
Hikmet Hükümenoğlu’nun kaleme aldığı, Mert Öner’in yönettiği ve Luz Creative yapımı Fora, 4 ve 5 Kasım’da Paribuart’ta prömiyer yapacak.
Yeni sezonun dikkat çeken yapımlarından Fora’nın oyuncu kadrosunda Şerif Erol, Şenay Gürler, Kubilay Aka, Aslı İnandık, Şükran Ovalı ve Eray Karadeniz yer alıyor. Yapımcılığını Nisan Ceren Özerten’in üstlendiği oyun, bir restoranda masa başında geçen, komedi öğelerinin yoğun olduğu bir aile hikâyesi anlatıyor.
Fora, izleyicisini bir ailenin geçmişle hesaplaşmasına, uzun bir aradan sonra bir araya gelen bir anne, baba, kız kardeş, oğul ve sevgilinin aile fertlerinin içsel çatışmalarına ve iletişim kopukluklarına tanıklık etmeye davet ediyor. Her karakter, içinde sıkıştığı kalıplarla yüzleşirken hem komik hem de dokunaklı anlar yaşatıyor. Gerçekçi diyaloglar, sıcak sahneler ve mizahı ile modern şehir insanının yalnızlığı, aidiyet duygusu ve yeniden başlama cesareti üzerine düşündüren bir anlatı kuruyor.
Program:
4 Kasım Salı 20.30 / Paribuart
5 Kasım Çarşamba 20.30 / Paribuart
18 Kasım Salı 20.30 / Maximum Uniq Hall
2 Aralık Salı 20.30 / Dasdas
17 Aralık Çarşamba 20.30 / Maximum Uniq Hall
Künye:
Oyuncular Aslı İnandık, Eray Karadeniz, Kubilay Aka, Şenay Gürler, Şerif Erol, Şükran Ovalı
Yazan Hikmet Hükümenoğlu
Yönetmen Mert Öner
Yapımcı Nisan Ceren Özerten
Yapım Luz Creative
Dekor Tasarım Burak Etöz
Işık Tasarım Yasin Gültepe
Müzik Tasarım Arkadaş Deniz Koşar
Uygulayıcı Yapımcı Naz Güven
Yapım Koordinatörü Defne Başoğlu
Yapım Sorumlusu Öykü Kalkan
Yardımcı Yönetmenler Şakir Güler, Aybar Taştekin
Şakir Gökçebağ’ın “InFormal” başlıklı kişisel sergisi 16 Ekim-15 Kasım tarihleri arasında Ferda Art Platform’da sanatseverlerle buluşacak.
Şakir Gökçebağ, “InFormal” sergisinde de önceki sergisinde olduğu gibi yine, sıradan nesneleri biçim, anlam ve kültürel bağlam açısından yeniden kurguluyor. Gökçebağ nesneleri yalnızca malzeme olarak değil, bir düşünme aracı olarak ele alıyor. Onun çalışmalarında görülen müdahaleler, ilk bakışta basit bir yer değiştirme, kesme ya da ekleme gibi eylemler olarak algılanabiliyor. Ancak bu eylemler, nesnenin asıl işlevini askıya alarak, izleyicinin tanıma refleksini bozuyor. Böylece algı artık doğrudan nesneyle değil, o nesnenin temsil ettiği sistemle yüzleşiyor. Çünkü gündelik objeler görünüşte nötr olsalar da kültürel kodları taşıyorlar. Gökçebağ’ın yaptığı bu kodları yeniden konumlandırmak, onları kendi sessizliklerinden kurtararak düşüncenin merkezine taşıyor.
“Gökçebağ’ın pratiği ne salt bir minimalizm ne de dekoratif bir biçimciliktir. Aksine, nesnenin en yalın haline inerek onun içindeki görünmeyeni görünür kılmak üzerine kuruludur. Düzenlemelerinde, her şey sakin, ölçülü, neredeyse törensel bir netliktedir. O, estetiği bir düşünme aracına dönüştürür. Nesne bu bağlamda yalnızca malzeme değil, düşüncenin aracıdır. Her biri kendi içinde bir düşünme alanı açar; o alan, izleyicinin gündelik algısını kırar.
Gökçebağ’ın üretimi çağdaş sanatın en temel meselelerinden biri olan biçim ile anlam arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye çağırır. Anlam tamamlandığında değil, askıya alındığında etkili olur. Sanatçının pratiği tam da bu askıya alma hâlinde yaşar. Her şey tamamlanmış gibi görünür, ama hiçbir şey son hâlini almaz. Bu sürekli oluş hâli onun sanatını hem zamansız hem güncel kılar.
Gökçebağ’ın işlerinde sadelik bir yoksunluk değil, tercihtir. Nesne ne bütünüyle soyutlanır ne tamamen işlevselliğine döner. Ve tam bu noktada Şakir Gökçebağ’ın sanatı bir bilincin ifadesi hâline gelir. Nesne işlevinden kurtulduğunda bir düşünme alanı üretir. Bu alan bakışın yeniden kurulabileceği bir yer açar. Gökçebağ’ın sanatı tam olarak bu noktada durur; nesnelerle yeniden düşünmenin olanaklarını sorgular.”
Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz usta edebiyatçı Selim İleri’nin roman yerine “sayıklamalar” demek istediği, okurlarına veda niteliği taşıyan eseri Sen Diye Biri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktı.
Sen Diye Biri, Selim İleri ile Cüneyt Arkın’ı buluşturan Günahsızlar filminin çekimlerine, 1971’e uzanıyor. Parlayan iki yıldızın giderek birbirlerine yakınlaşmaları, bu yakınlaşmaya harç olan edebiyat, sinema ve İstanbul mekânları ustalıkla yerlerini alıyor bu okumada.
Cüneyt Arkın ünlü bir sinema oyuncusu, Selim İleri düşlerinin peşinde, genç bir öykücü. Atıf Yılmaz’ın filminde çarpışırlar. “Neden yalnız oturuyorsunuz?” Serüvenli bir arkadaşlık başlar, sonra araya uzun “yaşam sarartısı” girer. Elli yıl sonra Cüneyt Arkın televizyondan seslenir: “Selim’i arıyorum.” Bu çağrı Selim İleri’ye ulaşır ulaşmaz uzun yıllar küskünlüğe ve unutuşa bırakılmış bir arkadaşlığın kıvılcımı ikinci kez ateşlenir.
“Öleceğini pek düşünmemiştim. Hele yeniden konuşmaya başladıktan sonra… Sonra akşam haberlerinde birçok kanalda birinci haberdi: Cüneyt Arkın… Öyle baktım, donuk, kaskatı. Yarın sökün edecekti anılar.
Artık her gün anılar. Bir süre böyle sürer, sonra geçer diyordum. Yazmak falan aklımın ucundan geçmiyordu.
Yazılacak ne vardı zaten? 12 Mart’ın insanları astığı gece! Camdan çıkışımız? Daha dingin şeyler; çiçekçi çocuğun sergisini yıkıp geçişimiz… Sabaha karşı tezgâhtan yeşil erik çalışımız… O hep dargın ama bağışlayıcı bakışın!
Birden oraya, ayrılığa, sonsuz ayrılığa…”
Sinematek/Sinema Evi, 21 Ekim 2025-16 Ocak 2026 tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanan yeni programıyla sezonunu açıyor.
“Bir Tema: Rüya Çıkmazı (Fever Dream)” ana programıyla ilk kez bir temaya odaklanan Sinematek/Sinema Evi, bu sonbaharda ayrıca günümüz İtalyan sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Alice Rohrwacher’in retrospektifi ile Yeni Alman Sineması’nın feminist figürü Ulrike Ottinger’e adanmış bir seçkiyi de izleyicilerle buluşturacak. Aynı zamanda programda, dünyanın en prestijli film restorasyon festivallerinden Il Cinema Ritrovato’nun kırkıncı edisyonundan altı filmlik özel bir bölüm, canlı müzik eşliğinde sessiz film gösterimleri ve Sinematek/Sinema Evi’nin sürdürdüğü restorasyon projesi kapsamındaki filmler de olacak. Projenin üçüncü filmi de yakında duyurularak programda yerini alacak.
“Rüya Çıkmazı”, bireyin toplumsal ve politik kaygılarından beslenen, hayal ve gerçeğin iç içe geçtiği tekinsiz bir sinema evreni sunuyor. Sinematek/Sinema Evi, önerdiği görsel ve metinsel sürprizler ile seyirciyi daima şaşırtan bu temayı farklı dönemlerden ve türlerden öne çıkan örneklerle ele alarak, 13 filmden oluşan kapsamlı bir ana program sunuyor. Ana program sponsoru Kurukahveci Mehmet Efendi desteğiyle hayata geçirilen seçkide Alan Parker’ın Şeytan Çıkmazı (Angel Heart), Adrian Lyne’ın Dehşetin Nefesi (Jacob’s Ladder), David Lynch’in Kayıp Otoban (Lost Highway) gibi filmlerin yanı sıra Alain Resnais’nin Geçen Yıl Marienbad’da (L’année dernière à Marienbad), Martin Scorsese’nin Geç Saatler (After Hours), Alain Robbe-Grillet’nin Ölümsüz Kadın (L’immortelle) ve Ted Kotcheff’in Korkuyla Uyan (Wake in Fright) gibi klasikler de yer alıyor.
Goethe-Institut desteğiyle hazırlanan seçki, Yeni Alman Sineması’nın öncü isimlerinden Ulrike Ottinger’in sinemasına odaklanıyor. Yönetmenin Ucube Orlando (Freak Orlando), Dorian Gray’in Magazin Basınındaki Portresi (The Image of Dorian Gray in the Yellow Press), Moğolistanlı Jean D’arc (Johanna D’Arc of Mongolia) filmlerinin yanı sıra kişisel belgeseli Paris Calligrammes de seyirciyle buluşacak. Batı kültür tarihini feminist ve kuir bir bakışla yeniden yorumlayan Ottinger, disiplinlerarası sanat anlayışı ve özgün görsel tasarımlarıyla seyirciyi gerçeküstü, sirkvari evrenlere davet ediyor. Yönetmen ayrıca 25 Ekim Cumartesi günü tüm sanatseverlere açık bir sohbete katılmak üzere Sinematek/Sinema Evi’nin konuğu olacak.
Günümüz İtalyan sinemasının önde gelen isimlerinden Alice Rohrwacher, eleştirmenlerce “pastoral fabl”lar olarak tanımlanan filmlerinde masalsı bir anlatı kurarken bir yandan da ele aldığı toplumsal meselelerle oldukça gerçekçi bir seyirlik sunuyor. İtalyan Kültür Merkezi’nin desteğiyle hazırlanan bu retrospektifte, yönetmenin şimdiye kadar çektiği tüm uzun metraj filmleri yer alırken, güncel İtalyan sinemasının önde gelen diğer iki yönetmeniyle ortak imzasını taşıyan Gelecek (Futura) belgeseli de seyirciyle buluşuyor.
Her yıl İtalya’nın Bologna kentinde düzenlenen Il Cinema Ritrovato, dünyanın en önemli film restorasyon festivallerinden biri olma özelliği taşıyor. Sinematek/Sinema Evi, festivalin kırkıncı edisyonundaki “Restore Edilmiş Filmler” bölümünde öne çıkanlardan oluşan bir seçkiyi İstanbul’a taşıyor. Seçkide Barry Lyndon, Bir ve İki (Yi Yi), Guguk Kuşu (One Flew Over The Cuckoo’s Nest), Hırsız (Thief), Sunset Bulvarı (Sunset Blvd.) ve Üçüncü Türden Yakınlaşmalar (Close Encounters of the Third Kind) yeni kopyalarıyla yer alıyor.
Sinematek/Sinema Evi’nin klasikleşmiş programı Sessiz Perşembe, bu sezon Sovyet sinemasının öncüsü Sergei Eisenstein’a odaklanıyor. Sinemada montaj kuramının kurucusu olan Eisenstein’ın sinema tarihindeki yeri hâlâ tartışılmaz önem taşıyan Ekim, Grev ve Potemkin Zırhlısı filmleri canlı müzik eşliğinde gösterilecek.
Sinematek/Sinema Evi’nin büyük önem verdiği film restorasyon projesi, Kurukahveci Mehmet Efendi desteğiyle devam ediyor. İlk filmi Hakkâri’de Bir Mevsim (1983, Erden Kıral) ve ikinci filmi Aysel, Bataklı Damın Kızı (1935, Muhsin Ertuğrul) olan projeye yakında açıklanacak üçüncü film de eklenecek. Bu üç filmi sonbahar programı boyunca izlemek mümkün olacak.
Sinematek/Sinema Evi’nin programına buradan ulaşabilirsiniz.
Mısra Balkan’ın “Gökkuşağından Gözyaşları” başlıklı ilk kişisel sergisi 24 Ekim-8 Kasım tarihleri arasında Büyükdere35’te sanatseverlerle buluşacak.
Mısra Balkan’ın ilk kişisel sergisi “Gökkuşağından Gözyaşları”, biçimin yalnızca görsel bir unsur değil, aynı zamanda bir hafıza taşıyıcısı olduğunu hatırlatıyor. Balkan’ın bu serideki yaklaşımı, soyut sanatın modernist dilini, topografik motifler ve kişisel belleğin katmanlarıyla bir araya getiriyor. Bu yönüyle izleyici, yalnızca bir yüzeye değil; geçmişin, doğanın ve sezgisel anlamların çok katmanlı iz düşümlerine tanıklık ediyor.
Her yapıt, unutulmuş bir yapbozun parçası gibi, hem kendi başına bir anlam taşıyor hem de diğer parçalarla birleştiğinde yeni anlamlar üretiyor. Biçimliyor, sabitlenmeyi reddeden imgeler olarak bir araya geliyor; sözden çok duyguya, anlatıdan çok sezgiye yöneliyor. “Gökkuşağından Gözyaşları”, doğa, hafıza ve kolektif bilinçle kurulan bir diyalog olarak, izleyiciyi görünenden çok hissedilene davet ediyor. Toprak, su, gökyüzü ve belleğin izleri; ışıkla gölge, varlıkla boşluk arasında gidip gelen bir dansa dönüşüyor. Balkan, bir hikâye anlatmaktan ziyade, bir hissin ve arayışın izini sürüyor. Parçalanmış ama canlı, tamamlanmamış ama güçlü bir bütünlük sunuyor.
Künye:
1. Strip of a hug, tuval üzerine yağlı boya _ oil on canvas, 75x100 cm, 2025
2. Time zones between you and me, tuval üzerine yağlı boya _ oil on canvas, 100x70 cm, 2025
3. Tipsy at the mountain, tuval üzerine yağlı boya _ oil on canvas, 90x126.5 cm, 2025 (detay _ detail)
Kazak yazar Galiya Saraç’ın kilim dokuma sanatını gelecek nesillere taşımak ve tanıtmak amacıyla hazırladığı, Şilili çizer Catalina V. Hulsbus’un resimlediği kitabı Bir Kilim Hikâyesi, Tudem Yayınları’ndan çıktı.
Bir Kilim Hikâyesi, kilim motiflerinin sessiz dünyasında masalsı bir yolculuğa çıkarırken Anadolu'nun binlerce yıllık geleneğine dair kadim bilgiler ve zamansız öğretiler paylaşıyor. Kilim desenleri sadece onları süslemek için rastgele işlenmiş motifler olmadığını gösteriyor bu kitap. Suyolu, sabrederek yeniden doğuşu; koçboynuzu, kahramanlığı ve gücü simgeler. Kuş, elibelinde, hayat ağacı, göz, damga, bukağı ve daha niceleri... Her motifin özel bir anlamı ve kendine has bir hikâyesi var.
Umay’ın ninesi birbirinden güzel kilimler dokur, attığı her düğümle âdeta destan yazardı. Torunu ninesinin kilim motifleriyle ilgili anlattığı ilginç hikâyelere bayılır, tekrar tekrar dinlemekten hiç sıkılmazdı. Ninesi bir gün yine dokuma tezgâhının başındayken sözcükler birbirini kovaladı. Sıra, güzeller güzeli Hanzade'nin çeyizi için eşi benzeri olmayan bir hediye getiren o yaşlı kadının hikâyesine geldi...
Salon İKSV ile İstanbul Bienali’nin yaptığı iş birliği kapsamında 9 Kasım’da The Necks ve 10 Kasım’da Julianna Barwick & Mary Lattimore müziğin sınırlarını genişleten, mekân ve zamanı sesin bir parçasına dönüştüren performanslarıyla Salon İKSV’ye konuk olacak.
Salon İKSV ile İstanbul Bienali, müzik ve güncel sanatı buluşturan bir iş birliğine imza atıyor. Bu kapsamda Salon İKSV, bienal izleyicilerinin ilgiyle takip edebileceği iki özel konsere ev sahipliği yapacak. 9 Kasım Pazar akşamı sahnede, LA Times tarafından “en etkili müzik topluluklarından biri” olarak tanımlanan Avustralyalı grup The Necks olacak. Grup, mekânın akustiğini müziğin bir parçasına dönüştürürken izleyicilere Salon’da meditatif bir müzikal deneyim yaşatacak. 10 Kasım Pazartesi akşamı ise ambient müziğin günümüzdeki en parlak isimlerinden; besteci, vokalist ve yapımcı Julianna Barwick ile arpist ve besteci Mary Lattimore’un ortak performansı, Salon’da duygusal yoğunluğu yüksek bir atmosfer yaratacak.
Program:
The Necks
9 Kasım Pazar
20.00
Julianna Barwick & Mary Lattimore
10 Kasım Pazartesi
21.30
Türkiye’nin dört bir yanından yeni mezun sanatçıların yapıtlarını aynı çatı altında sanatseverlerle bir araya getiren BASE’in 9. edisyonu 26-30 Kasım tarihleri arasında The Ritz-Carlton Residences, Istanbul B Blok’ta sanatseverlerle buluşuyor.
Trendyol Sanat ana sponsorluğunda, Bilgili Holding ana mekân sponsorluğunda ve Bilgili Sanat iş birliğiyle düzenlenen BASE 2025’te; 36 şehir, 43 üniversiteden yeni mezun 156 sanatçı izleyici karşısına çıkacak. BASE 2025’te resim, fotoğraf, seramik, cam, heykel, video, yeni medya, grafik tasarım, geleneksel Türk Sanatları gibi farklı disiplinlerde üretilmiş yaklaşık 200 eser yer alacak.
Yeni mezun sanatçıların yaratıcılıklarını ve üretme motivasyonlarını desteklemek, onların sanat profesyonelleri ve sanat izleyicileri ile diyaloglarını geliştirmek misyonuyla 9 yıldır düzenlenen BASE, bu yıl Bilgili Sanat iş birliği ve The Ritz-Carlton Residences ev sahipliğinde, Trendyol Sanat ana sponsorluğunda; Jumbo, Kale Tasarım ve Sanat Merkezi (KTSM) ve TEB Özel Bankacılık co-sponsorluğunda dokuzuncusu gerçekleşecek. BASE’in 2025 yılı başvurularını; Ani Çelik Arevyan, Canan Dağdelen, Canan Tolon, Derya Yücel, Ebru Yetişkin, Eda Kehale Argün, Ferda Dedeoğlu, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Guido Casaretto, İnci Furni, İrfan Önürmen, İsmet Doğan, M. Wenda Koyuncu, Necmi Sönmez, Pınar Öğrenci ve Selim Bilen değerlendirdi. BASE’in küratörü Derya Yücel, bu yıl BASE’in çerçevesini çizerken Sınırlar/Olasılıklara dikkat çekiyor.
“Sanat, tarih boyunca sınırlar üzerine düşünmenin, onları sorgulamanın ve aşmanın en güçlü yollarından biri olmuştur. Sınırlar, yalnızca coğrafi ya da politik değil; aynı zamanda ontolojik, kültürel, toplumsal ve kişisel deneyimlere içkindir. İnsan ile insan olmayan, birey ile toplum, doğa ile kent, beden ile bilinç, hakikat ile hayal, ben ile öteki, görünür ile görünmez arasındaki çizgiler hem belirleyici hem de geçirgendir. Kimi zaman keskin ve dışlayıcı, kimi zaman bulanık ve muğlak, kimi zamansa bütünüyle imkânsızdır. Genç sanatçıların üretimleri, bu sınırların sorgulandığı, esnetildiği ya da aşıldığı alanlarda şekilleniyor. Sanatçılar, insan ile insan olmayanın, ben ile ötekinin, norm ile anormalliğin, gerçek ile düşlerin arasındaki gerilimleri görünür kılarken; aynı zamanda yeni ilişkilenme biçimlerinin, yeni anlamların ve yeni varoluş ihtimallerinin kapısını aralıyor. Sanat, sınırları sabitlemek yerine onları sürekli müzakere eden, yeniden çizen, bulanıklaştıran ya da aşındıran bir deneyim alanıdır. Her sınır, aynı zamanda bir olasılıktır. Sınırların çizildiği, aşıldığı ya da silindiği her noktada, sanat aracılığıyla yeni deneyim alanları ve yeni düşünme biçimleri ortaya çıkar.
BASE’in dokuzuncu edisyonu, genç sanatçıların üretimlerini tam da bu sınırların kesişim noktalarında konumlandırıyor. Genç sanatçıların işleri ‘sınırlar ve olasılıklar’ çerçevesinde bir araya gelirken, sınırların sabitlenmediği, olasılıkların çoğaldığı, karşılaşmaların mümkün olduğu bir ortak zemin yaratılıyor. BASE, 2017’den bu yana Türkiye’nin farklı şehirlerinden ve üniversitelerinden yeni mezun genç sanatçıları bir araya getirerek bir karşılaşma ve paylaşım zemini olmayı sürdürüyor. Bu zeminde sınırlar, ayrım değil; karşılaşma, diyaloğa açılma ve birlikte üretme olasılıklarının başlangıç noktası olma potansiyeli taşıyor. Sınırlar/Olasılıklar, genç sanatçıların bu çoğul deneyimlerini bir araya getirirken, sanatın toplumsal işlevini de hatırlatıyor: Her sınır başka bir ihtimalin eşiğidir.”
Ali Vatansever’in yeni uzun metraj filmi Bir Arada Yalnız, dünya prömiyerini 8-24 Kasım 2025 tarihlerinde gerçekleşecek Tallinn Black Night Film Festivali’nin Ana Yarışma bölümünde yapacak.
Festivallerden ödüllerle dönen El Yazısı ve Saf filmleriyle tanıdığımız Ali Vatansever’in üçüncü filmi olan Bir Arada Yalnız, oğullarının ölümcül hastalığıyla mücadele eden bir ailenin duygusal ve fiziksel çabasına mercek tutuyor. Estonya’da düzenlenen dünyanın önde gelen festivallerinden biri olan Tallinn Black Night Film Festivali’nde ilk kez sinemaseverlerle buluşacak filmin başrollerinde Fatih Al, Esra Kızıldoğan ve Onur Gözeten yer alıyor.
Film, ailenin mücadelesinin ortasındaki 19 yaşındaki İzzet’in perspektifini ve iç dünyasını anlaşılır kılmak için anlatım olanaklarını genişleten özgün bir tekniğe başvuruyor. Kısmi olarak Sanal Gerçeklik'te (VR), gerçek zamanlı çekilen sahneler, izleyicinin karakterle daha derin ve kişisel bir bağ kurmasına olanak tanıyarak onun yolculuğuna içeriden bir bakış sunuyor. Yapımcılığını Terminal Film, Aktan Görsel Sanatlar, Foss Productions ve Da Clique’ın üstlendiği film aynı zamanda Kültür Bakanlığı, TRT ve ERT (Yunan Televizyonu) destekleriyle gerçekleştirildi. Türkiye - Yunanistan-Romanya ortak yapımı olan Bir Arada Yalnız’ın görüntü yönetmenliğini Konstantinos Koukoulios yaparken, müziklerinde ise Erdem Helvacıoğlu imzası bulunuyor.
Pera Film, müzenin 20. yılına özel hazırladığı “Bütün O Sanat” başlıklı film programındaki sinema ile farklı sanat disiplinlerinin buluştuğu yapımları 15 Ekim’den itibaren Pera Müzesi Oditoryumu’nda sinemaseverlerle buluşturacak.
15 Ekim 2025-18 Ocak 2026 tarihleri arasında gerçekleşecek program, 20 filmden oluşan biyografilerden belgesellere, dans ve müzikten toplumsal hafıza hikâyelerine uzanan detaylı bir seçkiyi izleyicilere sunuyor. “Bütün O Sanat” başlıklı programda sanat tarihine iz bırakan figürlerin yaşamlarını odağına alan biyografilerden, yaratım süreçlerini perdeye taşıyan belgesellere, dans ile sinemanın birleştiği başyapıtlardan sanatçıların içsel yolculuklarını işleyen filmlere uzanan zengin bir içerik yer alıyor.
Müzenin kültürel diyaloğu besleyen kapsayıcı yaklaşımından ilhamla hazırlanan program, sanat temalı 20 filmi bir araya getirirken, bu geniş seçki aracılığıyla fotoğraftan tiyatroya, resimden müziğe uzanan farklı sanat dallarının sinema ile etkileşime girdiği yapımları izleyiciyle buluşturuyor. “Bütün O Sanat” başlıklı film programındaki filmlere ve etkinliklere buradan ulaşabilirsiniz.