18 AĞUSTOS, SALI, 2015

Üreterek Kendini Yenileyen Bir Sanatçı

Servet Koçyiğit, 90’ların sonunda başladığı sanat üretimi sırasında Türkiye’de çok fazla sergi açmadı belki ama üretkenliğiyle ve kendi içinde sıradanlığa düşmeyen tutarlılığıyla adı bilinen bir sanatçı oldu. Aşağıdaki söyleşide hem geçmiş dönemdeki üretimleri hem de bu yıl ARTINTERNATIONAL’da sergilenecek olan yeni işleri hakkında söylediklerini okuyacaksınız.

Üreterek Kendini Yenileyen Bir Sanatçı

Servet Koçyiğit işlerini 1990’ların sonlarından beri takip ettiğim ve -kendi ilgi alanım da olduğu için- güncel sanatta fotoğrafı en iyi kullanan sanatçılardan biri olarak özellikle dikkatimi çeken bir isim. Kendisiyle ARTINTERNATIONAL’da yer alacak sanatçılardan biri olarak söyleşi yapmam istendiğinde, aradan çok uzun bir zaman geçmiş olsa da aklıma ilk olarak Geniş Açı’nın “Beriki Mecra” bölümünde yayınladığımız “Hot Towel” işi geldi ve orada işlerini ve çalışma biçimini anlatırken neler söylemiş olduğunu hatırlamak için dergiyi açıp okudum. Söyleşide enstalasyon ve video işlerinin yanında fotoğrafla da çalıştığını söyleyen Koçyiğit, farklı medyumlarda işler üretse de (Rampa’daki son sergisinde kumaşlarla yaptığı kolajlar, desenler ve yün yumaklarıyla yarattığı dünya kürelerin yola çıkan işler de yer alıyordu) fotoğrafı hem düşünsel hem de teknik olarak en mükemmelliyetçi şekilde kullanmasıyla da dikkat çekiyor. Bu söyleşinin, kendisini üreterek yenileyen ve yaptığı işlerle taze kalarak merak uyandıran Servet Koçyiğit’in evrenine küçük bir pencere aralamasını umuyorum.

Sanat eğitimini yurt dışında yapmaya nasıl karar verdin? İşlerinde her zaman görülen yerelden beslenme ama uluslararası ölçekte üretme pratiğinde bu eğitimin ve hâlâ yılın büyük bir kısmını Amsterdam’da geçirmenin etkisi nedir?

Aslında biraz raslantısal oldu diyebilirim. ODTÜ’de öğrenciydim, maden mühendisliği okuyordum. Hayatıma başka bir yön vermek istedim. Aklımda sanat yoktu ama sinema gibi daha kreatif bir eğitim düşündüm. Bunu da çok iyi bir yerde yapmanın doğru olacağına karar verdim. Bir dizi rastlantı sonucu sinema yerine Amsterdam’daki Gerrit Rietveld Akademisi’ne girdim. Amsterdam ve Rietveld’deki eğitimlerin sanat üretimime cok ciddi katkısı oldu. Hollanda’da özellikle sanat eğitimi çok açık, çok deneysel, herhangi bir strüktürü yok. Bir de tabii ki çok uluslararası bir ortamdan besleniyorsunuz. Pratikten çok yaratıcı düşünce şeklini, başka bir kültürün görselliğe nasıl baktığını, değer verdiğini  öğreniyorsunuz. Bunların hepsini kendi dağarcığıma ekleme şansım oldu. Benim için çok heyecanlı ve zevkli bir etkileşimdi. 

Servet Koçyiğit 2005 - Blue Side Up 9, Istanbul Bienali

Hem Geniş Açı’da yer verdiğimiz “Hot Towel” işine eşlik eden metninde hem de başka söyleşilerinde, fotoğrafın zamanın çok küçük bir anını kaydetmesinin normalde göremediğimiz detayları daha önemli kıldığını ve bu durumun gerçek algısını nasıl etkilediğini anlatıyorsun. Bu durumun, senin gündelik hayattaki gözlemlerine dayanan kurgu fotoğraflarını oluştururken üretim sürecini nasıl etkilediğinden bahsedebilir misin?

Benim fotoğraf pratiğinden öğrendiğim iki önemli şey vardı: Birincisi, fotoğrafın zamanla ilişkisi, yaşadığımız gerçekliğin zamanla ilişkisi… Bu, -an- dediğimiz durum, aslında sürekli, durağan olmayan bir şeyi, herhangi bir anda nasıl görüyoruz, demek. İkincisi de, benim için fotoğrafın her zaman diğer medyumlara göre gerçekliği daha iyi temsil etmesi… Zaman ve gerçeklik ilişkisi, üzerinde sık sık oynadığım, kafa yorduğum konular oldu. Bir yandan gerçek hayatta kurguyu ararken öbür yandan da kurguda gerçekliği bulmaya çalışıyorum.

Türkiye’de fotoğraf tabanlı iş üreten güncel sanatçılar kendilerini ‘fotoğraf kullanan güncel sanatçı’ diye tanımlarlar çoğunlukla ve kendilerini klasik anlamda fotoğraf üreten ‘fotoğrafçı’lardan ayrıştırmak isterler. Sen bu duruma nasıl bakıyorsun? Rampa’daki sergi sırasında çıkan bir söyleşinde Nicéphore Niépce Fotoğraf Müzesi’nde açılacak bir sergiye katılacağından bahsediyorsun. Bu sergi sürecinden bahsedebilir misin?

Dünyada da biraz öyle aslında. Ben fotoğraf disiplininden gelen biri değilim ama bir sürü de fotoğraf ürettim. Ben de kendimi hep sanatçı olarak tanımladım, bir dönem sadece fotoğraf çalışmama rağmen. Fotoğrafın işlerimde bir yerinin olmasını isterim. Benim ilk solo sergim Hollanda Fotoğraf Müzesi’nde olmuştu. 2012 yılında Çin’de Lianzhou Fotoğraf Bienali’ne katıldım ve ‘En İyi Fotoğrafçı Ödülü’nü de aldım. Bazı çevrelerde benim ürettiğim fotoğrafları çok da fotoğraftan saymadılar, fotoğrafın çok geniş bir alanı olmasına rağmen… Bu yüzden 2016 yılına hazırladığım Nicéphore Niépce Fotoğraf Müzesi’ndeki solo sergim önemli. Biliyorsunuz, Nicéphore Niépce fotoğrafı keşfeden kişi ve müze onun doğduğu kasabada kurulmuş, dünyanın en önemli fotoğraf müzelerinden bir tanesi. Müzenin müdürüyle konuşmalarımızda da benim fotoğraf pratiğimi öne çıkaran bir sergi ve bir kitap hazırlamaya karar verdik. Bir anlamda benim fotografçılığım da onaylanmış olacak bu sayede.

1995’teki 9. İstanbul Bienali’nde en akılda kalıcı işlerden biri senin “Mavi Taraf Yukarısı / Blue Side Up” işindi, sonra bunun bir uyarlamasını yaklaşık dört sene sonra Lille’de sergiledin. Mekândaki değişimin (hem farklı bir ülkede, hem de farklı bir mekânda) işin algılanışına etkisi hakkında ne söyleyebilirsin?

Deneyim olarak ilginçti. Mavi Taraf Yukarısı / Blue Side Up işi ya da "Brrrrroom / Saçtan Yapılmış Süpürge" işini İstanbul Bienali’nde gösterdikten sonra, şurada yapar mısın, burada yapar mısın diye birçok sergi teklifi geldi. Ama bu tekliflerin çoğunu geri çevirmiştim. Çünkü bienal için Deniz Palas’a ‘site-specific’ (mekâna özel) yapılmıştı ve mekâna çok iyi oturmuştu ve teknik olarak da çok zor bir işti. Lille’deki “Istanbul Traversée” sergisinin küratörü Caroline Naphegyi çok ısrar etti ve sergiye iyi bir katkı olacağını düşündü. Gerçekten de yurt dışındaki Türkiye sergilerinin en iyilerinden bir tanesiydi bu ve Palais des Beaux Arts’ın mekânı da çok güzeldi, o yüzden bu işi yeniden kurduk. Gelen tepkiler çok iyiydi. Bir de aynı işin farklı kültürlerde farklı okunması var. ‘Saçını süpürge etmek’ deyiminden çıkmış bu işi Fransızlar, kendi kültürlerinde dansla ilgili bir iş olarak düşündüler ve öyle okudular.

Servet Koçyiğit - Burası Benim Adam,  Rampa 2015 foto:Chroma

Rampa’daki üç yıl önceki solo serginde, daha önce ürettiğin ama Türkiye’de sergilenmemiş işlerin ve yeni üretimlerin birlikte sergilenmişti. Kadın erkek ilişkileri, toplumsal cinsiyet gibi konular ön plandaydı. Yakın dönem işlerinde uzun bir aradan sonra bunları görmeyi bekleyen izleyiciyi ne bekliyor?

Rampa’da 2012 yılındaki “Aşk ve Diğer Meseleler” adlı sergim aslında uzunca bir süredir üzerinde çalıştığım, değişik varyasyonlarını denediğim konularda, çok değişik medyumlarla yapılmış işlerin, Türkiye’deki izleyiciye sunulmasıydı. Kadının sosyal konumunu komik bir dille anlatmak, sık kullandığım şeylerden biriydi örneğin. Rampa’daki bu yılki solo sergim “Burası Benim Adam”la, eski işlerle paralellik olmasına rağmen, işlerimi yeni bir konsepte getirdiğimi, kendime yeni bir alan açtığımı düşünüyorum. Yine bana yabancı olmayan, kendi yaşam deneyimimden çıkmış, ‘göçmenlik’, ‘çizdiğimiz/sildiğimiz sınırlar’, ‘daha geniş bir kürede bulunduğumuz yer’ gibi konuları işledim. Şu anda da bu konuları daha rafine eden işler üzerinde çalışıyorum.

​2015’teki aynı isimli solo sergimde ilk kez yapılan kumaş kolaj haritaların devamı olan bu işler sınırlar, bir yere ait olma gibi konulara yoğunlaşıyor. Bu seride ise okyanusların ortasında, hiç kimsenin yaşamadığı ama bir ülkeye ait olan küçücük adacıkları gösteriyor. Sergilenecek işler bu adaların el çizimi haritalarının endüstriyel makinalarla kumaşlara aktarılması ile oluşturuldu.

Servet Koçyiğit - Bazen / Sometimes, 2005, (İngilizce ve Türkçe versiyon / English and Turkish version), El yapımı tığ işi, yerleştirme / Handmade chrochet, installation 11 x 590 cm, Sanatçının ve Rampa'nın izniyle / Courtesy the Artist and Rampa 

O dönem verdiğin bir söyleşide senin de dahil olduğun bir grup sanatçının ilk olarak işlerinizi sergilediğiniz dönemde para kazanmanın değil, daha iyi işler üretmenin ve bunu daha iyi sergiler yaparak paylaşmanın önemli olduğunu belirtmiştin. Ama artık bu anlayışın değiştiği yönünde serzenişte bulunuyorsun. O zamandan bu yana Türkiyeli yeni sanatçıları ne kadar takip ediyorsun? Bu düşünceni değiştirecek sanatçılar ortaya çıktı mı?

Bizdeki sıkıntılardan bir tanesi henüz sanatçıların yaşayabileceği, işlerini gösterebileceği yeterince alternatif alanın olmaması, müzeciliğin hâlâ geriden gelmesi. Bu durum, bir anda galerilerin ve galeri tarzı üretim yapan sanatçıların oluşmasına yol açtı. Bu da üretilen işleri çok etkiliyor. Sanatçıların tabii ki paraya ihtiyacı var. Böyle bir dönemi de yaşamamız gerekiyor belki de. Bu dönemin de iyi ve kötü örnekleri olacak. Ben yaklaşık 17 yıldır Türkiye çağdaş sanatını çok yakından, hem içeriden hem de dışarıdan takip ediyorum. Kendimin de bunun bir parçası olduğumu düşünüyorum. Her dönemde iyi sanatçılar çıkıyor.

İşlerinde mizah unsuru, bizim de hayatta karşılaştığımız çelişkileri çağrıştırdığı için olsa gerek onları okumamızı kolaylaştırıyor ve genel olarak çok başarılı kullanılıyor. Aradan geçen zaman bu yaklaşımında bir değişikliğe yol açtı mı? İçinde bulunduğumuz ve giderek kaotikleşen dünya seni nasıl etkiliyor?

İşlerimin bazılarının beslendiği kaynaklardan bir tanesi de Türk mizahı. Ben de üniversitede Leman okuyan, Aziz Nesin okuyan, Kemal Sunal izleyen bir kuşaktan geliyorum. Yaşama ve sanata pozitif, yapıcı ve esprili bakmayı seviyorum. İnsanların benim bir işime bakarak gülümsemesi hoşuma gidiyor. Dünya mizahsız olmaz, her şeye rağmen...

0
7210
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage