29 MART, ÇARŞAMBA, 2017

"Bizi Kelimeler Kurtaracak, Eminim"

Önce Mütevazı Bir İntikam, ardından Hep Lunapark. Kuş Lokumu yazıları ile hayatımıza giren, ara ara Penguen ve OT’la okurlarıyla buluşan Bahadır Cüneyt Yalçın bu kez Eski Karım Uzaya Gidiyor adlı romanıyla karşımızda. Devrik bir komedyenin başrolünde olduğu romanda mülteci uzaylılar, bir türlü gülemeyen çocuklar, eskiyi eskide bırakamayanlar var. Yazarla edebiyatını, gizli kahraman editörü Aleksi Pavloviç’i, roman evrenini konuştuk. 

Mütevazı Bir İntikam’da adalet mevhumu ve edebiyat, Hep Lunapark’ta kaybetmek-kazanmak kavramları ve fizik ön plana çıkıyordu. Eski Karım Uzaya Gidiyor için de yabancılık durumu ve komedi tartışılıyor diyebilir miyiz?

Aynen öyle. Komedinin, mizahın kökeninde “yabancılık” var zaten. Bu iki kavram birbirini destekledi bu romanda. Bir şehirde, bir ülkede, bir okulda en kaliteli mizahı oraya yabancı olanlar yaparlar. Oraya gelenler, orada duranlardan daha ironiktir. Düşünüyorum da, ev sahipleri mi, misafirler mi komiğe daha yakındır? Bence misafirler daha yakındır.

Eski Karım Uzaya Gidiyor ile dünyanın ve ülkemizin açmaza düştüğü göç ve mülteci sorununa çok farklı bir şekilde değindiğin görülüyor. Bu bir hiciv denemesi mi?

Şimdiye kadarki üç romanım da son tahlilde hicivdir. Çünkü bir yazar olarak fikirlerimi ve itirazlarımı mizah edebiyatı yoluyla anlatmayı seçtim. Hiciv benim için salt alay yahut sarkazm değil ama. Hiciv ile hicran arasındaki ses benzerliğinin farkındayım. Bunu milli edebiyatımızdan öğrendim, ondan hoşlandım. Hassasiyetleri, kırılganlıkları olan karakterleri duygu sömürüsüne, istismara yüz vermeden anlatmaya çalışıyorum. 

©Nazlı Erdemirel

Bu kez bir baba-kız ilişkisini merkeze alıyorsun. Edebiyat anlayışını aile-evlat ilişkileri çok etkiliyor mu?

Geçenlerde Ayşen Gruda’nın bir konuşmasına denk geldim. “Biz aileyi kaybettik” diyordu. Eski Yeşilçam ile bugünkü durumu kıyaslıyordu. Ben bu kadar iddialı değilim ama önemli bir şey söyledi. Bizi biz yapan temel değerlerden biri ailedir. Çok mutlu, huzurlu bir ailede büyüdüm. Bunu fark ettiğimden beri ebeveyn ile çocuk, anne ile baba ilişkilerini irdeliyorum. Düşünüyorum da bugün hepimizin bir an için mutlu olduğu, yaşama sevinci hissettiği şeylerin çoğu ailesi ile olan bağları, onlarla birlikte yaşadığı güzel şeylerle ilgilidir. 

Romanlarında güçlü kadınlar var. Eski Karım Uzaya Gidiyor'da da öyle. Bu konuda tavrın nedir?

Güçlü kadın bir romanın olmazsa olmazıdır bence. Pazularını şişiren, hiç yenilmeyen değil kastım. Pes etmeyen, düşmekten, hata yapmaktan korkmayan kadınlar. Sadece hikâye teoriğinden bakarsak bile böyle. Birincisi güçlü kadın komiktir, insana neşe verir, ikincisi güçlü kadın yardımcı role razı olmaz, kurguyu bizzat çekip çevirir. 

Hep Lunapark’ta ve yeni romanın Eski Karım Uzaya Gidiyor’da hayvanların birer karakter olarak ele alındığını görüyoruz. İkinci romanında deniz kaplumbağası vardı, insanları anlayıp bazılarıyla iletişim kurabiliyordu. Bu kitabında daha çok hayvan, gene bazı özel yetenekler var. Hepsi de komik. Bu karakterlerde nelerden etkilendiğini düşünüyorsun?

Beş yaşıma kadar, Kırklareli’nde yaşarken evimiz bir ormanın kenarındaydı. Kartopu ve Cimcime adlı iki köpeği vardı mahallenin. Çok severdik onları. Orada tilki, yılan, kaplumbağa gibi hayvanlar gördüğümüzü çok iyi hatırlıyorum. Hacı dedemin evinde hep bir kedi olurdu, birlikte uyurdu onlarla. Tavukları ve kuzuları vardı bir de. Anneannemin evinin yan ve karşı komşusunun atları vardı, at arabası ile nakliye işi yaparlardı. Yani çocukluğumda hayvanlarla içli dışlıydım. Bu sonra da böyle devam etti. Mesela ilkokuldayken evde tavşan besledik, pazardan civciv aldık. Hayvanları başka birer dünya olarak görürüm. Bizim hayatımızda birer yabancıdırlar, komiktirler. Hayvanlar bize birçok şey söyler, bazı tavuklar hipnotize eder. 

Bazı kelimeleri sevdiğini, bazı kelimeleriyse kullanmaktan kaçındığını okumuştum bir yerlerde. Bu kitapta da var mı özellikle kullandığın ya da kullanmadığın kelimeler?

“Tıpkı” kelimesini yıllardır kullanmam çünkü tıpkıdan sonra gelen “gibi” tek başına anlamı karşılıyor aslında. “Noktasında” kelimesini konuşurken bile kullanmam. Herhangi bir kravatlı kişinin “noktasında” kullanmadan bitirdiği konuşma yoktur zannımca. “Bütüncül” kelimesini kullanmam, ki insanlar kullandıklarında kastettikleri aslında “bütünleşik”tir. Yanlış kullanılıyor. “Lakin” kullanmamaya çalışıyorum, dikkat edilmezse sakil oluyor. Romanın son okumasını yapan Selahattin Özpalabıyıklar da bizi “adına” kelimesi konusunda uyardı. Bir kere kullanmışım romanda, hemen kaldırdım. Çok mantıklı. “Mod” ve “fan” gibi birkaç yıl önce dilimize yerleşen İngilizce kelimeleri de bende göremezsiniz. Öte yandan, Yaşar Kemal’in mirası “umut” kelimesini, “terakki” kelimesini, bir kelimeye “perver” eklemeyi, “şefkat”, “biz”, “mütebessim”, “inanç” ve “kitap” kelimelerini çok seviyorum

©Nazlı Erdemirel

İlk romanında Aleksi Pavloviç “Bizi kelimeler kurtaracak” diyordu. Bu konuda yeni haberler var mı?

Aleksi Pavloviç’in bu iddiasına çok inanıyorum. Hatta bir kelime daha geliştirebilirim: Bizi kelimeler kurtaracak, eminim.

Aleksi Pavloviç demişken, bize aktarmak istediğin yeni bir şey var mı kendisinden? Neler yapıyor bu ara?

Çok acayip planları var ama sır vermiyor. Geçen gün onunla satranç oynarken telefon geldi. Aleksi Pavloviç söyleşisi yapmak istediğini söyledi bir gazeteci. İlettim. Kibarca reddetti. Telefonu kapattık. Sonra o tuhaf bıyıklarını düzelterek “Satrançtaki atın L gitmesinden daha önemli olan şey yalnız gitmesidir” dedi. 

Kitaptaki özgeçmişinden yedi farklı şehir, on beş değişik evde yaşadığını öğreniyoruz. Bunu belirtmenin özel bir sebebi var mı? Hangi şehirler bunlar?

Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı derler ya. Bazıları buna “ikisi de” diye cevap verir. Ben o hem çok gezen hem de çok okuyanım işte. Bu bakımdan şanslıyım. Çok farklı insan tanıdım, komşum oldular, dostum oldular, hocam oldular. Öğrenmekten heyecan duyan bir yazar olarak biriktirdiğim bu değişik anlayışlarla, bakış açılarıyla gurur duyuyorum. Şehirler şunlar; Manisa, Kırklareli, Ankara, Bursa, Sakarya, Kırıkkale, İzmir. Buna bir de ikamet etmediğim ama uzun süre kaldığım şehirleri ekle; Balıkesir, İstanbul, Siirt…

Şener Kutlu otuz dokuz yaşında. Kendini o yaşta nerede görüyorsun?

Ailemle birlikte evimde, huzurla okuyup yazarken. Masamda bir kâse mandalina ve çanta içinde bir milyon dolar. 

Uzaylıları yıllardır hep dünyamızı istila edebilecek, teknolojik olarak bizden ileri ve genellikle tehdit unsuru yaratıklar olarak düşünürken romanınızdaki uzaylılar bize sığınıyor, bizden ileri oldukları yönler de var, daha geride oldukları konular da var. Dolayısıyla aslında daha gerçekçi bir uzaylı yorumu var, onlar da bizim gibi neredeyse, ülkeler arası savaştan etkileniyorlar, vb. Bu şekilde düşünmeni sağlayan şeyler nedir?

Uzaylı da olsa, mahlûk mahlûktur. Halk edilmiştir çünkü.

Kitabın adı çok etkileyici, özellikle bir kadın olarak, bir erkeğin eski eşinin uzaya gidiyor olması fikrine nasıl bakacağı insanı meraklandırıyor. Aslında ”ayrılık” fikrinin, ölüm dışında, fiziksel uzaklık olarak en fazla olabileceği mesafe bu. Burada mizahi bir nokta arkasında aslında romantik de bir gönderme var mı?

Romantik mi bilemem ama duygusal bir yönü olmalı. Giden ile kalan arasındaki hüzünlü etkileşime bir yaklaşım denedim. Uzaya giden bir sevdiğine, üstelik bu kişi seni terk ediyorsa, ona el salladığını düşün, ne kadar sürmeli o el sallayış? Uzayda insan üşür mü acaba? Bu tip yüzlerce soru geriye sayıyordu yazarken. 

Ece Güneş'i okurken gerçekten o yaş grubundaki çocukları çok iyi gözlemlediğini düşündüm. O yaşın ayrı bir mizah duygusu var mı? Veya mizahi bakış hangi yaşlarda oturur, çocukların mizah anlayışı sence nasıl?

Bir örnek vereyim. Eşimin yeğenine öğretmeni sınıfa soruyor: “Atatürk evine gelse ona ilk ne sorardınız?” Bizimki şöyle diyor: “Kahve içer miydiniz?” Bu sadece komik değil, aynı zamanda sevgi dolu. Bunu seviyorum işte, çocukların bu saf ve zeki yönünü. 

Kitap gelecekte geçiyor. Yakın gelecek olmasına rağmen, yapay zekâyla sohbet etmek gibi uzak görünen şeylerin gerçekleşip hayatımızın içinde yer etmesi hiç de zor değil sanki. Bundan on yıl sonra günlük hayatımızda cep telefonundan fazlası olacak mı?

Elbette olacak. Fütüristler bir yandan, teknoloji şirketleri bir yandan beyanat üstüne beyanat. Zaten tahmin ediyorsun. Bugün GSM operatörlerinin sanal sekreterleriyle neredeyse sohbet ediyorsun. Sesini biraz yükseltirsen sanki bunu algılayıp gazını alma aşamasına geçiyor. Geçen yıl Rusya’da bir robot birkaç gün arayla iki defa bulunduğu binadan kaçtı. İlki haydi neyse de ikincisi çok tuhaf değil mi? Robotu kapattılar sonra. Daha yeni okuduk gazetede, yapay zekâlar kendi aralarında bir dil geliştirmişler. Çok ilginç ve korkunç.

Romanlarında ve dergi yazılarında aktör, aktrislere, filmlere sık sık yer veriyorsun. Sinemayla ilişkin nedir?

Sinemayı çok seviyorum ama iyi bir izleyiciyim sadece. Sanat filmi, gişe filmi ayırmam, verilen emeğe, projenin samimiyetine bakarım. İnsanı salak yerine koyan filmler kendi kriterlerimle eşleştirince hemen sırıtıyor zaten. Yerli filmleri sinemada seyretmeye özen gösteriyorum. Yönetmenlerin, oyuncuların hayatlarını okumayı çok severim bir de. IMDb’ye girip filmlerin Triva kısmını okur, çeviriler yaparım. Bir filmdeki oyuncuları tanımaya çalışırım, daha önce şu rolde şurada oynuyordu gibi. Yüzleri analiz etmeye, mimikleri anlamlandırmaya çalışırım. 

Çok sevdiğin bir uzay filmi var mı?

Çocukken TRT’de izlediğim Alf dizisinden, Uzaylı Zekiye’den çok etkilenmiştim. Çılgın Marslılar ve Beşinci Element filmlerini sevmiştim. Bunun yanında Solaris’i, Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni hâlâ izleyemedim. 

Bu romanda biraz da “malzeme mühendisliği” var. Hırdavat, nalburiye, basit makinalar yazarlığını etkilemiş gibi…

Basit makinalar fizik kuralları demek, fizik kuralları da benim için mizah anahtarlarından biri. Nalburiyenin, hırdavatın sadece kelime olarak sesleri bile bence komik. Bir de bunların farklı kullanım alanları var çok ilham verici olan; örneğin birinin sırtını tırtıklı lavabo hortumuyla kaşımak, tornavida ile orkestra yönetmek veya hayatta kalmak için su terazisinin içindeki suyu içmek.  

©Nazlı Erdemirel

Her üç kitabında da sınırları zorlayan hayaller, mistik renkler var. Hep Lunapark’taki İrfan Yunus’un yarım kalan hayali Eski Karım Uzaya Gidiyor’da bir uzay açılımına mı sebep oldu? Mustafa’nın geniş dünyasının Zvay-E’nin ultra-evrensel karakterine etkisi olmuş mudur?

Bunu bana babam da sordu. İrfan ve Mustafa karakteriyle Eski Karım Uzaya Gidiyor’daki olay örgüsünün bir manada bütünleştiğini inkâr edemem. Bütün karakterlerim kansız bir savaş veriyorlar. Çırpınıyorlar. Baktıkları aynada gözlerindeki çapaklara değil aynadaki küçük lekelere dikkat kesiliyorlar. Bunu yaparken bazen içinde boğulayazdıkları geniş bir dünyaları var. Türkiye’nin insanları onlar. Bazen kendilerine acıyorlar ama evlerinde umut besliyorlar. Yolda yürürken kafalarını kaldırıp göğe bakıyorlar. Vizyonu, misyonu pek takmazlar ama farkında olmadan gerçekten öteye, hakikate bilet almaya çalışıyorlar. 

Romanda Şener Kutlu’nun henüz doğmamış oğluna verdiği öğütleri okuyoruz. Bir yazar olarak senin doğmamış bebeklere önerileri olabilir mi?

Ey doğmamış bebekler; siz doğduktan bir süre sonra ağzınıza plastik küçük bir balon verecekler. Buna emzik deniyor. Bir an önce kurtulmaya bakın ondan. Elinize geçirdiğinizi ağzınıza atmak yerine o şeyi nerede bulduğunuza, kendinizi nerede bulmanız gerektiğine kafa yorun. Bunlar şimdi biraz anlamsız geliyor olabilir. Unutmayın ki anlamsız da gelse mücadele etmeniz gereken çok şey var; içtenlikle anlamak istemek bu oyunda hattrick yapmak gibidir. 

0
4497
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage