Trafik, çevre sorunları, ekonomik sorunlar, kişiler arası ilişkilerin yüzeyselliği ve siyasi oyunların gürültüsünün hakim olduğu bugün güncel biyo-iktidarın hedeflerinden biri de nöronlar. Farklı kaynak ve kanallar aracılığıyla tekrar tekrar aynı şiddete maruz kalarak meşgul tutulan ve işgal edilen nöronların işlevleri ve işlevsizlikleri... Nöronların işlev ve işlevsizliklerinin mercek altında tutulmasının en büyük nedeni ise hayatımızı nasıl yaşayacağımıza karar veren organik ve inorganik mekanizmaların denetim altında tutulma çabası ile ilgili.
Bu nedenle neoliberal hegemonya, duyguların açığa çıkarılarak işe koşulmasıyla kontrol etmeye yöneliyor. Öfke, sevgi, kıskançlık, hırs ve güvensizlik gibi duygular manipüle edilerek tüketime ve siyasetin işlemesine aracılık eden yoğun bir sermayeye dönüşüyor. ‘Başka çare yok’ çıkmazında kendi rızamızla “her an” yaptığımız tercihler, seçimler ve kararların bazı zorlamaların sonucu olması ve teslim alarak işgal eden bir yönetim zihniyetinin uzantısı olması günümüz toplumsal yaşamına hakim olmuş durumda.
İşlemsel ve süreç içinde gelişen bir “bitkinlik tasarımı” ve aşırılıktan beslenen bir “atık ekonomi-politiği” söz konusu. Ulusaşırı sermayenin girdiği hemen her yerde taklitle yayılan direniş ve mutasyon akışlarının bulaşıcı salgınları olsa da, bu akışlar görüyoruz ki hegemonik kontrolü sağlayanlar tarafından “gürültü” olarak nitelendiriliyor ve atılmak, yok edilmek isteniyor.
Bunun sonucunda ise “atık” hale gelmemek, boşa harca(n)mamak ve hegemonik olanın gücüne sahip olmak için hem kontrol edilmeye rıza gösteriliyor, hem de kontrolü mümkün kılan aracılara dönüşülüyor. Kuşatan, bıktıran, yıldıran, vazgeçiren ve tüketen bir şiddetin tekrarlarına maruz kalmak artık bir gündelik yaşam koşulu haline geliyor.
Öte yandan gürültünün işleme sokulmasıyla “kakofoni” üretiliyor. Antik Yunanca’da κακoς (kakos, “kötü”) ve φωνn (phone, “ses”) sözcüklerinin birleşimine dayanan kakofoni, uyumsuzlardan ve yönetilmezlerden oluşuyor. Tekno-bilimsel ve sanatsal bir müdahale olarak kakofoni, yeni medya perspektifinden değerlendirildiğinde bize yaratıcı alanlar açıyor. Kakofoni hacklemenin, trolün, glitch’in, arızanın, yayın bozmanın ve hatanın başkalıklar üretimi ile karşılaşmalar yaratıyor.
Sanatsal, bilimsel ve teknolojik bir müdahale olarak “kakofoni” bu hata veren hallerin içindeki uyumsuz ve yönetilmez seslerin özgünlüğünü açığa çıkarıyor. Beynimizi yoran seslerin ve deneyimlerin arasında karanlıktan çıkan ışık ve renkler, hayata sürekli yeniden tutunmayı ve dünya için var olmayı öneren olumlu bir bakışı yeniden üretiyor.
İşte bu perspektif ile Açıkekran Yeni Medya Sanatları galerisinde, bilim, sanat ve teknoloji alanında çalışan Pınar Yoldaş, Ozan Türkkan, Candaş Şişman ve Ayşegül Süter’in video çalışmalarına yer veren “Kakofoni / Cacophony” başlıklı bir sergi düzenledik.
Ayşegül Süter üst üste yağan mesajlar, tartışmalar, forumlar, haberler, paneller ve araştırmalarla enformasyonun sapması, anlamdan uzaklaşıp, çekici bir ortam bulanıklığı yaratılması ve bu ortamların anlamlandırılmaya çalışılmasını mesele edindi. Asıl sorunlardan ve sorulardan bambaşka yönlere savrulmalar, flulaşmalar, yeniden kırılmalara odaklandı. Alanı kaplayan renk ve ses kırılmalarının işgaline ve kuşatmalarına maruz kalan izleyicinin duyumsal deneyimi, burada eserin kendisini oluşturuyor. Bu ortam içinde bir işlev görme, işlev görememe ve işlevsizlik deneyimi bir şekilde rahatsız edici oluyor, izleyiciyi de sanat eserinin bir parçası haline getiriliyor ve bir başka yere harekete sevk edilerek dinamik bir varoluş koşulu yeniden üretiliyor. Işık kaynağının, yansıtıcı bir yüzeye çarpmasıyla oluşan “renk ve ses kırıklarının nöron hareketleri” etrafı kuşatan bulanıklığın ve karmaşıklığın performativitesine dönüşüyor.
Candaş Şişman’ın 2008 yılında yaptığı Edicisum adlı çalışmasının yeni düzenlemesinde ise birçok farklı kanaldan akan enformasyon ve veri karşısında güncel kentli bireyin atan devreleri gerilen, patlayan ve boşalan sinirlerle iç içe geçiyor. Edicisum imgeyi harekete koşarak beyin devrelerinin izini sürüyor. Farklı ritimlerdeki hızlar ve hareketler, ne eleştirel mesafeye ne de tefekküre olanak tanıyor. Rasyonel düşünceler yerine yalın duygu geçişleri açığa çıkıyor. Beyin/ekran anlamla kurulan ilişkiyi bozarak, yapıbozuma uğratarak ve yerinden ederek anlık “nöro-fizyolojik şoklar” üretiyor. Embriyon haline dönüşle birlikte izleyici, görsel ve işitsel olarak ana rahminin korunaklı plazmasının içine yerleştiriliyor, böylelikle henüz düşünülmemiş ve henüz keşfedilmemiş olanla karşılaşmalar için bir başka yer ve zaman yaratılıyor.
Biyoloji ve medya sanatları üzerine çalışan Pınar Yoldaş ise jeneratif video çalışmasında çok katmanlı beyinsel “aşırı uyarılma”yı taptaze bir kültürel eleştiri ve bir estetik metodoloji olarak utanmazcasına benimsiyor. SüperStimulus, insanın evrimsel olarak reaksiyon verme eğiliminin abartılı ve aşırı bir uyarılmaya dönüştüğünü ileri sürüyor. Bir başka deyişle, bugün kalabalıkların tepki vererek kapitalist düzene uyum sağlaması için aşırı ve abartılı bir şekilde uyarılması söz konusu. Bu abartılı ve aşırı uyarılmalar, teorik açıdan değerlendirilirse, Hardt ve Negri’nin ‘İmparatorluk’unun estetik işleyiş tarzı olması bakımından da toplumsal ve siyasi bir önem taşıyor. Yaşamın muazzam bir şekilde metalaştırılması sürecinde abartılı ve aşırı uyarılmaların tasarımı, üretimi ve dağıtımı; Arzu’nun fabrikasyonunda, tekrarlanarak kopyalanmasında ve tüketilerek yok edilmesinde hayati bir adımı oluşturuyor. Arzu akışlarının denetimi ise neoliberal kapitalist yönetim zihniyetinin bir parçası. Bu nedenle kapital, sürekli şeyleştirilmekte ve bir özne olarak konumlandırılmakta. Tiqqun’un, kapitalin “antropomorfozu” dediği, yani insani bir form kazandırılması olarak adlandırdığı şey, ancak kitlelerin abartılı ve aşırı bir şekilde uyarılması ile mümkün. Yoldaş’ın işi bu nedenle tek bir projeksiyonun havada asılı bir yüzeye yerleştirilmesi ve izleyicinin birçok yönden görsel ve işitsel olarak aşırı uyarılmasına olanak tanıyor. Bir organizmanın kendi kendini sürekli dönüştürmesi ve böylelikle yaşamda kalma mücadelesi yeniden sunuluyor.
Son olarak Ozan Türkkan’ın “Bipolar Fraktal” başlıklı video çalışması ise, alçalan ve yükselen ruh hallerimizin dinamik iniş çıkışlarını gösteriyor. Bipolar Fraktal, bipolar zihin durumlarının bir tür hareketli imge soyutlaması olarak nitelendirilebilir. Fraktal geometrinin tekrar ve farklarına açılan bu çalışma, yaşamlarımız gibi, ‘hata veren sistemlerin’ nasıl çalıştığını bize yeniden sunuyor. Mani ve depresyon deneyiminin alçalıp yükselen episodları, Rutt-Ettra tarzında sentezlenmiş fraktal formlar, ses frekanslarının geometrik mutasyonları ve dinamik hareketler aracılığıyla işleme sokuluyor.
Bipolar fraktal, sapan sinyallerin istikrarsızlaştırıcı anları nasıl imlediğini çalışıyor. Bu “hata” veren haller, tam da onu yakalayan, dışlayan ve defeden sistemin nasıl işlediğini açığa çıkardığı için toplumsal, siyasi ve ekonomik bedenlerin ve düzeneklerin açıklarını imleyen yaratıcı bir kuvvete ve müdahaleye dönüşüyor. Yeni medya sanatlarına içkin olarak kurgulanan “kakofoni” başlıklı bu sergi 28 Aralık tarihine kadar görülebilir.