. 2009’da yayımlanan Declaration of Dependence albümü ile büyük başarıya imza attı. Uzun bir süre sonra 2021’de Peace or Love albümüyle geri dönen Kings of Convenience, “Know How”, “Misread”, “I’d Rather Dance with You”, “Mrs. Cold” gibi şarkıları ile unutulmazlar listesinde yerini aldı.
Nick Drake, Simon And Garfunkel, Caetano Veloso gibi isimlerden aldıkları ilhama yaşadıkları kuzey coğrafyasının büyülü atmosferini de ekleyen ikilinin İstanbul konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Mehmet Sinan Kuran’ın “Post Narrative” başlıklı kişisel sergisi, Burak Fidan’ın küratörlüğünde, 6 Mayıs-15 Haziran tarihleri arasında CerModern’de sanatseverlerle buluşacak.
Çizimlerinde kendine özgü dünyasını baş döndürücü detaylarla zenginleştiren Mehmet Sinan Kuran böylelikle hem minyatür geleneği gibi tasvir biçimine yakın duruyor, hem de popüler imgelerle içinde yaşadığı zaman dilimini eğlenceli bir şekilde görselleştiriyor.
Küratör Burak Fidan sergi hakkında şunları söylüyor: “Anlatı, insanın dünya karşısında aldığı en eski etik pozisyondur. Zamanı kavramanın, anlamı taşımanın, deneyimi dönüştürmenin bir yolu. Bir geçmiş ve gelecek duygusudur; yaşanmış olanla yaşanacak olan arasındaki ahlaki bağdır. Bugün, bu bağın ipleri eprimiş durumda. Herhangi bir çekim gücünden, ağırlıktan, herhangi bir hakikat anından yoksun günümüzün mikro anlatılarıyla anlam birikmiyor artık, yalnızca dolaşıma giriyor. İçsellik, teyakkuz hâlinde bir gözün önünde kayboluyor. Biz artık anlatan değil, aktaranız…
Mehmet Sinan Kuran, Post Narrative bir zamanda, bu zamanın içinden konuşmuyor; oyuna paldır küldür giren bir oyun bozan olarak bu zamanı içerden deşiyor. Aşina olduğumuz bir dünyanın içinde bir yabancı — geleneğe, otoriteye, her tür kurumsallaşmış anlam yapısına karşı — kendi yolunu neşeli hasarlarla açıyor. İstisnai, anormal şeyler, varlıklar, fikirler vasıtasıyla, çoğu zaman bizi rahatsız ederek. ‘Post Narrative’ sergisindeki her bir iş, artık dünyada ayağını basacak sağlam yeri olmayan anlatı sonrası insanın patoloji evreninden bir görünüm sunuyor. Her şeyden önce ve sonra, hikâyeyi imkansızlaştıran koşulları görünür kılan, tinsel kurtuluşun yaratıcılıkta olduğunu savunan bir sanatçının evreni burası.”
Künye:
1. Wish, 2020
2. Tainted love, 2019
3. Untainted love, 2019
Finlandiya’nın dünyaca ünlü edebiyat elçisi, modern çocuk edebiyatının önemli isimlerinden çok disiplinli sanatçı Tove Jansson’un orijinal eserlerinden oluşan “Tove Jansson, Mumilerin Yaratıcısı ve Sanatçı: Yazarlığına ve Sanatına Dair Bir Sergi”, 17 Mayıs’a kadar Aynalı Geçit’te sanatseverlerle buluşuyor.
Ayrıntı Yayınları’nın çocuk kitapları markası Dinozor Çocuk, Finlandiya Büyükelçiliği ve Home of Moomin Museum Tampere, Finland ortaklığında düzenlenen sergi, sanatçının eskizleri, karikatürleri, kitap illüstrasyonları ve tablolarından oluşuyor. Hayaller, umutlar, sevgi bağları ve dostluklar etrafında şekillenen Mumi serisiyle de tanınan Tove Jansson’un çok yönlü sanatına saygı duruşu niteliğindeki “Tove Jansson, Mumilerin Yaratıcısı ve Sanatçı: Yazarlığına ve Sanatına Dair Bir Sergi” hem edebiyat hem de görsel sanatlar dünyasında iz bırakan sanatçının mirasına kapsamlı bir bakış sunuyor. Sergide, Finlandiya’nin Tampere kentinde sanatçının bağışladığı orijinal eserlerle kurulan müzeden bir seçki izleyicilere sunuluyor. “Tove Jansson, Mumilerin Yaratıcısı ve Sanatçı: Yazarlığına ve Sanatına Dair Bir Sergi”de sanatçının eskizleri, karikatürleri, kitap illüstrasyonları ve tablolarından oluşan yaklaşık 40 eserlik bir seçki yer alıyor.
Puruli Kültür Sanat tarafından on üçüncü kez gerçekleştirilecek Engelsiz Filmler Festivali, bu yıl 23-29 Mayıs tarihleri arasında Goethe-Institut Ankara’da sinemaseverlerle buluşacak.
Uluslararası Kısa Film Yarışması, Dresden Kısa Film Festivali Seçkisi ve Çocuklar İçin bölümleri ile birlikte Engelsiz Filmler Festivali, Bir Çağ Yangını başlığı altında, 21. yüzyılın geride bıraktığımız ilk çeyreğinde tüm dünyada yaşanan krizlere ve toplumsal olaylara film gösterimleri, konuşmalar ve bir fotoğraf sergisi ile mercek tutmayı hedefliyor. Programda yer alan tüm filmlerin sesli betimleme ve ayrıntılı altyazı seçenekleri ile gösterildiği festivalde söyleşi, ödül töreni gibi etkinlikler de erişilebilir olarak gerçekleştirilecek.
Festival programında her yıl yerini alan “Çocuklar İçin” seçkisini bu yıl, dünyanın en eski çocuk filmleri festivallerinden biri olan Cinekid, festivali hazırladı. 1986 yılında ilk kez düzenlenen Cinekid, bugün Hollanda genelinde 40’ın üzerinde lokasyonda küçük sinemaseverlerle buluşuyor. Cinekid’in Engelsiz Filmler Festivali için hazırladığı programda; Küçük Kayakçı, Kuap, Kayıp Çorapların Gizemi ve Turp Hasadı filmleri Türkçe seslendirme ve sesli betimleme ile gösterilecek.
Otizmli çocuk ve gençlerin rahat bir şekilde film izleyebilmeleri için gerçekleştirilen Otizm Dostu Gösterim her yıl olduğu gibi bu yıl da festival programında yer alıyor. Goethe-Institut’teki gösterimde “Çocuklar İçin” seçkisi loş ışıklı bir salonda, ses seviyesi düşük tutularak izleyicilerle buluşacak. Seyirciler gösterim sırasında salonda yiyecek, içecek bulundurabilecek ve diledikleri gibi hareket edebilecekler.
Engelsiz Filmler Festivali hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
British Council ve BBC World Services tarafından düzenlenen 29. Uluslararası Sesli Drama Yarışması başvuruları 4 Haziran’a kadar devam ediyor.
Birleşik Krallık’ın kültürel ilişkiler ve eğitim fırsatlarından sorumlu kuruluşu British Council ve BBC World Service, Türkiye’den ve Birleşik Krallık dışından yazarları, sesli drama yöntemini kullanarak uluslararası bir izleyici kitlesine hikâyeler anlatmaya çağırıyor. Kazananlar para ödülü alacak, 2026 yılında Birleşik Krallık’ta düzenlenecek ödül törenine davet edilecek ve dramalarının kayıtlarına katılabilecekler. Yazarlar, yarışma için senaryolarını 4 Haziran Çarşamba gününe kadar gönderebiliyor.
Yazarlar iki kategoriden birine katılabiliyorlar: birincisi ana dili İngilizce olan katılımcılar için, diğeri ise ikinci dili İngilizce olan katılımcılar için. Kazananlar 2,500 £ (yaklaşık 2,980 Euro) nakit para ödülü alacak, 2026 yılında İngiltere’de düzenlenecek ödül törenine davet edilecek ve BBC World Service platformlarında dünya prömiyeri için dramalarının kaydına katılacaklar. Yarışmanın ikincisi, BBC Dünya Servisi gazeteci ve yazarı Georgi Markov (1929-1978) onuruna Özel Takdirname alacak.
Katılımcıların, büyük ölçüde veya tamamen İngilizce bir sesli drama senaryosu yazması gerekiyor. Senaryo, daha önce yazılmış bir eserin uyarlaması değil, özgün bir çalışma olmalı ve yapay zekâ araçları kullanılarak oluşturulmamış olmalı. Senaryo yaklaşık 40-50 dakika uzunluğunda olmalı, bu da en az 35 sayfa A4 kağıdına (veya eşdeğerine) ve en fazla 60 sayfaya eşit.
Drama en fazla altı ana karaktere sahip olmalı (her biri birkaç satırdan fazla olmayan en fazla 3 küçük “ikiz” karakter de olabilir) ve senaryolara, dramanın tüm hikâyesini özetleyen kısa bir sinopsis eşlik etmeli. Bu yazı en fazla 400 kelime olmalı.
29. Uluslararası Sesli Drama Yarışması hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Star Wars’un ikinci filmi The Empire Strikes Back, David Mahoney yönetimindeki İstanbul Film Orkestrası eşliğinde, 26 Haziran akşamı İstanbul Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda izleyicilerle buluşacak.
Piu Entertainment tarafından “Movies in Concert” etkinlikleri kapsamında 2024 yılında sahnelenen ilk filmin ardından serinin ikinci filmi The Empire Strikes Back, 100 kişilik canlı orkestra eşliğinde gösterilecek.
Ünlü besteci John Williams, En İyi Orijinal Film Müziği dalında Akademi Ödülü kazandığı 1977 yapımı Star Wars: Yeni Bir Umut’tan başlayarak Star Wars efsanesinin dokuz filminin de müziklerini yapmasıyla tanınıyor. The Empire Strikes Back, Return of the Jedi, Star Wars: The Force Awakens, Star Wars: The Last Jedi ve Star Wars: The Rise of Skywalker filmlerinin müziklerinin her biri En İyi Orijinal Film Müziği dalında aday gösterildi.
Oscar ödüllü besteci John Williams’ın unutulmaz müzikleri, İstanbul Film Orkestrası tarafından canlı olarak seslendirilirken dev beyaz perdede filmin tamamı orijinal dilinde İngilizce olarak Türkçe alt yazı ile gösterilecek. Film müzikleri orkestrası yönetimindeki en önemli isimlerinden biri olan Klasik Brit Ödülü sahibi İngiliz Orkestra Şefi David Mahoney, orkestra şefi olarak yer alacak.
Ressam Semiramis Öner’in “Hatıra Kurucular” başlıklı kişisel sergisi 29 Haziran tarihine kadar Metrohan’da sanatseverlerle buluşuyor.
İBB Kültür ve İBB Miras’ın katkılarıyla düzenlenen “Hatıra Kurucular” sergisi, bireysel anılardan kolektif hafızaya uzanan, geçmişle hayali geleceği bir araya getiriyor. Sergide, Kuzey Rönesansı resim tekniğini kullanan ve kendi renk pigmentlerini yaratan Öner’in, eski fotoğrafları ve Türkiye ütopyasını resmettiği yağlı boya tablolarıyla eski İstanbul’a ait objelerden oluşan bir enstalasyonu yer alıyor. Küratörlüğünü Gülseli İnal, Balkız İnal ve Beliz İnal’ın üstlendiği sergide sanatçı, 20. yüzyılın başlarında Türk toplumunun Osmanlı’dan modern Türkiye’ye evrildiği dönemde yaşanan epik sosyal değişimi, kendi bilinçaltı yönlendirmesiyle önümüze seriyor.
Üç ayrı bölümden oluşan serginin “İstanbul Portreleri” başlıklı ilk bölümünde, Semiramis Öner’in 1995’ten bu yana İstanbul sahaflarından topladığı ve 1890-1940 yılları arasını kapsayan eski Türkiye fotoğraflarını resmettiği yağlı boya tablolar yer alıyor. Fotoğraflardaki insanlara kendini yakın hisseden, bazılarının ismini fotoğrafın arkasındaki yazılanlardan öğrenen sanatçı, bu kişileri hikâyeleri ve anılarıyla birlikte içselleştirerek resmediyor. Koyu renklerin ağır bastığı stüdyo fotoğraflarındaki insanları büyük yağlı boya tablolara dönüştüren Öner, insanların yüzlerindeki ifadeler ve kullandıkları objelerden yola çıkarak Türkiye’nin yaşadığı dönüşümü anlatıyor. Bu ilk bölüm, sanatçının bugüne kadar yaptığı 70 tablo içerisinden 40’tan fazla eserin yer aldığı bir seçkiyi sanatseverlerle buluşturuyor.
“Hatıra Kurucular” sergisinin ikinci bölümünde ise, resme dönüşen fotoğraflarda görünen objeler sergileniyor. “İstanbul Portreleri”nin üretimi sırasında fotoğraflardaki eşyalara da dikkat kesilen ve bu objeleri kendisine verilen emanetler olarak kabul eden sanatçı, yine sahaflarda ve bitpazarlarında arayıp bulduğu bu eşyaları uzun bir yemek masasına yerleştiriyor. Öner’in daha önce Hollanda’da Utrecht Belediyesi için dört yılda tamamladığı Barış tablosundakine benzeyen bu Hatıra Masası’nda farklı bireylerin arkalarında bıraktıkları eşyalar; semaver, saatler, daktilo, kolyeler, radyolar, gözlükler, kravatlar, kol düğmeleri, mektuplar sergileniyor. Terziler, şapkacılar, kumaş dokuyanlar, saatçiler, camcılar, kuyumcular, anahtarcılar, cam üfleyiciler tarafından emek verilerek üretilen eşyaların yer aldığı Hatıra Masası’nda, çoğu eşyanın el işi olması dikkat çekiyor.
Sergiyle aynı başlığı taşıyan üçüncü ve son bölümde ise izleyiciyi, umut dolu bir hayal dünyası karşılıyor. Bu bölümde, Türkiye’ye dair aklındaki ütopyayı resmeden Semiramis Öner, geleceği parlak, renkli bir ülke ve mutlu, sevgi dolu portreler ortaya koyuyor. Öner bu bölümü “Dünya karışık dönemlerden geçtiği sıralarda, ütopik dünyalar sanatçının sığınaklarıdır. Sanatçı kaçtığı dünyayı yaratır ve izleyeni davet eder” sözleriyle anlatıyor.
Cary Fagan’ın gezegenimizin geleceğini tehdit eden en önemli sorunlardan olan iklim krizine dikkat çeken kitabı Dünya Sular Altında, İpek Güneş Çıgay çevirisiyle Tudem Yayınları’ndan çıktı.
Bildiği dünyadan ansızın koparak hiçliğin ortasına düşen bir çocuk ile köpeğinin hayatta kalma mücadelesini anlatan Dünya Sular Altında, sade ve sürdürülebilir bir yaşamın mümkün olup olmadığı hakkında düşündürüyor. Özgün hikâyesi ve sinematografik kurgusuyla öne çıkan roman, kaderimizi tekrar elimize almamız için hiçbir zaman geç olmadığını hatırlatıyor.
“Sıradan bir güne uyandığını düşünen Rafe, çok geçmeden içinde bulunduğu tuhaf durumun ayırdına varır. Penceresinden tek görebildiği maviliktir. Odası sanki evlerinden kopmuş ufak bir kulübe misali ucu bucağı olmayan sularda sürükleniyordur. Tanıdığı, gördüğü, sevdiği her şey nereye kaybolmuştur? Günler geceler boyunca odasıyla birlikte suyun üzerinde yüzerken kendisiyle benzer kaderi paylaşanlarla yolları kesişir. Yoksa ufukta bir kara parçası görmeyi umarlarken dünya çoktan yitip gitmiş midir?”