
Anna Laudel, multidisipliner sanatçı Tuğçe Diri’nin desen odaklı üretiminden doğan “Sessiz Tanıklar” adlı yeni sergisini 8-31 Ağustos tarihleri arasında Bodrum galerisinde sanatseverlerle buluşturuyor.
Tuğçe Diri’nin desen merkezli pratiğinden beslenen “Sessiz Tanıklar” sergisi, Doğu ve Batı sanatındaki sessiz figürlerin taşıdığı simgesel anlamları bugünün gözünden yeniden yorumluyor. Eserlerinde ortak tarih, hafıza, gelenek, evrensellik ve zanaat gibi kavramlara sıkça odaklanan sanatçı, bu sergide de bu öğeleri etkileyici biçimde işliyor. Geçmişten bugüne sessizliğin taşıdığı anlamları açığa çıkararak izleyiciyi doğrudan sorgulamaya ve yüzleşmeye davet eden sanatçının yeni seçkisi, doğaya, masumiyete ve bastırılmış olana saygı duruşu niteliği taşıyor.
“Sessiz Tanıklar”, sessizliği iki yönlü bir kavram olarak ele alıyor. Egemen yapılar karşısında güç sahibi olup konuşmamayı seçenlerin “masum olmayan” suskunluğu ve sesi duyulmayan, kendini ifade edemeyenlerin “bastırılmış tanıklığı”. Dua eden insan figürlerinden, ses çıkaramayan hayvanlara uzanan imgeler aracılığıyla bu anlatıyı ören sanatçı, izleyiciyi hem egemen yapılar karşısındaki “suskunluk hâliyle” hem de “masum olmayan” tanıklıkla yüzleştiriyor. Diri’nin tarih ve hafıza ekseninde şekillenen anlatısı; figüratif ve simgesel katmanların iç içe geçtiği, çağdaş bir tanık olma arşivine dönüşüyor.
Seçkide sanatçı, 15. yy saray nakkaşlarının geliştirdiği “saz üslubu” ve fırça konturlarının genel resmi oluşturduğu, “kalem-i siyah” resim tekniğini kullanıyor. Bu teknik ile, aynı dönemde Batı resminde sıkça karşılaştığımız ikonografik figürleri yorumlayan katmanlı bir anlatı oluşturan Tuğçe Diri, iki boyutluluk ve derinlik hassasiyetiyle oluşturduğu özgün dili ile günümüzün küresel sorunlarına sessiz ama güçlü bir tanıklık sunuyor. Sergide yer alan yaklaşık 10 yeni eser grafit kalem, metal, akrilik ve yağlı boya gibi farklı malzemelerle geleneksel ve çağdaş teknikleri buluşturuyor. Sanatçının sınırlı sayıda hazırladığı litografi baskılar da serginin görsel çeşitliliğini ve teknik zenginliğini tamamlıyor.
Sanatçı, “Sessiz Tanıklar” serisinde yer alan Dürer’e Saygı adlı eseriyle de Albrecht Dürer’in ünlü Dua Eden Eller çizimine çağdaş bir gönderme yapıyor. Diri, bu ikonik form aracılığıyla güncel adaletsizlikleri görünür kılarken, aynı zamanda iyiliğe duyulan umudu da vurguluyor.
Künye: Courtesy of the artist and Anna Laudel Gallery. Photo by Hadiye Cangökçe
Son Ayı’nın yazarı Hannah Gold’un okurunu doğanın kalbine doğru başlayan bir yolculuğa davet eden romanı Kaplumbağa Dolunayı, Levi Pinfold’un resimleri ve Hatice Meryem Gelgör’ün çevirisiyle Genç Timaş’tan çıktı.
Gold, nesli tükenen hayvanlardan olan kaplumbağaların neden neslinin tükendiğiyle ilgili bilgi veriliyor. Yumurtalar üzerinden yapılan ticaret, canlılara ve doğaya verilen zarar anlatılıyor.
Anne ve babasıyla küçük bir dünyası olan Silver’ın hayatı, Kosta Rika’ya taşınmalarıyla birlikte değişiyor! Annesi veteriner, babası ise ressam olan Silver, babasının işi nedeniyle Kosta Rika’ya taşınır. Problemler yaşayan aile için Kosta Rika, yeni bir başlangıç olacaktır. Ancak Silver, Kosta Rika’da kendini yalnız hisseder çünkü burada hiç arkadaşı yoktur. Ta ki Rafi ile birlikte Kosta Rika’nın vahşi doğasına bir adım atıp kaplumbağalarla tanışana kadar. Kaplumbağaların nesli tükenmektedir ve yumurtaları tehlike altındadır. Bu değerli yumurtaların peşlerinde olan hırsızlar vardır. Silver ve Rafi, kendilerini bu yumurtaları korumaya adarlar ve bu görevleri, onları vahşi doğada hiç beklemedikleri bir maceraya sürükler. Acaba yumurtaları hırsızlardan korumakta başarılı olacaklar mıdır?
“Kız ve kaplumbağa bir süre gözlerini birbirlerinden ayırmadılar. Sadece bir bakış değildi aralarındaki. Bir soruydu. Bir canlının başka bir canlıya sorduğu bir soru.
“Sana yardım etmemi ister misin?”
Kaplumbağa çok yavaş bir hareketle başını öne eğdi. O kadar yavaştı ki Silver bunu hayal ettiğini düşündü hatta. Buna rağmen o da aynı şekilde başını salladı.
“Ben korurum onları,” diye fısıldadı kaplumbağaya. ‘Yumurtalarına göz kulak olurum. Söz veriyorum.’”
Efsanevi İngiliz rock grubu Dire Straits’in ilk klavyecisi Alan Clark, grubun kayıtlarında ve dünya turnelerinde çalan müzisyenler Phil Palmer, Danny Cummings, Mel Collins ve Marco Caviglia ile birlikte 27 Eylül’de İstanbul Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda, 28 Eylül’de ise Ankara Oran Açıkhava Sahnesi’nde müzikseverlerle buluşacak.
Dire Straits Legacy, her ülkede kapalı gişe devam eden dünya turnesinde, altı platin albümden seçtikleri “Money for Nothing”, “Sultans of Swing”, “Walk of Life” gibi klasikleri seslendiriyor. Grubun ikonik müziğini geri getiren Dire Straits Legacy, 27 Eylül’de İstanbul Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda, 28 Eylül’de Ankara Oran Açıkhava Sahnesi’nde Türkiye’deki hayranlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.
Sanatçı Mehveş Beyidoğlu’nun “Geçirgen” başlıklı kişisel sergisi, 5 Eylül tarihine kadar Kıbrıs’ta yer alan Art Rooms Galeri’de sanatseverlerle buluşuyor.
Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi’nin (ARUCAD) ilk mezunlarından biri olan Beyidoğlu’nun sergisi, kusursuzluğa takıntılı bir dünyada yaşanmışlığın, rastlantının ve doğallığın izlerini görünür kılıyor. Sanatçı, sergisindeki eserlerde pas, boya, beden izleri ve gündelik yaşamın sıradan lekeleri aracılığıyla zamanla şekillenen, kontrol dışı, zaman zaman da kontrollü izlere odaklanıyor.
Her bir leke, öznenin yani bedenin veya nesnelerin yüzeyine işlemiş bir anı, bir duygu ya da bir hikâye olarak izleyicinin karşısına çıkıyor. Bireysel geçmişin dokularını taşıyan bu izler kimi zaman bir yara iziyle, kimi zaman yerdeki bir kahve lekesiyle, kimi zaman duvarda kurumuş bir boyanın rastlantısal kıvrımıyla hayat buluyor. “Geçirgen”, yüzeylerin sadece fiziksel değil duygusal olarak da geçirgen olduğunu hatırlatıyor. Leke burada bir kusur değil, bir temasın sonucu; yaşama karışmanın, mekâna dâhil olmanın ve özgünlüğü kabul etmenin simgesini izleyiciye sunuyor. İzleyici, sergide izlere bakmakla kalmıyor, içlerinden sızan yaşanmışlıkla karşılaşıyor ve özünün izine dönüyor. Her leke, her iz, bir katman daha açarak bir hikâyeyi, duyguyu, kimliği dışa vuruyor.
Susie Bower’ın kendini hiç kimse gibi hisseden bir çocuğun, aslında en büyük farkı yaratabilecek kişi olduğunu anlattığı kitabı Hiç Kimseler Okulu, Ülker Yıldırımcan’ın çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktı.
Hiç Kimseler Okulu, kimlik arayışı, özgüven ve dayanışma temalarını işliyor.
“Flynn, 10 yaşına kadar gerçek adının ne olduğunu bile bilmiyordu. Kendini hiçbir yere ait hissetmiyordu, kimse de ona başka türlü hissettirmiyordu. Günlerden bir gün eline geçen gizemli bir not, ona yepyeni bir dünyanın kapılarını açtı. Sonunda kim olduğunu gerçekten öğrenme fırsatı bulacaktı. Fakat bunu yaparken uyumsuzların, “hiç kimselerin” gittiği bir yatılı okula uyum sağlaması ve zorluklarla baş etmesi gerekiyordu. Neyse ki burada tanıştığı diğer uyumsuzlar onu yalnız bırakmayacaktı…”
Marvel Studios’un sevilen kahramanlarından Kaptan Amerika’nın filmi Captain America: Brave New World, beyazperdenin ardından 27 Ağustos’tan itibaren Disney+’ta izleyicilerle buluşacak.
Anthony Mackie’nin Kaptan Amerika’ya hayat verdiği Captain America: Brave New World, politik gerilim ile süper kahraman öğelerini bir araya getiriyor. Oscar adayı oyuncu Harrison Ford’un ABD Başkanı Ross’u ve aynı zamanda Red Hulk’ı canlandırdığı filmde, Kaptan Amerika’nın kalkanı çetin bir görev için yeniden gün yüzüne çıkıyor.
Kaptan Amerika, dünya çapında yeni düşmanlar edinmeden hain bir küresel komplonun arkasındaki nedeni keşfetmek üzere hayatının zorlu mücadelelerinden birine atılıyor. Marvel Sinematik Evreni’nin serüvenleri en heyecanla beklenen kahramanlarından Kaptan Amerika’nın son filmi Captain America: Brave New World’de Sam Wilson yani Kaptan Amerika, hayatının en çetin serüveniyle seyircilerle buluşuyor.
Yönetmen koltuğunda Julius Onah’ın oturduğu ve Anthony Mackie, Harrison Ford, Danny Ramirez, Shira Haas, Xosha Roguemore, Carl Lumbly, Giancarlo Esposito, Liv Tyler ve Tim Blake Nelson’ın başrolleri paylaştığı film, dünya çapında gişede büyük başarı elde etti.
Türk fotoğrafçılığının büyük ustası İzzet Keribar’ın, 1952’den günümüze çektiği İstanbul fotoğraflarından ve dünya müzelerinden oluşan bir seçki, 29 Ağustos’a kadar 42 Maslak’ta yer alan Artgalerim’de sanatseverlerle buluşuyor.
Fotoğraf sanatının en önemli isimlerinden İzzet Keribar’ın, yirminci yüzyılın ikinci yarısının hemen başından 21. yüzyılın ilk çeyreğine uzanan dönemde çektiği, İstanbul fotoğraflarından oluşan “Analogdan Dijitale” sergisinin küratörlüğünü Ercüment Çilingiroğlu üstleniyor. Sergide, sanatçının uzun bir zaman aralığında çektiği, İstanbul’un farklı yüzlerini yansıtan, kentin görsel olarak keskin değişimini yüzümüze vuran fotoğraflar yer alıyor. Geçmişte analog, yakın dönemde ise dijital fotoğraf makineleriyle çekilen fotoğraflar, ziyaretçilere, teknolojik değişimin fotoğraf sanatındaki etkilerini görme fırsatı da sunuyor.
Günümüzde renk, ışık, doku ve grafik ögeler gibi biçimsel unsurları içeren fotoğraflarla öne çıkan Keribar’ın bu sergisinde sanatseverler sanatçının üç çeyrek asra yayılan sanatsal yolculuğundaki farklı tarzları görme fırsatı da buluyor. Küratörlüğünü Ercüment Çilingiroğlu’nun üstlendiği sergide, sanatçının sınırlı sayıda diasec baskılı kolaj fotoğrafları da yer alıyor.
Künye:
1. İzzet Keribar, 1953, Beykoz Eski Tekneler 55x78cm, fotoğraf
2. İzzet Keribar, 1953, Eminönü Balıkçılar, 55x79cm, fotoğraf
3. İzzet Keribar, 1955, Kız Kulesi, 48x67cm, fotoğraf
4-6. İzzet Keribar Retrospektif Sergisi
Stéphanie Vernet’nin bir kitabın okura ulaşana geçirdiği yolculuğu, yayıncılık dünyasının perde arkasını anlattığı kitabı Kitabın Büyüleyici Yolculuğu, Camille De Cussac’ın resimleri ve Bade Baran’ın çevirisiyle hep kitap’tan çıktı.
Bir kitap fikri nasıl ortaya çıkar? Kitaplar nasıl basılır, dağıtılır ve satılır? Bir kitabın üretiminde kimlerin emeği vardır? Kitapçılar ve kütüphanelerin okuma kültüründeki rolü nedir? Rengârenk illüstrasyonlarla oluşturulmuş bu kitap sayesinde, editörün masasından grafikerin bilgisayarına, matbaadan kitapçılara ve kütüphanelere kadar, bir kitabın okura ulaşana dek nerelerde ve hangi usta ellerde hayat bulduğunu adım adım takip edeceksiniz.
27 Eylül-12 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek 35. Akbank Caz Festivali’nde sahne alacak yeni isimler belli oldu.
Türkiye’nin en köklü caz festivallerinden Akbank Caz Festivali, 35. yılında da “Şehrin caz hali” mottosuyla dünya caz sahnesinin dikkat çekici isimlerini İstanbul’da müzikseverlerle buluşturacak. Akbank Sanat ile BKM organizasyonundaki festivalde sahne alacak yeni isimler açıklandı.
Grammy ödüllü Brezilyalı piyanist ve vokalist Eliane Elias, Brezilya müziğini ve cazı etkileyici sesi ve virtüözlüğüyle buluşturacağı bir performansla sahnede olacak. Müzik türlerinden bağımsız ve sınırsız bir füzyon anlayışı benimseyen “stretch music” tarzının öncüsü, trompetçi, prodüktör ve besteci Chief Adjuah (önceki adıyla Christian Scott), dinleyicileri cazın geleceğine doğru bir yolculuğa çıkaracak. Piyanist Alfredo Rodriguez ve perküsyoncu Pedrito Martinez; cazı, Afro-Küba müzikal geleneklerinin perküsyon ve vokal stilleriyle bir araya getirdiği performanslarıyla sahnede olacak. Türkiye’nin ilk kadın caz piyanisti olan Nilüfer Verdi, aktivist yönüyle de tanınan bir sanatçı olarak triosuyla birlikte “barış için şarkılar” çalacak.
Flamenkoya getirdiği deneysel ve modern yaklaşımıyla tanınan ve Rosalía’dan Lee Ranaldo’ya uzanan iş birlikleriyle dikkat çeken Raül Refree, akustik enstrümanları sampler’lar ve çeşitli dokularla harmanladığı El Espacio Entre albümünü sahneye taşıyacak. Cazın özgün üçlü formatlarından gitar, Hammond org ve davulu bir araya getiren Önder Focan & Yavuz Darıdere “Legendary Hammond Trio”, genç müzisyen konuklarıyla birlikte dinleyicilere müzikal zenginliğiyle renkli bir caz akşamı yaşatacak. Usta perküsyoncu Adam Rudolph’un “Invisible Threads” projesi, başta usta müzisyenler Okay Temiz ve Hacı Tekbilek olmak üzere, farklı coğrafyalardan müzisyenleri bir araya getirerek kolektif müziğin kültürler arası iyileştirici etkisini sahneye taşıyacak.
Festival, caz tınılarıyla gece boyu temponun düşmeyeceği, bol danslı All Night Jazz buluşması için Hindistan doğumlu DJ ve prodüktör Jitwam’ın hip-hop, house ve soul etkili seçkilerinden oluşan DJ setini ağırlayacak. Öncesindeyse Grup Ses, dinleyicileri arşivinden seçtiği plaklarla caz, funk, krautrock, psikedelik ve post-punk gibi türler arasında bir yolculuğa çıkaracak. Polonya çıkışlı grup Niechęć, karanlık, sinematik ve elektronik seslerin jazz-noir estetiğiyle örüldüğü yeni albümünden parçaları İstanbul dinleyicisiyle ilk kez paylaşacak. Lokal alternatif sahnenin dikkat çeken isimlerinden multi-enstrümanist Dilan Balkay, trompet ve vokallerin etrafında kurulmuş duygu yüklü melodileriyle etkileyici bir performans sunacak. Müzik hayatını New York ve İstanbul arasında kurmuş ve güçlü kompozisyonlarıyla dikkat çeken davulcu Ömercan Şakar, sesin birleştirici gücüne olan bağlılığını yansıtmaya devam ettiği projelerinden biri olan Project OM 4.0 ile Caz Kulüpleri Gecesi’nde sahne alacak. Caz ve tiyatroyu yıllardır başarıyla birleştiren Sinem İslamoğlu Group, neo-soul’un cazla harmanlandığı modern tınılara, geniş repertuarı ve özgün yorumlarında yer verecek.
Açıklanacak yeni isimlerle birlikte daha da zenginleşecek olan 35. Akbank Caz Festivali hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Göcek, Bedri Rahmi Koyu’nda yer alan Miori, AWC Contemporary’nin sunduğu sanat eseri seçkisi zaman ve doğanın şekillendirdiği tenha bir koyda sanatseverlerle buluşuyor. Miori by the Sea, doğal bir kıyı ortamında mitoloji, doğa ve hafızanın kesişim noktasını keşfetmeye davet ediyor.
Miori adlı mitolojik tanrıça figürü etrafında şekillenen proje, deniz, ateş ve taş gibi elementlerle şiirsel bir anlatı kuruyor. Sergi, adı “güzel bir başlangıç” anlamına gelen mitolojik tanrıça Miori'nin figürü etrafında şekilleniyor. Ayça Okay’ın küratörlüğünü üstlendiği seçki, bu deneyimi mekânla bütünleşen yaşayan bir hikâyeye dönüştürüyor.
Yalnızca deniz yoluyla ulaşılan Türkiye’nin ilk Riva Lounge’ı, Miori, kara ve denizin birleştiği sembolik bir yeri temsil ediyor ve ziyaretçileri, ataların inançları ve mekânsal anlatıların katmanları aracılığıyla manzarayı yorumlamaya davet ediyor. Sergide Jake Michael Singer, Mert Ege Köse, Carole Feuerman, Joana Vasconcelos ve Miguel Rodriguez’in eserleri yer alıyor. Ateş, titreşim ve yansıma gibi temel süreçlerle şekillenen heykelleri, ritüel ve form, malzeme ve hafıza arasındaki sınırları bulanıklaştırıyor. Bu sanat eserleri, yüzey ve derinlik arasındaki zamansız gerilimi yansıtarak doğal çevre ile etkileşime giriyor.
1 Haziran 2025’te Göcek’te açılan Miori, uluslararası Riva Destinations ağının bir parçası. Sadece deniz yoluyla erişilebilir ve maun, paslanmaz çelik ve akuamarin döşeme gibi özel malzemelerle tasarlanan Miori’de konuklar, çevredeki koylarda gün batımı ritüellerinin veya özel yat gezilerinin tadını çıkararak, eğlenceyi zarafetle harmanlayabiliyorlar.
Sanat, çevre ve tasarımın bu entegrasyonu, bağlam odaklı, disiplinler arası sergilere adanmış Dubai merkezli bir platform olan AWC Contemporary’nin vizyonunu yansıtıyor. Rezidanslar, iş birlikleri ve küresel ortaklıklar aracılığıyla galeri, sanatsal alışverişi ve kültürel diyaloğu teşvik ediyor. Araştırma temelli ve iş birliğine dayalı yaklaşımıyla tanınan küratör ve kültür stratejisti Ayça Okay tarafından küratörlüğünü üstlenilen sergi, mitin maddeye, anlatının deneyime dönüştüğü bir alan sunuyor.
Künye:
1-2. Jake Michael Singer Sea Murmur 300 x 250 x 200 cm Aluminum
3-4. Mert Ege Kose Half Of Everything 350 x 240 x 60 cm Aluminum
5. Mert Ege Kose Sea Amorph 350 x 150 x 50 cm Aluminum
6. Miori by the Sea