16 KASIM, ÇARŞAMBA, 2016

“Hiçbir Ses Duymasak Nasıl Bir Müzik Yapardık?”

Özellikle eski ama çok iyi bildiğimiz ve sevdiğimiz şarkılara yaptığı düzenlemelerle tanıdığımız DJ Kaan Düzarat bizi pek sevimli plak dükkanı Analog Kültür’de misafir etti. 11 Kasım’da başlayan ve 20 Kasım’a kadar devam edecek olan Red Bull Music Academy Radio İstanbul etkinliğinde de bir radyo programı yapacak olan Düzarat’la müziğin geçmişi ve şimdisi, DJ’liği, Analog Kültür, Vesvese ve gelecek planları üzerine sohbet ettik. 

“Hiçbir Ses Duymasak Nasıl Bir Müzik Yapardık?”

Benim öncelikle merak ettiğim şey müzik zevkiniz... Ne tür müzik dinliyorsunuz? Eskiden kimleri dinlerdiniz, şimdi kimleri dinliyorsunuz?

Birçok tarz müzik dinliyorum. Öncelikle sadece şu tarz dinliyorum dediğim zamanlar geride kaldı. Ama tabii DJ’lik yaparken çaldığım şeyleri sorarsanız onlar daha spesifik ama yine de geniş bir skalada seyrediyor. Zaman geçtikçe de o skala genişliyor. İlk çalmaya başladığımda house ve techno ağırlıklı çalarken şimdi onun yanına disko, funk, soul hatta folk ve hatta rock bile girebiliyor. Dolayısıyla hem dinlediğim müzik türleri hem de çalarken seçtiklerim geniş bir yelpazede. 

Şu sıralar aklınıza takılan, en çok dinlediğiniz isimler kimler? 

Şu ara en çok Gaye Su Akyol’un yeni albümünü dinledim. Daha yeni yayımlandı ama Gaye tanıdığım ve çok sevdiğim bir müzisyen ve arkadaşım; albüm çıkmadan bir ay önce bana gizli bir link yollamıştı. Oradan bayağı bir dinledim albümü, çok da sevdim. İlk albümünü de zaten çok özel buluyordum ve severek dinliyordum. İkinci albüm ilkinin üzerine koyarak ve biraz daha dikey olarak çok sesli bir müziğe dönüşmüş. O minimallik hala duruyor ama onun üzerine kemanlar ve perküsyonlar eklenmiş. Bu aralar baştan sona özenle dinlediğim ve beğendiğim bir albüm. Onunla ilgili bir sürpriz de var, albümle ilgili remix durumları söz konusu; yurt içi ve dışından birçok DJ ve elektronik müzik insanı albümden parçalar seçip remix’leyecekler. 

©Nazlı Erdemirel

Dinlediklerinizin müziğinize olan etkisi nasıl oluyor?

Ne dinliyorsanız zaten ona göre şekilleniyor yaptığınız müzik. Hiçbir ses duymasak nasıl bir müzik yapardık mesela bunu düşünüyorum bazen. Esinlenme ya da feyz alma dİiye bir şey var mesela. Farkında olmadan daha önce dinlediğimiz birçok şeyi içeriyor yaptığımız müzik. Ya da özellikle örnek alıp yaptığım da oluyor. Zaman zaman bir şeye o kadar tutuluyorum ki mesela oradaki klavye sound’una benzer bir ses çıkarmaya çalışıyorum. O zaman birebir kopyalamak demeyeyim, ona benzer bir ses çıkarmaya çalışıp onun üzerine bir şarkı kurduğum da oluyor. Müzik bilginin olduğu ama hiçbir şey dinlemediğin bir dünya düşün mesela. En azından zaman zaman bunu uygulamanın faydalı olabileceğine dair bir yazıdan bahsetmişti Bilgi Müzik’ten çok sevdiğim hocam Seda Ergül. Bir çeşit ses detoksu gibi…

Ama müzik yapmak bir yandan da kümülatif bir şey değil midir?

Tabii ki, bir yerlerden alıp kendi yorumunuzu koyuyorsunuz mutlaka. Bu DJ’likte de böyle,  sonuçta başkalarının şarkılarını çalıyoruz biz de DJ olarak ama onu çalış stilin, ondan sonra ne çaldığın, onu mix’lerkenki tutumun tamamen senin etkin… Dolayısıyla iki farklı şeyden yeni üçüncü bir şey türetmiş oluyorsun. Başkasının şarkısını çalan bir DJ dahi olsan kendi filtrenden geçiriyorsun. Müzik yaparken bu daha belirgin oluyor tabii ki. Sesler, enstrümanlar seçiyorsun, çalıyorsun ya da çaldırıyorsun ve kaydediyorsun. Bu enstrümanlar zaten var olan şeyler, senin keşfin değil. 

Eski ve yeni çok iyi bildiğimiz pek çok şarkıya kattığınız farklı yorumlarla tanıdık aslında sizi... 

Evet, birçok insan da öyle tanımaya başladı zaten… Daha doğrusu house ve techno dışında müzik dinleyen bir kitleye de ulaştı.

Bu şarkılara farklı bir ruh kazandırma fikri nasıl doğdu? 

Aslında bu ilk başta bir fikir değildi. Beş altı yıl önce setlerimin içine 70’lerden eski Türkçe parçalar da dahil etmeye başladım. Sadece Türkçe de değil, çaldığım türü genişletme çabası hep vardı hep bende. Bu o zamanlar çok yaygın bir şey değildi. Çok az mekânda çok az DJ’in denemeye cesaret ettiği bir şeydi. Çünkü genelde insanlar alışık olmadıkları için, mekânlar ya da müziği çalan kişiler de çok cesaret göstermeyi tercih etmedikleri için genelde dans müziği; house ya da techno çalınırdı. Ben denemeyi sevdiğim için ilk başta son parça olarak çalmaya başladım. Misal ilk edit’ini yaptığım Özdemir Erdoğan’ın Aç Kapıyı Gir İçeri parçasıydı. Son parça olarak çalıyordum orijinalini. Sonra biraz intro’sunu uzatayım, orta bölümünü, bridge bölümünü uzatayım, enstrümantal kısımları, giriş ve son kısımları daha uzun olsun ve rahat mix’leyebileyim; son şarkı olarak değil de daha sonra set ortalarında da çalabileyim diye onu edit’ledim. Daha sonra bu tavır hoşuma gitti, eski şarkıları kurcalamaya daha çok merak sardım o dönemde. 2009-2010’lardı… Öncesinde dinlediğim ama çok derinlemesine takıldığım şeyler değildi, o zaman daha bir derinleşti. Yine o zaman Türkçe plakları eski funk, afro-jazz, orta doğu ve 70’ler plaklarını da daha çok toplamaya başladığım döneme denk geliyor. O dönemde plaktan sampling alma üzerine biraz yoğunlaştım. Ve bu biraz müziğe de yansıdı. Bu şekilde başladı. Daha sonra FOC Edits sayfası altından paylaşmaya başladık yaptığımız edit’leri. Maalesef bu sayfa hack’lendi ve Turkish Edits adında bir sayfaya dönüştü şu an. Şimdilik edit’leri aktif olarak paylaştığım bir sayfa yok ama setlerimde yer veriyorum hepsine. Ya da sevdiğim DJ’lere yolluyorum.

©Nazlı Erdemirel

Şarkıları bu şekilde edit’leyerek güzel tepkiler de aldınız…

Tabii çok güzel tepkiler aldım. O motive etti beni. Dolayısıyla yeni parçalar yani eski ama bizim için yeni olan parçaları dinlerken bunu da edit’leyebilir miyim, bunu edit’lesem neresini alırdım diye düşünmeye başladım. Bu da birbirini tetikledi ve domino efekti gibi devam etti. Hâlâ da devam ediyor…

Ben en son sizi Tasarım Bienali’nin açılışında dinledim… Orada birçok yabancı insanın göbek attığına şahit oldum...

Evet, bazı dinleyiciye bazı şeyleri çalamazsınız. Çok fazla Türk’ün olduğu yerde o kadar rahat Türkçe ağırlıklı parçalar çalamıyorum dürüstçe söylemem gerekirse. Ama çalmak için ne zaman Avrupa’ya gidebilsem ya da bienal partisi gibi yabancıların çoğunlukta olduğu bir ortama girebilsem daha rahat çalabiliyorum çünkü onlar için daha farklı ve ilgi çekici oluyor. Bizde biraz önyargıyla “aa bu ne, Türkçe çalıyor.” gibi bir tepki alabiliyoruz. Çok zorlamamaya çalışıyorum burada Türk dinleyicisine çalarken. Dolayısıyla bienal partisi de öyle bir partiydi hazır yakalamışken çaldım. Hatta en son parçam Ele Güne Karşı’ydı; bildiğimiz orijinal dokuz sekizlik versiyonunu çaldım. Eğlenceliydi, düğün tadında bir set oldu.

En çok hangi müzisyenin şarkılarına ve hangi türlere remix yapmayı seviyorsunuz?

Özdemir Erdoğan parçalarında çok iyi groove eden bas gitar ve davul mutlaka oluyor. O da edit’lemesi ya da remix’lemesi zevkli bir malzeme sunuyor bana. Tabii parçaya göre de değişiyor her zaman groove aramıyorum; bazen bir vokal ya da başka bir melodi de ilgimi çekebiliyor. Ama genel olarak groove ettiren şey davul ve bas olduğu için ona takılabildiğim parçaları seçiyorum. Barış Manço var birkaç tane, Curtis Mayfield var. Hümeyra, Nur Yoldaş... Çok çeşitli. Genelde Afro-funk içeren parçaları edit’lerken keyif alıyorum. Bir dönem Türkiye’de o çok iyi uygulanmış ve Türkçe folkla çok iyi sentezlenmiş. Tabii ki Amerika’da yapılan jazz’dan bahsediyorum ama onun kökeni de sonuçta Afrika olduğu için bunun örneğini veriyorum. Ama dediğim gibi her şey olabiliyor. Arabesk de olabilir yani, çalmayı seviyorum. Mesela Mehmet Aslan’ın bir edit’i var şu ara sık sık çaldığım. Mehmet çok sevdiğim bir DJ, prodüktör ve iyi bir arkadaşım. Onun İbrahim Tatlıses için yaptığı Ölürsem Kabrime Gelme İstemem parçası var; Gazel adıyla, plağı da yeni yayımlandı ve şu an çok iyi tepkiler alıyor. Ben de onu çalıyorum mesela, uzun bir intro, beşinci ya da altıncı dakikada bir anda İbrahim Tatlıses uzun hava şeklinde gazele giriyor "Ölürsem kabrime gelme istemem" diye... O çok ilginç tepki alıyor ama dediğim gibi öyle bir parçayı burada çalmak riskli. “Vay kıroya bak” gibi bir cümle duyabilirsin. 

Bu da biraz önyargı tabii...

Evet ama insanları da suçlamamak lazım. Bunu bir anda yüklememek gerekiyor. Bir anda bütün seti arabesk ya da oryantal Orta Doğu setine çevirmek iddialı olabilir Türkiye’de. Çünkü zaten burada insanların hep duyduğu, dinlemeyenlerin de dinlemediği bir şey o. Biraz daha aralarda, tadında güzel oluyor. Mesela baştan sona Türkçe edit çalınan setleri de çok keyifle dinleyemiyorum çünkü o da biraz zorlama geliyor bana. Ben her zaman karıştırmayı tercih ediyorum. Karıştıran DJ’lerin setlerini de daha keyifle dinliyorum. Örneğin Detroit techno parçanın üzerine bir edit, onun üzerine tekrar bir Chicago house ya da oradan bir Alman techno’su ya da Italo disco üzerine Türkçe bir edit duyduğumda daha çok hoşuma gidiyor. Eklektik setler dediğimiz daha farklı türlerin karıştırıldığı setler hoşuma gidiyor. Dj Harvey onu çok güzel yapıyor. Barış K... O da güzel karıştırıyor birçok türü. 

©Nazlı Erdemirel

Müzikle olan ilişkiniz nasıl başladı ve bunun sadece bir hobiden çıkıp profesyonel bir alana taşınma süreci nasıl oldu?

Hobiydi hep. Tüm çocuklarda olduğu gibi ortaokul ve lisede müzik merakım hep vardı. Gitar ve piyano dersleri aldım. İlgim de vardı yani ailesinin zorla ders aldırdığı çocuklardan değildim; severek, isteyerek kurcaladım hep. Ders almadan önce de rahmetli dayımın bir gitarı vardı bana hediye ettiği, onunla kendi kendime iyi bir noktaya da gelmiştim. Elime enstrüman alınca ufak tefek çalabilen çocuklardandım. Sonra dersler aldım, ortaokul gruplarımız oldu. Rock müzik cover’ladık, trash metal,  yaptık, Nirvana parçaları söyledik... 

Hepimiz gibi...

Aynen öyle. 1980 doğumluyum, 1992-94 yıllarında o dönemin çoğu genci gibi yaptık böyle şeyler. Sonra üniversite hazırlık için İngiltere’de okumaya gittim. Orada içimdeki sert çocuk biraz elektronik müziğe kaydı. O aralar Chemical Brothers, FatBoy Slim çok popülerdi. Ve içinde rock barındıran müziklerdi. O karışımla biraz biraz elektronik müziğe merak sardım. Bir yandan radyoculukla da uğraşıyordum, bir arkadaşımla beraber kendi rock müzik programımızı hazırlıyorduk. Sonra İngiltere dönüşü İstanbul’da Bilgi Üniversitesi’nde sosyoloji okumaya başladım. Ama daha sonra müzik bölümüne geçtim. 2003 yılına kadar DJ’lik zaten evde kendi kendime yaptığım bir şey gibiydi. 2003’te Dinamo açılınca Cervus ve Fuchs haydi gel bizimle çalış dediler, ben de seve seve dedim. Orada bir on sene kadar aralıksız çalıştım. O arada tabii ki prodüksiyon stüdyosunda prodüksiyona hâkim olmaya başladım; elektronik müzik bilgisayar ortamında nasıl yapılır onu öğrendim. Radyonun jingle’larını hazırlarken o programları da çok kurcalamaya başladım. Yani ortaokul yıllarındaki o grup müziği yapan Kaan gitti, yerine bilgisayarla müzik yapmaya çalışan Kaan geldi. Şimdi o ikisi birden karıştı. Bir kaç senedir bir stüdyom var, burada hem akustik enstrümanları kullanarak hem de bilgisayar ortamında synthesizer’lar, sequencer’larla nasıl müzik yaparım onu kurcalıyorum. Aslında müzik üretme fikri hep DJ’likten türedi. Radyo DJ’liği üzerine kulüp DJ’liği ve daha sonra stüdyo müzisyenliği ile Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü derken DJ’lik etrafında şekillenen bir elektronik müzik hikâyem oldu. Nereye evirilecek bilinmez... 

Plak merakınız nasıl başladı? Ben de bir plak dinleyicisi olarak plak kültürüne sahip çıkma fikrini çok önemli buluyorum. Plak koleksiyonunuzun Analog Kültür’e dönüşme süreci nasıl gelişti?

Evde anneme ve babama ait plaklar vardı. Pink Floyd’un The Wall plağı, bir kaç tane Neşe Karaböcek, Barış Manço, Hurşit Yenigün; Ruhi Su, Aşık Veysel plakları... Disko Fasıl serisi gibi yılbaşlarında çalınmak üzere alınmış plaklar da vardı... Tabii o zamanlar ilgimi çekiyordu. Zaten kaset dönemiydi, kaset de dinliyorduk. O zamanlar tanıştım plaklarla ama sonra biraz koptum. Sonra tekrar tanışmam 2000’lerde İngiltere’ye gittiğim dönemde oldu. Orada plak toplamaya başladım, oradan ilk çift turntable’ımı satın aldım. 1999-2003 arası evimde arkadaşlarıma küçük partiler veriyordum. Kendi mix tekniğimi geliştirmeye çalışıyordum. Juno diye bir web sitesi vardır, güncel elektronik müzik satın alabildiğimiz birkaç iyi siteden biridir; oradan sevdiğim house, techno, disco plaklarını toplamaya başladım. İlk başta plakla ilişkim partilerde çalabileceğim müziği toplama olarak başladı. Daha sonra Dinamo açılınca Crystal’da Together isimli bir gecemiz vardı, perşembeleri orada çalmaya başladım. Çaldığım müziği aldığım bir formattı plak. Daha sonra bir süre ara verdim; CD ya da USB ile çalmaya başladım ama tekrar 2008-2009 gibi sadece çaldığım değil ilgimi çeken, eskiden gelen bir anısı olan ya da yeni duyup da çok sevdiğim 45likleri, albümleri almaya başladım. Mesela Fikret Kızılok’un Haberin Var Mı? adlı Tehlikeli Madde grubuyla yaptığı parçası... Özdemir Erdoğan, Aç Kapıyı Gir İçeri... Nur Yoldaş Sultan-i Yegah, MFÖ, Yeni Türkü albümleri gibi.. Şimdi fiyatları çok çok yükseldi. Tabii o zaman bunlar kesin yükselecek diye düşünerek almadım; sevdiğim ve bende anısı olan parçalardı ve daha kolay bulunabiliyordu. İki senedir de şu anda içinde bulunduğumuz dükkân; Analog Kültür var. İki sene önce bu toplama işini plak dükkanı formatında bir yere dönüştürme fikri doğdu. 

Analog Kültür nasıl bir yer?

Analog Kültür bir plak dükkânı. Ama sadece bir plak dükkânı değil aynı zamanda ikinci el müzik aletleri bulabildiğiniz ya da plağınızı dinlemek için plak çalar, amfi, hoparlör bulabildiğiniz ama genelde 70-80’lere ait bir karakteri olan, tatlı bir duruşu olan, ahşap görünümlü ve iyi ses çıkaran aletlerin bulunduğu bir yer. Üzerlerinde bluetooth gibi çok tantana olmayan, analog sesi iyi iletmek üzere üretilmiş ve genelde ucuz olan aletleri bulabilirsiniz. Zaten burada hep iyi ses duymanın çok para gerektirmediğini söylemeye çalışıyoruz. Bir de geri dönüşüm yapmaya çalışıyoruz. Yani eski mekânlardan eski aletler bulup, iyi birkaç ustamıza onartıyoruz ve çalışır hâle gelen aletleri burada dinleyiciye sunuyoruz. Dolayısıyla yeni başlayan birçok genç arkadaşımız, buradan çok hesaplı ve iyi görünen, iyi ses çıkaran aletler alıp gidebiliyorlar. O Çin malı, plastik, yeni üretilen aletlerden almayın diyoruz, hem eski devrelerle üretilmiş analog cihazları yeniden kazanıyoruz, hem de insanları aynı fiyata daha güzel ve daha iyi ses çıkaran aletler vermeye çalışıyoruz. Bir yandan da dükkanın arkası müzik stüdyom. Stüdyom aslında sekiz, dokuz yıldır Arnavutköy’de faaliyet gösteriyordu. Plak dükkânı meselesi kafada yeşerince ikisini birden tek bir yerde topladım. İyi de yaptım, burası bir dükkan ya da stüdyo olmak dışında insanlarla bir araya gelip fikirle geliştirdiğimiz, sohbet ettiğimiz, müzik üzerine paylaşımlarda bulunduğumuz bir çatı oldu bizim için.

Yakın zamanda görüntülü ve sesli bir radyo istasyonu ekleme fikrimiz var. Dükkân kısmında zaman zaman canlı konserlerimiz oldu daha önce. Record Store Day’da birinci yaş günümüz, ondan daha önce de Boiler Room’un ilk session’ı burada oldu. Bu canlı session’ları haftalık ve saatlik programlar hâline getirmek, dükkânı da programcıları olan ama eski usül bir radyo gibi çalışan, canlı programcıların gelip bu havayı soluyarak program yaptığı bir radyo istasyonuna çevirme hayalimiz var ve şu an bununla uğraşıyoruz. Yine ara ara canlı konserler olacak burada. Bir yandan Taksim kötüye gidiyor deniyor ama burası güzel içerikler ürettiği sürece insanların buraya geleceğini düşünüyorum. Biz biraz sapa bir yerdeyiz Galata’nın biraz aşağısı, Kumbaracı Yokuşu ile Serdar-ı Ekrem arasındayız; zaten çok yürüme trafiği olan bir yerde değiliz. İçerik üreten küçük mekânların bir anda bulundukları mahalleleri dönüştürebileceğini düşünüyorum; daha önce Taksim’de de çok olan bir şey bu. Böyle bir iddiamız yok tabii ki ama buraya gelen insanlarla bir paylaşım içinde olmak istiyoruz. 

©Nazlı Erdemirel

Ne zaman için düşünüyorsunuz bu projeyi?

Şu an için epey bir yeşillendi proje. Ed Radio isimli yeni bir oluşumla güç birliği içindeyiz. Çok yakın zamanda hayata geçecek. Öncelikle günde iki-üç saat canlı olarak başlayacağız. Burası da canlı yayın üssü olacak. Daha sonra bunu arttırmayı planlıyoruz. 2017 başlarında başlarız diyelim.

2014 yılında katıldığınız ve İstanbul’da ilk olma özelliği taşıyan Boiler Room da burada düzenlenmiş. Bir sonraki yıl ise boğazda yeniden çalmışsınız. Boiler Room deneyimi sizin için nasıldı? Özellikle boğazda çalmak müthiş olsa gerek. Bir izleyici için çok farklı bir deneyim olduğu kesin ama, bir DJ olarak Boiler Room’u diğer performanslarınızdan ayıran nedir?

Tabii biraz farklı bir deneyim. Burada bizim yaptığımız biraz daha yayın için düzenlenmiş bir organizasyondu ve genelde kulüpte çalmak daha farklıdır. Kulüpte birkaç kişi çalar, ortam ısınır, daha sonra kulübün peak saati vardır; o saatte nispeten daha çok beklenen, konuk olan DJ çalar. Setler iki, üç saat uzunluğundadır. Boiler Room’daysa herkesin 45-50 dakikası var; biraz daha radyo seti çalar gibiydi bizim iki programımızda. Burada dükkândaki de öyleydi, teknedeki de öyleydi. Çok çılgın parti müzikleri tadında değildi. Bir de çok dinlenen, çok alışıldık şeyler değil de biraz burada müzik üreten DJ’leri, kendi ürettikleri parçaları çalabilecek ve kendi lokal dokunuşu olan arkadaşları seçtik. Ve onlar çaldı. Güzel bir deneyim ama tabii çok kısa bir set ve tam setin havasına girmişken bitiyor. Tam gözünüzün önünde, karşınızda bir kamera var; bir yandan sizi çekiyor o da biraz rahatsız edici bir durum. Ama keyifliydi, her ikisinden de çok keyif aldık. Bir şekilde Boiler Room’un İstanbul’a gelmesine ön ayak olduğum için de mutluyum. Tepkiler de olmadı değil. Neden şu çalmıyor, neden bu çalmıyor diyenler de çoktu. Sonuçta biz birbirini seven ve müziğini takip eden birkaç arkadaş bir araya gelip sevdiğimiz müziği çaldık. 

Bir daha Boiler Room’da çalacak mısınız?

Bu sene çok yoğunlardı, 2017 için yine temastayız. Yine özel bir lokasyonda yapalım istiyoruz. Boğazda yapıyor olmak ilgi çekiciydi. Yurtdışından izleyenler için özellikle. DJ’i görüntülü dinlemenin bir esprisi yok aslında. O da ayrı konu. Bana sahnede de öyle geliyor yani DJ çok perform eden, sahnede dört, beş kişi bir grup gibi izlenecek bir şey değil. Hatta zaman zaman sahnede kendime yabancılaştığım da oluyor. Bana dönük bir sürü insan var, ben sadece orada birkaç tuşa basıyorum. Bana dönük olmayabilirler aslında. 

Ama bu sıralar enstrüman çalmaya ve performansı biraz daha konser havasında gerçekleştiren isimler de var. 

Evet elektronik live işler artmaya başladı. Çok keyifli işler çıkıyor.

Bob Moses gibi mesela…

Evet, o tip şeyleri ben çok seviyorum; o gidişat da hoşuma gidiyor. Beş altı senedir oraya doğru bir yönelim var; DJ’likten biraz daha live elektronik işlere; Hatta grubun içine canlı davul ve gitar ekleme gibi işlere doğru yönelim var. Nicolas Jaar’ın, Bob Moses’ın yaptığı güzel bir hareket bence. Elektronik müziğin sadece DJ’lerin tekelinden çıkıp rock müziğe, funk’a, hatta klasik’e dokunması güzel. Türkiye’de de canlı perform eden elektronik müzikçiler artmaya başladı. 

Aynı zamanda bu yıl 11-20 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek Red Bull Music Academy Radio İstanbul’da 19 Kasım saat 19:00-20:00 arasında 90'lardan bugüne İstanbul kulüp sahnesi üzerine bir program yapacaksınız. Bu programda bizi neler bekliyor? 

Bu konuyu konuşabileceğim konuklarım olacak. Dediğim gibi ben daha çok 2003’te Dinamo’nun kurulmasıyla İstanbul kulüplerinde çalmaya başlamış biriyim. 1999-2003 arası sadece bir müşteri olarak oralarda bulunuyordum. 2003 sonrasında bil fiil profesyonel olarak çalmaya başladığım kulüplerdeki anılarımız, nereler vardı, nerelere gidilirdi gibi konuları konuşacağız. 2000 öncesini de o dönemde kulüplerde çalmış, konuya hâkim konuklarımla bir saatlik sohbetler edeceğiz. Hem bu işe emek veren insanları ve mekânları anacağız, hem de o dönemden bugüne parçalar seçeriz; her dönemin hitleri olur ya… 

Etkinlik kapsamında gerçekleşecek canlı performanslardan sizi heyecanlandıran bir sanatçı var mı?

Gökçen Kaynatan var. O çok saygı duyduğum, örnek aldığım bir insan ve müzisyen. Onun bu etkinlik serisinin bir parçası olmasında parmağım oldu, o nedenle ayrıca heyecanlıyım. Gökçen Kaynatan’ın Kırım Kilisesi’ndeki konserine birlikte hazırlanıyoruz. Aynı zamanda onunla güzel bir röportajım oldu The Note’ta. Bu seri etkinliklerin ve Radio’nun yeni yayımlanan dergisi; onun da okunmasını tavsiye ederim dinleyicilere… 1950’lerden beri müzik yapan, yaptığı işlerin şu an için bile çok deneysel duyulduğu bir müzisyen… Röportajın başında konuştuğumuz birçok şeyi dinlemeden acaba müzik yapsak, hiçbir şey dinlememiş olsak nasıl olurdu sorusuna iyi bir cevap… Tabii ki o dönem için dinlenebilecek birçok şeyi dinleyen bir isim Gökçen Kaynatan… Shadows’tan Aşık Veysel’e o dönemde dinlenebileceklerini dinleyen ama o günün şartlarında hem estetik algısı ve hevesi olan hem de bunu çok iyi yansıtabilmiş ve ilerici bir müzisyen. Dolayısıyla onun performansı için heyecanlıyım. 17 Kasım’da Kırım Kilisesi’nde olacak. Onun dışında Motor City Drum Ensemble ve Young Marco açılış partisinde çalacak. MCDE en son iki, üç sene önce geldiğinde onunla bir plak avına çıkmıştık İstanbul’da. Bu sene de bir gün fazla kalıyor; vakit uydurabilirsek yine plak avına çıkacağız. Aynı gün başka bir yerde çalıyorum ve büyük ihtimalle onun setini kaçıracağım; ama tavsiye ederim. 

©Nazlı Erdemirel

Plak şirketiniz Vesvese’yi ve kuruluş sürecini bize biraz anlatabilir misiniz?

2009-2010 yıllarında Küçük Otto’da çalıyorduk. Ben salı günleri çalmaya başladım; daha sonra Arman Akıncı’ya rica ettim gel hep beraber çalalım, ben senin müziğini çok seviyorum diye. O da bir şekilde benim müziğimden hoşlanıyormuş ve daha önce hiç birlikte çalmamamıza rağmen Dinamo’daki radyo programlarımızı dinlermişiz birbirimizin. Beraber çalmaya başlamamızdan birkaç hafta sonra bunun bir adı olsun dedik, adı “Salı Sallanır” oldu. Hadi biz müzik de yapıyoruz, bunu paylaştığımız, kendi kafamızda arkadaşlarımızı toparlayıp radyo programları ve podcast’ler yaptığımız bir çatımız olsun dedik. Ne olsun, Vesvese olsun adı dedik. Hatta onun ismini de Ali Kuru koymuştu. Ben bir gün yaptığım bir parçayı Ali Kuru’ya dinletmiştim, biraz sıkıntılı bir parçaydı. Vesveseli derler ya hani… “Vay, çok vesveseli olmuş” dedi. Biz de bu aralar bir oluşumun planını yapıyoruz, Vesvese onun adı olsun dedik. Öyle kaldı o. Bu isimle biz bir arada olduğumuz DJ’lerin podcast’lerini paylaştık, Dinamo’da “Vesvese On Air” adında bir programımız oldu, birçok kulüpte bu isim altında çaldık. Birlikten kuvvet doğdu, 2010’dan beri de öyle devam ediyor. Şimdi biraz yavaşladı ama yine de Minimüzikhol’de “Vesvese’li Perşembeler” devam ediyor. Ama yakın zamanda yine bir şeyler olacak, bir toplama plak çıkarmayı düşünüyoruz. Son beş senede şimdiye kadar bizimle birlikte çalmış ya da müzik üretmiş, ağırlıklı olarak Türk prodüktörlerin yer aldığı bir toplama olacak. Sonra da umarım arkası gelir. 

Son olarak, önümüzdeki süreçte gerçekleştirmeyi planladığınız ne gibi projeler var, bizimle paylaşabilir misiniz?

Vesvese adı altında düzenlediğimiz etkinlikler, Darkside, Nicolas Jaar konseriler: Moodymann, Move D,  dOp, DJ Harvey, Acid Pauli gibi birçok ismi ağırladı. 50’yi aşkın sanatçı yurtdışından etkinliklerimize çalmak için geldiler. Hepsi ilham aldığımız, sevdiğimiz ve burada dinleyiciyle paylaşmak istediğimiz isimlerdi. Yine o tip etkinliklerimiz olacak. Vesvese bir DJ kolektifi olmak dışında, dışarıdan örnek aldığı kişileri buraya davet edip farklı ebattaki mekânlarda paylaşmaya devam edecek. Onun dışında Analog Kültür devam edecek. Minimüzikhol’de “Vesvese’li Perşembeler” ve arada hafta sonu yaptığımız etkinlikler var. Room and Rumors adında yeni bir mekânımız açıldı Nişantaşı’nda, oranın aylık müzik programını hazırlıyorum ve haftada bir de çalıyorum. Nişantaşı’nda bir mahalle barı tadında bir yer. Arto Tunç, UFUK ve Ateş Tezer beraber çalacaklar. İlhan Erşahin, Evrencan Gündüz, Palmiyeler gibi gibi farklı türlerden canlı konserlerin yanı sıra DJ setlerinin de olduğu bir program hazırlıyoruz. Bunun dışında içeride ve dışarıda çalmaya devam ediyorum. Daha çok vakte ihtiyacım var, daha fazla müzik yapabilmek istiyorum. Umarım daha çok vakit ayırabileceğim. Yakında Mabel Matiz, Athena ve Gaye Su Akyol’a remix’ler geliyor. Müzik, DJ’lik ve çevresinde gelişen olaylar, olaylar…

*Kaan Düzarat, Red Bull Music Academy Radio İstanbul kapsamında Analog Kültür plak arşivinden seçtiği nadir Türkçe parçalarla hazırladığı mixle 17 Kasım 12:00-13:00 saatleri arasında dinlenebilecek. 19 Kasım günü ise 13:00-14:00 saatleri arasında mixleriyle, 19:00-20:00 saatleri arasında da “90’lardan Bugüne İstanbul Kulüp Sahnesi” adlı programıyla dinleyicilerle buluşacak.

0
10388
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage