20 ŞUBAT, SALI, 2024

Zamanın Dışına Atılmış Bir Hikâye: “Çirkin”

Sezonun adından en çok söz ettiren yapımlarından biri olan, masalsı anlatısını teknolojinin olanaklarıyla zenginleştiren Çirkin’i yazarı Firuze Engin ve yönetmeni Güray Dinçol ile konuştuk.

Zamanın Dışına Atılmış Bir Hikâye: “Çirkin”

Prömiyerini 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan ve ilk günden beri tiyatro izleyicisinin odağında olan, gelenek ve masallardan temellenen gerçeküstü hikâyesini dijital enstalasyonla birleştirerek etkisi uzun sürecek bir deneyim yaşatan Çirkin, Hope Alkazar’da temsillerine devam ediyor. İlk fikri bundan beş yıl önce oluşan Çirkin’i pek çok masal ve mitoloji kaynağından ilhamla kaleme alan isim Firuze Engin. Oyunlarını bir araştırma süreci sonunda ortaya çıkaran, Bouffon, grotesk, clown, hikâye anlatıcılığı, tragedya oyunculuğu gibi biçimleri harmanlayarak benzerine az rastlanır bir reji ortaya koyan ise Güray Dinçol. Oyunun iki karakteri Şiva ve Tavuk’a hayat veren de performanslarıyla hayranlık uyandıran Nihal Yalçın ve Onur Berk Arslanoğlu.

​Anlatı tiyatrosu türündeki oyuna teknolojinin imkânlarıyla farklı bir sahne tasarımı uygulanıyor. Bu dijital enstalasyonun yaratıcısı ise kreatif stüdyo xtopia. Oyunda her sahne için özel tasarladıkları bir “immersive” (kapsayıcı) sekans mevcut. Yapımcılığını Yağmur Dolkun’un, müziklerini Ahmet Kenan Bilgiç’in, sahne tasarımını Veli Kahraman’ın, ışık tasarımını Cem Yılmazer’in, kostüm tasarımını Candan Seda Balaban’ın yaptığı Çirkin, bize iç içe geçmiş pek çok anlatıyla kendi varlığını oluşturmuş bir ihanet hikâye sunuyor. Oyunun başrolleri Şiva ve Tavuk zamanın dışına atılmış, yaşamla lanetlenmiş iki karakter. Birbirlerine ve hayata mahkum edilmişler. Bin yıllardır yaşarlar, çirkin bir mahluk olan Şiva, kendisiyle birlikte lanetlenerek ölümsüzlük cezasına çarptırılan Tavuk bizlere geçmiş ve bugün arasında gezinerek artık kimsenin hatırlamadığı hikâyelerini anlatırlar.

Bir çirkin yaratmaya, ilham aldığı kaynaklara, Çirkin’i hayata geçirmeye, reji tercihlerine, anlatı tiyatrosunun bugününe ve oyunun geleceğine dair merak ettiklerimizi oyunun yaratıcıları yazarı Firuze Engin ve yönetmeni Güray Dinçol’a sorduk.

Tarihte, mitolojide, masallarda güzel ve çirkine dair kalıplar vardır. Güzel güzeldir, iyidir, avantajlıdır, başına gelenler güzelliğinden dolayıdır ve sebebi genellikle çirkinliklerdir. Çirkin, hasettir, sorun çıkarır, kötüdür, zaten kötüler çirkindir. Ama aslında hikâyeyi kuran “çirkin”dir. Sizin Çirkin ile hikâyeniz nasıl başladı Firuze Hanım? Bu hikâyeyi yazmaya hazırlayan fikir ne oldu? Ne kadar sürede ortaya çıktı bu oyun?

Firuze Engin: Oyunun ilk hayal kurma süreci beş yıl önceye dayanıyor. Yağmur (Dolkun) ve Fırat (Sezgin) bana teknoloji ve tiyatronun iç içe olacağı bir proje yapmak istediklerinden söz ettiler. Akıllarında bir hikâye yoktu, bazı referans imajlar vardı. Ortada güzellik, çirkinlik gibi kavramlar da yoktu. Beraber başına oturduk. Ben çalışma masamıza Anadolu masallarına ait bazı hikâye motifleri; karakter ve varlıklar hakkında örnekler taşımaya başladım. Hikâyenin odağına bir kadını almak istiyordum. Norm dışı olan, topluluğa benzemeyen bir kadın. Genel olarak masallarda kadının ehlileştirilmesi meselesi üzerine kafa yoruyordum. Hem Anadolu hem Avrupa masallarında kadının hikâyesi benzer bir motife sahip. Masal, güzel ve masum kadının yeterince çile çektikten sonra mutlu bir hayata ulaşması ile bitiyor. Peki çirkin ve masum olmayana ne oluyor? Onun hikâyesi ne? Bu sorunun fitili ateşlemesiyle yola çıktık. Beş yıl boyunca toplam 14 versiyon yazıldı. Hikâye kimi küçük kimi büyük değişikliklere uğradı ve şimdi sahnelenen hâline dönüştü.

©Salih Üstündağ

Oyun metni pek çok mitolojik, tarihi, geleneksel ve edebi referans içeriyor. Metni yazarken nasıl bir araştırma, okuma süreciniz oldu? Yararlandığınız yan metinler oldu mu? Bir “çirkin” yaratmak için başvurduğunuz kaynaklarınız nelerdi?

F. E.: Ana iskelet için Pamuk Prenses ve Yedi Cüce masalını referans aldım. Tabii sadece bir kaynak olarak kullandım. Bu masalda ilgilendiğim ana figür kalpsiz, çirkin bir cadı olan üvey anne idi. Bunun dışında yan karakterler için pek çok masal ve mitoloji kaynağına girip çıktık. Doğu mitolojisinde Şahmaran, Balkan çingene mitolojisinde Butyakengo (Trakya’da Babafingo da derler), Hitit’te sık sık karşımıza çıkan ve bazı Anadolu masallarında da yer alan kötücül akbaba figürü. Tüm bunlar, özgün hikâyeyi kurarken birer ilham kaynağı, çıkış noktası idi. Hepsi bizim hikâyemizde kendince küçük birer yeni izler oluşturdu.

Hikâyenin baş kahramanı Şiva, aslında Hindu kutsal metinlerinde geçer, yok edici bir tanrı olarak bilinir. Neden anlatınızın lanetli kahramanları Şiva ve sonsuz yaşama mahkûm edilmiş lanetli bir tavuk? Biraz karakterlerinizin temsil ettiklerinden ve neden ikisini bir araya getirdiğinizden bahseder misiniz?

F. E.: Lanet ya da lanetlenme diyeyim, dünyanın tüm coğrafyalarındaki masallarda var. Ulu bir gücün, tanrı ya da tanrısal büyüklükte bir gücün seni ehli olmaya zorlayan kurallarına karşı gelirsen lanetlenirsin. Ama ben ana kahramanımız olan kadının sadece lanete maruz bırakılan bir edilgenlikte kalmasını istemiyordum. Kimi yasaları çiğnerken aynı zamanda başkalarına zarar verebilecek bir gücü olmasını ve bu gücü kullanabilmesini de hayal ediyordum. Şiva oyunda, Hindu tanrısı Şiva’yı temsil etmiyor. Dedesi, yıkıcı bir tanrı olan Şiva’nın ismini veriyor ona. Daha sonra olacakları öngörür gibi… Ona eşlik eden canlının belirgin bir zaafı olan bir hayvan olmasını istiyordum. Sonunda bu canlının bir tavuk olmasına karar verdim çünkü tavuklar doyumsuz bir şekilde oburdurlar. Ve herhangi bir sadakat duyguları yoktur. Onun karnını doyurarak sonsuza dek yanınızda tutabilirsiniz.

©Salih Üstündağ

Çirkin’in hikâye aksında karakterlerin doğumdan bugüne yolculuğunu veriyorsunuz. Şiva’nın hayatındaki önemli kırılmalar terk edilme, aşık olma, ihanete uğrama gibi keskin hislerle donatılmış olaylarla yaşanıyor. “İhanet” en belirleyici başlık. Bu ihanetin ortaya çıkardığı şeylerden biri Şiva’nın aslında kırmızı elmasıyla Pamuk Prensesi zehirlemek isteyen kötü kalpli üvey anne olması. Ki siz de ana referanslarınızdan biri olduğunu söylediniz. Şiva’nın kötü kalpli üvey anneye dönüşmesi ve aslında onun hikâyesinin arka planı olmasını neden tercih ettiğinizi sormak isterim.  

F. E.: Pamuk Prenses masalında üvey anne hakkında, kötü kalpli bir üvey anne olması dışında hiçbir şey bilmiyoruz. “Neden bu kadar kötü ve bu kadının neden bir hikâyesi yok?” gibi bir soru vardı kafamda. Ben de kötücül güçleri olan, başkalarını gazaba uğratan bir kadının hikâyesini anlatmak istiyordum. Masaldaki üvey anne figürü ve kafamdaki kadın uygun bir birleşme oldu. Kendimce başka bir fantazya oluşturdum. “Size masal olarak anlatılan hikâyenin, benim hikâyemin gerçeğini benden dinleyin” cümlesinin etrafına örmeye başladım her şeyi.

​Büyük bir sevgiyle yetiştirdiği kızının, Şiva’yı yapmayacağı bir şeyle suçlayarak ona olabilecek en büyük acıyı çektirmeye çalışması, hem onu terk etmesi hem de aşık olduğu adamı kasıtlı bir şekilde kendine aşık ederek terk etmesi Şiva için bir kırılma noktası oluyor. Kalpsiz üvey annenin, sızlayan bir kalbi var. Gerçekte de böyledir, büyük bir öfkeyle hınçla zarar vermek istediğimiz insanlar aslında bir zamanlar çok sevdiğimiz, güven duyduğumuz bu yüzden kalbimizi paramparça etmiş insanlardır. Öfkenin altında derin bir üzüntü ve ihanete uğramışlık hissi vardır.

Kötü bir kalbe sahip olmamak için çaba gösterse de bir şekilde bundan kaçamıyor da Şiva. Her iki karakter de bin yıllardır yaşıyor ve ölümsüzlükle lanetlenmişler. Bir lanetleme yolu olarak sonsuz yaşam, nasıl açıklıyorsunuz bunu?

F. E.: Sonsuz bir zamanın içinde, ölemeden ve yapayalnız yaşamak zorunda kalmak bence gerçekten büyük bir ceza olurdu. Şiva’nın hikâyesi zamanın dışına atılmış, kimsenin bilmediği ve hatırlamadığı bir hikâye. Birileri sizi, hikâyenizi, kim olduğunuzu bilirse var olabilirsiniz. Şiva bin yıllardır yaşıyor, gittikçe yaşlanıyor, çirkinleşiyor ama hikâyesi zamandan dışarı atıldığı için aynı zamanda da yok. Var olmayan biri gibi sonsuza dek yaşamak. Oyunun hikâyesindeki lanet bu.

©Salih Üstündağ

Güray Bey, Çirkin’in metni ile sizin buluşmanız nasıl oldu? Metni ilk okuduğunuzda bu anlatıyla ilgili ilk fikirleriniz nelerdi? Ve sonraki ortaya çıkışına kadarki evreleri nasıl gelişti?

Güray Dinçol: Çirkin metnini ilk defa bir buçuk yıl kadar önce okudum. O zaman bir dış göz olarak oyunu okumuş gerek hikâyesi gerek anlatıda kullanılacak teknoloji ve groteske yakın anlatım biçimi ilgimi çekmişti. Sonrasında oyunun  yönetmeni oldum ve o gözle geçtiğimiz mayıs ayında çalışmaya başladım. Bir süredir üzerine gerek eğitim araştırmaları gerekse sahne pratiklerimde çalıştığım Anlatı Tiyatrosu ilgimi çeken bir alandı ve bunu önceden hiç çalışmadığım anlatım olanakları ve alanında çok iyi profesyonel bir sanat ekibiyle üretecek olmak beni çok heyecanlandırdı. Üç aya yayılan yoğun bir araştırma ve prova süreciyle oyun son şeklini aldı.

Oldukça etkileyici bir görsellik söz konusu oyunda. Dijital medyanın kullanımı, oyun için bu görsel dünyanın tasarlanması nasıl gelişti? Dijital sanat tasarımı ve yapımını üstlenen kreatif stüdyo xtopia ile yolunuz nasıl kesişti? Gerçek üstü bir hikâyeye fiziksel-üstü bir dünya yaratma sürecinizde bahseder misiniz?

G. D.: Ben projeye dahil olduğumda oyunda kullanılacak dijital sanat tasarımı ekibi xtopia belirlenmişti. Beş yıla yakın bir mazisi olan bu proje birçok aşamadan ve farklı teknolojik olasılıklardan geçtikten sonra xtopia ekibiyle sahneleme süreci başladı. Oyunun fantastik anlatısı için dijital enstalasyonun ve bugünün seyircisindeki deneyimsel karşılığının güçlü bir anlatım katmanı olduğunu ve bugün bir masal anlatmakta teknolojinin bize açtığı görsel alanla tiyatronun yalın anlatım biçiminin kesişimi benim için oldukça ilgi çekiciydi.

©Salih Üstündağ

Oyunun tanıtım metinlerinde geçen “her sahne için özel bir “immersive” (kapsayıcı) sekans tasarlanıyor” cümlesini biraz açıklar mısınız?

G. D.: Oyun xtopia ekibiyle buluştuktan sonra aslında ikinci kez sahnelendi dememiz mümkün. Öncelikle biz oyunun teatral yapısını inşa ettik. Xtopia da her bir sahnenin atmosferine, imgelemine ve o sahnede yaratmak istediğimiz her tür duygusal ve fiziksel aksiyona alan açacak o sahneye özel sekanslar tasarladı. Bunu bir tür o sahne için yapılmış dijital bir sete benzetebiliriz bu yönüyle Veli Kahraman imzalı sabit bir dekor ile birlikte sürekli değişen, duvarlarda ve zemine yansıtılan ve oyuncuların hareketleriyle etkileşimli bu görüntüler oyuna ayrı bir görsel boyut ve plastik kattı. Özetle her bir sahne için apayrı bir dijital sanat eseri üretilmiş oldu.

Oyun mekâna özgü aynı zamanda. Hope Alkazar’ın tarihi, özgün yapısı, bir tiyatro sahnesinden çok farklı olması sahneleme uygulamalarınızda size nasıl ilham verdi?

G. D.: Hope Alkazar’ın kendi mevcut mimarisi hem bizim oyunumuzun temel sahneleme dinamiği olan podyumsal yapıyı ve seyretme düzenini hem de dijital enstalasyonlar için ilham verici bir boyut ve derinlik oluşturdu. Diğer taraftan Alkazar Sineması, mirasıyla hepimizin ve İstanbul'un hafızasında oldukça önemli bir mekân. Sırf bu bilgiyle mekânda çalışmak mekâna özel bir iş üretmek de bizim için oldukça önemliydi.

©Salih Üstündağ

Oyunculardan da bahsetmek isterim. Çirkin’e hayat veren Nihal Yalçın (Şiva) ve Onur Berk Arslanoğlu (Tavuk) arasında harika bir uyum var. Onlarla nasıl bir araya geldiniz ve birlikte çalışmak nasıl bir deneyimdi sizler için?

F. E.: Oyun metni, artık bir cast düşünmeye elverişli noktaya geldiğinde Nihal herkesin aklındaki bir isimdi. Ben ilk yazmaya başladığım zamanlarda Şiva’yı mutlaka orta yaş üstü bir aktrist oynar diye düşünüyordum. Ama Nihal’i hayal etmeye başladığımızda bu düşüncem olumlu yönde değişti. Hem genç hem yaşlı Şiva’yı bedeninde taşıyabilecek, çok güçlü bir plastiği var. Güray da, kadının bu birden çok hâli görebileceğimiz şekilde çalıştı hep Nihal’le. Onur, Güray’ın hayalindeki tavuk için ilk önerdiği isimlerden biriydi. İkimizin de eski arkadaşı. Onur’u daha önce çok kez sahnede izledim ve birçok oyunculuk stilinde gördüm, hepsinde de çok başarılıydı. Geçen sezon oynadığı bir oyunu izlemeye gittik Yağmur’la ve o gün çok heyecanlandık, evet tavuk Onur dedik.

G. D.: Oyunu okuduğumda hemen aklımda beliren isimlerden oldu Onur ve Nihal. Projeyi kabul etmeleriyle sürecimiz başladı. Çirkin oyununun provalarında da diğer oyunlarda izlediğim yolu izledim. Oyuncularla öncelikle bir atölye çalışması yapıyorum, bu atölyede sahne dilimizi oluşturmak ve kendi çalıştığım beden ve hareket odaklı fiziksel tiyatro teknikleriyle onları tanıştırmak, oyuncuları birbirine kaynaştırmak ve oyuncunun malzemesini tanımak gibi birden fazla hedefim oluyor. Birlikte araştıran, arayan, zorlu ama yaratıcı bir süreç geçirdik beraber. İki oyuncu da denemeye, yeniliklere açık ve projeye dair oldukça heyecanlılardı.

Her ikisi de hikâyeyi yukarı taşıyorlar performanslarıyla. Çirkin bir anlatı tiyatrosu. Anlatı son yıllarda yerli metinlerde çok tercih ediliyor. Bu tercihin sizin açınızdan değerlendirmesini yapabilir misiniz? Bu türün hikâyeye tanıdığı alan hakkında neler söylersiniz?

F. E.: Anlatı tiyatrosunun olanaklarını çok seviyorum. Üniversite yıllarından beri, geleneksel tiyatrodaki meddah, tür olarak beni hep çok heyecanlandırırdı. Bir sandalye üzerinde oturan tek bir anlatıcı, bir baston ve mendille dünyalar açıp kapatıyor. Bizi türlü mekânlarda gezdiriyor, bir sürü karakter ve tip canlandırıyor. Kostüm yok, dekor yok, ortada gerçekçi hiçbir şey yok. Sadece anlatıcı ve seyircinin hayal gücü ortaklığı var. Anlatı tiyatrosunda, tiyatronun özüne dair heyecan verici bir araştırma imkânı görüyorum. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun dediği gibi en az bir oyuncu ve onu izleyen en az bir seyircinin olduğu yer, işte orası tiyatro. Her şey bir taklit ve benzetme üstüne kurulu. Bastonu zurna gibi çalmaya başlarsınız ve o artık herkesin ortak düş gücünde zurna olur. Herkes onun bir baston olduğunu bilir ama bu bilgiden gönüllü bir şekilde vazgeçer, hep birlikte onu zurna varsayarız. İşte bu en basit hâliyle “oyun oynamanın keyfi”.

G. D.: Anlatı son 10 seneye yayılan bir altın çağ yaşıyor diyebiliriz. Bunun bizim seyir alışkanlıklarımız, pandemi ve sonrası oluşan tiyatro ikliminin bizi mecbur kıldığı küçük ve az kişilik prodüksiyonlara yöneliş, bir yanıyla daha zahmetsiz görünen ve sahnelemesi kolay bir tür olması gibi birçok etken var. Bir yanıyla tiyatro üreticilerini ve yazarları tembelleşmeye itme riski de var tabii. Diğer taraftan da tiyatro tarihimiz boyunca var olan bir tür ve Tiyatrotem gibi ustalarımız tarafından da farklı yaklaşımlarla benim kuşağıma da aktarılmış ve sevdirilmiş bir biçim. Ben kendi yolculuğumda herhangi bir bakan göz için, buna seyirci ya da oradan geçen herhangi biri diye de bakabiliriz, tasarlanmış her şeyi anlatının bir unsuru olarak kabul ediyorum. Sadece hikâye merkezli değil, tüm sanat gruplarının anlatı plastiğini oluşturacağı gelenekselden ziyade daha multidisipliner bir yaklaşımla aktarma- anlatma gayretini görünür kılacak tüm enstrümanları araştırma peşindeyim. Anlatan-dinleyen ve tasarım şeklinde bir üçgen benim için anlatı. Tasarımın içini teatralleşebilecek tüm araçlarla doldurmaya gayret ediyorum.

©Salih Üstündağ

Denediği, ortaya koyduğu yapıyla bana göre hafızalarda yer edinecek, sizce Çirkin’in “çirkin” anlatıları içerisinde Türk tiyatrosundaki yeri ne olacak? Diğer yandan hem dijital sanatı hem geleneksel anlatıları hem fiziksel tiyatronun imkânlarını bir araya getiren Çirkin, sizler açısından nasıl bir deneyimdi?

F. E.: Türkiye tiyatrosunda bir yeri olacak mı, olursa ne olacak bilemiyorum. Ama oyuna katkısı olan hepimizin kişisel tarihinde önemli bir yeri olacak bence. Hepimiz için zorluklarla doluydu. Mesleki olarak bazı şeyleri yeniden öğrendiğimiz, kimi zaman ciddi anlamda zorlandığımız ve sürekli yeni çözümler üretmemiz gereken bir çalışma süreci oldu. Böyle yolculukların etkisi insanın yaptığı sonraki işlerde ortaya çıkıyor. Farkında olmadan yeni bir deneyim ediniyorsun.

G. D.: Çirkin’i tasarlarken iki karakterin teatral olanaklar dâhilinde çirkinlik ve “insanlık” sınırlarında gezme hâli ilgimi çok çekti. Bunun için Bouffon, grotesk, clown, hikâye anlatıcılığı, tragedya oyunculuğu gibi biçimleri harmanlayarak oyuna has bir akort oluşturmaya çalıştım. Bu da aslında çirkinlik meselesine bakışımın altında yatan dramaturjiydi. Seyirciyi bir bakıma irkilten, tiksindiren, rahatsız eden ama izlemekten kendini alamayacağı bir dünya yaratmak istedim; bu dünyalar arasında gezerken rahatsızlık duyduğu hâlde sevgiyle ve sempatiyle dinlemekten kendini alamasın istedim. Çirkinlik ya da kabul görmüş estetik formlar dışındaki anlatma biçimleri yönetmen olarak hep ilgimi çekmiştir. Buna bir tür “öteki anlatı” diyebiliriz; yaygınlıkla kabul görmüş, gelenekselleşmiş estetik değerleri tiyatroda da reddeden bir anlatım biçimini seviyorum daha ziyade. Dolayısıyla klasik yapıları bozmak benim için önemli. Çirkinlik meselesine böyle bakıyorum. Norm dışı olanın da hayata ait, hayatın içinde merkezî bir varoluş biçimi olduğunu işlemeyi önemsiyorum.

Oyun özgün bir dijital enstalasyonla, mekâna özgü tasarlandı, farklı sahnelerde, farklı şehirlerde oynanması hususunda bir planınız var mı? O zaman bu tasarımın bir alternatifi düşünüldü mü?

G. D.: Bu sezon için oyun Hope Alkazar’ın mimarisine göre yapılmış “mapping”e dayanıyor. Dijital unsurlar mekânın kendi gerçekliğine göre tasarlandı. Yapımcımız Yağmur Dolkun önümüzdeki sezon için oyunu belki daha büyük salonlara ve başka mekânlara taşımak üzere araştırmalar yapıyor ama bu sezon sonuna kadar seyirci Çirkin’i Hope Alkazar’a özel bir deneyim olarak izleyebilir. İlerideki süreçte bu teknolojinin daha gezebilir, kompakt ve uyarlanabilir hâli üzerine çalışılıyor.

1. Firuze Engin
2. Güray Dinçol

Son olarak; seyircilerin festivalin ilk gününden beri yoğun ilgi gösterdiği bir oyun Çirkin. Karşılaştıkları ve aslında bir tür de çelişkili yüzleşme yaşadıkları bu hikâyeyle ilgili onlardan nasıl yorumlar alıyorsunuz?

F. E.: Biz oyun için, hiçbir aşamada doğrudan bir hedef kitle belirlemedik. Şöyle bir seyirci, şöyle şeyler hissetsin gibi dar bir çerçevemiz olmadı. Ama karakterin çatışması ve oyunun teması gereği, kadın ve queer seyircilerden bazen gönlümüze çok dokunan yorumlar geliyor. Oyun kişisel hikâyelerinde bir sinir ucuna dokunmuş olabiliyor. Bir repliğe ya da minik bir ana tutunmuş, oradan oyunun bütününü okuyan yorumlar yapıyorlar. Örneğin Akbaba’nın “Utanma sırtındaki yaradan, belki kanat çıkarırsın oradan” cümlesini veya Şiva’nın yılanlarla olan sahnesini getirip kendi yaşamlarından bir an, bir olayla birleştiriyorlar. Bazen bu kişisel bağlantılar, her seyircide bir başka katmanı öne çıkarıyor. Seyircinin hissiyle oyuna yeniden bakmak güzel oluyor. 

G. D.: İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyirci Çirkin’i oldukça coşkuyla karşıladı, diyebilirim. Pek eşine rastlanmadık bir oyun bir kere; mekâna özgü tasarlanmış bu oyun Hope Alkazar’ın kendi altyapısında bulunan yirmi projeksiyon cihazıyla bütün bir mekâna, zemine ve duvarlara etkileşimli görüntülerle yansıtıldı. Bu durum oyuna eşsiz bir boyut kazandırdı. Birçok İstanbullunun belleğinde yer alan bir mekânın bir tiyatro oyunuyla buluşması özel bir deneyim. İki çok iyi oyuncunun,  beğeniyle takip edilen bir yazarın ve farklı teatral formları iç içe geçiren bir rejinin bütün bu teknolojik olanaklarla buluşması bizi heyecanlandırdığı kadar seyirciyi de heyecanlandırdı ve karşılık buldu.

0
4234
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage