Hamra Abbas’ın yeni eserlerinden oluşan “Garden Reimagined” başlıklı kişisel sergisi 1 Şubat’a kadar Pilot Galeri’de sanatseverlerle buluşuyor.
Hamra Abbas’ın “Garden Reimagined” sergisi izleyicilere, bahçe fikrini hem tarihsel hem de kişisel hafızanın bir mekânı olarak yeniden düşünen bir dizi mermer kakma eser sunuyor. Yerinden edilme, kimlik ve zamanın akıp gidişi temalarını irdeleyen katmanlı ve hayal kurduran eserleriyle tanınan Abbas hem tarihi hem de çağdaş kaynaklardan ilham alarak titiz bir zanaat yaklaşımı kullanıyor. Sergi izleyicileri, bahçeyi kişisel bir deneyimin metaforu hem güzelliğin hem de kırılganlığın, büyümenin ve çürümenin bir alanı olarak düşünmeye davet ediyor. Lapis lazuli, serpantin, yeşim taşı gibi taşlarla titizlikle yaratılan eserler, izleyicileri tarih, hafıza ve doğanın karşılıklı etkileşimiyle ilgilenmeye davet ederek bir merak ve tefekkür duygusu uyandırıyor.
Berlin ve Boston da dahil olmak üzere ikamet ettiği pek çok şehirden ilham alan sanatçı, uzun yıllar boyunca kolay taşınabilir kâğıt, video veya performans gibi geçici ve hafif/taşınması kolay medyumları kullandı. Sanatçı, 2015 yılında ülkesi Pakistan’a döndükten sonra köklü bir değişim geçirdi. Mermer kakma (pietra dura) tekniğiyle ilgilenmeye başladı ve evine ve kültürel mirasına aidiyet hissi uyandıran, geçiciliğin kalıcılığa dönüştüğü önemli bir ifade biçimini benimsedi. Yarı değerli lapis lazuli kullanımı, Abbas’ın yaratım sürecinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Geçtiğimiz yıl sanatçı, lapis lazuli ultra-marin pigmentini üretmek için 14. yüzyıldan kalma bir İtalyan tekniği öğrendi. Bu teknikle ürettiği pigmenti kullanarak hazırladığı Porters 1 adlı çalışması, sergi kapsamında izleyicilerle buluşuyor. Abbas, sanatsal pratiği boyunca ötekileştirilmiş insanların portrelerini yaratmaya devam ediyor.
Künye: Hamra Abbas, Garden 3, 2024, Marble, lapis lazuli, serpentine, jasper, calcite, granite, 300x180cm
Amerikalı yazar, senarist ve gazeteci Christopher Farnsworth’un tarih, biyoteknoloji, aksiyon ve macerayı harmanladığı sürükleyici romanı Ne Düşündüğünü Biliyorum, Mehmet Deniz Öcal’ın çevirisiyle April Yayıncılık’tan çıktı.
Farnsworth, macera ve gerilim türünün son yıllarda en çok dikkat çeken yazarlarından. “Nathaniel Cade” serisi ve Ne Düşündüğünü Biliyorum adlı romanıyla başlattığı “John Smith” serisi yayımlandığı günden bugüne yoğun ilgiyle karşılandı.
Ne Düşündüğünü Biliyorum’un baş kahramanı John Smith, kimileri için lütuf, kimileri için lanet sayılacak özel bir yeteneğe sahip: İnsanların zihinlerine erişebiliyor. Akıllarına takılan şarkıları, herkesten sakladıkları sırları, gizledikleri korkuları, unutamadıkları acı dolu anları bir bakışta okuyabiliyor. Çünkü CIA onu en güçlü ajanlarından biri hâline gelene dek ihtimamla yetiştirdi, yeteneklerini zorlayarak geliştirdi ama John gibiler tek yere bağlı kalamaz. Teşkilattan bir gece ansızın kaçtı ve şimdi özel danışman olarak çalışıyor, en büyük mücadelesi de kendisiyle. Tek derdi yeteneğinin karanlık potansiyelini kontrol altında tutmak ve beladan uzak kalmak. Yeni müşterisi milyarder yazılım gurusu Everett Sloan’ın teknoloji dehası eski çalışanını araştırması için John’u tutmasıyla işler fena karışıyor. John, güçlerini sonuna kadar kullanmanın hayatta kalmak için tek umudu olduğunu biliyor, bu kendi akıl sağlığını riske atmak anlamına gelse bile.
Mahmut Fazıl Coşkun’un yönettiği Türkiye’nin ilk çağdaş sanat belgeseli Crossroads, MUBI’de gösterime girdi.
41. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması’nda prömiyerini yapan Crossroads, Ankara Film Festivali ve Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Belgesel ödülünü kazandı. Seçkin Pirim, Gülay Semercioğlu, Candaş Şişman ve Sinan Logie’yi bir araya getiren belgesel, dört sanatçının sanatsal dönüşümlerini de kayıt altına alıyor. Sinan Yusufoğlu’nun senaryosunu yazdığı, Bulut Reyhanoğlu ve Vanessa Medini Arslan’ın hem kreatif hem ana yapımcılığını üstlendiği belgeselin yönetmen koltuğunda Mahmut Fazıl Coşkun oturuyor.
Türk görsel sanatının dünyada tanınan dört önemli isminin üretim pratiklerine ışık tutan belgesel, sanatçıların özgün estetik dünyalarını ve sanat yolculuklarını, gündelik hayatları ve şehirle kurdukları ilişki üzerinden anlatıyor. Geçmişi, geleceği, kaosu, kültürü, kenti ve farklı sanat disiplinlerini buluşturan kozmopolit şehir İstanbul’daki atölyelerinden çıkan eserler, şehrin büyüleyici sokaklarından dünyanın önemli sanat galerilerine ve müzelerine uzanıyor.
Okul romanlarıyla hem dünyada hem Türkiye’de milyonlarca okura ulaşan Andrew Clements’in başyapıtı olan “Bunun Adı Findel” serisinin devam kitabı Findel Gizemi, Brian Selznick’in resimleri ve Mine Kazmaoğlu’nun çevirisiyle Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
Çocukların ve öğretmenlerin unutulmazları arasına giren, çocuk edebiyatının modern klasiklerinden olan seri bu kitapla bir nesil sonra yeniden alevleniyor. Dijital çağda yaratıcı emeğin gasp edilmesine odaklanan Clements, cesaretle dayanışmayı öneriyor. Yapay zekânın da kolaylaştırdığı hak ihlallerine, korsan yayınlara ustaca dikkat çekiyor.
“Teknoloji tutkunu Josh, tüm ödevlerini birkaç tuşla çözebilir. Ancak, edebiyat öğretmeni Bay N sınıfta bilgisayar kullanılmasını kabul etmediği gibi, ödevleri de hep elyazısıyla ister. Rastlantıyla keşfettiği "findel"i, kankası Vanessa'yla paylaşan Josh, Bay N'nin sır gibi sakladığı geçmişinin peşine düşer. Her hamlede bambaşka gerçeklerle karşılaşan çocukları, çok sevdikleri bir yazar adına girişecekleri dijital bir mücadele beklemektedir…”
Alternatif müziğin önde gelen gruplarından Gevende, 11 Ocak Cumartesi akşamı DasDas sahnesinde müzikseverlerle buluşacak.
Psikedelik folk ve caz rock tarzlarını bir araya getirerek farklı bir müzik deneyimi sunan gruba konserde Chromas eşlik edecek. Gevende, dinleyicilere hem ruhsal hem de müzikal bir yolculuğa davet ediyor.
11 Ocak Cumartesi saat 22.00’de DasDas’ta gerçekleşecek Gevende konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
SANATORIUM, Kerem Ozan Bayraktar’ın “Spirits on the Ground” başlıklı ABD’deki ilk kişisel sergisini 9 Ocak - 16 Şubat tarihleri arasında Ulya Soley küratörlüğünde DIANA New York’ta sanatseverlerle buluşturacak.
“Spirits on the Ground”, mekanik oyuncaklar, plastik kaplar, LED ışıklar, videolar, piller, naylon örtüler, sahte bitkiler, su, toprak ve kumdan oluşan mekâna özgü bir çöplük, yaşayan bir mezarlığı gözler önüne seriyor. Kerem Ozan Bayraktar, amaçlarından arındırılmış nesnelerle bir dünya kuruyor: ne canlı ne de cansızlar. Plastik kaplar, işlevsiz piller, kırık oyuncaklar, yapay balıklar, solucanlar, şarj aletleri, kablolar ve ölmekte olan bitkiler tanıdık olanın ruhunu taşıyor. Enstalasyon bir yeraltı atölyesini, kullanılmayan bir depoyu ya da yapay bir serayı andırıyor - terk edilmiş ama geçmiş anılar ve gelecek vaatleriyle dolu.
Plastik oyuncaklar doğayı sentetik formlar olarak taklit ediyor: kuşlar, balıklar ve diğer hayvanlar yapay nesnelerle temsil ediliyor. Oyuncaklar pille çalışıyor ve bu sayede sanki canlıymış gibi görünüyorlar, ancak yaşamın biyolojik süreçlerinden tamamen kopuklar. Eski yaşam formlarının kalıntısı olan plastik, uzak bir geçmişi temsil ediyor. Bu kalıntılara güç veren piller, kameraya yakalanan kısa yaşam anlarını temsil ediyor. Jeolojik açıdan bakıldığında, bu nesneler muhtemelen pillerin enerjisi bittikten çok sonra da varlığını sürdürüyor ve dünyanın gelecekteki katmanlarının bir parçası hâline geliyor. Zamanla, bu nesneler bir eylemsizlik durumuna geri dönüyor, ancak malzemeleri kalıcı olacak ve bu da zamansal varoluş ile kalıcı jeolojik etki arasındaki gerilimi yansıtıyor.
Sergi, çocukluğun cansız olanı canlandırma içgüdüsünü yansıtıyor: hem enstalasyonda hem de çocukların oyunlarında zemin, nesnelerin hayat bulduğu bir sahne hâline geliyor. Bu organik ile inorganik, canlı ile yapay arasındaki sınırların keşfini gözler önüne seriyor. Enstalasyon, yerel kaynaklı malzemelerin yanı sıra 3D baskılı veya modifiye edilmiş nesneleri bir araya getiriyor. Sergiye Kerem Ozan Bayraktar, Zeynep Sayın ve Yağız Özgen’in metinlerinin yer aldığı kapsamlı bir yayın eşlik ediyor.
Kerem Ozan Bayraktar’ın “Spirits on the Ground” sergisini 9 Ocak - 16 Şubat tarihleri arasında, Perşembe’den Pazar’a 12.00 - 18.00 saatleri arasında DIANA New York’ta ziyaret edilebilir.
2003’den bu yana Sakıp Sabancı Müzesi’nde liderlik yapan Dr. Nazan Ölçer, 3 Şubat’tan itibaren görevini Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahu Antmen’e devredecek.
SSM’nin Türkiye’nin önde gelen sanat kurumlarından biri hâline gelmesine öncülük eden Dr. Ölçer’in liderliği döneminde müze Picasso, Rodin, Joseph Beuys, Salvador Dalí, Rembrandt, Monet, Ai Weiwei, Anish Kapoor, Marina Abramović, David Hockney ve Georg Baselitz gibi dünyaca ünlü sanatçıların eserlerine ev sahipliği yaptı; çağının yenisi sanat akımlarını ve sanatçılarını sanatseverlerle buluşturarak fark yarattı. Bu sergiler SSM’in dünya çapında tanınır bir müze olmasında çok önemli rol oynadı. Nazan Ölçer’in uluslararası müze camiasındaki saygınlığı ve Sabancı Ailesi’nin desteği, SSM’i sanat ve kültür etkileşimlerinde önemli bir platforma dönüştürdü, dünya çapındaki müzelerle iş birliği konusunda öncü bir konuma taşıdı. SSM, bu süreçte yalnızca koleksiyon ve geçici sergileriyle değil, her yaşa hitap eden öğrenme programları, akademik yayınları ve farklı etkinlikleriyle de yaşayan çağdaş müzeciliğin referans noktası hâline geldi.
2018 yılından bu yana Sakıp Sabancı Müzesi Yönetim Kurulu üyesi de olan Prof. Dr. Ahu Antmen’le birlikte SSM gelecek nesiller için ilham verici bir sanat merkezi olarak varlığını sürdürmeye devam edecek.
Alan Kadıköy’ün desteğiyle kalıcı bir stüdyoya kavuşan Piksel.Yeni Medya Misafir Sanatçı Programı’nın yeni dönemi için başvurular devam ediyor.
Piksel.Yeni Medya Misafir Sanatçı Programı’nın başvuruları 15 Ocak saat 18.00’e kadar uzatıldı. Program, katılımcıların altı ay boyunca yaratıcılığını özgürce ortaya koyabileceği, her türlü teknoloji yazılım ve donanımı kullanabileceği, alanında tanınmış sanatçılar, sanat profesyonelleri ve eğitmenlerle bir araya gelerek projelerini hayata geçirebileceği farklı bir deneyim sunuyor. Piksel. envanterinden sağlanacak teknik prodüksiyon desteği ile projelerinizi hayata geçireceğiniz bu program, katılımcılarına alanında uzman isimlerle buluşma ve yaratıcı fikirlerinizi özgürce geliştirme fırsatı sunuyor.
Piksel.Studio’ya buradan başvurabilirsiniz.
Günümüzün dikkat çeken dramatik sopranolarından Sinéad Campbell Wallace, Türkiye’deki ilk konserini 11 Ocak Cumartesi akşamı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda verecek. Konserde Wallace’a, şef Nil Venditti yönetimindeki CRR Senfoni orkestrası eşlik edecek.
11 Ocak Cumartesi akşamı saat 20.00’de CRR’de gerçekleşecek konserin repertuvarı dramatik kadın kahramanların romantik, hüzünlü ve cesaret dolu hikâyelerini bir araya getiren eserlerden oluşuyor.
Washington National Opera, Wigmore Hall gibi önemli sahnelerinde konser veren, geniş repertuarı ve sahne hakimiyetiyle dikkat çeken Sinéad Campbell Wallace’ın CRR vereceği konserin ilk bölümü, Puccini’nin “Preludio Sinfonico” eseriyle başlayacak. Programda, Puccini’nin “Vissi d’Arte” (Tosca) ve Catalani’nin “Ebben? Ne Andro Lontana” (La Wally) aryaları, aşk ve kayıpları ele alan güçlü anlatımlarıyla yer alacak. Mascagni’nin Cavalleria Rusticana Operası’ndan “Intermezzo” bölümü ise duygusal bir ara sunacak. Wallace, Wagner’in Tannhäuser Operası’ndan “Dich, teure Halle” aryası ile dinleyicilere dramatik bu an sunacak.
İkinci bölümde, Rimsky-Korsakov’un Şehrazad, Op. 35 eseri ile Doğu’nun büyülü ve egzotik dünyasına müzikal bir yolculuk yapılacak. Binbir Gece Masalları’ndan ilham alan bu eser, zengin orkestral dokusu ve renkli temalarıyla dikkat çekiyor. Largo e maestoso’dan başlayan ve Allegro non troppo ile devam eden bölümler, dinleyicilere denizlerde ve saraylarda geçen epik bir hikâye sunacak.
Ka, “Günaydın, ben yatmaya gidiyorum!” başlıklı sergiyi 11 Ocak’tan itibaren sanatseverlerle buluşturacak.
“Günaydın, ben yatmaya gidiyorum!” sergisi, 11 Ocak - 22 Şubat tarihleri arasında sadece gün batımı ve gece yarısı arasında gezilebilecek. Gece boyu ayakta kalanlara, yaratıcı sürecinde geceyi dışarda bırakamayanlara ve işlerinin ruhunda gecenin karanlığını taşıyanlara adanan sergi, çoğunluğu fotoğraf medyumunu kullanan farklı yaratıcı alanlardan 23 sanatçının işlerini bir araya getiriyor. Sergide; Ali Kotan, Anders Petersen, Barış Oralalp, Burcu Yağcıoğlu, Cemil Batur Gökçeer, Cinzia Laliscia, Dylan Hausthor, Elena Helfrecht, Emirhan Demirel, Erdem Varol, Esra Özgüroğlu, Görkem Ergün, Israel Ariño, İbrahim Karakütük, Kaan Sezgin, Mert Diner, Metehan Törer, Mübin Orhon, Onur Kılıç, Pia Paulina Guilmoth, Silva Bingaz, Tereza Zelenková ve Yusuf Sevinçli’nin eserleri yer alıyor.
“Günaydın, ben yatmaya gidiyorum!” başlıklı sergiyi 11 Ocak - 22 Şubat tarihleri arasında 18.00 - 24.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Künye:
1. Tereza Zelenková, The Oratory, 2018 125 x 100 cm, Arşivsel pigment baskı Archival pigment print
2. Israel Ariño, La pesanteur du lieu serisinden From series La pesanteur du lieu, 2016 20 x 25 cm, Gümüş jelatin baskı Silver gelatin print