Pelin Uran’ın küratörlüğünü üstlendiği “Let’s talk about y/our anger” sergisi, 19 Eylül-31 Ekim tarihleri arasında 18. İstanbul Bienali’nin paralel etkinliklerinden biri olarak Bilsar Arka Bina’da sanatseverlerle buluşacak.
“Pelin Uran’ın yeni sergisi, devam eden bir yas hikâyesi üzerine kurulu üçlemenin son ayağı. Kavramsal öncülü olarak 2018 yılında Galeri Nev İstanbul’da gerçekleştirdiği ölüm temalı ‘Böyle olacağını bilmediğimiz de bir o kadar kesin’ ve 2022 yılında Kurtuluş Rum İlkokulu’ndaki yaralanabilirlik temalı ‘Senin de Yaran, Rosa’ sergilerini gösteriyor. Üçlemenin son ayağı olan serginin başlığı 2 karakterin hayali bir sohbetinden esinleniyor ve kızgınlığı bir duygu-hatta en sık tecrübe edileni- olarak ele alıp saldırganlık ve öfke gibi harici davranışsal tezahürlerini içeren yahut içermeyen daha geniş bir olgu mahiyetiyle konumlandırıyor.
Kızgınlık tarihsel açıdan sıkıntıyla, kederle, acıyla, eziyetle, dertle, cefayla, can çekişmeyle, pişmanlık ve kısıtlamayla ilişkili. Öte yandan günümüzün gündelik dil ve edebiyatında saldırganlık, gazap, öfke, hiddet, infial kelimeleriyle birbirinin yerine geçebilecek şekilde kullanılıyor. Diğer bir deyişle, kızgınlığın harici işaretlerine ve dışavurumuna tekabül ediyor daha ziyade. Bu da açıklık getirmektense daha fazla kafa karışıklığına sebep oluyor.
Gel kızgınları(nı/mızı) konuşalım öyleyse söz konusu karışıklığa açıklık getirme iddiasında olmaktansa şu soruları soran sergi sanatçıları ile birlikte bir keşfe çıkmakta:
Kızgınlık nedir? Neden kızarız?
Kızgınlık kendimizde ve başkalarında kabul edilebilir bir duygu mudur?
Kültüre ya da toplumsal cinsiyete özgü müdür?
Kızgınlığımızı hisseder, dolayısıyla onunla yüzleşir miyiz yoksa uyuşturmaya mı çalışırız?
Saf kızgınlık diye bir şey var mıdır yoksa bu duygu başka duygularla iç içe midir daima? Kızgınlık başka şeyleri gizler mi: Öyleyse neleri?
Kızgınlığı kendimizde bile teşhis edemiyorsak başkalarının kızgınlığıyla ilişkilenmek mümkün müdür?
Kızgınlık duygusuna her zaman tepki mi veriyoruz, yoksa kapsayabilmek mümkün mü?”
Sergide yer alan sanatçılar: Alejandro Cesarco, Franco Bellucci, Hassan Khan, Leyla Postalcioğlu, Liz Magic Laser, Lu Yang, Marta Azparren, Meral Erten, Mihran Tomasyan, Nascimento/Lovera, Sevi Algan ve Shaun Leonardo.
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, Amerikalı sanatçı ve eğitimci Suzanne Lacy’nin “Birlikte/Togaether” başlıklı kişisel sergisini 12 Eylül-14 Aralık tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
1970’lerden günümüze kadın ve toplum odaklı yaklaşımıyla feminist sanatın öncüleri arasında anılan Suzanne Lacy, toplumsal katılım ve gönüllülüğe dayanan üretim anlayışıyla “yeni tür kamusal sanat”ın kurucuları arasında gösteriliyor. Elli yılı aşkın süredir kadınların toplumsal deneyimlerini merkeze alan geniş katılımlı performanslarıyla uluslararası sanat dünyasında önemli bir yere sahip olan Suzanne Lacy’nin Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergisi sanatçının video enstalasyonları ve kolektif üretimlerini Türkiye’de ilk kez kapsamlı biçimde bir araya getirecek.
Suzanne Lacy’nin çalışmaları; özellikle kadınların kimlik, özgürlük, şiddet, istihdam ve yaş alma gibi deneyimlerini görünür kılarken; sanatçılar, akademisyenler, yerel yönetimler ve aktivistleri bir araya getirerek toplumsal cinsiyet sistemlerine dair güçlü bir tartışma zemini oluşturuyor. Yıllara yayılan bu projeler, müze mekânında video enstalasyonlar aracılığıyla izleyiciyle buluşuyor. Sakıp Sabancı Müzesi, estetik olduğu kadar politik bir boyut da taşıyan bu sergiyle müzelerin toplumsal sorunlar karşısındaki etki gücüne dikkat çekmeyi; izleyiciyi çağdaş sanatın toplumsal boyutuyla buluşturmayı ve sanatçıların bu konudaki sorumluluk ve etkisini vurgulamayı amaçlıyor.
Sergi süresince düzenlenecek atölye çalışmaları, çocuk eğitim programları ve konferanslarla Suzanne Lacy’nin sanatsal pratiği derinlemesine işlenecek. Etkinliklerin ilki, 13 Eylül Cumartesi günü saat 14.00’te gerçekleşecek sanatçı konuşması olacak; Suzanne Lacy, Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Prof. Dr. Ahu Antmen ile bir araya gelecek.
Künye: Fısıltı, Dalgalar, Rüzgâr, 1983–1984 Performans © Suzanne Lacy
Oscar ödüllü yönetmen Chloé Zhao’nun Hamnet isimli yeni filminden ilk fragman paylaşıldı.
Shakespeare’in en kişisel hikâyelerinden birine odaklanan film, Maggie O’Farrell’in aynı adlı romanından uyarlandı. Filmde, Paul Mescal William Shakespeare’e hayat verirken, Jessie Buckley ise Shakespeare’in eşi Agnes rolünü üstleniyor. Senaryosu Chloé Zhao ile Maggie O’Farrell tarafından kaleme alınan filmin oyuncu kadrosunda Jessie Buckley, Paul Mescal, Emily Watson, Joe Alwyn yer alıyor. Filmin yapımcıları arasında; Liza Marshall, Pippa Harris, Nic Gonda, Sam Mendes, Steven Spielberg, Kristie Macosko Krieger, Laurie Borg, Chloé Zhao bulunuyor.
Hamnet, William Shakespeare (Paul Mescal) ve eşi Agnes Shakespeare (Jessie Buckley)’in, 11 yaşındaki oğulları Hamnet’in (Jacobi Jupe) kaybıyla yüzleşmesine odaklanıyor.
Yakında vizyona girecek Hamnet filminin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.
KAIROS, Murat Balcı’nın “Suret-i Mecaz” başlıklı kişisel sergisini 12 Eylül-4 Ekim tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak.
“Suret-i Mecaz” sergisi, Murat Balcı’nın 21. yüzyıl insanını kendi gözlem ve deneyimleriyle gerçekleştirdiği deşifreye odaklanıyor. Toplumsal dönüşümün birey üzerinde yarattığı anlamsal boşluklar üzerine yüzleşme ve çözünme arasında gidip gelen bu deneyimsel süreçte ortaya çıkan yapıtların bir aradalığı, herkesin az ya da çok hissettiği değişime ışık tutuyor.
Murat Balcı, bu yüzyılın sarsıcı dönüşüm hikâyesini kendi imgesi üzerinden aktarırken yabancılığın sınırlarını silerek toplumların ortak bir deneyim haritasına erişiyor. Böylece serginin öznesi olmaktan ayrılan sanatçı, anlatısını toplumun bir otoportresi olarak kurguluyor. Bu yüzyılda sistematik olarak toplumu yıkıma ve yeniden yapılanmaya iten eylemleri, yeni oluşan kimlikleri, metalaşan personaları, değişen sosyal ilişkileri ve iletişim yöntemlerini mesafeli bir bakışla gözlemleyen Balcı, “Suret-i Mecaz” sergisiyle yaşadığı zamanı anlama çabasına izleyenleri de davet ediyor.
Künye:
1. Murat Balcı, Boşlukta Bir Saniye, One Second in the Void 2025 45x32cm Kağıt Üzerine Mürekkep Ink on Paper
2. Murat Balcı, Nature Fausse Beyaz, White 2025 40x52cm Kağıt Üzerine Mürekkep Ink on Paper
3. Murat Balcı, Nature Fausse Kırmız, Red 2025 56x56cm Kağıt Üzerine Mürekkep Ink on Paper
Ağacın Hafızası ile çok sevilen yazar Tina Vallès’in cesaret, özgüven ve kendi yolumuzu bulmakla ilgili hikâyesi Mira, Emrah İmre’nin çevirisiyle Can Çocuk’tan çıktı.
On yaşındaki Mira meraklı ve etrafındaki dünyaya karşı hayli eleştirel bir kız çocuğudur. İzlemeyi sever, izlenmeyi değil. Ve çok da utangaçtır. Hem de abartılı bir biçimde... İlgi odağı olmaya dayanamaz. En sevdiği şey resim yapmaktır, kalemi eline alınca saatler su gibi akıp gider. Ailesi onu kasabadaki dans akademisine yazdırınca Mira'nın dünyası başına yıkılır. Gelgelelim Mira aynı zamanda gururludur ve bu meydan okumayı kabul eder: Kim bilir, belki de dans ederse nihayet utangaçlığını yenebilecektir.
Amerikan folk rock sahnesinin özgün seslerinden The White Buffalo, %100 Müzik katkılarıyla ve Epifoni organizasyonuyla 13 Eylül’de IF Performance Hall Beşiktaş’ta konser verecek.
Jake Smith, nam-ı diğer The White Buffalo, güçlü hikâye anlatıcılığı, sinematik şarkı sözleri ve etkileyici vokal performansıyla dünya çapında geniş bir hayran kitlesine sahip. The White Buffalo’nun çalışmaları arasında ülkemizde de çok sevilen Sons Of Anarchy, This Is Us, Californication, The Punisher, The Terminal List dizileri ve Shelter, Safe Haven ve West of Memphis filmleri de dahil olmak üzere TV ve film dünyasında öne çıkan şarkı ve film müzikleri yer alıyor. The White Buffalo’nun karanlık blues ve hafif Amerika kökenli folk müzikleri, FX’in orijinal dizisi Sons of Anarchy’nin yedi sezonu boyunca toplam 11 şarkıdan oluşan bir soundtrack oluşturdu. SOA’nın dizi finalindeki son şarkı “Come Join The Murder”, The White Buffalo’ya ilk Emmy Ödülü Adaylığını kazandırdı.
Erdem Taşdelen’in “İhtilaflar” başlıklı kişisel sergisi, 18 Eylül-24 Ekim tarihleri arasında BüroSarıgedik’te sanatseverlerle buluşacak.
“İhtilaflar” sergisi, izleyiciyi gerçekliğin tek bir anlatıcı tarafından dikte edilmediği, akışkan, rüyavari bir anlatıya davet ediyor. Sanatçı, egemen toplumsal söylemlerin ötesine geçerek, yeni görme biçimlerine ve çok sesli bir deneyime kapı aralıyor. Sergi, üç farklı mecrada şekilleniyor: Aynı adlı video işi İhtilaflar, kimliğin sınırlarının sürekli yeniden tanımlandığı çok katmanlı bir anlatı örerken; Tezahürler adlı fotoğraf serisi, algının sınırında gezinen bulanık imgeler aracılığıyla görme ediminin kendisini sorguluyor. Uzun ve Dramatik Bir Sessizlik başlıklı performansın grafik notasyonu ise yalnızca sahne yönergeleriyle sınırlı kalmayıp, izleyiciyi felsefi ve politik bir sorgulamaya çağırıyor. Performansın Londra’da Studio Voltaire adlı kurumda eş zamanlı olarak seyircilerle buluşması, kolektif bir ‘şimdi’ yaratılması üzerinden okunabilecek bir bağlantılılık hâline işaret ediyor.
“İhtilaflar” boyunca, sanat ile yaşam, kurgu ile gerçek arasında kurulu geleneksel sınırlar çözülüyor. İzleyici yalnızca bir gözlemci değil, anlatının aktif bir parçası hâline geliyor. Erdem Taşdelen, büyük harfli siyaset yerine gündelik yaşamdaki mikro müdahalelere odaklanarak, çağdaş dünyanın baskıcı söylemlerinden arınmış, çok sesli bir direniş anlatısı kuruyor.
Künye:
1. Frictions, single-channel 4K video, 55 mins. 35 secs. İhtilaflar, tek kanallı 4K video, 55 dk. 35 sn.
2. Score for A Long Dramatic Pause: 1/12 - Assume form, silkscreen print on gabardine fabric, 36x60 cm, 2025 Uzun ve Dramatik Bir Sessizlik İçin Grafik Notasyon: 1/12 - Biçim al, gabardin kumaş üzerine serigrafi baskı, 36x60 cm, 2025
Jennifer Clement’in PEN/Faulkner Ödülü adayı olan, Meksika’da kadınları, kayıplara karışanları ve kaybedecek pek bir şeyi olmayanları anlattığı romanı Kadınlar Ormanı, Melisa Kesmez’in çevirisiyle Siren Yayınları’ndan çıktı.
Clement; akrepler ve akbabalarla, erkekler ve erkek şiddetiyle boğucu bir dünyanın sınırlarını kadın sözleri, kadın sesleriyle genişletiyor. Kadınlar Ormanı bittiği yerde başlayan, farklı coğrafyalarda benzer zorluklarla mücadele eden kadınları birbirine bağlayan bir roman.
Güzelliğin tehlike, genç kız olmanın suç sayıldığı bir yer. Anneler, kartelin eline geçmesinden korktukları kızlarını oğlan çocuğu gibi giydirir, onları ellerinden geldiğince çirkinleştirir. Uyuşturucu baronlarına ait siyah arazi araçları köye indiğinde kızlar toprağın altına gömülür, hayaller tehlike geçene değin ertelenir... Burada toprak hem ölülere hem de dirilere gebedir ve kadınlar, hayatta kalmak için gölgelere karışmayı öğrenir. Adını babasının annesine ihanetinden alan Ladydi Garcia Martínez, işte bu tekinsiz topraklarda doğar ve büyür. O da diğerleri gibi saklanmayı, görünmez olmayı ve kendi dayanışma ağlarını kurmayı öğrenir.
Doğukan Çiğdem’in “Kökler ve Kanatlar” başlıklı kişisel sergisi 9 Eylül-4 Ekim tarihleri arasında Galeri / Miz’de sanatseverlerle buluşacak.
Sergi metnini Dr. Feride Çelik’in kaleme aldığı sergide Doğukan Çiğdem, geçmişin kökleri ile gelecek arasındaki gerilimden besleniyor. Çiğdem’in karakteristik çizgi roman estetiğiyle oluşturduğu figürler, bu sergide arkeolojik miras ve modern dünya arasında bir yolculuğa çıkıyor. Sanatçının önceki işlerinde Göbeklitepe’nin taş sütunlarından bugüne uzanan köprü, bu kez medeniyetin katmanları arasından geçerek geleceğe, belirsiz bir zamana doğru açılıyor.
12.000 yıl öncesine uzanan tarihsel izler, modern dünyanın baş döndürücü hızıyla birleşerek izleyiciyi hem heyecanlandıran hem de tedirgin eden bir karşılaşma yaratıyor. Çiğdem’in kanatlı figürü hem çekici hem de ürkütücü bir varlık olarak çağdaş medeniyetin insanlık üzerindeki ikircikli etkisini temsil ediyor ve olağanüstü ile tehlikeli olanın sınırında dolaşıyor.
Sanatçının önceki dönem çalışmalarından farklı olarak tuvallerinde bitki motifleri ile karşılaşıyoruz. Kimi zaman figürlerin kanatlarında filizlenen bu motifler, sanatçının kültürel hafızaya uzanan ipuçlarını görünür kılıyor. Çiğdem, ayrıca eski bir halının bitki desenlerini kanat biçiminde keserek geçmişin dokusunu geleceğin hayaline dönüştürüyor. Çiğdem’in resimleri yoğun çizgi dili, güçlü kontrastlar ve katmanlı arka planlarıyla izleyiciyi hem tarihsel hem de duygusal bir kazıya davet ediyor. Sergi, köklerimiz olmadan kanatlarımızın olup olamayacağını sorgularken, insanlığın belleği ile geleceğe dair hayal gücü arasında bir yolculuk öneriyor.
Margaret Atwood’un kelime oyunları ve yaratıcılığıyla harmanladığı üç sıra dışı masalından oluşan 3 Muzip Matrak Masal adlı kitabı Dušan Petričić’in illüstrasyonları ve Fatih Erdoğan’ın çevirisiyle Doğan Çocuk’tan çıktı.
Atwood, hikâye anlatıcılığını üst seviyeye taşıdığı bu eserle benzersiz üslubunu çocuk edebiyatına taşıyor. İlk kez Kanada ve ABD’de yayımlanan ve kısa sürede klasikler arasına giren 3 Muzip Matrak Masal, edebiyatın çok katmanlı dünyasını hem çocuklara hem de yetişkinlere ulaştıran nadir örneklerden biri. Bu masallar, yüksek sesle okunduğunda çocukların dil gelişimini destekleyip kelime dağarcıklarını zenginleştiriyor.
Her biri farklı bir harfi merkezine alan bu üç masal; mizah, kafiye ve sözcük oyunlarıyla hem çocuklar hem de yetişkinler için benzersiz bir okuma deneyimi sunuyor. Kimi zaman bir mutfakta, kimi zaman bir çamaşırhanede başlayan hikâyeler; Kızıl Kâkül ve korkunç kuzenleri, Bahtsız Bebek ve Bezgin Begonya, Solgun Simalı Sahipsiz ve Sincabımsı gibi unutulmaz karakterlerle harflerle dolu bir dünyaya kapı aralıyor.