
Burçin Başar’ın yeni sergisi “Huzursuzluk Sendromu”, 16 Ekim-15 Kasım tarihleri arasında x-ist’in Gümüşsuyu’ndaki mekânında sanatseverlerle buluşacak.
Burçin Başar, “Huzursuzluk Sendromu” sergisinde kolektif bir varoluş biçimine dönüşmüş olan dünyanın yarattığı huzursuzluk duygusunu merkezine alarak insan ile doğa arasındaki kırılgan dengeyi yeniden düşünmeye davet ediyor. Sanatçının pratiğinde doğa, edilgen bir arka plan değil; kendi yasalarına sahip, özerk ve dirençli bir alan olarak varlık buluyor. Bitkiler, taşlar ve toprak artık bir manzara değil; zamanın, direncin ve belleğin taşıyıcıları hâline geliyor.
Başar’ın doğadan aldığı referanslar, biçimsel bir temsilden çok bir düşünme biçimine işaret ediyor. Doğayı taklit etmek yerine, onunla birlikte düşünmeyi ve var olmayı öneriyor. Bu yaklaşımda doğa; güç ile kırılganlık, sessizlik ile dayanıklılık arasında salınan bir direnç formuna dönüşüyor. Sanatçı, doğanın ritmini içsel bir dinginlik içinde yakalıyor; bitkiler ve taşlar hem bir varoluşun sembollerine hem de içsel bir denge arayışının yansımalarına dönüşüyor. Onları birer temsil değil, birer düşünce alanı olarak yeniden biçimlendiriyor.
“Huzursuzluk Sendromu”, modern dünyanın ideolojik baskılarına karşı doğanın fısıldadığı huzuru hatırlatan bir farkındalık alanı açıyor. Başar’ın işleri, güzelliğin içinde bir sessizlik, huzurun ardında ince bir titreşim taşıyor. İzleyiciyi doğa ile kendi varlığı arasında kurduğu o narin hatta davet ediyor; huzur ile huzursuzluk arasında süregelen zamansız bir dengeyi duyumsamaya çağırıyor.
Künye:
1. Huzursuzluk Sendromu, Tuval üzerine yağlı boya | Oil on canvas, 150 x 230 cm, 2025
2. Yeniden Ama Bu Kez Usulca, Tuval üzerine yağlı boya | Oil on canvas, 50 x 60 cm, 2025
3. Gizemli Bir Gizlilik, Tuval üzerine yağlı boya | Oil on canvas, 180 x 160 cm, 2025
4. Bir taşın arzusu olur mu?, Tuval üzerine karışık teknik | Mixed media on canvas, 40 x 40 cm, 2025
Şair ve yazar Çiğdem Sezer’in savaşın yıkıma uğrattığı bir coğrafyada çocukluk hayalleriyle hayata tutunmaya çabalayanların hikâyesini anlattığı Yeryüzü Güvercinleri, Büşra Kaygın Gafarov’un resimleriyle Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
Sezer, savaş dehşetinin içinde kalan çocukların hayata tutunma hikâyesini lirik bir üslupla aktarıyor. Yetişkinlerin acımasız savaşlarının, çocukların kırılgan dünyasını nasıl altüst ettiğini, nasıl çaresiz kaldıklarını yumuşacık bir dille anlatıyor.
“Leyla ve yakın arkadaşı Samar, çatışmaların gölgesinde geçen her gün barışın hayalini kuruyorlardı. Oyunlarını bozan bomba sesleri, çoktan hayatlarının ayrılmaz parçası olmuştu. Leyla, babası ve abileri mücadeleye katılınca, korkularını belli etmemek için hayallerine sığındı. Bir gün bakkaldan dönerken, az önce çıktığı evinin yerinde sadece yıkıntılar ve toz bulutları gördü. Yapayalnız kalan Leyla, gözlerini açtığı hastane odasında ailesinin, komşularının ve Samar'ın özlemiyle baş etmek zorundadır…”
İstanbul Modern Sinema, Türk Tuborg A.Ş.’nin katkıları, Portekiz Büyükelçiliği ve Othon Cinema iş birliğiyle Portekizli yönetmen Pedro Costa’nın Türkiye’deki ilk ve en kapsamlı retrospektifini 16-26 Ekim tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşturacak.
Pedro Costa sinemasını keşfetme imkânı sunan “Pedro Costa Hakkında Her Şey” başlıklı retrospektif programı kapsamında yönetmenin tüm kısa ve uzun metrajlı filmleri gösterilecek. Program, yönetmenin geleneksel dramatik anlatıdan uzaklaşarak deneysel belgesel ve enstalasyon formlarına uzanan evrimini gözler önüne seriyor. Costa, özellikle Lizbon’un kenar mahallelerinde yaşayan marjinal toplulukların hayatlarını sabırla gözlemleyen, içine çeken ve şiirsel bir anlatımla işleyen filmleriyle dikkat çekiyor.
İlk uzun metrajı Kan (O Sangue, 1989), ardından Kemikler (Ossos, 1997) ve Fontainhas üçlemesi -Lav Evi (Casa de Lava, 1994), Gençler Yürüyor (Juventude em Marcha, 2006) ve Vitalina Varela (2019)- ile Costa, ışıksız dar odalarda çektiği uzun planlar, minimal diyaloglar ve toplumsal görsel ayrıntılara gösterdiği özenle kendine özgü bir sinema dili geliştirdi. Bu filmler, zorlayıcı olmalarına rağmen izleyicide bir tür bağımlılık yaratıyor. Her sahne hem estetik bir deneyim hem de insanlık hâllerine dair güçlü bir tanıklık sunuyor.
İstanbul Modern Film Küratörü Müge Turan şunları söyledi: “Pedro Costa, çağdaş sinemanın en önemli ve radikal auteur’lerinden biri. The Guardian’ın da dediği gibi, o gerçekten ‘sinemanın Samuel Beckett’i.’ Filmlerinde zamanın akışı yavaşlar, gerçeklik ve kurgu iç içe geçer. Costa'nın estetik yaklaşımı, izleyiciyi yalnızca izlemeye değil, deneyimlemeye davet eder.”
“Pedro Costa Hakkında Her Şey” programı hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Gülseren Südor’un doğayı sembolik anlamlarla yükleyerek özel bir unsur olarak öne çıkardığı, son bir yılda ürettiği yapıtlarından oluşan “Timeless & Spaceless” başlıklı kişisel sergisi 8-29 Kasım tarihleri arasında Galeri Diani’de sanatseverlerle buluşacak.
Galeri Diani, Cumhuriyet kadınını temsil eden duayen ressamları ele alınacağı seri sergilerin ilkine Gülseren Südor’un “Timeless & Spaceless” sergisi ile başlıyor. Telga Südor Mendi’nin küratörlüğünü üstlendiği sergi, yıllardır ürettiği yapıtlarda çini mürekkebi tarama tekniğinin öncülerinden olan Gülseren Südor’un yaşamdan ve doğadan ilham alan yapıtlarını izleyiciye sunuyor.
Gülseren Südor şunları söylüyor: “Öz yaşam öykümü yazar gibi, oluşturduğum bu sergimde; insanlığın geçmiş ve gelecek güncel yaşamında doğanın varlığının etkilerini ve yine insanoğlunun doğanın üzerindeki olumlu/olumsuz etkilerin irdeledim. Oluşturduğum her kompozisyonun bir diğer eş değerini yaparken amacım; doğanın, yaşamın bana sunduklarını, kendi içsel yalnızlığımda eğip-büküp sonuçta donmuş statik bir yaşam sahnesi olmaması için yeniden kurguladım. Sergilenen yapıtlarımda, özellikle kendime özgü esinlerden olduğu kadar, yine bilinçle, sonuca ulaşabilmek için doğaya bire bir sadık kalarak yansıtmamaya özen gösterdim. Kısaca, doğada-yaşamımda neyi görüp içselleştirdiğim, ne gibi izlenimler elde ettiğimden yola çıkıp zaman ve mekân kavramlarının sonuca bağlanmadığı özerk kompozisyonlar oluşturdum.”
Ödüllü yazar Paddy Donnelly’nin yaratıcılığın ve dostluğun gücünü konu alan kitabı Porsuk Kitabevi, Sima Özkan’ın çevirisiyle Meraklı Tilki Kitaplığı’ndan çıktı.
Kitap yazarın daha önce yayımlanan Tilki ve Oğlunun Kuyruk Dükkânı’ndaki Kuyruklu Kasabası’nda geçiyor. 3 yaş ve üzeri okurları bu kasabadaki bir kitapçıya davet ediyor. Bir porsuk tarafından işletilen Porsuk Kitabevi’ne. Ayılardan fillere, kaplanlardan dinozorlara, pandalardan deniz gergedanlarına kadar bu kitapçıda her hayvan hakkında aradığınız kitabı bulabilirsiniz. Ama ellerinde olmayan tek bir kitap var ve bu kitap, Tilki Tarçın’ın çok ama çok istediği bir kitap.
Aysun Bolten’in “Ben’in Ötesi” başlıklı ilk kişisel sergisi, Marcus Graf küratörlüğünde, 14 Ekim-14 Kasım tarihleri arasında Galeri / Miz’de sanatseverlerle buluşacak.
Aysun Bolten, “Ben’in Ötesi” sergisinde izleyicilere sanat, bilim ve dijital teknolojiyi bir araya getiren disiplinlerarası bir yolculuk sunuyor. Sergi, Jacques Lacan’ın öznelik ve ötekilik kavramından yola çıkarak, kimliğin görünmeyen katmanlarını gerçek, imgesel ve simgesel olan arasındaki diyalog üzerinden keşfe açıyor. Tıbbi imgeleri, mikroskobik perspektifleri ve özel olarak geliştirilen dijital programlamayı sanatsal sürece dahil eden Bolten, sanatsal ifade ile bilimsel araştırma arasındaki sınırları belirsizleştirerek yenilikçi bir yaklaşım ortaya koyuyor. Sergi, yalnızca görsel ve kavramsal bir araştırma değil, aynı zamanda özün ve benliğin doğasına dair felsefi bir sorgulama da sunuyor.
Serginin merkezinde biyolojik verileri soyut portrelere dönüştüren video çalışmaları ve baskılar yer alıyor. Bolten, kendi benliğinin ötesindeki katılımcılardan aldığı kan örneklerini karanlık alan mikroskobu altında görüntüleyerek her bireye özgü görsel parmak izleri yaratıyor. Serginin ikinci bölümünde Bolten, izleyiciyi geçmiş ve gelecekteki benliklerinin simüle edilmiş yansımalarıyla yüzleştiren etkileşimli bir video enstalasyonu sunuyor. Jacques Lacan’ın, bireyin kendi yansımasını fark ederek benlik bilincine ulaştığını öne süren “ayna evresi” kuramı burada felsefi bir dayanak noktası oluşturuyor.
“‘Ben’in Ötesi’, yalnızca sanatsal bir girişim değil, içsel olanla dışsal olanı, bilimsel olanla simgesel olanı ve dijital olanla somut olanı birbirine bağlayan disiplinlerarası bir keşif yolculuğudur. Bolten, sanatı tıbbi, teknolojik ve felsefi yaklaşımlarla birleştirerek bizleri ‘ben’i gerçekten tanımlayan şeyin ne olduğu üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor. Sergiye dahil edilen programlama ve dijital unsurlar, kimliğe dair algımızın nasıl şekillendiğini gösterirken; Lacan’a yapılan göndermeler ve tıbbi imgeler, serginin felsefi derinliğini vurguluyor. Nihayetinde ‘Ben’in Ötesi’, çağdaş sanata özgün ve düşündürücü bir bakış sunarken disiplinlerarası sorgulamanın kimliğimizi anlamada hâlâ ne kadar güncel ve vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor.”
Bade Nosa ve Can Güngör’ün birlikte seslendirdiği “Çağrı”, Bade Nosa’nın ikinci albümü Şiir Eski Suç Ortağımız’ın ikinci teklisi olarak dinleyiciyle buluştu.
Şiir Eski Suç Ortağımız albümünün tamamı Gülten Akın ve Behçet Necatigil şiirlerinden oluşacak ve her parça için alternatif müzik sahnesinin özgün yorumcularıyla düet yapılacak. Albümün ilk teklisi geçtiğimiz haftalarda yayımlanan Birsen Tezer ile olan “Hüznümün Tüccarı” olmuştu.
Şair Gülten Akın’ın büyük bir hasreti dile getiren aynı adlı şiiri “Çağrı”, Bade Nosa ve Emre Can Sarısayın tarafından bestelenirken; Umut Çetin’in katkılarıyla hazırlanan düzenleme, şiirin yalın ama derin duygusunu müziğe taşıyor. Uluslararası üretimlerde de imzası bulunan Idan Altman’ın üstlendiği mix ve mastering, şarkının güçlü tınısını tamamlıyor. Kapak görseli ise albümün bütününde olduğu gibi Hazal Günal’a ait.
Akın şiirlerine ayrılan ilk bölümde Can Güngör’ün yanı sıra Birsen Tezer, Nilipek ve Simge Pınar yer alacak. Necatigil şiirlerinden oluşan ikinci bölümde ise Ceylan Ertem ile Bülent Ortaçgil dinleyiciyle buluşacak. “Çağrı”yı buradan dinleyebilirsiniz.
Pozitif organizasyonuyla, +1’in katkılarıyla düzenlenen Oktoberfest Hosted by The Populist, 11 ve 12 Ekim’de Yapı Kredi bomontiada’da müzikseverlerle buluşacak.
Bavyera kültürünü müziğin enerjisiyle buluşturan etkinlikte iki gün boyunca Oi Va Voi, Bedük, Shantel, Kolektif İstanbul, Barış Demirel, Diskopolis, Ahmetjah ve Cihan Saldıran sahnede olacak. 11 Ekim Cumartesi günü köklü sound’unu modern dokunuşlarla harmanlayan Oi Va Voi, Balkan ezgilerini dans pistine ulaştıran Shantel, caz, funk ve Anadolu tınılarını birleştiren Kolektif İstanbul ve yüksek tempolu performansıyla Ahmetjah, 12 Ekim Pazar günü ise; elektronik sahnelerin enerjisini zirveye taşıyan Bedük, groove dolu setleriyle Diskopolis, sınırları zorlayan enerjisiyle Barış Demirel ve The Populist’in resident DJ’i Cihan Saldıran müzikseverlerle buluşacak.
+1, Yapı Kredi, Schweppes, Hellman’s ve Hennessy sponsorluğunda gerçekleşecek Oktoberfest Hosted by The Populist, iki gün boyunca Oktoberfest ruhuyla birlikte farklı tatlar ve unutulmaz sahne deneyimleri sunacak.
Oktoberfest Hosted by The Populist biletlerine Biletix, Passo ve Biletinial üzerinden ulaşabilirsiniz.
Can Ünlü’nün “CONCANCİN / Kişisel Karma” başlıklı ilk kişisel sergisi 9 Kasım’a kadar Barın Han’da sanatseverlerle buluşuyor.
Burak Topçakıl’ın küratörlüğünü üstlendiği “CONCANCİN / Kişisel Karma” sergisi, çağdaş sanatın yalnızca üretim nesnesini değil, üretimin bilgi alanıyla kesişen koşulları ile sanatın “sergilenmesi” olgusunun varoluşsal statüsünü tartışmaya açıyor. Sergide birbirinden bağımsız işleyen ve sanat eserini anlam üretme, sindirilme ve merak uyandırma eksenlerine karşılık gelen üç farklı yaklaşım eşzamanlı olarak aynı mekân içerisinde kurgulanarak izleyiciye sunuluyor.
“Serginin ilk bölümü, eserlere eklemlenen açıklama metinlerinin, kavramsal içeriklerin işlevi üzerine kurulu: İşlerin kendisi, uzun ve süslü metinler aracılığıyla açıklanıyormuş gibi görünürken aslında abartılı ve ağdalı metinlerin baskısı altında görünmezleşiyor. Ünlü burada sanat eserini ve metni birbirine geçirerek hem izleyiciyi anlamın tekil kaynağını aramaktan vazgeçmeye zorluyor hem de sanat dünyasının kodlarının gösterge ile gösterilen arasındaki ilişkiye müdahale mekanizmalarını sorguluyor.
İkinci bölüm, ‘Mide’ metaforu üzerinden işleyen bir yapıya sahip. Bu küçük odada, sanatçının içine ‘sindiremediği’, tamamlayamadığı ya da heyecanını kaybettiği işler bir araya getiriliyor. Üretimin yalnızca başarıyla sonuçlanan, tamamlanmış bir form değil, aynı zamanda yarım bırakma, vazgeçme ve terk etme süreçlerini de içerdiğini hatırlatıyor. Ünlü, sanat eserinin tamamlanmış, ideal hâline ulaşmış olması (Gesamtkunstwerk) beklentisinin sanatçı üzerinde yarattığı baskının psikosomatik etkisini ‘mide krampı’ olarak tanımlıyor. Bu durumla mücadelesini temsil eden yerleştirme, tamamlanmamışlığıyla zihninden bir türlü çıkaramadığı üretimleriyle samimi bir yüzleşme niteliğinde.
Serginin üçüncü bölümü ise dijital dünyanın sınırlarını yoklayan bir araştırma alanı oluşturuyor. Sanatçı bir süredir, bilgisayar oyunlarının fotoğraf makinesi mekaniklerini kullanarak oyunların dijital evreninde kurgulanmış alanların, tamamlanmış haritaların sınırlarını aşan ve ‘bozuk’ manzaraları kaydediyor. Dijital gerçekliğin sınırlarında ne gerçek ne temsil olan, yalnızca çarpılma ve boşluk olarak karşımıza çıkan tanımlanmamış gerçekliklere odaklanıyor. Böylece sanal dünya ile gerçeklik arasındaki gerilimi, gizli ama erişilebilir sınırlarına vardırarak görünür kılmayı hedefliyor.
‘Sanat eseri gerçeği gerçek olarak sunar; ancak onu, yalnızca eserin içinde açığa çıkacak şekilde gizler. Böylece gerçek ne tamamen gizli kalır ne de tamamen açığa çıkar; eser hem açığa çıkma hem de gizlilik mekânıdır.’ Martin Heidegger, Der Ursprung der Kunstwerkes (1936), (Sanat Yapıtının Kökeni)
Sergi, üç bölüm hâlinde birbirine eklemlenen bu deneyimlerle, izleyiciye sanatçının evrenine dair alışılmışın dışında bir deneyim imkânı sunuyor. Metnin gölgesinden sanatçının midesine, oradan da dijital dünyanın uçurumlarına uzanan bu yolculuk, sanatın hiçbir zaman tamamen anlaşılamayan, sindirilemeyen ve açıklanamayan yanlarına dair sezgilere seslenen bir karşılaşma. Burak Topçakıl küratörlüğünde hayata geçen ve Can Ünlü’nün çok yönlü ve katmanlı üretimlerine kapsamlı bir bakış niteliğindeki ‘CONCANCİN / Kişisel Karma’ sergisi 9 Kasım tarihine kadar Barın Han’da ziyaret edilebilir.”
Mike Kenny’nin uyarladığı, Mehmet Ergen’in Türkçeleştirdiği Ezop Masalları, Lerzan Pamir yönetiminde Zorlu Çocuk Tiyatrosu’yla 12 Ekim’de Zorlu PSM %100 Studio’da prömiyer yapıyor.
Mehmet Zorlu Vakfı bünyesinde 2003 yılından beri çocuklarla buluşan Zorlu Çocuk Tiyatrosu, Kaplumbağa ile Tavşan’ın yarışını, Aslan ile Fare’nin beklenmedik bağını, Kurt ile yaramaz bir çocuğun karşılaşmasını ve Karga’nın hikâyesini şarkılara eşlik eden kahkahalarla sahneye taşıyor. Aslı Tandoğan, Mert Aydın, Mert Şişmanlar ve Zeynep Güngörenler oyunculuğuyla sahnelenecek oyun 4-8 yaş arası çocuklar için müziğin ön planda olduğu interaktif bir anlatım olacak.
Müziği Tolga Çebi, dekoru Barış Dinçel, kostümleri Gül Sağer, koreografisi Lucy Cullingford ve ışık tasarımı Yakup Çartık’ın imzasını taşıyan oyun, oyuncuların aynı zamanda birer enstrüman çaldığı, hayvan sesleri çıkaran aletler kullandığı ve neşenin hiç eksilmediği dinamik gösteri olacak.
Ezop Masalları; ilk gösterisini 12 Ekim pazar günü Zorlu PSM %100 Studio’da minik izleyicileriyle birlikte gerçekleştirecek. Aynı gün 12.00 ve 14.00 saatlerinde sergilenecek ve sezon boyunca Zorlu PSM’de sahnelenecek Ezop Masalları’nın biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.