< Video, imgeleri onları verenlere armağan edebilme sanatıdır. >
O ortamın etkisinin ne kadar muazzam olduğunu gören, dinleyen ve hisseden videograf hüznün, yıkımın, olgunluğun, yoksunluğun ve dönüşümün imge arşivini “görüyorum” yetisine hitap edecek şekilde yeniden sunar. Zaten video, Latince kökenine bakıldığında da bize bunu verir. Video, “görme” anlamına gelen “videre” sözcüğünden türemiştir.
Görme edimine dayalı bir belge olarak video, aynı zamanda ilişkisel bir estetik içerir. Videograf imgeleri kendisine verenlerin oluşturduğu (artı) değeri fark eder ve bunu saklamaz, biriktirmez, ya da boşa harcayarak tüketmez. Her şeyden önce videograf, içinde olduğu ortamın saklı kalmış gibi duran küçücük unsurlarını ve bu unsurların b(ağ)larını merak eder, dinler, kendinden geçirerek hazmeder ve aktararak çeşitliliği çoğaltmak ister. İmgeyi kendisine verenlerin açığa çıkardığı değeri kendine mal ederek bir armağan oluşturur. Bu armağanı onlara ve diğerlerine iade edebilme sanatını icra eder. Video sanatı, işte bu yüzden başka bir şekilde görebilme becerisini bir diğerine armağan edebilme potansiyeline dayanır.
< Video, hatırlamanın hatırlanmasını ve yeniden hatırlanmasını sağlayan bir aygıt olarak yeniden kurulabilir mi? >
Hissedilen bir anı izleyiciye yeniden hissettirerek kendilik ve gerçeklik hakkında bilgi oluşturan video, duyguların yalın bir şekilde açığa çıkarılma becerisini kullanmayı önerir. Bu haliyle karanlık, yoğun ve akışkan bir maddeyi yeryüzüne çıkararak sondajlayan video, ham maddeyi bağlandığı ya da hegemonik bir şekilde tabi tutulduğu taşlaşmış işlevden koparıverir. Yarattığı ara üretim hattında, işlevsizliği ve başka türlü işler hale getirmeyi önerir. Bu süreç içinde artık hatırlamayı unutmuş hafızanın yeniden hatırlamasına yol açarak, bu hatırlama pratiği ile bir başka hafıza yapılır.
Belki tam da bu yüzden Ulrike Rosenbach, Rebecca Horn, Friederike Pezold ve Marina Abramoviç gibi minimalist-feminist performans sanatçıları sayesinde 70’lerde adını bulan video sanatı, kadın bedenini ve bedenleri başka bir kişisel bakışla “görebilme” olanağı yaratmıştır. Video sanatı, gücü imgeyi kendisine verenlere yeniden dağıtır.
<Video yansıtmaz, bir ayna vazifesi görür>
Ulus Baker’e göre gerçeği yalnızca yansıtmaktan ibaret kalmayıp aynı zamanda bir ayna işlevi gören videonun özünde “kadın” yatar. Hakikaten de 2011 yılında MOMA PS1’da Alexandra Schwartz tarafından kürasyonu yapılan “Single Channel” başlıklı video sergisinde de sanat ve sanat eleştirisi yapma olanağı açısından son derece demokratik bir malzeme sunan video kayıt cihazının kadınların sanat üretimine katılımı açısından nasıl katkı yaptığına tanıklık etmiştik. Burada mesele elbette yalnızca “kadın” değil, “kadınlığın” bir varoluş halini yansıtmak amacıyla estetik ve entelektüel bir perspektif, form ve dil kurgulayarak nasıl kullanıldığıdır.
Sergide tek kanallı videoyu 1960’lardan 1990’lara uzanan 30 yıl içinde yenilikçi bir şekilde kullanan Lynda Benglis, Dara Birnbaum, Alie Export, Anna Bella Geiger, Mako Idemitsu, Joan Jonas, Kristin Lucas, Mary Miss, Pipilotti Rist, Carolee Schneemann, Steina Vasulka’nın işleriyle videonun biçimsel ve kavramsal bir deney aracı olarak nasıl kullanıldığını incelemiştik. Geçtiğimiz yıl bienalde yer alan Hito Steyrl ile de boş bir mermi kovanı ile çağdaş sanat müzeleri arasındaki ilişki b(ağ)ını tartışmıştık.
< Videonun “şematize etme” yetisi peşindeyiz>
Şematize etmek bir şeyin üretilme kurallarını oluşturmaktır. Kant'ın imajlar ile şemalar arasında yaptığı ayrım son derecede belirgin ve radikaldir. Şematize etme yeteneği videoya, gösterimi bir şekilde zaman-mekândan kurtararak başka bir zaman-mekânın işleyebilmesini sağlama olanağı verir. Gerçekten de video, mekân-zamanın ötesinde bir boyutu, yani zamanın imgesini, zamanın akışıyla asla oynamayarak ya da montajı bizzat imajın içine mutlak bir halde taşıyarak yaratabilmiştir.
Bill Viola ve Nam June Paik gibi video sanatının ustaları, izlenemeyen, ancak seyredilebilmesi için ancak akışa müdahale ederek hızlandırma, dondurma, yavaşlatma ya da sıçratma gerektiren ve her zaman ötelemeye olanak açan bir varoluş halini yaratmıştır. Böylelikle video, hafızanın ve öznelliğin yeniden üretilme kurallarını dönüştürme becerisini açığa çıkarmaktadır.
<Videografik kayıt ve arşiv, salt bir illüstrasyondan ibaret değildir.>
Bu dünyada salt görülebilir olan ve anlatılmakla tüketilemeyecek birçok şey olduğuna göre video, ayrıcalıklı herhangi zamanlar ve ayrıcalıklı herhangi mekânlar kurarak izleyenin zamanı ve mâkanı başka bir şekilde kullanmasına olanak tanıyacak özgürlüğü yaratır.
Video ile görüyorum, o halde düşünüyorum… Yani düşünmenin görme diye bir tersi, bir varoluş hali var. Video ile yalnızca göstermiyorum, gördüğümü kaydediyorum... Yani bugün artık belki de gördüğünü kaydederek paylaşma halini dinamik bir düşünme formu olarak değerlendirmeliyiz. Şimdilerde mobil telefonlarımızla parmaklarımızın ucundaki video kayıt cihazı ile o halde acaba gördüğümüz hangi unsurları nasıl kaydediyoruz ve başkalarının görmesine olanak tanıyacak uygulamaları kullanarak bu unsurları paylaşıyoruz?
<Video, akışkan bir etkinlikler zincirlemesi olarak karşımıza çıkar.>
Video kayıt cihazının taşınabilir ve gezici niteliği, videonun izleyici ile zengin b(ağ)lar kurmasına yol açar. Frederick Jameson her ne kadar video sanatının postmodern eleştiriye karşılık geleceğini ileri sürse de bugün videonun görüleni nasıl kaydettiği, videografların bu aygıtı nasıl kullandığına göre bir fark ortaya çıkarabilir.
Bu yönüyle başka bir halde var olabilme imkânı yaratan bir armağan sanatı olarak video, sinema ile televizyon kültüründen koparak bağımsız ve gezen bir görsel-işitsel alan oluşturmuş, akışkan bir etkinlikler zincirlemesi olarak karşımıza çıkar.
Ryan Trecartin’in internet sitelerinin ve televizyonun görsel ve işitsel ortamını tersine çevirerek uç eşiklere çektiği ve afektif patlamalarla ekranda sürekli beliriveren pop-up mesajları üst üste yığdığı video çalışmaları, günümüz popüler kültürünün yarattığı kakofonik bir toplumsallık ve bu toplumsallığa bağlı kakofonik bir video estetiği yaratır.
Trecartin, artık aşina olduğumuz ya da aşina olmak zorunda kalmaya rıza gösterdiğimiz bu hegemonik tuhaflıkları hicvederek gündelik hayatın içinde tükettiğimiz saçmalığı fark edilir kılar. Üst üste yığılan aşırı bir bayağılığın, adiliğin, absürdlüğün ve tuhaflığın mutasyona uğramış hibrit türlerine alışma halinin nasıl bir grotesk zavallılığa adanmışlığı ortaya çıkardığını görerek, kayıt altına alır ve paylaşır.
<Video bizim için bir öznellik icat etme aracı olsun>
Videografi çoğaltan bir kayıt ortamıdır. Öznelliklerin gerçek-zamanlı ve anında paylaşım teknolojileriyle bir yanılsama halinde üretilmesiyle, çoğaltılan ve kayıt altına alınan bir kendini kandırma edimi ve ancak bu aldanma yoluyla yaşama tutunabilme koşulu da yeniden üretilmiş olur.
Üstüne üstlük bu illüzyon üzerinden sağlanan etkileşim ilişkileri, güncel bir toplumsallık tarzı üretiyorsa, tekil bir perspektif üretildiği iddiası, herkesin kendi dünyasına odaklanarak nasıl da sabitlendiğini ve şeylerin bu yerleşikliğe rağmen sürekli değiştiğini gizleme işlevi de görebilir. Bu durumda içinde bulunulan anın ve mekânın sürekli değişen koşullarına göre yeni bakış açıları oluşturmak, yeni perspektifler ve konumlar icat etmek demek olan öznellikler, anında yıkılıp gitmeleri gibi trajik bir durumu göze alarak açığa çıkarılır. Öznellikler-arası denilen bu güncel toplumsallaşma sözden çok, imgelerin ve seslerin videografik üretimi ve paylaşımı sayesinde gerçekleşir durmaktadır. Video, bu güncel toplumsallaşmayı kaydeden kayıtsız bir armağan sanatıdır.