27 KASIM, PAZARTESİ, 2017

“Her Şey Mümkün Çocukların Dünyasında”

Çocuklar için kaleme alınan Dünya İçin Bir Şans’ın yazarı Ece Erdoğuş Levi ve bu kitabın, Dev Havuç ve Kim Bu Gelen kitaplarının da yazar ve çizeri Gökçe İrten’le çocuk edebiyatı dünyasına, yazarlığa ve illüstrasyona dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Her Şey Mümkün Çocukların Dünyasında”

Yetişkinler için kaleme aldığı kitaplarla tanıdığımız Ece Erdoğuş Levi, bu kez çocuk okurları için bir roman kaleme aldı: Dünya İçin Bir Şans. Zihni sorularla ve hayatla ilgili gerçekleri düşünmekle dolu olan Can’ın hikâyesini anlatıyor bu kitap. Can’ın hikâyesine çizer Gökçe İrten’in de resimleri eşlik ediyor. Gökçe İrten, Dünya İçin Bir Şans’ın yanı sıra pek çok kitabın çizeri ve kendi iki kitabı Dev Havuç ve Kim Bu Gelen’in de yaratıcısı. Kitaplarının ortaya çıkış hikâyelerini, ikilinin nasıl bir araya geldiğini ve çocuk kitapları dünyasını konuştuk.

Ece Erdoğuş Levi ile sohbetimiz;

Aklında kocaman bir soru işaretiyle dolaşan, meraklı bir çocuğun hikâyesini anlatıyorsunuz Dünya İçin Bir Şans’ta. Bu hikâyenin oluşması ve yazıya dönüşmesi nasıl gerçekleşti? Neden meraklı bir çocuk karakteri yarattınız?

İlk önce “çocuk kitabı yazmaya nasıl karar verdim?” sorusuyla başlamam gerekiyor galiba. Ben aslında yetişkin kitapları yazıyorum, dört tane romanım var. Bir gün bir çocuk sahibi oldum ve çocuk kitapları dünyasının muhteşem bir dünya olduğunu fark ettim. Ve bu zamana kadar nasıl dışında kalmışım diye de hayret ettim kendime. Gökçe de iyi bilir illüstrasyon dünyası çok başka bir dünya ve çocuklara çok basit hikâyelerle çok fazla şey anlattıklarını ve bu dünyanın çok büyülü bir dünya olduğunu fark ettim. Nitekim çocuk kitabı yazma fikri ortaya çıktı. Birkaç deneme yaptım ve sonra bu kitap ortaya çıktı.

​Meraklı bir çocuk olmasının sebebi de çocukların sorularının bizi ne kadar derinlere götürebildiğini keşfetmem. Benim de üç yaşında bir kızım var ve acayip sorular soruyor bana. Bazen durup günler boyu düşünüyorum, “bana küçük bir soru sordu ama ne kadar çok şey anlattı, ne kadar çok şeyi cevapladı bu sorusuyla” diye. Çocuğum olduktan sonra çocuk kitapları dünyasına dalmam, bu kitabın hikâyesi. 

Ece Erdoğuş Levi ©Nazlı Erdemirel

Kahramanınız Can’ın şöyle bir sözü var: Aklımdan sorular geçip durmasa veya hala yanında olduğumu belli etmek için Çubuk Gözler’e sorular sorup durmasam varlığımıza dair en ufak iz kalmaz. Can, varlığını anlamlandırmak için mi yoksa kendini var etmek için mi sorular soruyor?

Aslında hem kendini tanımak için hem de dünyayı tanımak için sorular soruyor; çünkü en kestirme aracı soru sormak. Bunun için de etrafındaki insanları kullanıyor, annesini, babasını ve daha sonra ona hediye edilen şeyleri. Bu hem onun kendini tanımak adına yaptığı bir eylem hem de dünyayı tanımak adına yaptığı bir eylem.  Bunu yapması sonucunda azar azar tanışıklıklar ediniyor. 

Can’ın babasıyla bir gizli savaşı var. İkisi de birbirinin istediği özelliklerde değil. Ama annesi için “gözümün bebeği gibi sevdiğim” diyor. Neden ebeveynler arasında böyle bir seçim yaptınız? Anneler daha mı çok teşvik eder çocuklarını?

Aslında bu bireysel bir tercih doğrultusunda oldu. Ben ebeveynleri ayırmanın doğru olmadığını düşünüyorum, olmamalı da. Ama ister istemez anneler daha ön plana çıkıyor; çünkü bizim için çok daha fazla şeyi sırtlıyorlar, çok daha fazla şey için mücadele ediyorlar. Genel olarak çocukları daha fazla anlamaya çalışıyorlar bence. Bir çocuğu en iyi annesinin hissedebileceğini düşünüyorum. Anneyle çocuğun arasındaki bağ bambaşka. Orada ortak bir can var, karnınızdan çıkan, sizin kanınızla canınızla büyümüş bir varlık o. Bu yüzden de anne daha önemli. Kitapta anne daha derinliği olan ama baba biraz daha düz bir karakter. Can’ın sorularını bu yüzden baba sıkıcı buluyor. Mesela “Bir domates neden bir domatestir?” diye sorduğunda, “Domates domatestir işte, bunun üzerine düşünmek çok manasız bir şeydir, ayrıca insanları aptallaştırır,” diye söyleniyor. Baba sorgulamayı tamamen reddeden bir insan tipi olarak çıkıyor karşımıza. Anne de tam tersi çocuğu kucaklayan, yazmaya teşvik eden, onun yaratıcılığını ortaya çıkartan bir karakter. Evet, annelere biraz torpil geçtim bu romanda. :)

©Nazlı Erdemirel

Dünya için bir iyilik dileyen Can hikâye boyunca dünyanın saf vicdanı oluyor. Çıktığı yolculukta savaşla, yalnızlıkla, kötü insanlarla, çaresizlikle tanışıyor yani kötülüğün simgeleştirildiği karakterlerle tanışıyor ama onu çocuk dünyasında da yok ediyor. Can’ın aklından çıkaramadığı bir de yıkılmış bir şehirden gelen Tahir var. Göçmen konusuna da yine bir çocuk üzerinden eğiliyorsunuz. Doğrudan Tahir’in hikâyesini de anlatabilirken başka bir yoldan anlatıyorsunuz. Tahir’in hikâyesi nasıl bu hikâyede yerini buldu?

Tahir, Türkiye’nin gerçekliğinden yola çıkarak yarattığım bir karakter. Türkiye’deki çocuklar savaşı belki birebir yaşamıyorlar ama savaşı gören çocuklarla beraber büyüyorlar. Okulda tanışıyorlar ya da sokakta dolaşırken benim üç yaşındaki kızım benim elimde ama üç yaşındaki başka bir Suriyeli göçmen kız annesinin kucağında, sokakta direnmek ve büyümek zorunda kalıyor. Bunu görerek büyüyorlar. Suriyeli çocuk tarafından değil de bizim gördüğümüz taraftan bakmak istedim. Bu konuya değinmem de tamamen yazar olarak yaşadığımız gerçekten yola çıkıyor olmam. Bir takım şeyleri yazıyor olmamın sebebi bunları yaşıyor ve acı duyuyor olmam ve bunlarla ilgili bir şey yapamıyor olmam. Bir yazar olarak en etkili aracım bir şeyler yazmak ve insanların bu konuya dikkatini çekmek için olabildiğince yazmayı tercih ediyorum. Suriyeli insanları sokakta görüyor olmak beni çok incitiyor, utandırıyor.

​Şu anda İspanyolca öğreniyorum. Sınıfımızda Suriye’den gelmiş bir arkadaşımız var, her gün Suriye hakkında başka bir şeyle tanışıyoruz. Mesela öğretmenimiz geçen gün bize “Sizce iyi yaşıyor olmak, iyi yaşam nedir?” diye sordu. Arkadaşımız da “Ailemle sakin bir şekilde yaşıyor olmak.” dedi. Öğretmen de “Neden ailenle beraber, neden arkadaşların da yok bunun içinde?” diye sordu. O da “Çünkü hepsi öldüler,” dedi. Yani bizim bir parçamız bu hikâye. Kafamızı çeviremeyeceğimiz, görmezden gelemeyeceğimiz bir hikâye. Ben bir çocuk kitabı yazarken de bunu anlatmak istedim.

Peki Can’ın başka bir evrende çıktığı yolculukta karşılaştıkları çocukların büyürken edindikleri hayat derslerinin bir temsili diyebilir miyiz? Kendi dünyasında değil Yalnızlar Gezegeni’nde tanışıyor tüm gerçeklerle.

Aslında var ama ailelerin uzaklaştırması da söz konusu. Can da aslında birazcık kaçıyor. Mesela televizyonda savaş haberi çıktığında kanal değiştiriliyor. Kendisi de mesela annesi Suriyeli ailelere yemek, kıyafet götürdüğü zaman bununla yüzleşemiyor, kendini geriye çekiyor, sanki bu acıyı kaldıramayacakmış gibi hissediyor. Bazı çocuklar -ben de öyle bir çocuktum- her şeyden mesul hisseder kendini. Bütün kötülüklerin, olumsuzlukların sebebi kendisiymiş gibi ya da kendi yanlışlarıymış gibi hisseder. Sokakta kötü durumdaki birine yardım edemediği için suçluluk duyar. Can da bununla yüzleşemiyor. Bunu ancak hayalinde, çıktığı fantastik yolculukta hayal edebiliyor. Birazcık da gerçekleri birebir ele almak istemedim bir çocuk kitabı olduğu için. Yabancılaştırarak, soyutlaştırarak anlatmak istedim. Bu sebeple bir Yalnızlar Gezegeni var, yok olmuş bir hayat var. Aslında dünyanın bir distopyası. Evet buraya doğru gidiyoruz, böyle bir gerçek de var, bir çocuk da bunu fark etti ve bu hikâyeyi gelip anlatacak. Böyle bir soyutlama yapmak istedim. 

Kitabınızda olayları anlatırken renklerden, tatlardan yani duyulardan da yararlanıyorsunuz. Mesela sarılınca odaya turuncu bir mutluluk yayılıyor ki bu benim en sevdiğim cümle olabilir. Size de çağrışımları böyle midir, olayların hissettirdiklerinin bir rengi, tadı var mıdır?

Hem hissediyorum hem de çocukların bunları daha fazla hissettiğini düşünüyorum. Biz çok fazla dolduk artık, çok fazla uyaranla tanıştık ama çocuklar öyle değil. Benim kızım eline bir şey aldığında ilk önce koklar, hemen dokusuna bakar. Yine dünyayı tanımakla ilgili, her şeye çok fazla açık olmakla ilgili bir şey. Uyaranları daha fazla hissetmek ve içselleştirmekle ilgili bir şey. Yine bence üç yaşında bir çocukla birlikte yaşadığım için onun dünyasından yola çıkarak, çok da fark etmeden kendinliğinden ortaya çıkan bir şey oldu bu renkler, kokular. Aslında okur olarak da bunu çok hoş buluyorum. Ne kadar hissedebiliyorsak bir hikâyeyi rengini, kokusunu, tadını o kadar çok hikâyenin içine girebiliyoruz.

©Nazlı Erdemirel

Hatta bir yerde gözyaşının tadını alınca ağlamayı, acıyı bir kenara koyup onun tadını almaktan bahsediyorsunuz çok güzel bir detaydı, okuduğumda bunu yaşadığımı hatırladım ben de :)

Can içindekilerini sesli söylemek yerine, kompozisyonlar yazarak ifade ediyor kendini. Annesinin söylediği cümlelerle kendinde yeterli gücü hissediyor. Bu sözler için sizin esin kaynağınız nedir?

Can yaratıcı, akıllı bir çocuk. Bir de anne aslında oyuncaklar, hediyeler almak yerine onu yazıya yönlendiriyor. Ben de böyle bir çocuktum. Biraz da hikâyeyi okuyan çocukların kitaplarla yazıyla tanışmasını teşvik etmek istedim aslında. Yazının bizim kendimizi en iyi şekilde ifade edebileceğimiz yerlerden biri olduğunu düşünüyorum. Mesela ben normalde düşünmediğim şeyleri yazarken fark ediyorum ve bu benim çok hoşuma gidiyor. Bir keşfetme yolculuğu yazı aslında, bizde olduğunu fark etmediğimiz şeyleri yazarken ortaya çıkartabiliyoruz. Yazarken normal Ece’den çok daha fazla yaratıcıyım ve iyi şeyler ortaya çıkartabiliyorum. 

Ece Erdoğuş Levi ve Gökçe İrten ile sohbetimiz;

Yazar ve çizer arasındaki ilişkiye gelelim. Bir araya gelmeniz nasıl oldu?

Ece Erdoğuş Levi: hep kitap vesile oldu. Ama ben Gökçe’yle bu kitaptan önce tanışıyor olsaydım mutlaka yayınevime “Gökçe İrten isminde bir çizer var ve ne güzel şeyler çiziyor, beraber çalışsak,” derdim. İlk gördüğüm andan itibaren bayıldım Gökçe’nin çizimlerine.

Gökçe İrten: Benim için de öyle oldu. Çizerlere mesela yazılar gelir; nasıl ki yazar kendi çizerini seçebiliyorsa, çizer de kendi yazarını seçebiliyor. Yazı geldiğinde “Ben bunu hissetmiyorum, çizemiyorum” diyebiliyorsun, böyle bir özgürlük alanın var. Ama Ece’nin kitabını okuduğumda özellikle o Suriye kısmından çok etkilendim. Kitap öyle ki hayalle, heyecanla okumaya başlıyorsun daha sonra bir anda hüzünlenip sonra tekrar mutlu oluyor. Bu yüzden çok heyecanla çalıştığım bir kitap oldu. 

Ece Erdoğuş Levi ve Gökçe İrten ©Nazlı Erdemirel

Hikâye ve ardından çizim süreci nasıldı? Çizer tamamen özgür müydü yoksa yazar da isteklerini dile getirdi mi?

E. E.L.: Hayır, bana tamamen sürpriz oldu. Bence o aşama tamamlanıyor, sonuçta Gökçe bir sanatçı ve o kitapta neyi hissediyorsa onu ortaya çıkarması lazım. Bu aşamada yazarın “ben de şöyle bir şey düşündüm” demesi etkiler gibi geliyor.

G. İ.: Öyle oluyor. Aslında hem Ece’yle çalışmak hem de hep kitap’la çalışmak iyi oldu benim için de. Her zaman böyle olmuyor. Yazar bunu böyle yapalım, diyebiliyor; çünkü o da bir şeyler hayal ediyor. Kitabı okuyunca belli kısımlar bende hemen canlanıyor, eminim Ece’de de canlanmıştır. Ben bunları yavaş yavaş eskizlere dökmeye başlıyorum ve böylelikle ortaya çıkıyor. 

Çocuklar için bir kitap yazarken neleri fark edip, neler öğreniyorsunuz?

G.İ.: Çocuk olmayı :)

E. E. L.: Çocuklar nasıl bakıyor, bunun üzerine düşünmeyi öğreniyorsun.

G.İ.: Gerçekten muhteşem bakıyorlar. Ben çocuk kitapları çizmeye başladığımdan beri dünyaya yetişkin biri olarak bakmak istemiyorum. O kadar güzel ki çocuk dünyası. Küçük şeylere takılıyorsun, ufacık şeyleri görüyorsun. O yaprağın ucundaki kıvrımı görüyorsun.

E.E.L.: Yetişkinlerin dünyası daha karmaşık ve çok fazla şeyle doluyuz artık. Hem bugüne kadar biriktirdiğimiz şeyler var, hem de dünyanın farklı sorunlarıyla da meşgul oluyoruz. Çocuklar her şeyin özüne çok daha direkt, çok daha basit bir şekilde temas edebiliyorlar. Bu zaten yeterince büyüleyici bizim için. 

 ©Nazlı Erdemirel

Biraz yukarıdaki soruyla bağlantılı ama merak ettiğim bir konu çocuklar için kitap yazmanın yarattığı özgürlük alanları neler oluyor? Mesela Ece Hanım sizin yetişkin kitaplarınız da var. Hangisi daha zorlayıcı?

E.E.L.: İkisinin de zorlayıcı yanları var. Çocuk kitabı yazarken çok daha özgür hissediyorum kendimi; çünkü her şey mümkün çocukların dünyasında. Mesela Can, fantastik bir dünyaya çıkabiliyor. Elindeki formayı bir anda bayrak yapıyor, uçmaya başlıyor. Tabii bunların hepsini mantıklı nedenlere bağlıyorum ama yine de çok daha rahat hareket ediyorum.

G.İ.: Bağlamasan da olur.

E.E.İ.: Evet bağlamasan da olur. Mesela birden bire ağlamaya başlıyor her yer denize dönüşüyor, o sırada çizdiği resim bir anda kayık haline geliyor.

G.İ.: Bulut ağlıyor, dağ konuşuyor…

E.E.İ.: Evet, bir sürü şey yapabiliyorsunuz burada. Ama şöyle de bir şey var, mesela ben yetişkinler için yazdığım kitaplarda düşünceler üzerinden sarmal sarmal yazan bir yazarım. Ama burada kendimi durduruyorum, bir çocuk bunu okuduğunda bunu anlayabilir mi?, Fazla mı karmaşık? Bunu nasıl daha basitleştirerek anlatabilirim? diye düşünüyorum. Bazen cümlelerim çok uzun olabiliyor, bunun böyle olmaması gerektiğini görüyorum o yüzden kısa, net ama anlamı olan cümleler kurmalıyım çocuk kitabı yazarken. Bir de biraz önce de dediğim gibi düşünceler sarmalıyla yazıyorum, burada olaylar çok daha fazla arka arkaya gelmeli; çünkü dikkat hemen dağılabiliyor. Aksiyonun hep üst noktada tutulması gerekiyor. Yani çocuğun sıkılacağı bir dakikalık bile boşluk olmaması gerektiğini hissettim yazarken. Bu kitaptan sonra bir yetişkin kitabı yazdım ve çok fazla aksiyon üzerinden yazmanın ona da etki ettiğini hissettim. Çok fazla yararı oldu bana.

Gökçe İrten ile sohbetimiz;

Ben bir çizerin çocuklar için yarattığı dünyayı nasıl kurguladığını çok merak ediyorum. Çocuk kitapları alanında çalışmaya başlamanız nasıl oldu? Ne zaman başladınız?

Ben aslında Seramik ve Cam Tasarımı Bölümü mezunuyum. Daha sonra yüksek lisansımı Görsel İletişim ve Tasarım üzerine yaptım. Orada da çocuk kitapları üzerine bir tez yazmaya başladım. Yurt dışındaki çocuk kitapları öyle muhteşem ki oradan yavaş yavaş içime gelmeye başlamış olmalı sonra Türkiye’de de akademik anlamda böyle bir yazı olmadığını fark ettim ve onun tezimi bu konu üzerine yazmaya karar verdim. Keşfedişim ve bu piyasanın içine girişim öyle oldu aslında. 

©Nazlı Erdemirel

Hem kendi kitaplarınız hem de başka yazarların kitapları için illüstrasyonlar yapıyorsunuz. Burada iki soru birden soracağım.

Kendi kitaplarınızı hazırlarken hikâyenizi illüstrasyonlarla mı oluşturuyorsunuz, yoksa yazıya bağlı mı çalışıyorsunuz? 

Görsel geliyor ilk olarak. Mesela şu anda da yaptığım bir kitap var. Bir görsel geldi aklıma ve ardından devam ettim. Aslında görselle anlatmak çok zor, ilk kitabım da hatta sessiz kitaptı Kim Bu Gelen?, hakikaten çok zordu. Senaryoyu kurma aşaması, yerleştirmeleri... Kelimeyle görsel birbirini desteklediği noktada çok daha iyi, kolay bir şey çıkartabiliyorsun ortaya. Sadece görselle anlattığında her şeyi görselle vermek gerekiyor. Her ayrıntıya dikkat etmek, büyüğün küçükle ilişkisini anlatmak bayağı zorluyor. Dev Havuç’ta kendi resmimi kendi sözcüklerimle desteklediğim için çok rahat bir süreçti benim için. Şu kelimeyi çıkartayım, şu tavşanı koyayım bu da yeterli gibi, kelimenin söylemediğini resim, resmin söylemediğini kelime söylesin oldu. O da çok keyifli oldu. 

Bu daha mı kolay oldu peki?

Evet çok daha kolay. Bir de hem yazar hem çizeri kendim olduğum için daha rahat bir çalışma oldu. 

Peki yazarların kitapları için hazırladığınız çalışmalar için ön çalışmanız nasıl oluyor? Yazarla iletişiminiz oluyor mu?

Aslında yazarla iletişim yazarın yazdığını okumamla oluyor. Oradan vermek istediği duyguyu da nasıl bir şey hayal edebileceğini de anlıyorsun. Yazının karakterinden kitabın karakteri çıkıyor ortaya. Dolayısıyla iletişime birçoğuyla geçmedim, ama bazen isteklerini yayınevi iletebiliyor. Onun dışında yazının akışından nasıl bir çizim olabileceği, nasıl pantonesi olacağı yavaş yavaş gözümde canlanıyor. 

Bazı çalışmalarınızda tekniğini daha sade tutuyorsunuz bazılarında kolaj yapıyorsunuz. Çalışma metodunuz hayal gücünüzle mi paralellik gösteriyor? Ben sosyal medyanızda paylaştığınız kolajları da çok seviyorum.

Ben de kolaj yapmayı çok seviyorum. Çocuk kitaplarında bazen deadline’lar olduğu için hepsini tek tek kesip yapamıyorum, o zaman dijital kolaj yapıyorum. Orada ayrım oluyor. Dev Havuç’ta mesela elle kestiğim kolaj vardı. Ama dediğin gibi karışık teknik de yapabiliyorum o an elime  ne gelirse onu kullandığım oluyor.

Ülkemizde çocuk kitapları için çalışan illüstratör sayısı oldukça az. Önceden belli isimler dışında kimse yoktu. Çocuk kitaplarımız genelde resimsiz oluyordu. Genellikle çeviri kitaplarda görüyorduk çizimleri. Siz bu azınlıkta yer alan çizerlerden birisiniz. Sizce nedeni ne? Sizin motivasyonunuz ne oluyor?

G.İ.: Sayı evet az ama çok güzel bir biçimde artıyor. Bence değer verilmemesi ya da uğraşılmaması da diyebiliriz bu azlığın sebebine. Hala daha çok fazla yurt dışından çeviri yapılıyor çocuk kitaplarında. Yayınevlerinin kolayına gelmesi olarak da düşünüyorum bunu. Yazarı da var çizeri de var, hazır bir kitap alıp onu çeviriyor, çok emek isteyen bir iş değil haliyle. Ama Türkiye’de yazarı bulması, ona göre çizer bulması lazım onun üzerinden bir editörün geçmesi lazım. Zahmetli bir iş. Bana kalırsa çok daha değerli; çünkü Türkiye’de çok yetenekli insan var. Bunların ortaya çıkması gerekiyor.

E.E.L.: Bir de Türkiye’den biri Türk okuruna sesleniyor. Bizim içimizden çıkan bir şey daha kıymetli. Her ne kadar güzel kitaplar olsa da Türk yazarları tercih ediyorum kızıma okurken.

G.İ.: Piyasa genişledikçe insanlar böyle bir piyasanın varlığını fark edip bu piyasanın içine giriyorlar. Bu bir döngü aslında. Biz ortaya çıkartmalıyız ki insanlar gelsin, piyasanın değeri artsın.

Gökçe İrten ©Nazlı Erdemirel

Peki çizerlerin de çocuk kitabı dünyasını tercih etmemesi söz konusu mu?

Bazıları öyle düşünüyor olabilir. "Bundan ne kazanabilirim?" gibi düşünceleri olabilir. Ama konu aslında ortaya bir şey çıkartmak. Sen orada çocuğun aklına girebiliyorsun, hayatını değiştiriyorsun. Ben bir yetişkinle iletişimdense çocukla iletişimi tercih ediyorum. Onu değiştirip, yön verebilirsin çünkü. Hayatını değiştirebilirsin bir şeyle. 

Kitaplarınız çocuklardan nasıl tepki aldı. Biri sessiz bir kitap olan Kim Bu Gelen? diğeri hikâyeyi sizin verdiğiniz Dev Havuç. Çocuklar bunlar için nasıl yorumlar yapıyor?

Çocuk okurlarda hiçbir değişiklik olmuyor. Veli eline Kim Bu Gelen?’i aldığında “Aa bunun yazısı yok, bir problem var mı sizce de?” diye dönüp bana gösteriyor. “Hayır, siz yazabilirsiniz, siz yapın. Oturun başına her defasında farklı bir hikâye yaratın.” Diyorum. Çocukta hiçbir problem yok “Burada ne oluyor?” diyorum, anlatıyor: Zürafa geliyor, tavuk oradan zıplıyor, öyle oluyor. Çocuklar çok güzel kurguluyor her şeyi, hafife alınmamalılar.

Dünyadaki çocuk kitaplarıyla Türkiye’deki çocuk kitapları arasında ne gibi farklar görüyorsunuz? 

Yurt dışındaki çocuk kitapları 1700-1800’lerde başladığı için aramızda bir 300 yıl kadar fark var. Çok önce başladıkları için çok büyük bir ilerleme katetmişler. Çocukların, ailelerin algısı çok farklı. Bizde biraz gelişmesi ve ilerlemesi gerekiyor ki biraz değişmeye başladı. Burada mesela ailenin elinin gitmediği şey yurt dışında binlerce basılmış. Birçok konuyu çocuk kitabıyla anlatıyorlar. Bologna’da çocuk kitabı fuarı oluyor, her yıl gitmeye çalışıyorum. Bazen bu çocuk kitabı değil, yetişkinler için bir sanat kitabı diyebileceğiniz şeyler çıkıyor. Burada onu yapamazsın şu an ama ilerleyen zamanlarda yapacağız. Artık değer verilmeye başlandı ve iyi gidiyor. Biraz daha yıllarımız var ama bence. 

Burada yazarı ve illüstratörü kısıtlayan etmenler neler oluyor. Sizin kendinizi sansürlediğiniz zamanlar oluyor mu?

Daha yeni böyle bir gündem oluştu, çocuk kitapları psikologlar tarafından değerlendirilsin gibi konuşmalar oluyor. Sansür nerede olursa olsun kötü olduğu için ben bunu yanlış buluyorum. Hangi billboard, hangi televizyon programı, hangi tabletteki oyun, video psikologlar tarafından denetleniyor ki çocuk kitabında bu talep ediliyor. Tek etki edilebilen şey çocuk kitabı olduğu için o an ona etki etmeye çalışıyorlar. Onun yerine elindeki tableti alıp yerine ne olursa olsun kitap verse ve çocuk orada neyin iyi, neyin kötü olduğunu fark etse daha iyi olabilir. Ben otosansür yapmıyorum ama bazen oluyor. O da yetişkin ağzıyla yazdığında onu değiştiriyorum, o kadar. 

©Nazlı Erdemirel

Kitabın hem son hem de kapak sahnesi Can’ın annesine sarılışını gösteren çalışman ki kitabın görsel anlamdaki karşılığı olarak harika bir uyum gösteriyor. Kitabı okuduğunda sende Dünya İçin Bir Şans’ın bu sarılışla resimlenmesi nasıl oluştu?

G.İ.: Ece’nin başta da bahsettiği gibi kitapta anneye verilen değer çok büyük. Hakikaten anne bir değer olarak var orada. Kitabın içerisinde aslında anneden karakter olarak hiç bahsedilmese de anneye mektup, anneye ithaf var, sonunda anneye kavuşma var. O yüzden öyle oldu aslında. Kitabın alt zemininde hissetiğim bir şey bu.

E.E.L.: Evet özüne dokunan bir şey oldu. Yani her ne kadar savaş da olsa, barış da olsa, dünya için bir şans da dilese anne ile çocuk ilişkisi kitabın temel noktalarından bir tanesi. Onun özünde de kitabın özünde de biraz sevgi yatıyor.

G.İ.: Biraz değil, çok sevgi. :)

E. E. L.: Ben de mesela Gökçe’nin o illüstrasyonunu gördükten sonra başka bir şey düşünmedim. Direkt “evet, çok güzel olmuş” dedim.

G.İ.: Kitap bana kalırsa tamamen "sevgi" olduğu için, Dünya İçin Bir Şans çok duygusal.

Önümüzdeki zamanda gerçekleştireceğiniz projeler neler? Biraz onlardan bahseder misiniz?

E. E. L.: Ben çocuk kitapları yazmaya devam edeceğim. Şu an okuma aşamasındayım, yeni yeni kitaplar keşfediyorum. Ondan sonra tekrar bir çocuk kitabı yoluna çıkacağım. Onun dışında bir yetişkin kitabı bitirdim o da yayınevinde. Önümüzdeki sene yayımlanacak.

G. İ.: Benim de bir tane bitirdiğim, bir tane de yazdığım ve çizmeye devam ettiğim iki kitabım var. Yine resimlediklerim de var. Kişisel sergim olacak yakında. 

0
11003
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage