02 AĞUSTOS, CUMA, 2013

Opera İzleyen İlk Osmanlı

Samet Budak yazdı… Devletin gücünü iyiden iyiye yitirrdiği zamanlara kadar diyar-ı küfre yani Avrupa’ya pek ilgi göstermeyen Osmanlı imparatorluğu 18. asırdan itibaren Avrupa’yı tanımak için çaba sarfetmiştir. Bunun ilk büyük adımı olarak da daha önce görülmemiş olan bir işe kalkışılmış, 1720 yılında Paris’e resmi bir elçi göndermeye karar verilmiştir.

Opera İzleyen İlk Osmanlı

Devletin gücünü iyiden iyiye yitirrdiği zamanlara kadar diyar-ı küfre yani Avrupa’ya pek ilgi göstermeyen Osmanlı imparatorluğu 18. asırdan itibaren Avrupa’yı tanımak için çaba sarfetmiştir. Bunun ilk büyük adımı olarak da daha önce görülmemiş olan bir işe kalkışılmış, 1720 yılında Paris’e resmi bir elçi göndermeye karar verilmiştir.  Devir sonraki dönem tarihçilerinin adlandırmasıyla Lale devridir. Yani eğlencenin ve barışın memlekete hakim olduğu ve keyfine düşkün 3. Ahmed’in padişah olduğu yıllardır. Paris’e resmi bir geçiçi elçi gönderilmesine karar verilir ve bu vazife için o sırada defterdar olan Yirmisekiz Mehmet Çelebi vazifelendirilir. İsminin başındaki sıfat yeniçerilerin 28. ortasına mensub olmasından ileri gelen Mehmet Efendi Paris’te tam 11 ay kalır ve yaşadıklarını döndüğünde padişaha bir rapor olarak sunar.

Paris sefaretnamesi olarak bilinen bu metin tarihimizde ve edebiyatımızda önemli ve ciddi bir yer işgal etmesine karşın pek çok komik olayla doludur. Daha önce Avrupalıların yaşantısını ve adetlerini görmemiş bir doğuluya gördükleri anlaşılmaz gelmekte, buna karşın Osmanlılar hakkında kulaktan dolma bilgilere sahip olan Avrupalılar da bu acayip adamları ilgiyle takip etmektedir. Söz gelimi o dönemde Fransa tahtında henüz 11 yaşındaki çocuk kral 15. Louis vardır. Mehmet Efendi kralla bir karşılaşmalarını şöyle anlatmaktadır :

Kralı daha önce Nâme-i Hümayun’u teslim ederken buluştuğumuz divanhanede, tahtında bulduk.Birkaç beyzade ile sohbet ederlermiş.  Lalasıyle bizi görünce tahtından inüp bize doğru döndü, buluştuk. Ayak üzerinde birçok dostane sözler söyleştik, latifeler ettik. Hançerimizi, elbisemizi birer birer temaşa eyledi. Lala Merşal  “Kralımızın güzelliğine ne dersiz?” diye sual eyledi. “Maaşallah” dedik. “Henüz onbir yaşında, dört aylıktır. Şimdi bu boyu bosu ile hiç güzel olmaz mı? Hem saçları da takma değildir, bakın?”  deyu kralı tutup arkasını çevirdi. Biz dahi saçlarına yapışıp ohşadık. “Yürüyüşü dahi güzeldir. Şöyle yürüyünüz görsünler!” dedi. Kral dahi divanhane ortasına değin yürüyüp yine avdet eyledi. “Daha süratli hareket eyle, koştuğunuzu dahi görsünler!” dedi. Kral dahi tekrar koşarak divanhane ortasına varıncaya kadar seğirtip avdet eyledi. Merşal: “ Beğendiniz mi?” deyu sual eyledi. Biz dahi “Barekallah” deyu cevab eyledik. Bundan sonra divanhanede asılı olan acayip resimlerin seyrine geçüp kral ile bereber gidüp geldik.

Bu gibi pekçok komik hadise çelebinin başından geçer ancak bunlar içerisinde en ilginç olanı Çelebi’nin opera ile karşılaşmasıdır. Daha önce bir benzerini hayal bile etmediği bu gösteri onun için çok yabancı bir şeydir. Opera ile ilgili hatıralarını şöyle anlatmaktadır.

Paris şehrine mahsus bir oyun var imiş Opâre derler imiş. Acayip sanatlar gösterir imiş, ol şehre mahsus imiş. Şehrin kibarları varırlar, vasi dahi ekseriya varır, kral bile ara sıra gelir imiş. Bir gün bizi vasi Merşal davet eyledi. Vasinin sarayına bitişik bir yere varacak olduk. Ol saray mahsus Opâre için yapılmış. Rütbesine göre herkesin mahsus oturacak yerleri var. Kırmızı kadife ile döşenmiş idi.  Bizi kralın oturduğu yere götürdüler. Her taraf erkek ve kadın ile baştan başa dolmuş idi. Ve yüzden fazla çeşitli saz hazır idi.

Her tarafı kapalı olmakla birkaç yüz balmumu ve billur avizelerle hesapsız mumlar yanmış idi. Ol mahal ziyade tekellüflü yapılmış olup cümle trabzanları ve direkleri ve dört yanı ve tavanı altın yaldız olup gelen kadınlar ipekli kumaşlara ve cevahirlere garkolunup mumların alevinden öyle bir şaşırtıcı parlaklık meydana gelmiş ki tabir olunmaz. Önümüzde sazendelerin olduğu mahalde işlemeli bir büyük perde asmışlardı.


Tamam yerleştikten sonra birden bire ol berde kaldırılup  ardından bir büyük saray zuhur eyledi. Sarayın avlusunda oyuncular kendilerine mahsus elbiseleriyle ve yirmi kadar peri yüzlü kız prıl pırıl taşlı elbise ve fistanlarıyla meclise tekrar parıltılar salıp sazlar dahi hep birden nağmeye giriştiler. Bir müddet raksolunup sonra opâreye başladılar.

O dönemde Opera uvertürleri yalnızca müzikten değil dansçıların sunduğu bir gösteriden de oluşmaktadır. Bilhassa o sırada hayatını

kaybetmiş olan büyük kral 14. Louis bu danslara çok meraklıdır ve kendisi de özel dans şovlarında başrol oynamaktadır. Dönemin en meşhur bestecisi J. B. Lully’dir ve muhtemelen Mehmet çelebinin de izlediği opera ona ait bir eserdir.

Bunun aslı bir hikayeyi canlı göstermek. Her hikayeyi bir kitap edüp basmışlar. Hepsi otuz kitap olmuş. Her birinin adı var. Her mecliste bir başka hikayeyi henüz oluyormuş gibi gösterdiler.Bizim olduğumuz mecliste bir padişah var imiş. Bir başka padişahın kızına aşık olup istemiş. Amma kızı dahi bir başka padişahın oğluna aşık imiş.
Aralarında geçen halleri ayni ile gösterdiler. Mesela padişah kızın bahçesine varacak oldu. Önümüzdeki saray bir anda kaybolup bir bahçe zuhur etti ki limon ve turunç ağaçlarıyla dolu idi. Ve bir vakit oldu ki dua için kiliseye varacak oldu. Ol bahçe yerinden gerçekten bir kilise peydâ oldu.

Sözün kısası ol şaşılacak şeyler gösterdiler ki tabiri kabil değildir. Gök gürlemeleri ve şimşekler gösterdiler. Görülmedikçe inanılmayacak kadar gariplikler ve acayiplikler temaşa olundu.  Bu opâre’nin kibar takımından itibarlı bir kimse nazırı var. Masrafı çok bir sanat olmakla gelirini dahi düşünmüşler ve büyük devlet malı bağlamışlar. Üç saat kadar vakte opâre tamam olup hanemize gelüp karar eyledik.


Bu ilk karşılaşmadan sonra da Çelebi Mehmet Efendi bu kez saray operasına davet edilir. Burada karşılaştığı acayiplikler bir öncekini aratmayacak seviyededir.

Bir iki günden sonra yine Entüredüktör gelip “Kral sarayında Opâre cemiyeti olacaktır. Eğer gelirseniz hazzedeceğinizden şüphe yoktur. Kral ile bir mecliste oturursunuz.” dedi. Biz dahi rağbet edüp ol gün ikindi vakti vardık. Kral sarayında böyle cemiyet için mahsus bir rakıshane yapmışlar.  Evvelkinden büyük ve gayet tekellüflüdür. Duvarı somaki mermerden, yaldızlar içinde acayip tasvirlerle süslü tavanına varıncaya dek dört kat localar yapılmış mermer trabzanları ile gayet hoş bir mahaldi.  Halkın kalabalığı şehir opâresinden ziyade idi.  Kral dahi bu esnada geldi, yerine oturdu. Sağ tarafına emmizadesi bir kız, sol tarafına bir başka emmizadesi kız o da cevherlere batmış gelüp oturdu. Biz dahi ona bitişik oturduk.

Ve opâre şarkıcılarının sazendelerini getirmişler, yekpare çalmaya girişüp rakkaslar raksa başladılar.  Bu raks edenler prençipe oğulları ve mareşalzadeler ve dükazadeler ve beyzadeler imişler. Kral meclisinde bunlar raks ederlermiş. Boy, bos ve yaşça akran olanlar sekizer sekizer raksettiler.


Anlatılanlardan Çelebi Mehmet Efendi’nin vals yapan asilleri izlediği anlaşılmaktadır. Tarihi filmlerden anımsanabilecek bir enstantene burada anlatılmaktadır. Sıra sıra dans eden soylu erkekler ve bayanlar.
Bir Osmanlı için bu gördükleri kripton gezigenine gitmekten farksızdır. Daha önce hiç karşılaşmadığı bir hayat biçimini algılamakta zorlanmaktadır. Söz gelimi alkış kavramına yabancıdır. Dinleyicilerin el çırpışlarını görünce şaşkınlık içinde kalır. O zamanlar Osmanlı’da beğendiğini göstermek için müsizyenin veya başka bir sanatçının önüne bir kese altın atılmaktadır. Oysa alkış ne bitmek tükenmek bilmez bir hazinedir. Ayrıca çok masrafsızdır. Bunun dışında  kadınların sosyal hayattaki konumları ona çok yabancıdır. Erkeklerle bir arada oturmaları dans etmeleri giyim kuşamları hep olmayacak edepsizliklerdir onun için. Üstelik Türklerin adetlerini merak eden Parisli kadınlar sürekli Çelebi’nin konağını ziyaret edip onu bıktırmışlardır. Kocaları olmadan başına buyruk davranan böylesi kadınlar onun için şaşılacak şeydir.

Sözün kısası tüm acayipliklerine ve komik hadiselerine rağmen Paris sefaretnamesi, geçmişi ve Opera dinleyen ilk Osmanlı’yı anlamak için önemli bir kaynaktır.  Belki bu gün bile doğu batı arasında görülen çelişkilere erken dönemden aşırı belirgin biraz da absürd bir kaynaktır.  Velhasıl opâre ol şaşılacak bir sanattır ki tabiri kabil değil.

0
7798
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage