16 EYLÜL, ÇARŞAMBA, 2015

"Hiçbir Zaman Sahip Olmaya Güç Atfetmedim"

Leyla Alaton, üniversite yıllarında başladığı koleksiyonunu Alaca sergisiyle tüm sanatseverlerle buluşturuyor. Bu vesileyle Leyla Alaton’la bir araya geldik, bu koleksiyonun hikayesini konuştuk. Sergi, 3 Ekim’e kadar Ekavart’ta görülebilir.

Koleksiyonculuk serüveninizin bir başlangıç noktası var mı? Hangi dürtüyle, nasıl almaya başladınız? Birkaç röportajınızda sahip olmak için değil, sanatçılara destek olmak için koleksiyonculuğu sevdiğinizi okudum…

Hiçbir zaman sahip olmaya güç atfetmedim. “Güzel bir eserin ille de benim koleksiyonumda olması gerekir, şarttır ve bunun için neler yapmalıyım” derdine hiç düşmedim. Her zaman beni mutlu, huzurlu ve iyi hissettirecek eserler seçtim. Üniversite yıllarımdan beri her dönemde farklı yoğunlukta aldım ama üniversite yıllarımda başladığımı söyleyebilirim. Kendime üniversite bitirme hediyesi olarak bir eser aldırdığımı hatırlıyorum. 

Ne aldığınızı hatırlıyor musunuz?

Ünversite yıllarında ilk aldığım eser Erté’nin “Her Secret Admirers” isimli çalışmasıydı. İnsan hayatının değişik devrelerinde değişik tarzlardan geçiyor. Her dönemde farklı bir şeyin önceliği oluyor. Çocuk doğurduğum büyüttüğüm senelerde tabii ki sanat koleksiyonculuğu benim önceliğim değildi. Bir koleksiyon yapmak için sanata zaman ayırman gerekiyor. İşin içine girince çok zaman alan bir tutku. Zaman bir lüks ve benim böyle bir lüksüm yok. Bu nedenle çoğunlukla benim önceliğim sanat olamıyor. Bun öncesinde çocuklarım ve bir işim var. Onun için umduğum kadar tam zamanlı gitmiyor bu tutkum.

Leyla Alaton ve Ece Koçal ©Ilgar Öztürk

Bir eseri alırken sizi çeken ne oluyor peki? Bir eseri görüyorsunuz bir duygusal bağ mı kuruyorsunuz?

Vermek istediği mesaj, verilen emek, yaratıcılık... Gülsün Karamustafa’nın feminist çizimi, Shirin Neshat’ın barış mesajı, Aslımay Altay Göney’in paper cut out’ları, oradaki emek çok değerli. Carlos Aires’nın “De Natura Deorum” çalışmasında banknotlar üzerinde yer alan dünya liderlerinin sadece gözlerini alarak tek tek altın varakla 70 parça halinde bir işe dönüştürmesi çok ilgi çekici. Veya Selma Gürbüz’ün karınca duası, Suzy Hug Levy’nin “Suzy’s Library Dizisi’nde yer alan ve kutsal kitapların bize empoze edildiğini gösteren eseri, Gülay Semercioğlu’nun kablolardan yaptığı “River” isimli eseri, Canan Bozbağ’ın gölgesinden zevk aldığım “No.14” isimli müthiş bir eseri… Bunların hepsinin yeri benim için ayrı. Diğer taraftan birden fazla işine sahip olduğum sanatçılar da var. Elvan Alpay’ın bir eserini de 20 sene önce almıştım. Ed Pien ise üç işini de beğenerek aldığım, Tayvanlı Kanada’da yaşayan bir profesör sanatçı. Feminist bir sanatçı olan Mehtap Baydu’nun “Söz Gümüş İse” çalışmasında 21 kadının dudakları görülüyor; hepsi izleyicinin boy hizasında ve hepsinin ayrı hikayesi var. Bu eserlerin tamamının benim duygularımı cezbeden ayrı bir tarafı var.

Sizin iş hayatında da kadınlara destek olduğunuzu biliyorum. Koleksiyonunuzda da kadın sanatçıların işleri göze çarpıyor. Feminist işler size ayrıca cezbediyor mu? 

İlla ki bir kadın sanatçı olsun gibi bir bakış açım yok tabii ki. Ama bir kadın sanatçıya, özellikle genç bir kadın sanatçıya destek vermek mutlu ediyor beni. Evet burada tesadüfen kadın sanatçıların eserleri çoğunlukta gibi görünüyor. Ama ille de kadın sanatçı eseri takıntım yok. Kaldı ki kadına şiddeti resmeden, pornografik eserler almam. Evet o sergiyi destekleyebilirim, tanıtabilirim ama kanlı, silahlı, şiddet mesajı içeren eserlerle evimde yaşamak beni zorluyor.

Aldığınız her eserle, her işle birlikte yaşıyor musunuz yoksa başka bir yerde mi duruyor bunlar?

Birlikte yaşıyorum evet. Ofisime, yatak odama, hatta mutfağıma kadar birlikte yaşıyorum. Beraber yaşamayacağım, depoda saklayacağım işleri almıyorum zaten. Üçe alıp yedi olunca satmalık hiçbir şey almıyorum. 

Hiç satmadınız mı peki? 

Hemen hemen hiç. Bir dönem bir eseri almışımdır, o devirde hoşuma gitmiştir. O şu an evin daha gözükmeyen bir bölgesindedir ama buradadır. Çünkü bir hatırası var. Mesela Rusya’da sokaktan aldığım eserler de var; onlar o devrede benim için güzeldi ve onların da bir yeri var hayatımda. 

Burada, “Alaca” sergisinde koleksiyonunuzun ne kadarını görebiliyoruz?

Çoğunluğu burada. Ama evden kımıldatmayı istemediğim, başına bir iş gelir diye korktuğum eserler var mesela. Yine de ana oyuncuların burada olduğunu söyleyebilirim.

Bu sergiyi açma fikri nasıl gelişti? Geçen yıl da Ankara’da olmuştu…

Galeri Nev Ankara’nın sahibi Deniz Artun, serginin küratörü. Ayrıca serginin isim annesi. Sergi açmak da onun fikriydi. O, “Bunların koleksiyon olarak gösterilmesi lazım, herkes bunları görsün, Ankara’ya çok büyük yarar olur” diyerek beni ikna etti. Ben güzel bebeklerimden ayrıldım, böylece ev güzel bir güzel badana boyaya girdi (gülüyor). Onlarla üç ay kadar ayrı kaldık. İkinci defa yollamak daha kolay geldi, çocukları bir yere yollamak gibiymiş.

Ece Koçal ve Leyla Alaton ©Ilgar Öztürk

Burada bir ay kalacaklar değil mi?

Evet bir ay, hem de İstanbul’dalar. Daha kolay eve dönebilecekler.

Hem Artinternational’ın hem de Contemporary Istanbul’un danışma kurulundasınız. Sizce bu seneki ARTINTERNATIONAL nasıldı?

Çok güzeldi ama ağır bir haftaydı. Hem bienal hem ARTINTERNATIOAL lüzumsuz yordu. Yani zevkin önüne geçti yorgunluk. İkisini aynı haftaya koymak beğendiğim bir strateji olmadı.

SAHA’nın da üyeleri arasındasınız ve orada yerli sanatçıların yurt dışında tanıtımı için de çalışıyorsunuz. Dışarıdan buradaki değişimler nasıl gözlemleniyor?

Artık sanat da çok globalleşti. Uzak Doğu’da da ne yapıldığından bile çok çabuk haberdar oluyoruz. Müzelerin, fuarların sayısı arttı. Her şeyde bir enflasyon oluşmaya başladı, alternatif arttı. Sanatçı olmak zor kabul edilen bir şeyken şimdi çok destek gören, anneyi babayı gururlandıran bir yere geldi. Politik konularda da sanatçıyı besleyen bir ülkede yaşıyoruz. Sanatçı besleniyor, sanatçı güzel şeyler doğurabiliyor ve artık yurt dışında da yaşayan Türk sanatçılar var. 

Gülay Semercioğlu

Bienali görme imkanı bulabildiniz mi?

Evet, geçen hafta bir kısmını gördüm. Bu yılki bienal bana çok güzel bir söz hatırlattı: “Art should comfort the disturbed and disturb the comfortable” Yani kafası karışık olanı sakinleştirmeli, sakini de dürtmeli kafasını karıştırmalı.

Belki şu an içinde bulunduğumuz politik durumla da uyuşuyor…

Öyle gibi. Bienalin ancak bir bölümünü gördüm. Bütün şehre yayıldığı için görmedim hepsini. Ada’ya gittim. Ama çok sıcak, nemli, kısacası zor bir gündü. Ekim ayında daha küçük bir grupla giderek tadına vararak göreceğim. Yine de Troçki’nin evinin önündeki Arjantinli sanatçının hayvanları görmeye değer, çok beğendim. 

Sanatçılarla birebir ilişki kurmadığınızı söylemişsiniz. Kimi koleksiyoncular işlerini aldıkları sanatçıları yakından tanımak isterler. Siz neden uzak durmayı tercih ediyorsunuz?

Çünkü sanatçılar bir yıldız gibi; onlara uzaktan hayranlık duymak çok daha enteresan. Sanatçının şahsiyeti işinin önüne geçince, özellikle şahsiyeti sevmezsen veya arandaki elektrik uymazsa bu eseri beğenmene de yansıyabilir. Halbuki eseri beğenince, yapan kişiyle bir samimiyet kurman gerekmez ki. Hem de hiç! Çok sanatçıyla da dostum ama eserleri bende yok. Onları çok seviyorum, destek veriyorum ama eserleri bende yok. Bu ikisini karıştırmayı sevmiyorum. Aşkla parayı karıştırmak gibi bir şey, sanatçıyla dostluğu ve alışverişi karıştırmak. Ve yanlış bir şey. İyi bir temel oluşturmuyor ilişkiye. Şart değil benim sanatçıyı yakından tanımam. Hangi müzede, hangi koleksiyonlarda olduğunu bilmek, ne kadar değeri anlaşılmış diye bana fikir verebilir ama gidip de onun özel hayatını bilmeyi istemem. Mesela fikirleri beni rahatsız edebilir. Ama görsel bir şey alıyorum, bu bir kitap değil.

Leyla Alaton ©Ilgar Öztürk

Zaten politik işleri çok almıyorsunuz anladığım kadarıyla.

Hayır, politik hiçbir şey burada yok. Beğeniyor olabilirim ama şiddet veya politika içeren eserler almıyorum. Ben huzurlu şeylerle yaşamak istiyorum. Zaten sekinci viteste yaşıyorum, günlük hayatta evde de huzur istiyorum. Bakın hepsi huzur verici işlerdir.

Peki geçmişe dönebilseniz ve bir sanatçıyla tanışma imkanınız olsa, herhangi bir sanatçıyla tanışmayı ister misiniz?

Onların dünyasına yakın olmak belki enteresan olabilirdi; çünkü ben çok realist, iş hayatının zorlukları, gerçekleri içinde yaşayan biriyim. Sanatçı gibi düşünen, hayatında sadece sanat olan çevreleri anlamakta hala zorlanıyorum. Çok farklı frekanslardayız. Hayata çok daha farklı bakabiliyoruz. Ben daha pratik, realist bakıyorum; bir sanatçı ise çok daha bohem, çok daha sanatsal bakabiliyor. Ben de çok daha materialist, pragmatik düşünebiliyorum. Mesela Paris’te Fikret Mualla devrini yaşamış olmak enteresan olabilirdi. Mesela şimdi “ZERO” diye bir sergi var Sabancı’da. Müthiş bir akım. Orada 1950’lerde, Yayoi Kusama, erkeklerin arasında yaşamış değişik bir isim.O akımın bir parçası olmak, şahidi olmak enteresan olabilirdi ama öyle bir şansım olmadı. Daha doğmamıştım bile. 

0
7100
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage