06 NİSAN, ÇARŞAMBA, 2016

“Rock’n’Roll Geleneğinin Bir Parçasıyız”

Yaklaşık beş senedir kemerlerimizi bağlayarak dinlediğimiz The Ringo Jets ile son EP’leri Quatre vesilesiyle buluştuk, rock’n’roll, kent müziği ve eski-yeni projelerini konuştuk.

“Rock’n’Roll Geleneğinin Bir Parçasıyız”

Gitarlarda Tarkan Mertoğlu ve Deniz Ağan, davulda ise Lale Kardeş’in arz-ı endam ettiği The Ringo Jets, uzun zamandır memleketin müzik piyasasında tek başına bir boşluğu dolduruyor. Rock’n’roll, blues, punk, garage gibi her türlü güzelliği bağrına basan The Ringo Jets üçlüsü güçlü vokalleriyle camı çerçeveyi indirmeyi de ihmal etmiyor.

Kadıköy’de buluşup birkaç tur attığımız, arada Rainbow’a uğrayıp plak baktığımız The Ringo Jets ekibiyle son EP’leri Quatre’ı bahane edip, her telden çalan bir sohbete koyulduk. 

Yaptığınız müziğin türü ile ilgili internette ufak bir araştırma yapınca şöyle şeyler buldum: Psychedelic garage rock, blues rock’n roll, çiğ metal, pure metal ve en bombası şu; garage punk metal. Dinleyicilerde kafalar biraz karışık galiba. Siz nasıl tanımlıyorsunuz yaptığınız müziği?

Tarkan: Valla, pure metal değil, ondan eminiz. (Kahkahalar) Bahsettiğin diğer türler yani en temelde blues ve rock’n’roll müziğimizde hep var. Diğer türler de bir bakıma bu ikisinden doğduğu için bir şekilde müziğimize sirayet ediyor. İşin içinde hepsi var aslında. Garage da var punk da, hard rock da, ayrıca soul da var Lale’nin sesi sayesinde. Var da var yani... Ama yaptığımız müziğin en basit tanımı, tüm bu diğer türleri de içinde barındırdığı için rock’n’roll diyebilirim.

Sizin The Ringo Jets dışında ayrı gruplarınız da var. Deniz bir taraftan Eskiz’de çalmaya devam ediyor sanırım. Tarkan ve Lale’nin de Cosmic Wings diye yeni bir projesi var. Bir de hepinizin bir anlamda ilk kez bir araya geldiği Kraker var. Bu gruplar şu an ne oranda aktif? 

Deniz: Evet, dediğin gibi, Kraker’de hep beraber çaldık. The Ringo Jets de oradan çıktı. Ama şu an sadece Eskiz ve Cosmic Wings aktif.

Tarkan: En yenisi Cosmic Wings. Bak o, işte az önce bahsettiğimiz şeye yani hard rock ya da metal müziğe biraz daha yakın bir proje.

Lale: Hepimizin The Ringo Jets öncesinde aktif grupları vardı ama şu an bütün mesaimizi The Ringo Jets’e ayırıyoruz diyebilirim.

©Nazlı Erdemirel

Grup içinde iş dağılımı nasıl oluyor? Yani sözleri kim yazıyor mesela? Riff’lerin çoğunu Tarkan yapıyor diye duymuştum. 

Lale: Spontane gelişiyor aslında. Beraber bakıyoruz. Şarkılar, provalar için bir araya geldiğimizde ortaya çıkıyor çoğu zaman.

Deniz: Tabii evden getirdiğimiz riff’ler de oluyor. Ama beraber işleyip, geliştiriyoruz

Tarkan: Bazen de telefona kaydediyoruz. Evde öylesine takılırken ortaya bir şey çıkıyor ve bazen Deniz, bazen de ben o riff’leri kaydediyoruz. Sonra hep birlikte dinleyip karar veriyoruz.

Anladım. Yani mesela biriniz heyecanla stüdyoya girip “Abi ben böyle bir şey buldum” diyor ve sonra da…

Lale:  Valla ikisinden de o heyecanda bir şey duymadım… (Kahkahalar)

Tarkan: Evet evet, öyle aşırı heyecanlı bir durum olmuyor genelde. Sözleri Lale yazıyor çoğu zaman. Çünkü aramızda İngilizceye en çok hâkim olan o. Ben arada katkı veriyorum ama sözler genelde Lale’den çıkıyor.

Lale: Tarkan bir nevi katalizör oluyor. Çok sıkıştığımızda Deniz’e “Sen bir şey söyle” diyoruz…

Deniz: Ben de bir şey söylemiyorum. (Kahkahalar)

Yaptığınız iş, deneysel ya da çok farklı bir şey yapmak yerine, bir nevi Altın Çağ’a, rock’n roll’un altın çağına bir özlem, bir selam gibi geliyor bana.  Siz ne dersiniz? 

Lale: O çağa duyulan özlem değil de birebir o köklerde yaşamak diyebiliriz.

Deniz: O müziğe, daha doğrusu o zamanlarda yapılan müziğe özlem duymak diyebilirim ben de. Yani “Ah keşke 70’lerde yaşasaydım” gibi bir hissiyatım yok; ama o dönemde yapılan müziğe hayranlığımız da saklı bir şey değil.

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak sorayım, şu sıra müzik piyasasında ya coşkulu elektronik sound’lar ya da daha soft, daha akustik, yormayan ve talepkar da olmayan işler var. Ama siz sanki Almost Famous filminden fırlamış gibi, gümbür gümbür, hatta çiğ bir sound ile yola çıktınız. Bu anlamda yaptığınız işe biraz nostaljik diyebilir miyiz? 

Tarkan: Nostaljik değil aslında. Yaşayan bir rock’n’roll geleneğinin parçası gibi hissediyoruz. Biz bu müzikleri zaten hep dinliyorduk ve yaptığımız iş sevdiğimiz şeyin bir parçasına dönüştü. Yani Black Sabbath’ı bir anda keşfedip “Biz de böyle bir şey yapalım” demedik. Zaten o rock’n’roll kültürünü hayatımızın bir parçası haline getirmiştik.

Lale: Ben de şu çokça dile getirilen “bitti” kısmında itiraz ediyorum. Bitmedi ki… Her zaman yer üstü ya da yer altında süren bir damardan bahsediyoruz. Ve arayan herkes bulabilir. O yüzden olmuş ve bitmiş bir şeyden çok devam eden bir geleneğin bir parçasıyız biz aslında.

Deniz: Bu arada zaten akustik ya da elektronik sound’lar da geçen sene icat olmadı. Yani rock’n’roll eski, fakat bunlar yeni diye bir durum söz konusu değil bence.

©Nazlı Erdemirel

Ama şu sıra rock’n’roll’dan çok daha revaçta olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Yani eline gitar alıp şekilli bir grup ismi bularak yola çıkan ve hazır bir kitle de bulduğu için popülerleşen isimler de var.

Deniz: Aynen. Öyle bir durum da var ama bu da yeni bir şey değil aslında. Sadece şu sıra biraz daha popüler. Ama rock’n’roll’un süregelen ve bundan sonra da devam edecek bir kalıcılığı olduğuna inanıyorum.

Lale: Sorunda bahsettiğin insanların yaptığı şey biraz kolaycılık bence. O yüzden biraz mesafeliyiz biz de.

Lale, sen bir röportajda “zamansız” demiştin yaptığınız müzik için.

Lale: Evet, çünkü rock’n’roll hep vardı ve hep var olacak. Hiçbir zaman susturamazlar. Sonsuz bir şey yani. Yitip gidebilecek bir şey değil. O yüzden zamansız diyorum.

Bir kent müziği hatta İstanbul müziği yaptığınızı söyleyebilir miyiz? Başka kentte olsanız yine aynı müziği mi yapardınız? Ne bileyim, bu trafik, bu hoyratlık, bu “patlamalar” olmasa biraz daha yumuşak bir sound olur muydu?

Lale: İstanbul’dan başka bir şehir olsa nasıl bir şey yapardık gerçekten bilemiyorum. Ama bir etki vardır elbette. Bunu ben de kimi zaman düşünüyorum. Her şey yoluna girse, refah içinde yaşasaydık sakinleşir miydim? Zannetmiyorum.

Deniz: Sonuçta bir sistem var ve dünyanın neresinde yaşarsan yaşa hayatına bir şekilde hükmedebiliyor. İlla ki buna karşı koyduğunuz tavrı müziğinize yansıtabileceğiniz bir kanal bulabilirsiniz. Tabii biz özellikle son birkaç yıla bakınca birçok ülkeye göre çok daha kötü durumdayız; ama dediğim gibi o tavrı ortaya koyabilmek önemli olan.

Aslında birçok ilginç performansa da imza atıyorsunuz. En son Stripped Sessions serisi için boğazda, bir vapur seyir halindeyken ufak bir konser verdiniz. Nasıldı boğazda çalmak?

Lale: Valla, biraz üşüdük ama beklediğimden çok daha zevkliydi.

Tarkan: Ben sallanırken çalmanın çok zor bir şey olduğunu anladım. Ama unique bir şeydi ve bizim için de epey eğlenceli bir deneyim oldu.

Son EP’ye gelelim. Dördüncü resmi kayıt, dört şarkı ve Paris’te kaydedildiği için de  Quatre (Dört) adını vermişsiniz. İlk LP’niz The Ringo Jets’de çalıştığınız Tommaso Colliva ile yeniden çalıştınız sanırım.

Tarkan: Tommaso ile çalıştık evet. İlk LP’de de onunla çalışmıştık. O albümü Milano’da, bunu ise Paris’te Red Bull stüdyolarında kaydettik. Tommaso ilk albümde kullandığımız formları kullandı. Ama Quartre’ta hem daha önce yaptığımız hem de bundan sonra yapacağımız işlerden ipuçları var.

©Nazlı Erdemirel

Peki, önceki kayıtlarınızla karşılaştırınca, geçen beş yılı da göze aldığınızda, müziğinizde değişen ya da gelişen şeyler oldu mu?

Lale: Gelişen bir sürü şey oldu elbette ama değişen pek bir şey olmadı. Tavrımız aynı ama her yeni kayıtta yeni katmanlar, yeni kanallar eklendi yaptığımız müziğe. Birbirimizi çok daha iyi anladığımız bir pozisyona geldik. Eh, bu şartlar altında gelişme kaçınılmazdı zaten.

Önceki EP’leriniz Evil Eye 1 ve 2’ye nazaran Quatre’ta biraz daha yerel ritimler etkin gibi. Paris’te memleket hasreti mi devreye girdi biraz? Mesela ben o yerelliği daha önce sadece Dirty Hasan’da hissetmiştim. Bu defa şarkıların geneline yayılmış gibi.

Deniz: Memleketi Tommaso özledi aslında. (Kahkahalar)

Tarkan: Aslında o göz kırpma, dediğin gibi Dirty Hasan ile başladı. Burada mesela Peyote’de çalarken insanlar gelip “Neden Türkçe çalmıyorsunuz?” diyorlardı. Dirty Hasan bir anlamda “İyi alın bakalım” gibi bir şeydi. Bu bir taraftan “Biz böyle bir şeyi sürekli yapamayız” demenin de bir yoluydu. Ritimler bazında ise yeni EP’deki Snapping-Turtle Turks’de var bazı yerel ritimler.

Snapping-Turtle Turks​ demişken, EP’den ilk klip de bu şarkıya çekilecek. Hatta konuyla ilgili internet üzerinden bir duyuru yayınlayıp animasyon klip için başvurular aldınız. Ne durumda o süreç, klip hazır mı?

Lale: Hala düşünüyoruz. Beklediğimizden fazla ve iyi şeyler geldi. O yüzden ince eleyip, sık dokuyoruz. Tek tek işleri inceliyoruz ve baya harika şeyler var. O yüzden seçme aşaması biraz uzadı. Ama daha da geciktirmeden bir karar vereceğiz.

Arada DJ’lik yaptığınız da oluyor. En son Rasputin’de DJ kabinine geçmiştiniz. Buna benzer yeni projeler var mı?

(Sorunun bitmesiyle kahkahalar da başlıyor)

Lale: Evet, o biraz talihsiz bir tecrübe oldu bizim açımızdan.

Tarkan: Biz 50’lerden girip hardcore’dan çıkarız diye düşünmüştük, ama öyle olmadı. (Kahkahalar) Herkes ağır metalci olduğu için bir uyum yakalayamadık dinleyenlerle.

Deniz: Ama yapmaya devam edeceğiz. Umudumuz sürüyor yani. Daha önce Arkaoda’da yapmıştık. O daha iyi bir tecrübeydi mesela.

Shake Your Hips cover’ınız epey beğenilmişti. Bir cover albüm yapmayı ya da daha fazla cover şarkı yapmayı düşünüyor musunuz?

Lale: Düşünüyoruz, hatta ismi bile vardı. Parçalar da vardı. Ama çıkartmadık ortaya.

Niye çıkartmıyorsunuz peki?

Deniz: (Lale’ye dönerek) Hakikaten, niye çıkartmıyoruz ya?

Lale: Albüme odaklandık. (Kahkahalar)

©Nazlı Erdemirel

Evil Eye 1 ve 2’den artan şarkılar olduğunu duymuştum. Son EP o artan şarkılardan mı oluşuyor yoksa hepsi yeni şarkılar mı?

Tarkan: Yok, bunlar tamamen yeni şarkılar.

Lale: Bir selection LP çıkacak sonbaharda. Evil Eye’lardan kalanları o albüme saklıyoruz.

Tarkan: Bu dört parçayı da 30 şarkı arasından seçtik aslında.

Deniz: Ama şöyle, Paris’te sadece dört günümüz vardı ve en hazır olanlar da bunlardı. 30 parça var evet, ama biraz daha işlenmesi hem bizim için hem de dinleyiciler için daha iyi olacak.

Yeni bir LP projeniz var mı peki?

Lale: Az önce bahsettiğim, Eylül’de çıkacak selection için bir çalışma yapacağız. Ama onun dışında yazın da boş durmayız diye düşünüyorum. Yeni albümün kayıtlarına başlarız büyük ihtimalle.

Deniz: Evet, yazın bir albüm kaydetme hedefimiz var. Bakalım…

Aslında buradan bakınca gayet sakin görünüyorsunuz. Ama sahneye çıkınca içinizden canavar çıkıyor gibi. Sahnede ya da stüdyoda o enerji ya da heyecanı size veren ne?

Deniz: Bir araya geldiğimizde ilk olarak o enerjiyi alıyoruz aslında. Yani iş bir anlamda stüdyoda başlıyor. Sahnede ise elbette seyircinin çok büyük bir etkisi var. Yani karşılıklı oluyor her şey.

Yurt dışında da epey çalan bir grup olarak, seyircileri karşılaştırmanızı istesem ne derdiniz? Türkiye’deki seyirciyle Avrupa’da herhangi bir festivaldeki seyirci arasında nasıl fark oluyor?

Tarkan: Daha iyi demek doğru olmayabilir ama bana her zaman için şu acayip geliyor; adamların aslında o kadar tok olması gerekirken hâlâ bu kadar gaza gelmeleri, eğlenmeleri vs. şaşırtıcı geliyor bana. Bir açlık var yani. Yeni bir grup keşfetmekle yetinmeyip takibe de alıyorlar. 

Deniz: Bir de lojistik sıkıntılar olabiliyor bizde. Teknik aksaklıkların yanında bazı konserlerdeki alkol yasakları da biraz işin keyfini kaçırıyor.

Bu noktada, bir mekânda çalmak mı sizi daha çok cezbediyor yoksa bir açık hava festivalinde mi?

Tarkan: Festivalleri tercih ederiz elbette ama orada da gündüz çalmak biraz problemli olabiliyor. Rock’n Coke’ta erimiştik mesela.

Lale: Her ikisinin de ayrı avantajları var. Ama yurt dışındaki festivallerde ses sistemi konusunda çok problem yaşamıyoruz. Brescia'da gece yarısı verdiğimiz ve fırtına içinde çaldığımız konseri unutamıyorum mesela. Yağmur altında hep beraber coşmuştuk. Hep böyle oluyor aslında; bizi ya çok seviyorlar ya da hiç sevmiyorlar. Ortası yok.

Tarkan: Bizim yaptığımız müziğin Türkiye’de net bir kitlesi yok. Sadece şunu biliyorum, bizi kalıplaşmış bazı dinleyiciler sevmiyor. Yani, metalciler de dinlemiyor, hip hop, pop ya da diğer rock türlerine düşkün olanlar da dinlemiyor. Bir tür ortada kalma durumu var yani. Ama işin garibi, aynı bizim durumumuzda olan dinleyiciler de var ve bir şekilde onlara ulaşıyoruz. O yüzden de bizi dinleyen ve sevenler gerçekten sahipleniyorlar.

Lale: Evinden çıkmayan, Türkiye’deki berbat müzik endüstrisine gıcık olan, underground ya da mainstream hiç fark etmez, hepsine tepki duyan insanlara da ulaşmak istiyoruz. Çünkü aslında biz de öyle insanlarız. Ve doğal olarak, o adama ya da o kadına sesleniyoruz. Sahnede izledikten sonra peşimize takılan yurt içinde ve yurt dışında birçok insan oluyor. İspanya’ya ikinci kez gittiğimizde The Ringo Jets tişörtleriyle gelenler olmuştu mesela. Çok şaşırmıştık. Bazen konserlerden sonra yanıma kızlar geliyor ve “Biz de davul çalmak istiyoruz” diyorlar. Bir kere de Peyote’de çalarken Kayseri’den sadece bizi dinlemek için gelen bir arkadaş ile tanışmıştık. Bunlar bize motivasyon veren şeyler. 

©Nazlı Erdemirel

Peki, Türkiye’de çalışmak istediğiniz bir grup ya da müzisyen var mı?

Tarkan: Babalardan biriyle çalışmak isteriz.

Deniz: Ahmet Güvenç hayranlığımız var mesela.

Lale: Evet, Ahmet Güvenç ile çalışmayı çok isteriz.

Yeni konserlerde ne var? Primavera’da çalan ilk Türk gruptunuz. Buna benzer, geniş ölçekli festivaller var mı?

Lale: Konuşulan bazı şeyler var. Yurt dışında kesinleşen bir Danimarka konseri var mesela. Onun dışında da birkaç festivalle ilgili –menajerimiz Reha’nın daha iyi bildiği- bazı kesinleşmemiş kontaklar var. Türkiye’de ise 9 Nisan’da ilk kez İzmir’de ve 15 Nisan'da Salon IKSV'de çalacağız.

Size en çok sorulan soruyla bitireyim o zaman: Neden basçınız yok?

Lale: Üç kişiydik. Ben davul çalıyordum. Tarkan ve Deniz gitar çalıyordu. Etrafta da basçı yoktu. “Böyle bir başlayalım, sonra bakarız” dedik. Ama ortaya çıkan şeyden memnun kalınca öyle bir arayışımız olmadı uzun süre.

Deniz: Evet, çıkan sound çok hoşumuza gidince böyle devam edelim dedik. Arada ihtiyaç duyduğumuz da oldu. Mesela kayıtlarda ya da bazı konserlerde basçılarla çalıştık. Bakalım, belki ileride bir basçımız da olabilir.

Not: Reha Öztunalı ve Tantana Records’a çok teşekkürler.

https://www.youtube.com/watch?v=M00P1soYkeg

0
8912
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle