30 OCAK, CUMA, 2015

İnisiyatifler: Dünyalı mı, Marslı mı? II - Pasaj

Bağımsız sanat mekanları, inisiyatiflerin derdini anlayabilmek için başlattığım röportaj serime Halka Sanat’tan sonra Pasaj ile devam ettim. Bu kez şeytanın avukatını oynadım ve sordum: ‘Gerçekten inisiyatifler bağımsız mıdır? Kâr amacı gütmemek mümkün müdür? Türkiye’de sanat dünyası değil de sadece sanat piyasası mı vardır? Bu inisiyatiflerin derdi gerçekte nedir?’ Arkada yunan müziği çalarken ve çayımız tazeyken Pasaj ekibiyle Tarlabaşı’ndaki atölye-ofislerinde buluştuk. Pasaj ailesinin üyeleri, Seçil Yaylalı, Özgür Demirci, Zeynep Okyay, Elif Bursalı ve Giorgio Caione konuştular, ben dinledim. Uzun uzun Dünyalılar mı, Marslılar mı diye düşündüm. Emin olamadım, bilmem siz ne düşünürsünüz?

İnisiyatifler: Dünyalı mı, Marslı mı? II -  Pasaj

Pasaj nasıl bir araya geldi?

Seçil: Pasaj’ı yıllardır planlıyorduk ama her şey Pasajist döneminde Suna’nın Halep Pasajı’ndaki yerinde başladı. Sonradan Elif ve Zeynep de bize katıldı ve dört kişi, iki buçuk yıl devam ettik. Suna, mekânı atölyesi olarak kullanmaya karar verince Tarlabaşı’na geçtik ve tabi fikirler değişti. Özgür ve Giorgio’nun da aramıza katılmasıyla tecrübelerimizden yola çıkarak daha sosyal içerikli ve interaktif projeler yapmaya başladık. Ve SAHA’nın desteğini aldık.

Özgür: Bir süre de OT Cafe’nin alt katını geçici mekanımız olarak kullandık. Sonra buraya geçince Pasaj, bizim sadece etkinlik yaptığımız bir yer değil, başka inisiyatiflerden sanatçılar için de ortak bir alan olsun istedik.

S: Şimdi de köşedeki küçük lokantada zaman zaman etkinlikler yapıyoruz. Bu lokanta sayesinde yıllardır katılımcı sanat yaparak kurmaya çalıştığımız yapıyı oluşturuyoruz.

Ö: İki sergimizi orada yaptık. Mahalleyle iç içe oluyoruz ve katılım oranı çok yüksek. Epey değiştik aslında.

©Korhan Karaoysal

Bu değişim size iyi geldi mi?

Elif: Halep Pasajı’ndayken genelde mekân içindeydik. rum46 geldiğinde dışarıda etkinlikler yaptılar ve Seçil’in kentsel bahçe laboratuarı projesi vardı. Ama bunlar dışında ağırlıklı olarak içerideydik. Biz de dedik ki, “Madem bu işi gönüllü yapıyoruz, insanların daha çok katılabileceği bir şeyler yapalım.” Süreç içinde daha anlamlı bir iş yaptığımızı hissettik.

S: Zaten hepimiz bireysel olarak da interaktif projelerde çalışmayı tercih ediyoruz. Ben sanatın bu dalına çok inanıyorum. Sanat herkes için olmalı. İnsanlar çağdaş sanatı hiç bilmeseler de ilgilenebiliyorlar.  Mesela köşedeki lokantanın sahibi bu konuda çok açık.

Bir de tabi birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. Hepimiz olaylara kendi açımızdan bakıyoruz, farklı bir bakış açısından bakmak çok değerli.

E: Kesinlikle öyle. Son ‘Çorbada Tuzum Olsun’ etkinliğimizde mahalleden kızlar geldi. Kapıya not kağıtları asmıştık ve herkes Pasaj için ne yapabileceğini yazmıştı. Gelen kızlardan biri ‘sanatçılara mahalleyi gezdiririm’ yazmış, çok hoşumuza gitti. Bulunmaz bir nimet.

S: Zaten sanatçı da halkla tanışarak ve onların hayatlarına şahit olarak mahalleliyle etkileşim halinde olmak istiyor. Bu sebeple, uzun dönemli sanatçılar gelince ilk olarak tüm apartman sakinleriyle tanıştırıyoruz. 

Siz başladığınız ilk günden beri kendinize ‘inisiyatif’ diyorsunuz. Neden?

S: Evet, en başından beri önemsediğimiz iki şey vardı: kâr amacı gütmeyen bir oluşum olmak ve sanatçılara bir yükümlülük getirmemek. Halep Pasajı’ndayken, sanatçılar yol parasını karşılıyordu, biz kalacak yer olarak arkadaşlarımızın atölyesini, kendi evimizi açıyorduk. Parayla ilgilenmeyelim, sanatçı gelince işini satarsa satsın ama biz karışmayalım istedik. Maalesef bu konuda ne kadar doğruyuz emin değiliz...

©Korhan Karaoysal

Neden emin değilsiniz?

S: Çünkü bazen zorlanıyoruz. Sanatçı, galeri gibi satış yapabilecek bir ortam talep edebiliyor. Türkiye’de kâr amacı gütmeyen bir sistem yok,  dolayısıyla sanatçı da buna alışık değil. Örneğin, şimdi İsveçli bir grup sanatçı gelecek, sanatçılardan biri hiç fuara katılmamış ama senelerdir sanatçı olarak fonlara başvurarak çalışabiliyor. Türkiye’de bunu bilen sanatçılar çok az.

Zeynep: Örneğin, Türkiye’de yeni mezun olan genç sanatçılara, “Bağımsız sanat mekânlarında biraz deneyim kazansın,” derler. Hâlbuki bu mekânlar sadece bir aşama olarak görülmemeli. Sanatçı bunu seçebilme olanağına sahip olmalı. Evet, Türkiye’deki bir sanatçı için bu çok zor. Sonuçta sosyal devlet değiliz, örneğin işsizlik maaşı veya sigorta yok. Yurtdışındaysa bu bütçe kısıtlamasına rağmen işleyen bir sistem.

Ö: Aslında Pasaj’ın durumu hem ülke hem de sistem içinde bir mücadele. Paranın çok fazla döndüğü bir sanat piyasası içinde inisiyatif olarak hayatta kalmak çok zor. Bu sebeple, SAHA fonunu almadan önce ‘Çorbada Tuzun Olsun’ etkinlikleri ile biz kendi fon çalışmamızı yapıyorduk, insanlardan hem maddi hem de manevi destek alıyorduk. Paylaşıma açık bir platformuz.

Peki siz tüm bu zorluklara rağmen neden bağımsız bir sanat yapısının içinde olmak istediniz? Motivasyonunuz neydi?

Ö: Çünkü daha rahat hareket edebiliyorsun ve özgür olabiliyorsun. Öteki türlü kendini farklı bir oluşumun içine giriyor gibi hissediyorsun. 

Gerçekten daha rahat hareket edebiliyor musun? Ne açıdan daha rahat?

Ö: Kesinlikle daha rahat oluyorsun. Özellikle üretim çeşitliliği açısından… 

©Korhan Karaoysal

Bağımsız bir sanat mekânında istediğin her şeyi üretebilir misin?

Ö: Evet, üretebilirsin. Galerilerde belli sınırlar ve kriterler var. Bu yüzden, inisiyatifler, sanat sistemi içinde olması gereken yapılar.

S: Özellikle Türkiye’deki galerilerde, çoğunlukla yaptığın iş satmak ve satılabilir olmak zorunda.

Ö: Bir performansı satamazsın, ya da katılımcı-sosyal bir projeyi. 

Sizin de yaptığınız işi satma motivasyonunuz yok mu? Sonuçta burayı devam ettirebilmek için paraya ihtiyacınız var. 

S: Öyle bir derdimiz yok. Arz taleple üretmeyince sanatçı daha rahat oluyor. İstediğini yapabilme sınırlarına gidebiliyor ve kendi için neyin önemli olduğunu daha iyi analiz edebiliyor.

Benim bu konuşmalardaki amacım biraz da inisiyatifleri daha iyi anlamak. O halde bir inisiyatifi diğer sanat mekânlarından ayıran özellik nedir? Keskin bir çizgi yok gibi gözüküyor, sonuçta inisiyatifin de ekonomik kaygıları var.

Ö: Haklısın, keskin bir çizgi yok. Bence tamamen üretim pratiğiyle ve özgür bir iş yapmakla alakalı bir farklılık var. Çünkü sosyal içerikli bir iş yapıyoruz. İşin doğası gereği satılabilir bir durumu yok.

Z: Örneğin, ben şu an bir proje üzerinde çalışıyorum. Her harf için bir kavramı tanımlıyorum ve bağımsız sanat alanında çok zorlandım. Çünkü sadece kâr amacı gütmeyen olarak tanımlasak bile dernek ve STK yapısında ilerleyenler olduğu gibi şirket olanlar da var. Sonuç olarak bakıldığında bunların hepsi kültür politikalarındaki boşluklardan kaynaklanıyor. Tabi ki ben eğer dernek olabilsem ve yaptığım işi yürütebilsem zaten şirket olmayacağım. Mesela Halka Sanat Projesi şu an şirket yapısında ama dernekleşmeye çalışıyor. Çünkü şirket olması, onu kâr amacı güden anlamına getiriyor ve bu olmak istemedikleri bir şey.

©Korhan Karaoysal

Kâr amacı gütmemenin de ne anlama geldiği biraz karışık. Örneğin, Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’nda işlerini satan ve satmayan inisiyatifler vardı. Sonra da şöyle düşündüm, ‘belki de inisiyatif olarak belli bir kârın var ama önemli olan o kârı yine bu inisiyatifi devam ettirmek için kullanmak.’ Ama bir bakıma galeriler de öyle yapıyor.

S: Galeriler belli bir para biriktirip yatırım da yapabiliyor.

Z: Avrupa’da başvurabileceğin pek çok fon var. Ama Türkiye’de fon alamadığında inisiyatif sadece kâr amacı gütmeyen değil, dahası gerçekten zarar eden bir hale geliyor. Kâr amacı gütmeyip kendine yetebilecek bir sistem kurmak çok zor, biz de hala bunun için çabalıyoruz.


S: Biz daha oraya bile gelmedik, sadece yaşamaya çalışıyoruz. Bir yerden gelirimiz yok, SAHA desteği bittiği anda yeni bir yol bulmamız gerekti.

Z: Örneğin, geçen gün bir bütçe çıkardık ve fark ettik ki bu bütçenin onda biri bile bizde yok. Bir de işbirliği yaptığımız kişiler var. Bu da doğru bir sistem mi, sorgulanması lazım. Onlara sürekli teşekkür etmemiz gerekiyor. Acaba nasıl bir sistem kurulabilir ki başarılı olsun? Evet her şey para değil ama para kalkınca yerine ne koyacağız, her şey ne ki, para değil?

Ö: Aslında galerilerden bizi ayıran bir diğer nokta da, bizim çok fazla para konuşmamamız. Satış düşünmüyoruz, sadece bir sanatçıyla bir etkinliği gerçekleştirmek istiyoruz. Paramız olmasa da yapmak istediklerimizi yapıyoruz.

E: Tabi, o noktada gelen sanatçının anlayışlı olması da önem kazanıyor.

Bu durum sizin için de büyük bir yükümlülük, ama ‘daha özgürüz’ diyorsunuz ve bunun için devam ediyorsunuz. Bilmiyorum, bir galeri ile çalışsanız hayatınız daha kolay mı yoksa zor mu olur?

S: Biz de bu konuyu düşünmedik değil. Başından beri burayı galeri yapsaydık kâr etme olasılığımız daha yüksek olurdu ve sanat piyasasında daha çok kabul görürdük.

Z: Ben hiç öyle düşünmedim.

S: Demek istediğim, sanatçının memnun olmadığı durumda bizim zor durumda kalmamız.

Ö: Ama bu tarz sanatçılar çok azdı.

Peki fuarlara katılmayı seviyor musunuz?

S: Ben katılmayı çok sevmiyorum ama verimli geçiyor. 

©Korhan Karaoysal

Bağımsız sanat mekânları fuara katılır mı? Katılmalı mı?

Z: Bazı inisiyatifler katılmamayı tercih ediyor. Ali Artun da bizi bazen fuara katıldığımız için eleştiriyor.

Ö: Ama biz fuar için fuarın mantığına zıt işler yapıyoruz.

Z: Örneğin, geçen sene özel alanları kamusal alana çeviren bir sanatçımız vardı. Bu sene de fuarın temsili “Şölen” masasında katılımcılarımız birbirleri için sandviç yaptı. Bunlar zaten fuar sistemini eleştiren veya belki de tam fuarda olması gereken projeler olabilir. Bir de önemli bir soru, alternatifler dedikleri bölüm için nasıl bir yer ayırdıkları oluyor. Biz hiçbir şeyin bizim için yapılmamasına çok alıştık.

Ö: Alternatifler diye isimlendirilip ikinci plana atılabiliyoruz ve kendi malzememizi kendimiz tedarik etmek durumunda kalabiliyoruz. Mekân parası vermiyoruz ama o durumda olmamız da gerekmiyor. Bu sene küratörlerimiz bile bizimle beraber çalışıyordu, boya badana gibi işleri beraber yaptık.

Z: Yine de fuarlar verimli geçiyor. Örneğin, bir fuarda iki sanatçıyla anlaştık. Ayrıca, orada tanıştığımız insanlar daha sonra gerçekleşen açılışlarımıza geldi. Hatta bize bir sene boyunca sergi mekanı sağlayan OT Cafe kurucuları ile de fuarda tanıştık.

S: Fuarlar, kendimizi tanımamıza ve sorgulamamıza da yardımcı oluyor. Ama bazen biz o kadar ticari bir ortamda anormal kalabiliyoruz.

Geçen gün Nurdan Durmaz’ın ‘Sanatın Özelleştirilmesi ya da Sermayenin Meşruiyet Alanı’ makalesini okudum. Makalede, günümüzde kültür yönetimi o kadar ekonomik politikaya dönüştü ki artık Türkiye’de bir sanattan bahsedemeyiz sadece sanat piyasasından bahsedebiliriz diyordu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? (makaleyi buradan okuyabilirsiniz: http://tr.boell.org/sites/default/files/perspectives_8_tr.pdf)

S: Genele bakıldığında öyle ama özele bakarsanız her zaman bizim gibi yerler olacak, bu işin böyle bir sürdürebilirliği var.

Z: Önemli olan sonuna kadar dayanmak yerine misyonunu gerçekleştirmek ve bittiği zaman bitirmek. İnsan idealleri olduğu zaman bu söyleme çok katılıyor. Ama bu olmamalı, ya çözüm bul, sistemi değiştir ya da sistemin içinde alternatiflere git. Evet, sanat piyasası var, evet balonlar söz konusu, pek çok yer kapanıyor ve yenileri açılıyor ama tamam ağladık, sonrası ne olacak?

S: Bu noktada amacının ne olduğunu ve bu işi niçin yaptığını unutmamak gerek.

Z: Bizim en büyük sıkıntımız işgücümüzün bir karşılığının ve materyal desteğimizin olmaması.

S: Biz de istediğimiz sanatçıları fonlamak isteriz ama bu konuda bize yardım edebilecek bir kurum bile yok. Bizim paramız yok ki birilerine destek olalım. O zaman da parası olan birilerinden sürekli istemek zorunda kalıyoruz. Halbuki bir kurumdan fon alınca maddi bağımsızlığımızı kazanmış oluyoruz.

Z: Bir de bana çok enteresan geliyor, bize hep yurt dışından sanatçılar geliyor. Türkiye’den sanatçıların ilgisi daha az. Belki de sürekli mekan değiştirmemiz ve katılımcı projeler yapmamız buna sebep oluyor ama ben bunu yine de anlayamıyorum.

S: Bence, Avrupalı sanatçı sanat marketinde olmadan da yaşayabiliyor. Türkiye’den sanatçılarsa bunun varlığından haberdar bile değil. Burada üniversiteden mezun olan bir sanatçı sattığı işlerle hayatta kalmayı düşünüyor, çünkü okulda bunu öğreniyor.

Z: Aslında galeride işini göstermek kötü bir şey değil, korkunç olan galeri sisteminin kötü işlediği bir galeride işini göstermek. Galerilerde ne olaylar oluyor, satmadı diye işini geri vermiyorlar, el koyuyorlar, daha neler neler.

S: Biz de bu yüzden sanatçıların galeride gösteremeyecekleri işler için bir platform oluşturmak istedik.

©Korhan Karaoysal

İleride ne gibi projeleriniz var?

Giorgio:  Gelecek günlerde de Türk ve yabancı sanatçılarla yaptığımız sergiler ve sanatçı konuşmaları devam edecek. Bunların dışında, ben, küratör Micheal Jakop’la beraber 19 Mart’ta İTU Taşkışla binasında açılacak “Peyzaj Mimarlığında İsviçreli Dokunuş” adlı serginin organizasyonunu yapmaktayım. Nisan ayı için de sanatçı insiyatiflarinin katıldığı ‘Süpermarket’ adlı bir sanat fuarına davet edildik, oraya daha önce PASAJ’da sergi yapan sanatçıların bir dizi işinin olduğu bir sergi götüreceğiz. Tarlabaşı’nda kullandığımız restoranı yeniden kurgulayarak sanat eserlerini de o mekânın içerisinde sergileyeceğiz.

Ayrıca, Cape Town’da “Alma Mater” adındaki etkinlikler kapsamında PASAJ’in bir sergisi olacak ve küratörlüğünü ben yapacağım. Berlin’de ise ekim ayında HKW’de ‘Wohnungsfrage’ adında bir proje sergisinde yer alacağız. Berlin, Betlehem ve Marsilya’dan katılımın olacağı projede İstanbul’dan da biz kurum olarak gideceğiz. Orada, Seçil’in de katıldığı, Tarlabaşı’ndaki konutsal yaşamı konu alan katılımcı projelerimiz sergilenecek.

0
9741
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage