10 NİSAN, CUMA, 2015

Yaşlı Bir Adamın Ruhunu Taşıyorum

David Gordon Green; George Washington (2000) ve Snow Angels (2007) ile indie’lerin favorisi olarak uluslararası üne kavuştu, sonrasında Pineapple Express (2008) ve Your Highness (2011) ile kafası iyi komedilerin kralı oldu. Son zamanlarda ise Joe (2013) ve Manglehorn ile geçmişiyle sıkıntı yaşayan adamlara odaklanmış durumda. Sonuncusu Al Pacino’nun kaybolmuş, kırılmış, aksi ve biten bir aşka saplanıp gerçek ailesini ve dostlarını görmezden gelen yaşlı bir çilingiri oynadığı içten bir dram.

Yaşlı Bir Adamın Ruhunu Taşıyorum

Manglehorn’u aklında Al Pacino varken yazdın. Bu durum nasıl gelişti?

Bir araba reklamı için oyuncu seçiyordum ve Pacino’yla görüşmemi istediler. Hayranlık duyduğum bir aktörle oturup iş hakkında konuşmak büyük bir zevk. O görüşme sırasında çoğunlukla o konuşuyordu, bense sadece onu seyrediyordum: küçük jest ve mimiklerini, gülüşünü; diğer insanları nasıl dinlediğini, espri anlayışını ve ekranda göremeyeceğin birçok detayı. Reklam hakkında aynı zamanda hem ilgili ve istekli, hem de dirençli ve kararsız oldu. İki saat sonra toplantının sonuna doğru “Bana göre değil” dedi ve ben de “Al, senin için bir senaryo yazacağım ve gelecek sene beraber bir film yapacağız” dedim. O da “Mutlu olurum” dedi. İşte böyle oldu.

O toplantıda görüp sende onun için bir film yazma isteği canlandıran şey neydi?

Onun büyük bir nostalji özlemi ve geçmişe karşı bir hassasiyet beslediğini hissettim ve bu benim her zaman hayran olduğum bir şey. Bana Manglehorn gibi geçmişi romantize etmeye yatkınlığı olan bir karakter yaratmam için ilham verdi. Uzunca bir süre önce bir aşk yaşamış ve ayrılıktan sonra önüne bakmak yerine ondan yeni bir şeyler türeterek o kadının hayatındaki yerini romantize etmeye başlamış ve kırk sene içinde hayali bir geçmiş yaratmış. Hepimiz bunu yapıyoruz, çocukluğumuzu, gençliğimizi ya da ilk aşklarımızı duygusallaştırıyoruz. Dediğim gibi bu da benim çok ilgimi çeken bir konu.

Peki neden ilgini çekiyor?

Bilmiyorum. Sadece bende fazlasıyla merak uyandırıyor. Şimdikinin iki katı kadar yaşlı olduğumda geçmiş ilişkilerim hakkında nasıl hissedeceğimi kendime sorup duruyorum. Sanırım yaşlı bir adamın ruhunu taşıyorum.

Pacino ile Manglehorn’da çalışmadan hemen önce Nicolas Cage’le Joe (2013) adlı filmin için çalıştın. Ve seninle çalışana kadar her ikisinin de iyi bir performans sergilemesinin ardından uzun bir zaman geçmişti. Sence bu bir tesadüf mü?

Hem evet, hem hayır. Benim bu aktörlerde ilgimi çeken şey uzunca bir süredir film starları olmaları ve bu yüzden kaçınılmaz olarak motivasyonlarını kaybedecek noktaya gelmeleri. Ve bu da iyi bir şey, çünkü kamera önünde oldukları her an o heyecanı yeniden hissetmek istiyorlar. Ama motive olmaları için iyi bir rol almaları lazım. Bir aktör başarıyı yakaladığı zaman herkes onun aynı performansı göstermesini istiyor. Ben ise sadece yıllar önceki iştahlarını hatırlamaları için yardım etmeye çalıştım.

Kariyerin boyunca birçok dönemeçten geçtin. Bağımsız ve agresif filmler yaparak başladın, daha sonra büyük prodüksiyon işleri olan şapşal komedilere geçtin, şimdi de yeniden indie’ye döndün. Bu gelişimi nasıl açıklıyorsun?

Yeni kıyafetler denemeyi ve yeni şeyler yapmayı seviyorum. Bazı yönetmenler için açıkça tanımladıkları tarzlara sahip olmak önemli. Benim için film yapmak, sonuçta sinemaya gitmek gibi bir şey: her hafta aynı şeyi görmek istemiyorum. Bazen canım televizyon reklamı çekmek istiyor. Spor salonu metaforunu kullanmayı seviyorum: formda kalmak için arada sırada spor salonuna giderim ama bacaklarımı çalıştırmaktan nefret ederim. Bir taraftan da yapmazsam vücudum dengesiz gelişir. İlk dört filmim dramatik hikayelerdi ve bittiklerinde yorulmuştum, absürt ve komik bir şeyler çekmeye ihtiyacım vardı. Beni komediye iten şey de buydu. Bu işi yapmamın sebebi Your Highness gibi saçma bir film çekip on bir yaşındaki rüyamı gerçekleştirebilmekti. Eminim ki öldükten sonra kariyerim şimdikinden daha mantıklı gelecek. Hepsi büyük bir planın bir parçasıymış gibi görünecek!

Manglehorn gibi bir film yapmak, büyük bütçeli komediler yapmaktan ne kadar farklı?

Büyük bütçeli bir komedi veya çok küçük bütçeli bir dram olsun, bütün filmlere yaklaşımım aynı. Pineapple Express neredeyse 30 milyon dolara mal oldu ama 50 milyon harcamış gibi gözükmesi için çalıştım. O yüzden de çarpışma sahneleri ve aksiyon sekansları ekledim ve birçok kez kendimi başkalarından iyilik yapmalarını isterken buldum. Aynen George Washington’ı (2000) 50 bin dolara yaparken olduğum gibi. Ve daha pahalı filmler yapınca oyunun kurallarını kabul etmek zorunda kalıyorsun: yatırımcıların parasını geri alacağından emin olman lazım. Üç stüdyo filmi yaptım ve her zaman yaratıcı kontrolün tamamen bende olmasından hoşlandım. Asla ne yaptığıma karışan biri olmadı.

Peki bu durumda Your Highness (2011) ve The Sitter (2011) filmlerinin aldığı olumsuz yorumların tek suçlusu sen mi oluyorsun?

Korkarım ki evet. Ama yine de onları yaptığıma pişman değilim. İyi olanın arkasında durmayı seviyorum. Genelde eleştirileri okumam. Filmleri kendim için yapıyorum, oldukça kendimle alakalı biriyim. Pineapple Express gibi filmlerin eleştirmenler için yapılmadığının farkındayım ama insanlar yine de seviyor. O film pop kültürde bir yer edindi. Rap şarkılarında ondan bahsedildi ve Saturday Night Live skeçleri ondan ilham aldı. Bundan onur duyuyorum. Ve her ikisini de elde etmek istiyorum: binlerce insanın etkili bir şekilde iletişime geçtiği filmler yapmak ve sarhoş ergenleri eğlendirebilmek.

Gösterim tarihleri:

05 Nisan Pazar 11:00, Atlas
06 Nisan Pazartesi 13:30, Feriye
​07 Nisan Salı 19:00, Rexx

0
7679
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle