
Tate, nisan ayında açıkladığı 2017 programına göre David Hockney, Wolfgang Tillmans, Rachel Whiteread, Giacometti ve Modigliani gibi dev isimlerin yanında Türk sanatçı Fahrelnissa Zeid’in de retrospektifine de yer verecek.
Müzede gerçekleşecek retrospektifler dışındaki karma sergilerin konuları da toplumsal sorunların tarihine odaklanacak. “Queer British Art” sergisi tam olarak homoseksüelliğin İngiltere’de yasal olarak tanınmasının 50. senesine denk getirilmiş. Sergi 1861-1967 yılları arasında, “değişik” oldukları için zorluklar yaşamış sanatçıları ele alıyor.
“Soul of A Nation: Art in the Age of Black Power” sergisi 1963-83 yılları arasında Amerika’da aktif olarak üretmiş siyahi sanatçıların zamanında nasıl tanımlandığı, reddedildiği ve tekrar bulunduğu üzerine.
“Red Star Over Russia” ise Ekim Devrimi’nin yüzüncü senesine ithafen Rus sanatının seneler içerisinde nasıl sağlam bir dil oturttuğunu inceliyor.
Sizi bir an için İngiltere uçuşlarına göz atmaya sevk edecek sergi programı ise:
9 Şubat-27 Mayıs 2017, David Hockney
15 Şubat-11 Haziran 2017, Wolfgang Tillmans
5 Nisan-1 Ekim 2017, Queer British Art
9 Mayıs-10 Ekim 2017, Giacometti
7 Haziran-15 Ekim 2017 Fahrelnissa Zeid
12 Temmuz-22 Ekim 2017, Soul of a Nation: Art in the Age of Black Power
8 Kasım 2017-18 Şubat 2018, Red Star Over Russia
22 Kasım 2017- 2 Nisan 2018, Modigliani
1980’lerden beri Lisson Gallery’de birçok sergi açmış olan Anish Kapoor, galerinin Milano şubesindeki ilk sergisine hazırlanıyor.
Kapoor bu sergide paslanmaz çelikten 14 yeni heykel sunuyor. Malzemeyi 90 dereceyi aşmama kaidesiyle bükerek ürettiği 30 cm civarındaki bu heykeller sanatçının diğer işlerine göre nispeten küçük.
Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergisinden de hatırladığımız üzere uzun seneler boyunca konkav ve konveks formlar üzerine çalışan sanatçı, bu yeni serisinde bükmeyle elde edilen görme biçimlerini ve çevresiyle oluşturduğu ilişkisini araştırıyor.
1990 doğumlu Alessandro Sicioldr yaşamına ve çalışmalarına İtalya'da devam ediyor. Yağlı boya ve renkli kalemlerle çalışan sanatçı, çalışmalarında çağdaş ve geleneksel teknikleri harmanlıyor.
Gerçeküstü görüntüler, tuhaf ve tekinsiz ortam tasvirleri sanatçının stilinde en dikkat çeken öğeler arasında yer alıyor. Erken çocukluk döneminde tedirgin edici konularla ilgilenmeye başlayan Sicioldr, genellikle rüyalardan ilham aldığını söylüyor. Mistik güçler, korku, bilinçaltı gibi konular sanatçının sık sık çalışmalarında işlediği temalar arasında yer alıyor.
Dünyanın dört bir yanından sanatseverler ve alıcılar Frieze Art Fair için New York’a akın etti. 5-8 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek olan fuar için, New York’taki Randall’s Ada’sında 25000 m2 lik devasa bir çadır kuruldu.
31 ülkeden 202 galerinin katılacağı fuarda galerilerin stantları dışında “Frieze Projects” programı da yer alıyor. Sanatçı konuşmaları, yerleştirme ve performans alanları ziyaretçilere etkileşimli bir portal kurmayı hedefliyor. Frieze’in genel fuar direktörü Victoria Siddall’a gore bu program çok önemli çünkü; bu sayede fuar sadece sanat eserlerinin alım satımıyla sınırlı kalmıyor, ayrıca sanatın yaratımına da katkıda bulunuyor.
Fuarda bu sene ziyaretçileri küçük süprizler de bekliyor. Mesela şanslı ziyaretçiler David Horvitz’in performatif sanat projesi için tuttuğu profesyonel bir kapkaççının “kurbanı”olabilir. Şanslı diyorum çünkü bu kapkaççı cepleri boşaltacağına küçük heykelciklerle dolduruyor.
Ayrıca fuarda bir de eşek var. Maurizio Cattelan’ın 1994 seneli "Enter at Your Own Risk—Do Not Touch, Do Not Feed, No Smoking, No Photographs, No Dogs, Thank you" adlı enstelasyonu, barok avizeyle aydınlatılmış kocaman bir odanın ortasında canlı bir eşekten oluşuyor.
Gündem haberlerinden asla eksik olmayan Donald Trump’a da küçük göndermeler var. Frieze Sounds bölümünde vantrilok Liz Magic Laser, karnından konuşarak Donald Trump’ın sesiyle bir performans yapacak.
1988 doğumlu, Goldsmiths Üniversitesi çıkışlı melankolik prens James Blake, 2011 yılındaki ilk albümü James Blake ile müzik piyasasına sıkı bir giriş yapmayı başarmıştı. Albümde yer alan ‘Wilhelm Scream' hala vazgeçilmezlerden. Son albümü Overgrown’un ardından 3 yıllık sessizliğini bozan James, The Colour in Anything ile raflardaki yerini almaya hazırlanıyor fakat sanatçı albüm tanıtımı için farklı bir yöntem tercih etti: sokaklar!
Daha önce Norveçli yazar Ronald Dahl ile çalışan illüstratör Sir Quentin Blake ile James’in sokaklardaki tanıtımını duvar resimleri ve illüstrasyonları ile destekledi. Henüz biri Londra’da biri Brooklyn’de, iki duvar resmi görebildiğimiz bu iş birliğinin devamı merak konusu.
20. yüzyılın önemli ve yenilikçi sanat akımlarından ZERO’nun kurucularından Heinz Mack, “The Visible Reminder of Insible Light” (Görünmez Işığın Görünür Hatırası) ismini verdiği sergisiyle İsviçre’nin Lugano kentindeki Cortesi Gallery’de!
Sanatçı, 85. yaşını ve 60 yıllık kariyerini Avrupa ve Uzakdoğu’da gerçekleşen bir dizi sergiyle taçlandırıyor! Geride bıraktığımız Şubat ayında Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan “MACK. Sadece Işık ve Renk” sergisi de halen devam etmekte.
1931 doğumlu sanatçı, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde sanatsal üretimin dinamiklerini sorgulayarak, sanatın doğa ve hayatla arasındaki sınırlarını yok etme arayışlarına yoğunlaşıyor. 1950’lerdeki sanat camiasına hükmetmiş soyut eksprezyonizm akımını reddedip, daha saf bir anlatım dilini benimsiyor. Işığın etkisini vurgulama gayesiyle monokrom renkleri, minimalist bir estetiği tercih ediyor. Metal, cam, plastik gibi endüstriyel malzemeleri kullanarak yarattığı işlerinde ışık, mekan ve malzemeler arasındaki etkileşimleri araştırıyor. Sanatçının Sahra çölü ya da Arktik buzullar gibi uygarlıktan uzak arazilerde kurduğu enstelasyonlar en dikkat çekici eserleri arasında yer alıyor.
Sergi, Mack’in seneler içerisinde mükemmelştirdiği anlatım dilinin her aşamasını izleyicinin deneyimlemesini hedefliyor. Buna bağlı olarak sanatçının eserlerinden oluşturulmuş bir seçki, 11 Mayıs – 22 Temmuz arasında ziyarete açık olacak.
Prag doğumlu fotoğrafçı Bara Prasilova, çalışmalarında gerçeklik ve kurgu arasındaki ince çizgide dolaşıyor. Fotoğraf serilerinde belli konseptler üzerinde çalışan sanatçı, 2014 yılında Hasselblad Masters ödülünü kazanmıştı. Sanatçı ayrıca Evolve isimli serisinde Hasselblad Masters Book için de bir çekim gerçekleştirmişti.
Pastel renkler, sürrealistik detaylar ve absürt konseptler sanatçının karelerinde ilk dikkat çeken figürler arasında yer alıyor. Prasilova, moda fotoğrafları üzerine yoğunlaştığı renkli çizgisiyle sık sık dergi kapakları ve reklam kampanyalarını süslüyor.
Toronto merkezli Winnie Truong, büyük ölçekli kağıtlar üzerine pastel boya ile çalışıyor. İllüstrasyonlarının esas öznesi saçlar olan sanatçı, sık sık kadın figürleri resmediyor. Çizimlerinde oldukça detaylı ve incelikli çalışan Truong, ayrıntılılar üzerinde çalışmaktan keyif aldığını söylüyor.
Truong'un çizimlerindeki birbirine dolanmış saçlar, insan beden ve organları büyük bir karmaşa hissi uyandırıyor. Ağırlıklı olarak soğuk tonlara yer veren sanatçı en büyük ilham kaynaklarından birinin bilim kurgu öğeleri olduğunu söylüyor.
Rus sanatçı Slava Fook, rüyaların derin etkisinden kopamayan ve üretimine de bu etkilenmesini birebir yansıtan bir sanatçı. Yaşamına ve çalışmalarına Kaliforniya'da devam eden Fook, zarif kadın portreleriyle tanınıyor. Klasik sanat geleneklerini resimlerine yansıtan Fook'un çizgileri sürrealizm ve art deco akımlarından esinleniyor.
2011 yılında Urban Jungle serisi üzerinde çalışmaya başlayan sanatçı, keskin ve sert çizgilerin kesiştiği bir anlatım tarzına sahip. Fook'un renkli kadınları hem kırılacak kadar narin hem de şaşırtıcı derecede güçlü..
1960’larda sanat dünyasını kasıp kavuran Venezuelalı sanatçı Maria Sol Escobar (85), geçtiğimiz cumartesi New York’taki evinde vefat etti.
Escobar, Paris, Caracas, Los Angeles, Roma gibi birçok farklı şehirde yaşadı, birçok farklı tekniğe sahip sanatçıyla da çalışma fırsatı buldu. Hans Hofmann ve Williem de Kooning’le olan yakınlığından dolayı erken çalışmalarında soyut expresyonizm akımını benimsese de, bir zaman sonra bu stilin katı kalıplarından kurtulup kendi dilini oluşturdu. Bu süreçte Andy Warhol sayesinde New York’un Pop Art çevresine girdi.
Özellikle Amerikan yerli sanatı ve Robert Rauschenberg’den ilham alan sanatçı, ahşap panellerin üzerini boyayarak ve bulunmuş nesnelerle birleştirerek kompozisyonlar yaratmaya başladı. 1960’larda bu teknikle 100’ü aşkın heykel üretti. İşlerinde her zaman toplumsal konulara olan hassasiyetini ve politik tutumunu yansıttı. Irkçılık, cinsiyetçilik ve kölelik ele aldığı temel sorunlardı.
İlham kaynakları, tekniği ve işlediği konular dolayısıyla Marisol’ün işlerinin Pop Art’a dahil olup olmadığı, zamanın çoğu sanat eleştirmeninin de kafasını karıştırdı. Sonuç belliydi: “Pop Art değil, Op Art da değil. Sadece Marisol.”