28 AĞUSTOS, ÇARŞAMBA, 2013

Uzun Çocuk: İlhan Berk

Dünyadan ayrılışının 5. yılında İlhan Berk’i saygıyla anıyoruz… Haydar Ergülen yazdı… Efsanesini, rivayetlerini, aşklarını, resimlerini, şiirini, anılarını, hepsini yalnızca bir ada sığdırıp ya da bir adda toplayıp, hepsi olmak, hepsinde olmak ve hepsinin olmak zordur. Belki bir kereliğine olabilir, bir dönem için mümkündür bu ama, 92 yıllık bir yaşamın tümünde İlhan Berk olmak ve İlhan Berk kalmak daha zordur.

Uzun Çocuk: İlhan Berk

Efsanesini, rivayetlerini, aşklarını, resimlerini, şiirini, anılarını, hepsini yalnızca bir ada sığdırıp ya da bir adda toplayıp, hepsi olmak, hepsinde olmak ve hepsinin olmak zordur. Belki bir kereliğine olabilir, bir dönem için mümkündür bu ama, 92 yıllık bir yaşamın tümünde İlhan Berk olmak ve İlhan Berk kalmak daha zordur.

İlhan Berk’in sanırım pek çok başarısı yanında en büyük başarısı da budur: Her şeyi kendinde toplamak.Ve bu çaba ya da ısrarda olan şey de diyelim, asla ‘hayali’ olmayan, en fazla ütopya denilebilir, dünyayı bile kendinde toplama arzusudur ki, bunu arzulamak bile, gerçeklik duygusunu canlı tutmak, sürdürülebilir kılmak açısından yeterince yeterlidir.

‘Yeterince yeterli’ demek çoğu şairi, yazarı tanımlamada, onu olduğundan daha ileri, yüksek, ötede gösteren, en azından o kişi için, bir saptama, tanım olabilirken, İlhan Berk için açıktır ki, anlam belirten bir söyleyiş olmayacaktır. Çünkü İlhan Berk, yetinmeyi bilmeyen, istemeyen, hatta bunu hiç mi hiç düşünmemiş bir şairdir. Ezcümle, pek sevdiği ve onu da pek seven Sina Akyol’un “Yetinmek sevindirir” diye yazarak hepimizi de sevindirdiği ve o söyledikten sonra miri mal gibi her koşulda, her durumda kullanır olduğumuz o ‘Sinasözü’, İlhan Berk için sanırım hiçbir zaman geçerli olmadı. Kimbilir belki Berk bu sözün yalnızca ‘sevindirir’ bölümünü bile duymuş olabilir, zira ‘yetinmek’ kısmını duysa da duymazdan gelecektir.

Duymak, duymamak, duymazdan gelmek...Konu ister yetinmek olsun, isterse  bambaşka bir şey, İlhan Berk’le hiç ilgisi olmayan sözcükler, kavramlardır bunlar. İlhan Berk ‘duymayan ama gören’ bir şairdir. Duygulu olmaktan söz etmiyorum, duygucu olmanın da şiirle bir ilgisi yok, biraz daha ileriye gidip, İlhan Berk’in ‘duyarlı’ bir şair de olmadığını söylüyorum. Pek çok şair için, kuşkusuz usta ve büyük şairler için de, ‘duyarlı’ olmak neredeyse şair olmakla eşdeğer bir hal iken ve öyle olunmazsa şair de olunmazmış gibi bir inanç kendiliğinden bir biçimde zaten varken, İlhan Berk’in ‘duyarlı’ olmadığını söylemek tuhaf, hatta korkunç bile gelebilir, ama dikkat, ‘duyarsız’ demiyorum!
Hem niye ayrıca ‘duyarlı’ olsun ki, denebilir. İlhan Berk öyle doğaldır ve bu bakışını baktığı her şeye, ister nesne olsun ister insan, öylesine yalın ve tabii bir biçimde taşımış, yaymıştır ki, onun doğallığında ayrıca bir duyarlılık aramak gereksiz olur. Her şey o doğallığın içindedir. O bu dünyaya konuk gelmiş insanlardan değildir, o bu dünyayı ‘görmeye gelmiş’tir. Gördükçe de göresi gelmiştir. İlhan Berk ‘görme’nin şairidir, ve Türk şiiri de ‘görme biçimleri’nden biri olmuşsa zamanla, onun kurucusu ve ‘ulu gören’i de İlhan Berk’ten başkası değildir. Yalnızca dünya mı, doğa da, gökyüzü de, nehirler, dağlar,

evler, sokaklar, insanlar, kadınlar, hayvanlar, çiçekler, bitkiler, bahçeler, avlular, taşlar, hepsi hepsi İlhan’ın ‘görmeye geldiği’ şeylerdir. Şairimiz İlhan Berk’se nesneler de doğal olarak ‘şeyler’ olur.

Bu yüzden İlhan Berk’ten bize kalan, şiirleri dışında elbette, o hala hayretle bakan kocaaman çocuk gözleridir. Kimsede görmedim böyle bir çift göz ve onun bakışı dedirtecek kadar açık, meraklı, saf, temiz, dolu ve büyüktür. Biz onun şiirlerine bakarız, onun gözleri de bize bakar. ‘Bakışımlı’dır İlhan. Buradayken de yokken de bakacak, bakışacak, bakışımlı olmayı sürdürecek kadar ‘şiirgöz’ olmuş ve gözümüz şiire belki de onunla doymuştur.

Görmek ve bakmak arasındaki farkı önemsiz kılan gözleridir hala yaşayan. Hem görür hem bakar, hem de diyelim ki duyacak, duyarlı olunması gereken bir şeyler varsa onları da gözleriyle duyar. Bakarken duyar ve görmesiyle bir duyarlılık kazandırır gözlerine. Üstelik  büyük bir şair, büyük bir dünya, doğa ve insan ve güzellik aşığı olarak, ona yakışan bir şey daha yapar ve ‘bakışım’ı, ‘bakışımlı’ olmayı da bir miras olarak, diyelim ki yeni bir gelenek olarak bırakır, ödünç verir, bakışımın sürmesini sağlar, ki bu bir bakıma ölümden sonra da başkalarında yaşamayı sürdürmenin bir yolu, bir biçimidir. Görme ustası, bakışım öğretmeni, ki kim söyleyebilir İlhan Berk’in duymadığını bu bakışımlılıkla!

Çoğunluğun ölmek için geldiği bir dünyaya, bazıları da görmeye gelmiştir. Bir ‘az’lıktan söz ediyorum elbette. Şiirde bile. Hatta sinemada bile. Görmenin biçimleri vardır ve Ece Ayhan’ın görmesiyle, neyi gördüğüyle, onun en yakınlarından bir şair olarak İlhan Berk’in görmesinin, görmek istediklerinin neredeyse hiçbir yakınlığı yoktur, tümüyle birbirine uzak, çok uzak iki göz gibidir Ece’yle İlhan bu hususta. Oysa belki ancak bir Cemal Süreya şiiri söyleyebilir aralarındaki dostluğu: “İki kalp arasında en kısa yol:/Birbirine uzanmış ve zaman zaman/Ancak parmak uçlarıyla değebilen/İki kol.”
“Bir anlatı doymazıyım ben” demiştir ya, bunu belki bir terime, ‘şiirgöz’ ya da ‘gözobur’ olarak çevirmek de mümkündür: Anlatıdoymazı, görmedoymazı, şiirdoymazı, yazıdoymazı, aşkdoymazı. ‘Doymazlık’ kamusal Türkçede fenadır, olumsuzdur, ‘gözüdoymaz’lıkla eşdeğer olarak kullanılır. İlhan onu ‘şımarıklık’la değil ama, ‘uzun çocuk’luğun icaplarından biri olarak, dudak şımarıklığı diyelim buna, sevimli, neredeyse gerekli bir doymazlığa çevirmiştir, ki bunu okuyan biri sonunun doygunluğa varacağını sezer, böylece kendisinin de bundan payını alacağını bilir.

Doymaz, yetinmez...Onda doymama ve yetinmeme halleri, dünyayı yalnızca şiir için, aşk için yaşama arzusunun gerektirdiği haller, fiillerdir. Bir başkasında, eski deyimle ‘sakil’ durabilecek bu niteliklerin, hatta ‘nitelik’ bile denmez çoğu kere ve çoğu yerde bunlara, İlhan Berk’te birer yaşama nedeni olması da, elbette onun yapıtlarının hem nicelik hem de nitelik olarak, bu hallerin olumsuz imgesini tersine çevirecek yükseklikte ve çeşitlilikte olmasıdır. Ve yalnızca İlhan Berk şiirini değil, uzun bir çocuk olarak İlhan Berk çıtasını kurması, her zaman onun üstünden aşmak için çalışması, çalışkanlığı, merakları, ilgileri, ısrarı da, onun en az iki kere İlhan Berk olmasına yol açar. Onu tanıyanlar, dostları, yakınları bu İlhan Berk’leri kendi mahremiyetleri kapsamında artırabilirler elbette, ama okurları da bu anlatıya, yazıya, şiire, dünyaya, doğaya ve aşka doymak bilmeyen, yetinmek bilmeyen çocuğun uzunluğuna yaslanarak, onda kendi İlhan Berk’lerine bakabilirler, görebilirler. Kendi İlhan Berk’lerini bulabilirler, ama hepsinin adı İlhan Berk’tir yine.

İlhan Berk’te şiirin bir ‘iddia’ olması da İlhan Berk kadar doğal bir şeydir. Bu sonradan ve kazanılmış bir ‘iddia’ değildir üstelik. Kendiliğinden, neredeyse İlhan Berk ve şiirinin doğuşundan başlayan bir şeydir. Dünyayı yazmak için yalnızca bir sayfadan ibaret gören biri, tarihin değil ama, dünyanın, aşkın ve şiirin ‘vakanüvis’i gibi davranacak, ve hiçbir şeyi kaçırmadan onları yazının ve şiirin belleğine, kaydetmek değil, kazımak için durmadan çalışacaktır.
İki tutum: Evet, küçük İskender’in mükemmel bir İlhan Berk portresi çizdiği “Son Simurg” yazısında dediği gibi, o çocukluğunun peşine düşmemiştir. Ama, çocukluğunu uzatmıştır. Kimbilir belki de olmayan çocukluğunu keşfetmiştir sonraları, kendine bir yeni çocukluk icat etmiştir ve yaşamaya oradan başlamıştır, yaşamaya, doyamamaya, yetinememeye, doğaya ve geç haylazlığa diyelim. Şımarık ya da küstah bir tutumu yoktur onun ama, hafif haylaz, biraz dalgacı, çoğunlukla da oralı olmayan bir tavrı vardır.

Olmayan çocukluğunu ya da olması istediği gibi bir çocukluğu başlattı ve uzattı, hiç öyle görünmese de, serin bir bakışla değerlendirildiğinde, şiirde ve hayattaki macerasının ne kadar renkli, ne kadar çeşitli ve zengin olduğu görülür. Bence ‘oyun’ duygusunu İlhan Berk kadar severek benimseyen ve ‘oyun’a sonuna dek sadık kalan başka şair yoktur Türk şiirinde. ‘Oyun’ duygusu ciddiye alınması gereken bir

şeydir ve ciddiyet gerektirir. İlhan Berk bunu o kadar ciddiye aldı ki, şiirinden dünyaya, doğadan insanlara dek, bunun için de çemberler çizdi ve o çemberlerin çekimine kapılanlar ya da İlhan Berk’in oyuna çağırdıkları da sonuna dek bu oyunda kaldılar. Elbette ondan sonra da. Oyunda da tıpkı gerçekte olduğu gibi bir bakışım vardır, ve oyunla gerçeğin buluştuğu, karıştığı yerde de resimlerin yan yana çıkarılması gibi şiirler de yan yana çıkarılacaktır. Bakışa bakışa.

Yetinmemek, doymamak, iddialı olmak, vb...İlhan Berk’in yapıtı düşünüldüğünde, gerçekte bu kavramların ve hallerin de hiçbir öneminin olmadığı söylenmelidir. O bunları da geçersiz kılacak kadar şiire, dünyaya, doğaya, aşka uzun uzun sarınmış, Reha Mağden’in güzel ve ‘erotik’ deyimiyle, bunlarla ‘karmankarış’ olmuştur, (bkz: sarmaşdolaşın bir sonraki hali). Şiire ve onu yazma nedenleri olarak gördüğü şeylere bu kadar derinden, kökten bağlı bir insanı, onun uzun bir ağaç gibi kök saldığını ve derinleştiğini de unutmadan elbette, bu terimlerle adlandırmak da hem olanaksız hem de gereksizdir.

‘Uzun çocuk’ deyişim yalnızca çocukluğuna sonradan kavuşması ya da kendi istediği gibi bir çocukluk kurarak onu uzun uzun yaşaması babında değil, bu ‘uzun çocuk’luğa  gençliğini de dahil etmesindendir. Hepimizin, hatta onu hiç tanımayan genç şairlerin bile ondan ‘Türk şiirinin en genç şairi’ diye söz etmesi yalnızca şiirde ısrarı ve iddiasından, elbette büyük bir şair olmasından, bunu söylemek de ne kadar gereksizmiş meğer, değil elbette, bence dünyaya, aşka ve doğaya bağlılığındandır biraz da. Yalnızca şiir yazmak ve büyük şair olmak ve ölünceye kadar neredeyse bunu sürdürmek sözkonusu olsaydı, o zaman Dağlarca için de ‘Türk şiirinin en genç şairi’ tanımını kullanmamız gerekirdi.

Bu ‘uzun çocuğa’, dünyaya, aşka, doğaya, şiire bağlılığı bize öğretip gittiği 28 Ağustos’ta yalnızca kendi şiiriyle ‘Teşekkür’ edebilirim: “Evet hep açık gidip gelen ağzın içindi;/ Gökyüzünün o huysuz maviliği içindi;/ Elma kokan bir Türkçeyle konuştuğun içindi;/ Ölümün sefil, kötü belleği içindi;/ Her gün pazar kurulan o sokaklar içindi;/ Saçında uykusu kaçmış çiçekler ıslattığın içindi;/ Çocuklar okuldan dönüyormuş gibi sesin içindi;/.../İşte bütün ama bütün bunlar için sana teşekkür ederim.”  


0
5848
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle