03 EYLÜL, PERŞEMBE, 2015

Bizim Sempatikliğimiz Değil, Sanat Eserleri Yarışıyor

Çağdaş Sanat Galerileri Dayanışması’ndan Daire Galeri'den Selin Söl ve x-ist'ten Daryo Beskinazi ile dayanışmanın nasıl kurulduğu, belli başlı sorunları ve gelecek planları üzerine sohbet ettik. Selin Söl, Daryo Beskinazi, Pırıl Güreşçi, Haldun Dostoğlu, Moiz Zilberman ve Sevil Binat önderiğinde kurulan bu dayanışma, kendi çaplarını büyütmekten ziyade, içinde bulundukları yapının çapını büyüterek bu yapıyla gelişmek derdinde.

Bizim Sempatikliğimiz Değil, Sanat Eserleri Yarışıyor

İlk olarak Çağdaş Sanat Galerileri Dayanışması nedir, oradan başlayalım.

Selin Söl: Çağdaş sanatı destekleyen ve satan galeriler olarak ortak sorunlarla karşılaştığımızı görüp, ilk başta bir arkadaş grubu olarak bir araya geldik ve daha sonra bir dayanışma içerisinde olmaya karar verdik. Bunun öncesinde, yaklaşık üç sene evvel bir dernekleşme teşebbüsümüz de olmuştu, hatta bu kapsamda bir tüzük bile yazmıştık. Ancak daha sonrasında bunun getirdiği bürokratik ve çeşitli pratik zorluklardan dolayı dernekleşme girişimimiz sürüncemede kalmıştı. Daha basit bir şekilde, sadece birbirini tanıyan, zaten birbirleriyle iletişim içinde olan ve çağdaş sanatla uğraşan arkadaşlarla, sekiz ay kadar önce bir sohbet ortamında bir araya geldik. Piyasamızın daha iyi bir şekilde çalışabilmesi, bizlerin de bazı etik kurallar ve çerçeveler içerisinde dayanışarak çalışabilmemiz için böyle gayriresmi bir dayanışma kurmayı düşündük.

Daryo Beskinazi: Bu gayriresmi meselesi önemli çünkü; Selin’in de söylediği gibi daha önceden bir dernekleşme denememiz oldu ve açık konuşmak gerekirse bu deneme istediğimiz sonuçları vermediği için şu anda işi resmi bir oluşum yerine bir etkileşim platformunda yürütmeyi tercih ettik. 

Özellikle dernek olmamayı mı tercih ediyorsunuz?

S.S. Evet. Hem bürokratik sebepler yüzünden hem de dernek olunca herkese

açık olmak durumunda olunduğu için. Halbuki biz kendi aramızda ahlaki ve sektörel kurallara riayet eden galericileriz, dolayısıyla kendi aramızda kalmayı tercih ediyoruz. Ve kendi aramızda o standartlaşmayı yapmayı amaçlıyoruz. Bu da faydalı bir bilgi alışverişini doğuruyor. Mesela bu şekilde sertifikaları standartlaştırdık.

D.B. Bu bir dayanışma olduğu ve dernek olmadığı için yeni katılmak isteyecek olanlar konusunda çok rahat karar verebilme, gerektiğinde reddedebilme gibi bir lüksümüz de var. Bu önemli bir detay. Ama bunu çok mantıklı sebeplere dayandırarak yapıyoruz. Senelik bir programı olan, bir sene öncesinden gelecek sezon sergileri belirlenmiş olan, birtakım fuarlara katılan ve tüm bunların dışında Türkiye şartlarında standart galericilik prosedürlerine mümkün olabildiğince uyum gösteren galerilerle bir arada oluyoruz. Ancak bu konuda resmi bir yaptırım gücümüz, hatta arzumuz dahi yok. Daha önce dernek kurulacağı, daha doğrusu o derneği kurduğumuza inandığımız fakat sonrasında olmadığını fark ettiğimiz zaman çok daha geniş niyetlerimiz vardı. Mesela devlet nezdinde birtakım şeyler istemek, bakanlıktan birtakım taleplerde bulunabilmek gibi. Açık konuşmak gerekirse şu dönemde bunu daha ikinci plana bırakmış durumdayız, şu anda daha çok yapının içerisindeki sorunları çözmek, üçüncü şahıs ve kurumlarla ilişkilerimizi düzenlemek gibi arzularımız var. Daha ileride bir dernekleşme durumu tekrar olabilir, ancak o dernek de gene çok geniş olamamak kaydıyla bu yapının içerisinde bulunan 14, 15 galerinin inisiyatifinde olacaktır.

Burcu Ezer, Daryo Beskinazi, Selin Söl

Bu duruma dayanışmanın içindeki bütün galeriler olarak mı karar veriyorsunuz, yoksa bu konuda etkili bir çekirdek kurul var mı?

S.S. Dayanışmanın içindeki bütün galeriler ortak karar veriyoruz. 

Az önce değindiğiniz, sertifikalar konusundaki gelişmeden biraz bahsedebilir misiniz?

S.S. Kısaca şöyle: Sertifikaların standartlaşmasının şöyle bir önemi var. Aslında sertifikanın formatı oldukça basit; eser ismi, yılı, tekniği vs bilgiler yer alır. Burada önemli olan sertifikada hem galerinin hem de sanatçının imzasının bulunması ve eserin gittiği koleksiyonerin de adının yazılı olması. Bu sanatçıyı da koleksiyoneri de koruyor. Çünkü geçmişte -80’li yıllarda özellikle- bazı sanat simsarları eserleri kime ve ne kadara sattığını sanatçılara açıklamadan satışları gerçekleştirmiş. Böylece sanatçı hem eserinin kime gittiğini öğrenememiş hem de böylelikle satış fiyatı konusunda da şüpheler oluşmuş. Bizim verdiğimiz sertifikada eseri alan kişinin adı da olduğundan sanatçının artık kendi koleksiyoner listesini yapabilmesi de mümkün olacak. Dayanışma olarak amacımız bunun gibi önlemlerle saydamlık ve şeffaflığı ilke edinerek piyasada güven ortamını tesis etmek.

D.B. Hoş tabii bunun için sertifikaya gerek yok. Normal bir excel kaydıyla da bu bilgiler verilebilir. Burada aslında önemi olan sertifikanın bizim için bir sembol oluşu. Bu dayanışmanın ortak ve görsel niteliğinde üretilebilecek en kolay sembolü de denilebilir. 

Peki bu dayanışmanın bir kurucu ya da fikir sahibi var mıdır?

S.S. Yani tam olarak olduğu söylenemez; çünkü üç sene evvel zaten bir dernekleşme süreci olmuştu. Hatta başkanımızı bile Aslı Sümer olarak seçmiştik. Fakat ardından bürokratik ve kişisel engellerle karşılaşınca o süreç ilerleyemedi. Daha sonraki sohbet ortamını ben organize ettim. Özellikle fuar sonrası ortak sorunlarla boğuştuğumuzu gördüğüm için bir araya gelmek istedim. Dayanışma altı galerinin inisiyatifiyle hep beraber kuruldu diyebiliriz. Bu altı kişi de ben, Daryo Beskinazi, Pırıl Güreşçi, Haldun Dostoğlu, Moiz Zilberman ve Sevil Binat. Şu anda ise yaklaşık 14 galeri var. (artSÜMER, C.A.M. Galeri, Daire Galeri, The Empire Project, Galerist, Kare Art GalERİ, Galeri Nev İstanbul, Öktem & Aykut, Pg Art Galeri, Pilot Galeri, Rampa, Sanatorium, x-ist, Galeri Zilberman.)

Aynı dayanışma konseptine yazarlar ve de sanatçılar için de ihtiyaç var aslında. Bu dayanışma sizce de aslında geç kalmış bir oluşum değil mi?

S.S. Biliyorsunuz halihazırda bir dernek var aslında. Fakat bu dernek çok aktif değil sanırım. Bizler de çok aktif rol almıyoruz, üye de değiliz bu derneğe. Biraz devri değişimiyle ilgili olabilir. Bizim daha çağdaş, güncel sanat doğrultusunda bir çizgimiz var.

D.B. Böyle bir şeye ihtiyaç var mıydı, bunun zamanı mıydı tam olarak bilemiyoruz. Neticede birtakım faydalarını gördük kurluduğu günden beri. Bazı kararları ortak aldık. Birleşmeden güç doğar, bu gücün de etkisiyle bazı yaptırım kararları aldırtabildik ortak platformlar içerisinde. Bundan sonra da benzer konularda benzer girişimlerde bulunarak bu faydayı sürdürmeyi planlıyoruz. 

Bize dayanışmanın üzerinde durduğu sorunlardan bahsedebilir misiniz?

S.S. Biz bu spekülatif ortamdan çok rahatsızlık duyuyoruz. Fiyatların müzayedeler aracılığıyla, oynanarak, yükselip-alçalarak şişirilmesi buna örnek verilebilir. Çeşitli aktörlerin bu konularda manipulatif davranıyor oluşu, bizi rahatsız eden konuların başında geliyor. Zaten bu yüzden çoğumuz da müzayedelerle belli bir mesafe içerisinde duruyoruz. Yepyeni bir işi müzayedeye çıkartmıyoruz.

D.B. Bu konuda şimdiye dek herhangi bir girişimimiz olmadı. Ancak bu konu genel olarak toplantıda konuşulan ana başlıklardan biri. Müzayedecilik bir iş kolu ve sanatın tıpkı galerilerde olduğu gibi finansal yönüyle de ilgili. Ama galericiler bu anlamda çok daha uzun vadeli düşünüp, bir sanatçıyla yıllarca çalışıp onu bir noktaya getirmeye çalışıyorlar. Ve çok üst düzeyde de risk alıyorlar. Müzayedeciler için bu geçerli değil. Etraftan onlara gelen ve onların da kendi inisiyatifinde seçmiş oldukları belli bir dönem sanatçı ve eserlerin satışını gerçekleştiriyorlar ve bu spot piyasaya yönelik bir çalışma şekli. Uzun bir çaba gerektirmiyor.

Türkiye’de bir sanatçı ortaya çıkartan bir müzayede görmedim. Yurt dışında buna benzer görevler üstlenmiş ve bu işi çok daha farklı şekilde yapan müzayedeevleri var: Christies, Sothebys, Philio De Pury gibi. Ancak bizdekiler işin daha çok finansal yönünü ön planda tuttukları ve biraz da ne olursa olsun mantığıyla satış yaptıkları için oldukça kötü etkiler yaratabiliyor bu durum galeriler üzerinde. Örneğin bizim galeride iki, üç sergi açıp belli bir noktaya getirmiş olduğumuz ve fiyatları da belli bir noktaya ulaşan sanatçıların bunun yarı fiyatlarına ve hiçbir galeriye sorulup fiyatla ilgili bilgi ve teklif alınmadan, yani bilirkişi olarak bize hiç başvurulmadan eserlerin satışa çıkartılmaları, elbette ki o sanatçının geleceğine ve dolaylı olarak da o galeriye ciddi şekilde zarar veriyor. Hatta bu durum uzun vadede piyasaya da ciddi biçimde zarar veriyor. Çünkü şu anda ülkede pirim yapan yaşamakta olan veya vefat etmiş sanatçıların adetleri son derece az, dolayısıyla gelecek genç ve yeni sanatçılarda. Yeni sanatçılar da genellikle kariyerlerine 20’li yaşlarda başladıkları için, artık bir genç sanatçı tahakkümü var piyasanın üzerinde. Dolayısıyla her galeri, kabul etsin ya da etmesin bu ülkede modern bir anlayış olmadığı için çağdaşa oynayarak genç ve çağdaş sanatçılar üzerinden hareket etmek ve portfoyünü oluşturmak zorunda. Ve tabii bu sanatçıları en iyi şekilde temsil etmek durumunda. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de müzayedeler galerilerle işbirliği yapmalı. Eser fiyatları galerilerle konuşularak belirlenmeli ve bilirkişiye danışma nezaketi gösterilmeli.

Burcu Ezer

Sizin sanatçılarla çalışma şekliniz nasıl ilerliyor?

S.S. Bir kariyer yönetme planı yapıyoruz. Sanatçılarla üç yıl anlaşma sebebimiz de bu. Sanatçıyı belki önce bir karma sergiye dahil edersin, sonra bir kişisel sergi yaparsın, daha sonra fuarda yer alır ve ardından belki uluslararası fuara katılır, sonrasında ikinci solo ya da farklı bir ülkede başka bir galeri ile exchange sergisi olabilir. Bu nerdeyse üç senelik bir plan. Bizim uzun vadeli çalışmamızın sebebi bu. Ve bu durum aslında sanatçılara da nefes aldırıyor, çünkü önlerini görebiliyorlar. Dolayısıyla müzayede ile bizim işimiz çok farklı, ancak durum fiyat yönetimine gelince birdenbire ortalık karışabiliyor. Yoksa müzayedeye karşı değiliz tabii, elbette ikinci el olacak. Müzayede kataloglarında hep aynı sanatçıyı da görebiliyoruz, bir kez gördüğümüz sanatçıyı bir daha görmeyebiliyoruz da, sanatçı ortadan kaybolabiliyor. Bu durumda da o sanatçı müzayedede olmalı mıydı diye düşünüyor insan. 

Galeriler arasında bu denli rekabet olan bir ortamda böyle bir dayanışma kurmak güç olmadı mı?

S.S. Tam da bu sebeple aslında, kendi güvendiğimiz ve anlaşabildiğimiz galericler ile aynı şemsiye altında toplandık. Sekiz aydır da hiçbir sorun yaşamadık. Öyle bir rekabet ortamı elbette var. Ama şunu da kabul etmek lazım, Türkiye piyasasında ciddi anlamda az, elle sayılır miktarda koleksiyoner var. Aşağı yukarı da herkes birbirini tanıyor. Dolayısıyla bizim kendi aramızda uzlaşıp, güzel anlaşarak bir çalışma ortamı kurmamız onları da memnun eden bir durum. Sanat eserleri yarışıyor aslında, bizim sempatikliğimiz değil.

D.B. Rekabet ortamı meselesi alıcıların adetlerinin çok az olmasından dolayı da ortaya çıkan bir şey, biz burada çok spesifik bir ürünü sergiliyoruz. Siz dünyanın en şahane işini yaptığınızı düşünün, sizin sanatçılarınızın çalışmalarını beğenenlerin oranı azsa ve eğer ki koleksiyonerler onları almak için herhangi bir gayret içerisinde değilse elinizden hiçbir şey gelmez. Dolayısıyla zaten ister istemez koleksiyonerlerin kendi kafalarında, farklı kıstaslara dayandırarak, üzerine yüklendikleri belirli isimler oluyor. Asıl problem burada. Belli isimlerin bu özelliklerine güvenerek galeriden galeriye atlamamaları gerekiyor. Hiçbir sanatçıyı kontratı bittikten sonra galeride tutmak gibi bir imkânımız yok zaten. Başka bir galerinin ona daha iyi imkân sunduğunu görüp, gitme kararı alırsa onu zaten döndüremezsin. Burada önemli olan, bu ayrılıkların ve ilişkilerin belli bir etik ve ahlak çerçevesinde düzenlenmesi.

SS. Biz konuşup, karşılıklı bu bilgileri paylaştığımız için umut ediyorum bu tür problemler daha da azalacak. Biz kendi aramıza konuştuğumuz için bir sanatçının ayrılıp başka bir galeriye geçmesi gibi bir durum olduğunda konu gündeme geliyor ve kendi aramızda bilgilendirebiliyoruz birbirimizi. Sanatçının ayrıldığı galerinin zor durumda kalmaması için bir ortam hazırlanmış oluyor böylece. 

Selin Söl ve Daryo Beskinazi

Yurt dışında bu tarz dayanışma veya dernekler var mı? Orada durum nasıl işliyor?

S.S. Yurt dışında benim bildiğim lokalize olanlar var daha çok. Tophane Artwalk tarzında oluşumlar var. Dernekler de var tabii, ancak bizimki gibi informal bir yapı var mıdır bilemiyorum.

D.B.  Tüm ülkelerde formal, bizde de var olan ancak çok fazla ön planda görünmeyen bir dernekleşme meselesi var. Ancak tabii burada esas önemli olan bu yapının formal ya da informal olmasından ziyade alınacak sonuçlar. Dünya üzerinde reel anlamda sanatı içselleştirebilmiş ülkelerin hiçbirinde devlet nezdinde başvuruda bulunmak için bir dernek mecburiyeti veya şartı yoktur diye düşünüyorum. Tabii ki dernekleşmenin mutlaka bir faydası olur ama rahatsız olduğunuz bir şeyi devlet kurumlarına bildirerek bir vatandaş olarak ya da bir kurum hakkı olarak ortaya dökebilirsiniz. Ama biz de isterseniz 185 galeri bir araya gelin ve Türkiye’nin en büyük derneğini kurun yine de normal şartlarda sizin sorunlarınızla ilgili devletten bir makamın sizi kabul edip etmeyeceği belirsizdir.

Yurt dışında bu durum Türkiyedekinden çok farklı tabii.

S.S. Berlin’den ve Hollanda’dan bazı tanıdığım galerici arkadaşlar var, onların devletle olan ilişkisinin çok daha farklı olduğunu biliyorum. Galeri olarak, bir sanat kurumu olarak belli statüleri var ve bir fon başvurusunda bulunabiliyorlar. Ama biz bulunamıyoruz, bizim devletten gelecek bir fon için illa bir dernek olmamız lazım. Ancak dernekleştiğimiz taktirde de bir fon alabileceğimizi düşünmüyoruz, çünkü bence çağdaş sanata çok yatkın bir hükümetimiz yok şu anda. Dolayısıyla bu durumda dernekleşmenin de bir anlamı kalmıyor.

D.B. Bir de hacim olarak ticari anlamda çağdaş sanatın yaptırım gücü çok düşük. Alıcı sayısı az, eserler Avrupa’ya göre oldukça ucuz. Gerçek anlamda çağdaş sanat yapan galeri sayısı çok az. Çok küçük bir komüniteyiz, büyümek istiyoruz ama şu anda ülkenin içinde bulunduğu şartlarda bunu nasıl yapabiliriz tam olarak bilmiyoruz, ama bunun için uğraşıyoruz. Kendi çapımızı büyütmekten ziyade, içinde bulunduğumuz yapının çapını büyüterek onun bir parçası olarak onunla büyümek istiyoruz.

Türkiye sanat piyasası sorunlarının daha çok devlet odaklı olduğunu düşünüyorsunuz o halde?

S.S. Evet, Türkiye sanat piyasasındaki sorunlar, devletin el atması gereken sorunlar. Mesela bir KDV sorunumuz var. Sanat eseri KDV’si Avrupa’da birçok ülkede çok daha farklı konumda. Bu durumda el atılabilir ancak bizim bunu yapacak enerjimiz ya da zamanımız yok.

D.B. Dernek olarak böyle bir işe girişsek işe yarayabilirdi. İki üç sene evvel o dernekleşme çabası içerisindeyken ana başlıklardan bir tanesi bu KDV meselesi ve kobileşme gibi şeylerdi. Şimdi çok şükür KOBİ olduk ama bunun bize bir faydası var mı tartışılır. Kobilerin yararlandığı birtakım şeylerden yararlanmamız mümkün.

S.S. Fuar desteği alıyoruz mesela, ama malesef çok cüzi.

D.B. Ben hiç başvurmuyorum bile. Ona harcadığım enerji, o parayı almak için uğraşmaya bile değmez.

S.S. Fuar standımızın onda biri gibi bir rakamı karşılıyor. Dolayısıyla hiç yoktan iyidir diye başvurabilirsiniz. Ama başvurmayabilirsiniz de.

D.B. Sonuç itibariyle basit bir şekilde devlet zihniyeti şöyle özetlenebilir. Pırlantada KDV yüzde 0 iken, çok daha önemli bir şey olan sanat eserinde KDV’nin yüzde 18 olması çok fazla kişiyi alımdan vazgeçirmek için yeterli. Bu KDV rakamında düşüşler olsa reel anlamda satış farklılıkları gerçekleşir. Özellikle kurumsal açıdan patlamalar olabilir. KDV rakamları belki yurt dışında da bazı ülkelerde böyledir ama orada bir sanat eseri edinme arzusu ve pratiği var. İnsanların tamamımın evlerinde sanat eserleri var. Bunu yapmaktan zevk alıyorlar ve bunu hayatlarının bir parçası olarak görüyorlar. Bizim ülkemizde ise durum böyle değil. Statüsü yükselmiş kişilerin çok büyük bir bölümünün arzusu ilk olarak, markalaşmış bir ismin eserini almak. Bir kısmı ise duvarını süsleyecek Koçtaş ya da IKEA’dan bir reprodüksiyon almak ile yetiniyor.


0
6529
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle