28 OCAK, CUMA, 2022

"Dünya Mavidir Tıpkı Bir Portakal Gibi"

Aslı Çavuşoğlu ile yerel üretim ve sürdürülebilir tüketim konularını yeniden düşünmeye açan çalışmalarından oluşan, 26 Şubat’a kadar EK BİÇ YE İÇ’in Gümüşsuyu ve Kurtuluş’daki mekânlarında izleyiciyle buluşan kişisel sergisi “Lahana pembesi / Soğan yeşili / Portakal mavisi” üzerine konuştuk.

2020 yılında Paris’te kâr amacı gütmeyen bir organizasyon olan Kadist’te gerçekleşen “Lahana pembesi / Soğan yeşili / Portakal mavisi” sergin, İstanbul’a doğru yolculuğa çıkarak 5 Kasım 2021’de Ek Biç Ye İç’in Kurtuluş ve Taksim’de bulunan mekânlarında izleyiciyle buluştu. Sergide çok güçlü ekolojik bağlamlar ve yoğun emek içeren kolektif bir çalışma var. Bize serginin hikâyesinden, kavramsal ve formal çerçevesinden bahsedebilir misin?

Serginin fikri 2019 yılında Kadist’in misafir sanatçı programı ve bu residency ile bağlantılı kişisel sergi daveti ile ortaya çıktı. O dönem üzerine düşündüğüm ve projeye dönüşebilecek konularla ilgili kurumla görüşmeye başladık. Endüstriyel tarımın dışında kolektif duruşlarıyla varlığını sürdüren ve bir süredir Türkiye’de sayıları da arttığı için daha çok duymaya başladığımız farklı tarımsal girişimler üzerine okuyordum o sıralar. Şehir tarımı, kimyasal kullanmayan oluşumlar, kent bostanları gibi tarladan direkt sofrayı hedefleyen, hem üretim hem de dağıtım sistemlerine dair ilham verici modellerdi bunlar.

Bir yandan da “mavi” renginin yüzyıllar boyunca farklı coğrafyalardaki seyahatini anlatan, fresko eserimin yer aldığı New Museum’daki “The Place of Stone” (Taşın Yeri) adlı sergim, bu sürecin birkaç ay öncesinde bitmişti. Renk konusundaki araştırmamı genişletip o sıralarda doğal boyama üzerine okumalar yapıyordum. Toprağın ve orada yeşerenin sunduğu bazen tahmin edilemeyen renk skalası, bu renklerin zaman ve ışıkla olan ilişkisi, bu teknikle boyanan ipler, işlenen dokumalar, kumaşlar, renklerin elde edildiği gıdalar, vs. şeklinde büyüyen bir konu. Bu doğrultuda, tek renk özelinden çıkarak, renklere dair önceki çalışmalarımdaki hikâyeleştirme biçimini farklı bir yöne çevirme fikri hoşuma gitti.

Kadist ile böyle geniş bir perspektiften yola çıkarak geliştireceğim bir projede mutabık olduk. Misafir sanatçı programları için Paris’e gittiğimde, orada faaliyet gösteren 70’lerde kurulmuş ve hâlâ etkin bir komün olan Longo Mai ve küçük tarım üreticilerinden direkt dağıtım ağı oluşturan AMAP ile görüştüm. Konu tüm dünyanın konusu olduğundan, farklı coğrafyalarda ortaya çıkmış, mümkün olduğunca çeşitli örneklerden ilham almak vardı kafamda. Residency süresini tamamlayıp İstanbul’a döndükten hemen sonra pandemi nedeniyle kapanmalar başladı ve sonrasında da tüm proje bu sürece uyumlandırılacak şekilde evrildi.

Bu dönemde projeyi ana hatlarıyla kurgulamıştım. Aracısız, doğal tarım yapan, kendi içinde bir model ve sürdürülebilir bir sistem geliştirmiş, tarımı bir bakıma politik bir eylem olarak gören gıda inisiyatiflerinden bir seçki oluşturmuştum. Her inisiyatiften ilham alarak ortaya çıkacak işlerin, pazar yerinde olduğu gibi bir arada ve yan yana olmaları fikriyle de sergi tasarımının yönü belli oldu. Bu inisiyatiflerin sezonluk ürünlerini kullanarak doğal boyalar elde etmek, yerel kumaşlar ve ipler kullanmayı tercih etmek gibi diğer kıstaslarla serginin yol haritası çıkmış oldu diyebilirim.

​Doğal boyama, kumaş ve dokumalarla ilgili olarak birlikte çalıştığım iki danışmanımız vardı. Projenin kavramsal içeriği kafamda netleşince, hep birlikte mümkün olduğunca az temas hâlinde olabileceğimiz şekilde uzaktan çalışma yöntemleri geliştirdik. Onların da yönlendirmeleriyle ihtiyaç listesi çıkararak malzemeleri üretimi yapacağımız atölyede toplamaya başladık. Aslında projede yer alan, destekleyen ve bir şekilde parçası olan herkes için yeni bir deneyimdi ve ben de bu anlamda gidişatına bıraktım. Gıdanın üretim ve dolaşımında bir anda yaşanan sistemsel çöküşle, proje dahilinde merak ettiğim ve yansıtmak istediğim konuların aciliyeti de güncellendi. Yaşanan durumun üretim, dolaşım, ulaşım ve gösterim gibi sergi aşamalarıyla paralellik göstermesi, projeyi İstanbul’da da gösterecek şekilde tasarlamama vesile oldu. İlk aşamada Kadist’teki sergiyle eşzamanlı gösterilmesini planladık ama yine ülkeler arasındaki farklı karantina süreleri, kısıtlamaları ve şartlarıyla farklı zamanlarda açıldı. Bu anlamda pandemi şartları hem kavramsal hem de biçimsel olarak tüm projeyi önemli bir şekilde çerçevelemiş oldu denilebilir.

Türkiye’nin farklı bölgelerinden on beş tarım inisiyatifinin sergi projesi içinde rolleri ne oldu ve onlarla nasıl bir diyalog geliştirdin?

Proje üretiminin Fransa’daki kısmını iptal edince tamamen Türkiye’deki girişimlere yöneldim. Türkiye’deki inisiyatiflerle yerlerinde görüşmek için yaptığım yolculuk planlarımın birçoğunu iptal etmek durumunda kalsam da özellikle Marmara ve Ege Bölgesi çevresinde bulunan gidebildiğim kadar çok yeri arka arkaya ziyaret etme şansım oldu. Onların yönlendirmeleri sayesinde listemde olmayan kişi ve yerlere ulaşmış oldum. Bu yolculuğumun hemen ardından karantina kısıtlamaları artıp, şehirlerarası seyahat yasağı gelmişti. Bu nedenle on beş tarım inisiyatifinin tamamıyla yüz yüze tanışma fırsatım olmadı, bir kısmıyla telefonla görüşerek, bir kısmı hakkında da röportajlar okuyarak bilgi alabildim.

Sergide kullanılan mekânların -kürasyonda çok büyük farklılıklar olmasa da- farklı hissiyatları var. Sergileme yöntemi olarak kumaşlar hacimsel bir formda tavanda sergileniyor yahut sarkıtılıyor. Örneğin Kurtuluş'taki kürasyonda pazarlarda karşılaştığımız tezgâh hissini veren ahşap formlar üzerinde geleneksel dokuma teknikleriyle işlenmiş kumaşlarla karşılaşıyoruz. Taksim’deki sergi mekânında da benzer küratöryel teknikler kullanılsa da daha sakin bir bütünselliğe sahip. Eser ve mekân ilişkisini nasıl kurdunuz?

Bahsettiğim gibi başta projeyi Paris ve İstanbul’da eş zamanlı olarak sergilemeyi planlamıştık. Kadist’te ve Ek Biç Ye İç’in Gümüşsuyu’ndaki mekânında. Bu nedenle çalışmaları iki yerde gösterecek şekilde ayırmıştım. İstanbul ayağı koşullardan ötürü ertelenince, Paris’teki sergi bittiğinde eserleri İstanbul’a getirdim ve projeyi genişleterek Ek Biç Ye İç’in Kurtuluş’taki alanını da kullanma fikri ortaya çıktı. Bu iki mekânın kendine has özellikleri doğrultusunda yerleştirmeyi yaptım. Gümüşsuyu’ndaki yer, işlek ana bir caddede, alan olarak küçük ama büyük camlarıyla daha steril bir vitrin gibi olduğundan, burayı pandemi sebebiyle kapanma ihtimalini de göz önüne alarak, dışarıdan geçenlerin göreceği şekilde daha sade tutmak istedim. Kurtuluş’taki mekân ise, sergiyi kurduğumuz alanın hemen arkasında Ek Biç Ye İç’in işleyen bir mutfağı olduğundan sizi yemek kokusuyla karşılayan geniş bir giriş alanından oluşuyor. Buranın kendine özgü bir yapısı olduğu için, buradaki kurulumu pazar hissiyatını daha çok vurgulayacak şekilde yaptık.

Eserlerde zanaat ve sanat temelli işlerini, bu ifade biçimleri arasında bir hiyerarşi yaratmadan, aralarında bir diyalog oluşturacak biçimde de bir araya getiriyor. 18. yüzyılda sanat kelimesinin kaderini belirleyen büyük ayrışmanın yaşandığı dönem öncesi gibi sınırların olmadığı bir iş birliği içerisinde çalışmışlar. Dokumaların işlenmesi, kumaşların ince iplerle bir araya getirilmesi… Bize biraz ikisinin nasıl kaynaştığından bahseder misin?

Projede kumaş ve dokumalara dair mümkün olduğunca farklı teknikleri göstermeyi istiyordum. Bunun hem benim süreç içinde öğrendiklerimle ilişkisi vardı hem de çeşitliliği yansıtmanın önemli olduğunu düşünüyordum. Kumaşlarda farklı malzeme, baskı ve nakış teknikleri kullanarak bunu yapmaya çalıştım. El dokuması ise tamamen farklı bir konu. Projenin en zorlayıcı ama bir yandan da kendi adıma zihin açıcı kısımlarından biriydi. Yerel tekstil fabrikalarından farklı çeşitlerde boyanmamış, ham iplikler sipariş ettik. Bunlar çilelere sarıldı ve farklı renklerde boyanmak üzere kazanlarda kaynatıldı. Kuruduktan sonra makaralanarak el dokumasına hazırlandı. Bu sürede ben kabataslak çizimler yapıyordum, dokuma danışmanımız Reyhan Polat çizimlere göre uygun işleme biçimleri öneriyordu, en son olarak da el dokuması ustamız ile dokuma tezgahında üretilecek şekilde modelliyorduk. Dokuma tezgahının hem boyut anlamında hem de desendeki geçiş ve akışlarıyla belirli özellikler sunması söz konusu, bu çerçevede hareket ederek ama sınırları zorlayarak bir bir aradalık yaratmaya çalıştık.     

Çalışmalarda organik ve soyut formlardan, Roma Bostanı eserindeki gibi geometrik kompozisyonlara da yer verilmiş. Özellikle Roma Bostanı’nın hikâyesini çok merak ediyorum. Teknik ve formlar süreç içinde nasıl gelişti?

Bütün desenler, inisiyatiflerin model oluşturma hikâyelerinden ilhamla ortaya çıktı. Bazen desenlerde inisiyatiflerin somut özellikleri, bazen de inisiyatiflere yaptığım ziyaretlerdeki kişisel anlatı ve deneyimler öne çıktı. Cihangir'de denize bakan bir yamaçta, çok değerli boş bir kamusal arsaya yapılması planlanan bir yapıya direnmek üzere, mahalleli bir grubun Roma Bostanı'nı hayata geçirerek canlandırmasını uzun yıllardır takip ediyordum. Bütün iplikler doğal boyalarla boyanarak dokuma için hazırlandı. Direniş sürecinde Roma Parkı’na sahip çıkmak isteyenlerin inşaat makineleri önünde durup, engel olmaları kelepçe desenine dönüştü. Bostan üzerine gelen imar planları bir yaklaşıp bir uzaklaşarak biraz animasyonu andıracak şekilde dokundu. Bostanda kurulan ve yağmur suyunu toprağa azar azar verecek şekilde planlanan sulama sistemleri de son deseni oluşturdu.

Sergide yer alan eserlerde doğal boya kullanımında çok geniş palet var. İndigo ile yapılmış serigrafi baskı, siyah çay ve sumakla boyanmış kenevir ve pamuk ipliklerinden oluşan el dokumaları, cehri, kırmızı lahana, avokado ve hatminin yanı sıra; ısırgan otu, toprak ve kök boya ile yapılmış stencil baskılara…Doğal boya kullanımında rastlantısallıktan bahsedebilir miyiz? Malzeme olarak simgeselliği, bağlamı, deneysel ve fiziksel niteliği hakkında ne düşünüyorsun?

Kesinlikle! Doğal boyamanın rastlantısallığı tamamen yeni bir alan açıyor. Belirli formüllerle çok net renklere ulaşmak tabii ki mümkün ama küçük eklemeler yaparak, farklı kumaşlar kullanarak ve sürelerle oynayarak çok farklı sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Doğal boyama danışmanımız Tuğay İlyasoğlu Güven projenin başında benim desen ve taslaklarda örnek olarak atadığım renklerin tam olarak aynısını yakalayamamak konusunda endişeliydi. Projenin doğası gereği de böyle olması gerektiğini düşündüğümden ve bu denemelerin getireceği sürprizlere açık olduğumu söyledikten sonra, deneysellikle ilerlediğimiz rahatlık ve açıklıkta çalıştık.

Son olarak; sahi portakaldan mavi mi elde ettin? Yoksa renklerle ilgili düşündüklerimiz ve onlara yüklediğimiz anlamlarla görme biçimlerimizi mi sorguluyorsun?

İçten içe bu sorunun sorulmasını istedim sanırım.  Biraz önce sorduğun gibi doğal boyamanın ilginç taraflarından biri de bazen ürünlerle ilişki kuramayacağınız renkler elde ediliyor olması. Bazen dokunduğunuzda elinize boyayan bir gıda, ışık haslığı düşük olduğundan kumaşta aynı etkiyi yaratmıyor. Portakal projede kullandığımız bir gıda değildi ama bu tahmin edilemezlik hissiyatıyla, Fransız sürrealist şair Paul Éluard'ın “The Earth Is Blue As An Orange” (Dünya mavidir tıpkı bir portakal gibi) şiirine göndermede bulunarak sergi isminin sonuna portakal mavisini eklemek istedim. 

Aslı Çavuşoğlu’nun “Lahana pembesi / Soğan yeşili / Portakal mavisi” başlıklı kişisel sergisi EK BİÇ YE İÇ’in Gümüşsuyu ve Kurtuluş’daki mekânlarında 26 Şubat tarihine kadar görülebilir.

Taksim Adresi: Gümüşsuyu Mah. İnönü Cad. No: 9c Beyoğlu İstanbul
Kurtuluş Şubesi: Feriköy Mah. Şeref Meriç Sok. 2/1a 34377 Şişli

0
3710
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage