19 EKİM, SALI, 2021

Yabancı Ben Değilim

Ramazan Can ile göçebelik, Şamanizm, kimlik konuları ve temellük temaları etrafında üç bölümden oluşan, farklı materyallerle ürettiği eserlerinin yer aldığı son kişisel sergisi “Ne Yerdeyim, Ne Gökte” ve son çalışmaları üzerine konuştuk.

Yabancı Ben Değilim

Ramazan Can, günümüz dünyası hakkında eleştirel bir yorumda bulunmak için sıklıkla tarihi ve bugünü birleştirir. Kullandığı Anadolu motifleri ve Şamanizm referansları ile, nostalji veya kitsch tuzağına düşmeden modern dönem öncesi bir mistisizme atıfta bulunur. Tam tersine, geçmişi yorumlaması, bugün hâlâ faydalı olan bazı değerleri ortaya çıkarmayı amaçlar. Bu anlamda onun tarihi ele alışı, çağdaş bir geçmiş nosyonuna işaret eder. Cazip bir bakış açısıyla sanatçı, özel ile umuma açık olanı ve geçmiş ile bugünü birbirine bağlamak için bireysel ve kişisel hikâyeleri kültürel tarihle birleştirir.

Sevgili Ramazan, birkaç yıldır çalışmalarını takip ediyorum ve geçen yıl Bursa'da Nilüfer Belediyesi'nin Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde düzenlediğimiz “Shine On” sergimizde seninle birlikte çalışmaktan büyük mutluluk duydum.

Şimdi, devam eden çalışmaların ve İstanbul'daki Anna Laudel Gallery'deki kapsamlı sergin hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorum. Adını “Ne Yerdeyim Ne Gökte” koydun. Bu, kulağa bir tür arafta kalmışlık gibi geliyor, öyle misin?

Sevgili Marcus, öncelikle çok teşekkür ederim. Bildiğin üzere, bir süredir Yörüklerle ilgili çalışıyorum ve bu sergi 2018’de açtığım serginin devamı niteliğinde. “Ne Yerdeyim Ne Gökte” ismi ise Yörükleri tanımlamak için kullanılan (konar-göçer) konmak ve göçmek fiilleriyle alakalı. Aslına bakarsan konmak fiilini gerçekleştirenin bir kuş olduğu varsayımı üzerinden ilerleyip yer ve gök kavramlarını bir araya getirdim. Yörükler göç etmeye devam edebildikleri sürece bir kuş kadar özgürlerdi. Ancak yapılan iskân politikaları neticesinde bu özgürlükleri ellerinden alındı.

Senin ve ailenin köklerinde göçebelik var. Bu, seni ve üretimini derinden etkilemiş olmalı.

Anımsayan özne, düne ait olan geçmiş, yaşantısını, bugünde bellek aracılığı ile oluşturur. Belleğin sakladığı izler olarak anılar, geçmişe ait iken; bellek, şimdide yaratılan bir kurgu olarak, varlığını içinde bulunduğumuz “an”a yayar. Geçmiş, şimdi, gelecek birlikteliği, bu anlamda belleğin kimlik tasarımlarında kullanılmasını sağlar. Ürettiğim işlerin kendi kimliğimle ilgili olmasına karar verdiğim dönemde gözümü doğup büyüdüğüm bölgeye çevirdim. Bir zamanlar göçebe olup sonrasında yerleşik hayata geçmiş insanların (Yörüklerin) yaşadığı bölgeye ait kendi belleğimdeki unutulmaz anekdotların peşine düştüm. Çünkü Huyssen’in de söylediği gibi: “Geçmişin anı hâline gelmesi için dile getirilmesi gerekmektedir.”

Çalışmalarında sıklıkla kişisel ve kültürel hafızaya atıfta bulunuyorsun. Ne var ki, geçmişin hatıraları daima hikâye ile tarih, gerçek ile hayal arasında gidip gelir.

Geçmiş, belleğin içinde saf ve yalın hâlde bulunmaz. Anımsama ediminin statüsü şimdidedir. Anımsama geçmişin kendisi değildir. Bu nedenle bir olayı yaşamak ile bir temsil içinde anımsamak arasında, geçmiş ve şimdinin arasında olduğu gibi ince bir yarıktan söz edilebilir. Belleğin canlılığını, aktarım gücünü sağlayan bu yarık, sanatsal yaratıcılığı da beslemektedir. Çocukluğumda geçirdiğim rahatsızlıkların tedavisi için bölgede alışılagelmiş tedavi yöntemlerine başvuran ailem tarafından götürüldüğüm sağaltıcıların gerçekleştirdiği ritüeller ilk ürettiğim işlerin besleyicisi oldular. Sonrasında bu ritüeller üzerine araştırmalar yaptığımda, meselenin İslamiyet’ten önceki inanç sistemi olan Şamanizm’e kadar uzandığını keşfettim. Bu durum mitolojik kaynaklı bazı geleneklerin hâlen devam ettiğinin ispatı niteliğindeydi. Hâlen devam eden bu mitoslar güncel bazı sorunlara Şamanist bir bakış açısıyla yaklaşabilmeme yardımcı oldular.

Resimden üç boyutlu nesnelere kadar çeşitli sanat dallarında çalışırken çok çeşitli stil, malzeme ve teknikler kullanıyorsun.

Bir meseleyi en iyi heykelle anlatabileceksem heykel, resimle anlatabileceksem resim, fotoğraf, video, yerleştirme, dokuma derken plastik sanatların hemen her disiplininde işler üretmeye başladım. Hatta benim için kutsal olan bu bir şeyler anlatma kaygısı daha da ileri giderek aynı disiplin üzerinde farklı üsluplara başvurmama neden oldu. Bu işler farklı başlıklarla bir araya gelip üç farklı solo sergiyle izleyiciye sunuldular.

Güncel sergini önceki çalışmaların bağlamında nasıl yorumlayabiliriz?

Dördüncü solo sergim olan “Evvel Zaman İşi” hem kendi belleğimdeki tarihsel katmanların hem de bu katmanlardaki anılar aracılığıyla yaptığım mitsel arayışın deneyimlenmesini önerdiği için ağırlıklı olarak 2013-2018 yılları arasında ürettiğim işlerden oluşuyordu. Bir önceki sergimin devamı niteliğinde olan ‘’Ne Yerdeyim Ne Gökte’’ isimli bu sergi, benzer bir kronolojiye sadık kalarak Yörükler ve Yörüklerin geleneklerini besleyen asıl kaynak olan Şamanizm’e ait motiflerin deneyimlemesini vadediyor. Bununla birlikte, ağırlıklı olarak bir önceki sergimin en önemli parçası olan Evvel Zaman İşi künyeli işin bende oluşturduğu farkındalıklar sayesinde yaptığım küçük çaplı saha araştırmalarımın neticesinde ortaya çıktı denebilir. 

Ne tür bir saha araştırması veya durum çalışmasından bahsediyorsun?

Bahsettiğim bu araştırmalar küçük çaplı gezilerden ve o geziler esnasında yerel halkla yaptığım sohbetlerin ses ve video kayıtlarından oluşuyor. Bu küçük geziler esnasında Yörüklere ait söylencelerin yanı sıra Yörük dokumalarıyla fazlasıyla haşır neşir olmaya başladım. Renkler ve desenler beni fazlasıyla etkilemiş olacak ki her birinin sıradan bir kullanım nesnesinin çok daha ötesinde değerlere sahip olduğunu düşünür oldum. İslamiyet’in yanlış yorumlamalarından kaynaklanan tasvir yasağıyla, Türklerin sanki bu duruma bir başkaldırı gibi bütün yaratma arzularını dokumalara aktardıklarını düşünüyorum. Bu ve bunun gibi düşünceler halılar üzerine neonla yazdığım mottoların besleyici kaynağı oldular. Ayrıca bu dokumalar, kolay taşınabilmelerinden kaynaklı olarak Yörüklerin tüm varlıklarını oluşturmaktadır. Bu düşünce üzerinde yoğunlaşmam, “Evvel Zaman İşi” künyeli yarım halı fikrinde yer alan bir kültürün yok olma sürecini o kültüre ait en önemli varlık üzerinden sunma biçimini geliştirmemi sağladı. Dolayısıyla yok olma eyleminin zamansal akışını (geçmiş-bugün) tam tersinden (bugün-geçmiş) ele almaya başladım. Böylece yarı neon, yarı halı işler, bu sürecin bir parçası olarak ortaya çıktı. Yarı neon, yarı halı işlerle birlikte bu iki ifade aracı arasındaki ilişkiyi ve bunlar arasındaki (iyi-kötü, doğru-yanlış, eski-yeni, yukarı-aşağı, yerde-gökte, sanat nesnesi-sıradan nesne) hiyerarşiyi sorgulamaya başladım.

Eserlerde kullandığın halıları nereden buluyorsun?

İşlerimde kullandığım dokumaların çoğu ailem ve yakın akrabalarımdan. Kullanılmadıkları için yüklüklere kaldırılan nesneler. Beton ve halı birleşimi işlerimi “Yüklük” ismiyle anmamın nedeni de bu. 

Aslında neon da eski moda bir malzeme hâline geldi. Kullandığın halılar kadar eski ve geleneksel değil elbette. Yine de neon, 20. yüzyılda ve savaş sonrası dönemde modern metropolün gece hayatına ve tüketim alışkanlığına atıfta bulunuyor. Günümüzde yerini LED, plazma teknolojisi ve diğer ışık kaynakları almış bulunuyor. Peki neden hâlâ neonu tercih ediyorsun?

Aldığım eğitimin bir parçası mıdır bilmiyorum, fakat gelenekçi bir tarafım var. Dolayısıyla kullandığım malzemelerin zamansal bir belleğinin olması, tercih ettiğim bir durum.  Ancak bu, LED ve benzeri malzemeleri kullanmayacağım anlamına gelmiyor. Sadece halılarla birleştirme fikri tercih ettiğim bir mesele değildi. Ama neden olmasın?

Çalışmalarının genel biçimsel ve kavramsal parametrelerini belirlediğimize göre, sergiyi alt başlıkları üzerinden tartışalım. Sergini üç bölüme ayırıyorsun. Sergide Yörük kültürü ile ilgili eserler sergileniyor. Onun dışında Şamanizm, kişisel hafıza ve kimlikle ilgili eserler sergilenmekte.

Bilindiği üzere, Yörükler, Osmanlı Devleti’nden bu yana güdülen iskân politikaları neticesinde göçebe yaşam biçiminden yerleşik hayata geçiş yapmışlardır. Yörük dokumalarının, yerleşik hayatın en önemli endüstriyel malzemesi olan betonun içine girift bir şekilde hapsedilmesiyle oluşturulan işler, bir kültürün başka bir kültürün etkisiyle nasıl yok olduğunu izleyiciye sunmayı hedeflemektedir.

Neden betonu tercih ediyorsun?

Beton, yerleşik hayatın en önemli endüstriyel malzemesi olduğu için tercih ettiğim bir materyal.

Beton ham, boş ve boyasızdır. Bu özel bir seçim mi?

Evet, kent dokusunu olabildiğince çıplak hâliyle sunmayı hedeflediğim için, betonu saf hâliyle kullanmayı tercih ediyorum.

Halıların süslü dekoratif unsurlarını, heykellerinde baştan sona minimal bir estetikle buluşturuyor gibisin. Geometrik formu kullanışını nasıl tanımlarsın?

Bu işlerin güçlü bir hikâyesi var ve plastik değerlerden ziyade ben bu hikâyenin ön plana çıkmasını istiyorum. Bunun için de saf bir form oluşturmak gerekiyor. Zira özellikle halı, görsel olarak çok güçlü bir yapıya sahip. Bu güçlü yapı ancak daha saf bir müdahaleyle dizginlenebilir. Dolayısıyla betonla oluşturulan saf bir biçim bunun için yeterli oldu diye düşünüyorum.

Serginin Yörük bölümünün bir diğer kısmı ise halı/neon çalışmalarından oluşuyor. Bazen halının dekoratif motiflerini neon formlarla devam ettiriyorsun, bazen de bir motifi alarak, çoğaltıp büyüterek neondan bir sembol olarak halıya monte ediyorsun. Halıları nasıl seçiyorsun ve hangi halının hangi nihai sonuç için kullanılacağına nasıl karar veriyorsun?

Seçimleri desenler üzerinden yapıyorum. Bazı desenlerin derin anlamları var. Onları büyütüp çoğaltıyorum. Deseni neonla uygulayabileceklerimizi yarı halı, yarı neon yapıyorum. Deseni çok detaylı olanları ise bazı mottolarla birleştiriyorum.  

Neondan ortaya çıkaracağın motife nasıl karar veriyorsun?

Oluşturduğumuz süslemeler, o işte kullandığımız halının üstündeki desenlerin neonla oluşturulmaya müsait olduğu boyutta bire bir aynısı. Burada neonlarımı yapan Ercan İnce’nin el becerisi büyük bir önem taşıyor. Yani aslına bakılacak olursa, desenleri çizen ben değilim; o desenler halıyı seneler önce dokuyan kişiye ait. Hatta sadece o dokuyucunun da değil, asırlardır biriken bir görsel hazinenin ürünü.

Neonu kırmızı renkte seçmenin özel bir nedeni var mı?

Şeffaf kırmızı, neon gazının saf hâli. Herhangi özel bir durum olmadığı sürece bu renge bir müdahalede bulunmak istemiyorum. Burada çok büyük bir hassasiyet yok. Sadece saflığını bozmak istemiyorum, o kadar.

Serginin diğer bölümü Şamanizm kavramıyla ilgili. Şamanizm ile kişisel ilişkin nedir? Şamanizm hayatında nasıl bir rol oynuyor?

Benim hayatıma dokunan bir dizi gelenekten yola çıkarak Şamanizm ile tanıştım. Yani yaptığım her araştırma, günümüzde de var olan bazı geleneklerin nedenlerini ve asıl kaynaklarını öğrenme merakıyla oldu. Rastladığım en büyük öğreti ise Şamanizm’in, var olan, yani madde olarak kabul ettiğimiz her şeyin canlı olduğunu varsaymasıdır.

Biçim bozuklukları, hafif soyutlamalar ve dışavurumcu estetik unsurlar barındırsalar da, pek çok resminde minyatürle bağlantılar var gibi görünüyor.

Minyatürlerdeki mistik yapıyı seviyorum. Çocukluğumda karşılaştığım sağaltıcıların basit ritüellerinin bende bıraktığı en büyük etki korkuydu. Dolayısıyla ürkütücü ve mistik figürler yapmak istedim. Sonuçta Şamanizm’den bahsediyorsanız mistik bir durumdan söz ediyorsunuz demektir. Bu mistik yapıyı minyatürlerde, özellikle cinlerin ve iblislerin (demon) ustası olarak anılan Mehmet Siyahkalem’in tasvirlerinde rahatlıkla görebiliyorsunuz. Onun minyatürlerindeki insanın farklı hâlleri, örneğin Sufiler, Şamanlar ve cinler fazlasıyla abartılarak ve deforme edilerek çizilmiş. İlk olarak dikkati çeken büyük ve kalın vücut hatları, abartılı el ve ayaklar gibi unsurlar benim figürü ele alış şeklimle örtüşüyor. 

Bu sergide çok sayıda otoportre sunuyorsun. Otoportrelerin, yapıtlarının içinde nasıl bir anlam ifade ediyor?

Bir otoportre takıntım var evet. Öğrenciyken, boyayla yaptığım kendime ait ilk işim otoportreydi. O işi çok sevmiştim ve bende bir kırılma noktası yaratmıştı. Bundan dolayı bazen yeni bir kırılma noktası ararken de otoportre yapıyorum. Lisans döneminde yaptığım ilk otoportreyi aynaya bakarak yaptığımdan, daha sonra yaptığım tüm otoportrelerde o işe olan saygımı hatırlamak için aynı yönteme sadık kaldım diyebilirim.  Bundan dolayı bu portreleri kendimle yüzleşme olarak görüyorum. Ayrıca kendimle ilgili tuttuğum notlar gibi düşünüyorum. Her biri ayrı bir anı temsil ediyor; bendeki farklı duygu yoğunluklarını temsil eden anlar.

Otoportrelerin, natüralist veya realist temsiller olmaktan çok uzak. Etkileyici boya ve fırça darbeleri kullanımından ötürü, bunlar daha ziyade senin psikolojik bir yansıman gibi görünüyor.

Takıntılı bir şekilde belirli aralıklarla otoportre yapıyor olmak bazı arayışlara girmeme neden oldu. Gerçekçi görünmeseler de aslında ben bir gerçekliği arıyorum. Bu derimizden kurtulursak nasıl bir gerçeklikle karşı karşıya kalırız sorusunun gerçek yanıtının arayışındayım. Kulağa ürkütücü geldiğinin farkındayım ve evet, sanırım böyle düşünmemin psikolojik bir nedeni olmalı.

Güncel serginde heykel çalışmalarını da sergiliyorsun. Bana büstler hakkında ne söyleyebilirsin? Resimlerin iki boyutluluğundan gerçekliğimizin üç boyutluluğuna sıçramış gibiler.

Belirli bir gerçekliği yakalamaya çalışıyorum. Evet, resimlerimdeki boyut arayışı da bundan kaynaklanıyor. Ancak tuval yüzeyi bu gerçekliği yakalamak için bazen yeterli olmuyor. Böyle durumlarda üç boyutlu işler üretiyorum diyebilirim. Aslında bu büstler bir sonraki sergimde kullanmayı düşündüğüm büyük sunumun ön gösterimi gibi düşünülebilir. Fakat bundan sonra yoğunlaşmayı düşündüğüm üretim biçimimin sinyallerini verdiklerinden dolayı benim için serginin önemli bir parçasını oluşturuyorlar.

Sohbetimizin sonunda da Vinci, Raphael veya Manet gibi klasik ustaların eserlerinin reprodüksiyonlarının kısmen üzerini boyadığın veya reprodüksiyonların üzerini pervasızca çizdiğin kolaj benzeri resimlerden bahsedelim. Bu seri ne hakkında?

Her işimde olduğu gibi, tuvallerim için de bir ön hazırlık yapıyorum. Bu hazırlıklar esnasında çizdiğim desenlerin yanı sıra renkli denemeler yaparken boyamak yerine gazete ya da dergilerdeki renkli kısımları kesip yüzeye yapıştırdığım bir süreçte bu işler ortaya çıktı. Fotoğraflardaki bedenleri kullanıp kendi portrelerimi üstlerine iliştiriyordum. Daha sonra bunu ayrıca bir dil olarak başyapıtlardaki karakterlerin kimliklerini sorgulamak için kullanmaya başladım. Resimlerdeki karakterlerin iyi veya kötü yanlarını temsil eden imgeler aracılığıyla hepsi yeni bir kimlik kazandı. Aslında bu muziplik yeni bir şey değil, hemen herkeste var olan bir davranış biçimi. Siz hiç gazete ya da dergilerdeki fotoğraflara kaş, göz, bıyık gibi eklemeler yapmadınız mı? :)

Tabii ki, ben de yaptım. Çok da keyifli. Bu seri, temellük sanatına atıfta bulunuyor. Picasso, Cindy Sherman gibi birçok modern ve çağdaş sanatçının yanı sıra Nesren Jake gibi genç sanatçılar da bu yöntemi eleştirel bir sanat yorumu olarak kullanıyor. Çeşitli sanat akımlarından ve sanat tarihinin değişik kesitlerinden sanatçıların birçok farklı eserini kullanıyorsun. Üzerinde çalıştığın eserleri nasıl seçiyorsun? Akılcı bir stratejin var mı yoksa sezgisel olarak mı seçim yapıyorsun?

İzlediğim doğrusal bir stratejim yok. Belki sezgisel denilebilir ama ben denk geleni kullanıyorum, dönüştürüyorum demeyi tercih ederim.

Zamanını ve enerjini bu röportaja ayırdığın için çok teşekkür ederim. Benim için büyük bir zevkti!

O zevk bana ait. Asıl ben teşekkür ederim.

Ramazan Can’ın “Ne Yerdeyim, Ne Gökte” başlıklı sergisi 18 Kasım tarihine kadar Anna Laudel’in Kazancı Yokuşu, 45 adresinde yer alan yeni galeri mekânında görülebilir.

0
3623
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage