17 ŞUBAT, PERŞEMBE, 2022

Bir Temellük Meselesi: “Genco’dan Sonra Picasso”

Genco Gülan ile EKAV Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşan, büyük ve kapsamlı bir seçki sunan sergisi “Biyolojik Kübizm-Bio Cubist” kapsamında bir söyleşi.

Bir Temellük Meselesi: “Genco’dan Sonra Picasso”

Bu söyleşi Marcus Graf ve Genco Gülan’ın 18 Ocak 2022’de “Biyolojik Kübizm-Bio Cubist” sergisi kapsamında EKAV Sanat Galerisi’nde gerçekleşen ARTIST TALK’un bir dökümüdür. Sergi, 23 Kasım 2021 – 15 Ocak 2022 tarihleri arasında izleyiciyle buluştu. Söyleşinin video kaydının tamamını buradan izleyebilirsiniz.

Merhaba, sevgili Genco Gülan ile “Biyolojik Kübizm” başlıklı sergisi vesilesiyle EKAV Sanat Galerisi’ndeyiz. Bu bağlamda sanatçının 2016’den itibaren yaptığı Picasso’yla ilgili çalışmaları serginin tam ortasında konuşabiliriz. Eserleri, hem Picasso’ya referansları hem estetik ve kavramsal boyutlarıyla, örnekler ve yapıtlar özelinde konuşmak isterim. Tabii ki son senelere baktığımızda, Genco’nun tarihinde de, sıkça Picasso’yla ilişkili çalıştığını herkes fark ediyor.

Genco aslında tam anlamıyla multidisipliner bir sanatçısın. Bir tarafta klasik ve geleneksel alanlar dışında yani resim, çizim, heykel dışında, özellikle Türk çağdaş sanat tarihi için çok erken bir dönemde, 90’ların sonundan itibaren performans, video, enstalasyon alanlarında da çalışan bir sanatçısın. Hatta uzmanlık alanlarından birisi net-art, web-art, dijital sanat. Yirmi seneden fazla bu alanda çalışmış bir sanatçısın. Web-Biennial ile dünyanın ilk ve belki hâlâ tek sadece net-art ve web-art üzerine kurulmuş olan bir bienalin sahibisin, kurucususun.

Beraber birçok sergiler de yaptık.

Evet. Şimdi, baktığımızda kavramsal, siyasi ve toplumsal içerikle, ayrıca eleştirel işler üreten bir sanatçısın. Fakat son birkaç senede yeniden bir ressam olarak tuval üzerinde çalışıyorsun ve modern sanatın en büyük ustalarından birisi Picasso üzerine yoğunlaşıyorsun. Bunlar tabii ki seni tanıyanlar için şaşırtıcı olabilir. Picasso, günümüzdeki sanatçılar için çok eskide kalıyormuş gibi gelebilir. Bu yüzden ilk sorum: Neden Picasso?

Çünkü Picasso öyle bir kişi ki kendisi neredeyse ismi “sanat” kelimesiyle eş anlamlı... Hatta bence Pablo Picasso ismi bizim sıkça kullandığımız “çağdaş sanat” teriminden çok daha iyi biliniyor. Dolayısıyla üstadın imgelerinin seyirciye müthiş hızlı bir erişimi var; yani hem Picasso isminin hem yapıtlarının çok geniş bir dolaşım ve hızlı bir etkileşimi var.

​Ama onu seçmemin en önemli nedeni sadece bu değil. Pablo Picasso öyle bir kişilik ki sanatla uğraşıyor olursanız onunla hesaplaşmadan yolunuza devam edemeyeceğiniz bir karakter. Yani mutlaka kariyerinizin bir seviyesinde Picasso’yla, yapıtlarıyla bir çeşit, bir şekilde karşılaşmanız ve öyle yola devam etmeniz gerekiyor. Ben de bunu fark ettim, fark ettiğim andan itibaren bir çeşit bilek güreşine girdik ve neticede bu çıkan işler de biraz bunun sonucu…

Kim kazandı?

Eee valla böyle bir güreşin kazananı, kaybedeni olması mümkün değil! Yani burada tabii ki sanat tarihi kazansın istiyoruz, yani herkes kazansın istiyoruz. Win, win! Üstat büyük bir karakter, en büyük üstatlardan biri. Neredeyse Michelangelo’yla çok rahat kıyaslayabileceğimiz bir isimden bahsediyoruz. Bu bilek güreşinin kazananı yok ama tabii ki ben bu sergiyi yapabilmeyi Picasso’yu (doğru bir şekilde) yorumladığıma inanabilmeye borçluyum. Yani Picasso’nun (kesinlikle) yapmayacağı bir dizi resim detayı ve onun (resimleri, heykelleri) için hata kabul edilebilecek birtakım formüller bulduğum için onun yapıtlarına referansla yepyeni bir şeyler ürettiğimi düşünerek bu kapsamlı sergiyi açtım.

Birçok sanatçı başka sanatçıların eserlerine gönderme yaparak yeni yapıtlarını üretiyordu. Sanat tarihinde “temellük” (kendine mal etme) diyoruz bunun için. Fakat bunu devamlı olarak yapmak ve bunun üzerine bir sergi kurmak bambaşka bir şey. Bundan dolayı bugünkü konuşmanızın adını biraz kışkırtıcı olarak koydum: “Picasso’dan Sonra Genco.”

Hemen Twitter’da şöyle yorumlar geldi “Çok iddialı bir başlık!” Ama zaten sanat biraz o iddia demek. Bir iddia, bir cüret! Sanatçı denen kişinin, zaten resim, heykel yapıyorsa cesaret etmesi lazım. Yani resim yapan bir kişinin Picasso’dan iyi resim yaptığını ya da yapabileceğini düşünmesi gerekiyor. Bu mesleğe girdiğin zaman zaten buna sen aday olarak ortaya çıkıyorsun. Yani tamam tabii ki (yarı) kutsal bir figürden bahsediyoruz ama sen daha hızlı koşabileceğini düşünmüyorsan hiç koşu pistine girme, yarışlara katılma, başka alana geç, yüzmeye geç mesela…

Aslında o konu açmışken şuna da bakalım; Picasso’dan daha iyi resim, Michelangelo’dan daha dramatik kompozisyonlar ya da Rafael’den daha güzel madonnalar yapmaktan ziyade, aslında sanatçı olarak şunu sorgulaman gerekiyor: Sen bunların üzerine ne koyacaksın? Yeni olarak sen ne getireceksin? Bu yüzden şimdi bu açıdan bu resimleri inceleyelim. Zira bu resimler Picasso reprodüksiyon değil, çünkü orijinal resimlerine eklemeler ve deformasyonlarla başka bir hâle getirdin. İsimlerinde de bunu görüyoruz, çünkü bu resimlerin adları da farklı, değil mi?

Yeni. Evet. Tüm tablolarda şahsen tanıdığım kadınların, sevdiğim insanların isimleri var. Mesela senin arkandaki resimden başlayalım: Eda, Tuna, Aslı, Alis, Pembe, Sırma, karşındaki yanılmıyorsam Pelin, Petek ondan sonra tam karşımda Ece var, yanında İdil ondan sonra solda Arzuhan, Yeşim, Feyza diye resimlerin isimleri devam ediyor.

Yapıtların çoğuna tanıdığım ve sevdiğim insanların ismini verdim ama Picasso gibi hiçbir zaman aynı ismi tekrarlamadım bir; ikincisi bu resimlerin özgün olduklarını düşündüğüm ve bunun (bir) formülünü icat ettiğim için bu resimlerde imzamı daha büyük ve daha görünür atmaya başladım. Resimlerde imzayı attığım yer değişti mesela arkandaki resimde sol üst köşede imza. İmzalar büyüdü, renkleri kırmızı oldu. Burada şundan de bahsediyorum: “Ben Genco Gülan olarak bu resimlerin özgün olduğunu iddia ediyorum.” Bunu yaparken de aslında hiçbir zaman, yani “Picasso’dan Sonra Genco” derken, tabii ki Picasso’dan iyi resim yaptığımı iddia etmiyorum ama Picasso’yu hatırlatan fakat ondan farklı resimler yaptığımı iddia ediyorum.

Burada da bu denemeler sırasında Picasso’nun yapmayacağı birtakım imgesel kombinasyonlar ya da günümüz tarifiyle algoritmalar buldum. Mesela en önemli bulduğum şey şu; Picasso’nun figürü deforme etmesi, bakış açısını değiştirerek figürdeki organların yerlerini değiştirmesi ama üstat portre veya figürdeki organ sayılarını hep aynı tutuyor. Yani imgeyi ne kadar deforme etse de her suratta mutlaka iki göz, bir ağız ve bir burun var.  

​Portrecilikte Picasso’nun kullanmayacağı bir yöntem buldum. İlk başta organ sayılarını değiştirerek işe başladım, gözleri, ağızları çoğalttım ama sonra birtakım nesneler de eklemeye başladım resimlere. İşte küçük saatler, basket topları, telefonlar, cep telefonları, yoyo vb… ya da spor markaları. Mesela hanımefendinin gömleğinin üstünde günümüzün bir spor markası yer alıyor, bir tanesinde Nike, bir tanesinde Adidas gibi… Yani Picasso reprodüksiyon olarak çoğaltılsaydı hata kabul edilecek şeyleri ben resimlerime özellikle eklenerek bunların özgünlüklerini garantilemiş oldum.

Sen aslında Picasso’nun resmi ile oynuyorsun. Onu tam anlamıyla yeniden yorumluyorsun. Arkada az önce gösterdiğin resimde bir ekleme olarak bir top koydun ya da Pembe isimli eserde iki kol yerine dört kollu bir kadın yarattın. Eleman çoğaltması ve nesne eklemesi ile orijinali değiştiriyorsun net bir şekilde. Benzer bir yabancılaşma yöntemini daha önceki serilerde de yaptığını hatırlıyorum. Mesela senin Dört Gözlü İskender (2012) adlı heykeli birçok dersimde gösteriyorum.

Yirmi senedir bunun gibi yabancılaşma teknikleri kullanıyorsun. Normalde biz bu dünyayı öğreniyoruz ve öğrendikten sonra bildiğimiz için yeni bilgilere karşı kapalıyız. “Ben biliyorum” diye tekrar bakmıyoruz. Örneğin bir “Kalem kalemdir” diyoruz ve başka bir şekil ya da kullanım düşünemiyoruz. Fakat tıpkı küçük bir çocuk gibi, bir sanatçı için bir kalem her şey olabilir. Bir roket olabilir, bir insan olabilir, bir silah olabilir ya da bir hayvan olabilir. Yani yabancılaşma aslında var olan bir nesne, geleneksel bağlamından çıkartıp onu yeniden değerlendirmek demek. Picasso’yu herkes biliyor ama senin yabancılaşma yöntemlerin sayesinde biz Picasso’yu da yeniden keşfedebiliriz ve yeniden başka bir bakış açısından bakabiliriz.

Tıpkı şu anda Arkeoloji Müzesi’ndeki “İskender Portresi” (MS 2. yy)ne ekstra gözler ekledin sonra ve bir anda yeniden bu antik büste bakmamızı sağlıyorsun. Bundan dolayı şimdi soru şu: Sen eserlerini formal olarak ve renk açısından orijinale oldukça yakın tutuyorsun. Referans yapıtları neye göre seçtin?

İlk çıkış noktam Picasso’nun kadın portreleriydi. İlk başlangıç Picasso kübist portreciliği idi ve bunu figürler izledi... Tamamen buradan yola çıktım ve de dediğim gibi Picasso’da takılı kalmamın nedeni, kübistler figürü zaten deforme etmişlerdi ve bu da yeni olanaklar sunuyordu. Antik heykelcilikte bir mükemmellik söz konusudur. Kübizm ise figür deformasyonunun uç noktasıdır. Bir yanda mükemmellik bir yanda deformasyonun en uç noktası…

(Antik Arkeoloji serisinde) Mükemmellikle ilgili yorum yaptıktan sonra deformasyondaki yeni uç noktayı araştırmaya başladım. Tabii ki bu serilerde benim en büyük referansım Bio-art (Biyolojik Sanat). Bu alanda da takip ettiğim sanatçılara da referanslar var resimlerde onlara da açık ve gizli referanslar var.

Resimlerde açık referans Picasso’ya ama bu resimlerde görünmeyen referanslar mesela Alexander Brenner’e de referans var ya da sağdaki Pembe isimli tabloda Stelarc’a bir referans var, kolun üstünde küçük bir kulak var, onunla, daha detayda... Yani resimlerin birçoğunda küçük küçük imgelerle sanat tarihinden başka başka şahsiyetlere referanslar mevcut.

​Serginin genel kurulumunda Banksy’ye referans var. Çünkü o da Disneyland’i yeniden kurarak Dismaland (2015) isimli bir tema park kurmuştu. Ben de bu sergiyi kurarken hep bu sergi bize Metropolitan Müzesi’ndeki bir Picasso sergisi hissini yaşatsın istedim. Aslında genel anlamda bu sergiyi kurarken de bir yerleştirme yaptığımı düşünüyorum.

Appropriation art özellikle postmodern durumu çok iyi anlatan bir sanatsal yaklaşım. Temellük sanatı nasıl tanımlıyoruz? Bir sanatçı başka bir sanatçının yapıtlarını kavramsal, estetik ya da formel olarak, malzeme olarak ya da referans noktası olarak kullanıyorsa otomatik olarak temellük sanat alanına girmiş vaziyettedir.

Picasso, kendisi aslında referans meselesi ile çok uğraşan bir sanatçı. Örneğin kırk kez Velazquez’in Las Meninas (Nedimeler, 1656) resminden kendi eserlerini yarattı (Örneğin, Las Meninas, 1957). Picasso bunu neden yaptı? Tıpkı sen “Picasso’dan ne öğrenebilirim?” diye uğraşırken aslında Picasso “Velazquez ve Las Meninas’tan ne öğrenebilirim?” diye uğraşıyor. Aranızda böyle bir paralellik var. Fakat postmodernizmdeki “anything goes”/ “her şey daha önce yapılmış” olan inancından dolayı bu temellük meselesi sanatçılar için yeni ürettim olanakları açtı. Zira 1970’lerin sonunda sanat alanında her şeyin yapıldığına inandılar.

O zaman eğer her şey yapıldıysa var olan kültürel ve görsel havuzlardan faydalanarak sanatçılar yeni eserleri yaratabilir. Ancak istediği gibi, üst kültür, alt kültür, elitist kültür, pop kültür, her şey bir remiks olarak tıpkı bir dj gibi birbirine bağlanabilirse ve sentetik kolajları yaratabilirse yeni eserleri üretilebilirdi. Buna dj kültürü diyoruz. 1970’ten sonra bu ortaya çıkıyor.

Onun en önemli temsilcileri Sherrie Levine ve Richard Prince diyebiliriz. Bu bağlamda sen de çağdaş sanatta temellük için çok iyi bir örneksin. Bu bağlamda postmodern durum, eklektizm, remiks, retro kültürü kavramları seni etkiliyor mu? Sen oradan mı güç alıyorsun? Eskiden, bu yapılmazdı alıntı-çalıntı meselesinden dolayı. Fakat unutmayalım. Picasso ne demiş “İyi sanatçı ilham alır, büyük sanatçı hırsızlık yapar.” Sen temellük hakkında ne düşünüyorsun ve bu durum eserlerinde ne anlam taşır?

Şimdi öncelikle şunu söylemek istiyorum. Picasso resimlerini yüz sene evvel yaptı ve yüz sene evvelinin Paris’inde o resimleri yaparken bir kere etrafında farklı bir toplumsal yapı ve farklı insanlar vardı. Sanatçının çevresinde sirkler var, Picasso gidiyor palyaçolarla, hokkabazlarla tanışıyor, akrobatlarla konuşuyor. Etrafında modeller var, ilham perileri var, onları resmediyor. Çevresinde farklı bir sosyokültürel grup var. Fakat bizse bugün ayrı bir dünyayla çevriliyiz. Bizim etrafımızda cep telefonları ve ekranlar var. Bak tam karşıda gösteriyorum. İnci (Aksoy)’un elindeki telefon, arkamdaki portre gibi dört gözlü değilse de lensleri üç tane.

Şundan bahsetmek istiyorum, Picasso tanıdığı, aşık olduğu insanları tekrar ve tekrar çiziyor. Takıntılı bir şekilde. Canlı model ile çalışıyor üstat ve boyarken modelleri karşısına oturtuyor, bazen oturuyor, bazen de önünde yatıyorlar. Kıpırdamadan. Model-sanatçı ilişkisi akademik resmin vazgeçilmezi… Ben ise bugün imgelerle çevriliyim. Etrafım billboardlar, ekranlar, makinelerle dolu. Ben boyarken imgelerden yeni imgeler üretiyorum. Aslında farklı imaj evrenlerinde yaşıyoruz. Dolayısıyla üstat canlı modeli ve o anda gördüğünü deforme ederken ben onun çizdiği imgeyi yorumluyorum. Yani dolayısıyla biraz daha bu temellük meselesini bu çağın durumu olarak görüyorum. Hepimiz bir imaj bombardımanı altında yaşıyoruz.

Ve bunu tarif ederken de aslında genelde “post-postmodern” terimini kullanıyorum. İki defa post yani bitmeyen bir postmodernizmden bahsediyoruz ama hâlâ da tam dönüşmemiş bir süreçten bahsediyoruz. Yani Nasreddin Hoca’nın hikâyesindeki “tavşanın suyunun suyu” gibi. Ama bu çağın (sanatının) durumu ve kaderi bu temellük hâli, appropriation art her yerde...

Takip ettiğim bir sürü sanatçı da bunu kullanıyor. Mesela Ai Weiwei’yi izliyorum, o da aktif olarak gelenekle hesaplaşırken veya politik eleştiri üretirken bu yöntemi kullanıyor. Hatta geçenlerde, basın hak ve özgürlükleri için bir koşu projesi (Treadmill Project) başlattı, ben de onun için koştum (Taksim’de AKM’nin önünde) ve kaydettim. Sağ olsun videomu kendi Instagram hesabından paylaşmış, buradan kendisine teşekkür ediyorum.

​Türkiye’de de birçok sanatçı bu temellükü kullanıyor, örneğin Halil Altındere veya Serkan Özkaya gibi… Ondan sonra yine üstat Esat Tekand seneler evvel unutmadığım büyük bir sergi yapmıştı, otuz sene evvel, 1990’ların ortasında, dünyanın en önemli performans sanatı imgelerini tuval üzerine yağlı boya ile boyayarak Urart Sanat Galerisi’nde sergilemişti. Evet, Türkiye’de yaygın kullanılmayan bir yöntem bir ya da birkaç sanatçıya direkt referans vermek. Ama çağımızda da sanat biraz buraya doğru kayma eğilimde...

Aslında bu sanatçıların birbirine referans vermesi sadece postmodernizmdeki temellük meselesine ait bir şey değil. Aslında antik çağdan günümüze kadar baktığımızda…

Referans hep var.

Sanatçılar hep birbirlerine referans veriyorlar. Bazen yeni bir devrim başlatıyorlar. Bazen hakikaten birbirlerinden öğreniyorlar. Sonunda üstüne bir yenilik koyuyorlar ve sanat tarihi bir adım daha ilerlemiş olur. Sanat tarihi bir yolsa, her sanatçı oraya bir taş koyuyor. Bu taşlar arasındaki bağlantı hiçbir zaman yok olmaz.

Biz genellikle sanat ortamımızı ikiye bölüyoruz. Bir tarafta üretenler var. Üretici ve yaratıcı sanatçılar; öbür tarafta analiz eden ya da bunu paylaşan, onun üzerine yazı yazan uzmanlar var, sanat tarihçileri var, o benim alanım. Mesela ben sanat tarihçisiyim mesleki olarak. Fakat David Hockney gibi ya da senin gibi sanatçılar bazen kendi alanından çıkıyor ve bu sanatçıların kitapları ya da sanatsal üretimi sayesinde biz sanat tarihçileri dahi sanatsal olayları ve sanatçıları yeniden değerlendirebiliriz. Bu konuda bence özellikle David Hockney’nin sanat tarihi üzerine yaptığı kitaplar çok değerli. Zira biz sosyal bilimci olarak sanat tarihçiler belli metodolojileri biliyor.

Fakat biz sanatçı değiliz. Sanatçı olarak sanat tarihine bakarsan ayrı bir perspektiften bakıyorsun. Bu hepimiz için çok faydalı. Hepimiz senin yapıtların sayesinde “Modern sanat nedir, Picasso kimdir? Resim sanatı nedir? Bu yapıt bir taklit mi, bir orijinal mi?” diye sorular soruyoruz. “Bu resmin sahibi kim? Picasso mu, Genco mu, ikiniz mi?” diye sorabiliriz. Dolayısıyla buradan modernizme bakarak hem de çağdaşlık içindeki birçok konuları çözümleyebiliriz; temellük, sentetik yaşam, sentetik üretim, remiks gibi kavramlar…

Cut and paste (kes yapıştır) kavramı gibi…

…Özgünlük ve orijinalite meselesini konuştuk ve birçok başka meseleye de bu sergi, “Biyolojik Kübizm” ve senin eserlerin sayesinde yeniden tartıştık. Onun için hem sanatsever olarak hem sanat tarihçisi olarak sana çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim. Show must go on.

0
6606
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage