11 OCAK, PERŞEMBE, 2018

Bu Bir İstila! Gri Bir Distopya!

Sanatçı Tayfun Gülnar geçtiğimiz günlerde x-ist’te “Chromophobia” adlı sergisini izleyiciyle buluşturdu. “Chromophobia” sergisinde terkedilmiş bir insanlığın öyküsünü anlatan Gülnar, bizi atölyesinde konuk etti. Kendisiyle son sergisi “Chromophobia”, üretim pratiği, renk kullanımı, sembolik temsilleri hakkında konuştuk.

Bu Bir İstila! Gri Bir Distopya!

İnsanlığı ve insanlığını terk etmiş bir toplumun manzarası olarak nitelendirebileceğimiz “Chromophobia” sergisi, bizleri o anın istilasına dâhil ediyor. “Bundan sonra ne olabilir ki?” dediğimiz her an bizi başka bir kaos karşılıyor. Gülnar’ın bir iç hesaplaşma niteliğinde olan çalışmaları, yok olmaktan ziyade yok edilenlerin altını çiziyor.

Sergi başlığı olan “Chromophobia”, her ne kadar ilk duyuşta kulağa alışılmadık gelse de sergiyi gezdiğimizde; hücrenin hafif boyanma veya hiç boya almama, boyanmaya karşı direnç gösteriş hâli ya da renklere karşı tiksinti duyma anlamlarına gelen “Chromophobia”nın doğru bir seçim olduğunu anlıyoruz. İsim çalışmalarınızdan sonra mı belirdi?

Serginin bütününde, birlikte yaşamayı başaramayan ve bunun geriliminin doğurduğu birçok şiddet biçimini devreye sokan kitlelerle karşılaşıyorsunuz. Renklerden tiksinmek, toplumsal ölçekte ele alındığında birlikte yaşamayı başaramayışımızın vurgusu. “Chromophobia”yı farklı ve öteki olana duyduğumuz korkudan doğan saldırma ve yok etme stratejilerimizin çözümlemesi olarak açıklamak gerekir. Sergideki resimlerde renklere karşı bir direnç hâli kendini gösteriyor ancak mavi kullanımını ele aldığımızda hiç renk yok diyemeyiz, bu yüzden içerikle diyalog hâlinde. Doğru ismi vermek, bütünün hem resimselliğini hem de sosyal içeriğini özetledi benim için.

Sergide bizi karşılayan ilk resim Invasion I, içeride bizi bekleyen resimlerin bir fermanı gibi. Ne anlatıyor bu başlangıç?

Invasion I, birey olarak içinde bulunduğumuz toplumun bize dayattığı ahlak kurallarının güvenli yaşam vaatlerine gülüyor. Aynı zamanda altar pano biçiminde olması dinsel bir referansı barındırıyor. Bu detayı önemsememin sebebi, körü körüne inanışa dayalı bir anlayışla yaşamını sürdüren bireyin kendisinin içine sıkıştığı bir sistemden ibaret oluşundan ileri gelir.

​“Chromophobia”nın içinde inandıklarımızın ötesinde deneyimler ve olasılıklar olduğu, kendimizi bir kalıbın içinde tutmamızın dezavantajlarını düşünmemiz gerektiği mevcut.

​Kaktüsün, bu görsel havuzun içinde önem verdiğim elemanlardan biri olmasının sebebi dikenli yapısı itibarıyla yasakları sembolize edip bu yasaklardan korkmamız gerektiğini hatırlatıyor oluşu. Toplumsal dönüşümün din referanslarıyla iç içe olduğu gündemimizi düşününce aslında Orta Çağ Avrupası’nda hayali bir gezintiye çıkıyorum.

Sonsuz Devir Serisi - Sonsuz Devir V

Her iş birbirini izliyor ve sanki bir evrenin seyrine çıkmışız, bir kesitine tanık oluyoruz gibi. Nedir bu evrenin serüveni?

Tarihinden bu yana insanlığın varoluşunda bir tür yıkım makinesi olma durumu var. “Chromophobia”nın bütünü bu yıkımla ilgilenir. Biraz açacak olursam, izleyicinin tanıklıkla başlayıp kendisini suçlu hissettirmesiyle ilgilenen bir sergi bu. Hepimizin tanık olarak başladığı bir serüvende zamanla nasıl bir suçluya dönüştüğümüzü söylüyor “Chromophobia”.

Bu yüzden doğumundan ölümüne süregiden zamanda insanoğlu yaşadıklarının tanığıdır. Her geçen gün, önceleri sadece izlediği bir olaya karşı yakınlığı artar. Sergi de sahne sahne bunu öykülüyor. Yani özetle dışarıdan izlediğimiz bir olayın içine girmeye başladıkça o oyunun haklı bir yanı olduğunu düşünmekle meşgul oluruz.

Siyah, beyaz, mavi üçgeninde kısıtlı bir renk paleti var. Ya da siyah beyaz bir evren diyelim… Bu bir vurgu mu?

Evet, bu üçgenin içinde değerlendirmeyi de önemsiyorum. Tüketme alışkanlıklarımızı göz ardı etmeden konuşursam yukarıdaki “birlikte yaşayamama’’ durumumuza alt başlık eklemiş olacağım. Bu evren, oksijenden yoksunlaşmış kirli bir evrendir. Invasion I, bizim için nefes almayı ne kadar ön koşul olarak sunuyorsa; Şehir, Labirent, Mezar o kadar yoksun bitik ve kirli bir evren bıraktığımızı haykırıyor. Diğer canlı türlerine, yaşadığımız evrene ve hatta kendi türümüze karşı ilan ettiğimiz tüm savaşları göz önünde bulundurunca bu eksende bir palet kendiliğinden oluştu.

©Nazlı Erdemirel

Sürüngen hayvanlar her yerdeler, bundan biraz bahseder misiniz? Neyi temsil ediyor bu figürler?

Sürüngen motifi steril şehir yaşantımızın sonuçlarından biri olarak canlı türlerinden tiksinme durumumuzla ilgileniyor. Bu motif üzerinden konuştuğumuzda “Chromophobia” yine işlevini yerine getirerek zehirli olan ve çirkin gördüğümüz canlılara olan bakışımızın bizdeki karşılığını yüzümüze çarpıyor. Ayaklarımızın altında ezdiklerimizin, tıbbi deneylere tabi tuttuğumuz canlıların geri dönüşünü görüyoruz.

O zaman resimlerinizde düşsel bir manipülasyon olduğu söylenebilir mi?

Benim için bu sergi doğrudan yaşadığımız dünyanın sembolik çözümlemeler aracılığıyla kurgulanmış hâli olabilir. Çalışmalarımın tarihimizin belirli bir aralığından, belirgin özelliklere sahip bir kültürün resmedilişinden ziyade, tüm tarihimizi kapsayarak -bu coğrafyadan bir görsel çorba sunmamakla birlikte- kavramları, olayları içine entegre edici bir yapıda olduğunu söyleyebilirim.

©Nazlı Erdemirel

Tüm bu oluşturduğunuz “mit”lerin şekillenmesi ilk evrede düşünsellikle doğup mu resminize yansıyor yoksa tam tersi mi?

Tanıklık durumunu önemsediğim için serginin benimle ilgili böyle bir katmanı var. Aynı zamanda “Chromophobia”daki tüm resimler bir önceki resmin içinden doğarak var oldu. Benim önemsediğim, konunun insan ve onun etrafındaki her şeye odaklanan etken tavrıdır. Ancak insan etken olduğu yanılgısıyla yaşarken, zamanın insan üzerindeki etken olma durumu serginin kurgusunda önemli bir yer ediniyor. Bir resmi yapıp üzerine bir şeyler söylemek yerine, yaşadığım düşündüğüm, takıldığım bir konuyu resmetmek, beni kendime yalan söylemekten kurtarıyor.

“Chromophobia”, 27 Ocak tarihine kadar x-ist’ te görülebilir.

0
6267
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle