28 AĞUSTOS, CUMA, 2015

Yapay Zekanın Sanatsal Dönüşümü

Tek bir tıkla dünyanın diğer ucuna bağlanma rahatlığına sahip olduğumuz bir dönemdeyiz. Çoğu zaman teknoloji mi sanata ilham veriyor, yoksa tam tersi mi oluyor kesin karar vermek güç. Çağdaş ve yenilikçi işlerle adını sıklıkla duymaya alıştığımız C. M. Kösemen ile teknolojik imkânların sanatla buluştuğu Deep Dream algoritması ile ilgili konuştuk; ardından da biraz bilim felsefesi biraz da gelecek planlarından bahsettik.

Yapay Zekanın Sanatsal Dönüşümü

Bize biraz Google Deep Dream’den ve bu projenin nasıl geliştiğinden bahseder misin? 

En son gündeme düşen işlerimi aslında tatlı bir tesadüf sonucu ürettim. Google’ın Deep Dream algoritmasını iki-üç ay önce ilk kez bununla yapılan resimler internete düştüğünde takibe almıştım. Gerçekten çok ilgi çekiciydi; bir makinenin diğer resimlerin içinden kedi köpek figürleri, dişler, ağızlar, kuyruklar çıkarması çok ilgimi çekmişti. “Yapay zeka nereye gidiyor?” diye düşünmeye başlamıştım. Hatta, yapay zekanın finans, muhasebe gibi mesleklerde insanların yerine geçeceği konuşuluyor. Bu proje ile yapay zekanın sanatçıları da işsiz bırakabileceğini hayal ettim. Ama sanatçılar zaten işsiz olduğu için çok farklı bir durum olmayacaktı.

Deep Dream’e geri dönersek, iki hafta önce Google bu algoritmanın kullanımını internette açık kullanıma sundu. Ama kullanabilmek için bazı uygulamaları ve kodlamaları bilmek gerektiğini fark ettim. Ve heyecan içinde bunları bana öğretebilecek birini aramaya başladım. İnternette Deep Dream ile ilgili videoları araştırırken, karşıma Amsterdam’da yaşayan İsveçli bir bilgisayar mühendisi olan Roelof Pieters çıktı.

Aslında benim bundan önceki eserlerimin hepsi hep belli bir yön üzerinde gitmişti. Açıkçası hepsinde neredeyse Deep Dream algoritmasına benzer yine kaotik yüzeylerin ve boya parçalarının içinden aynı bulutta şekil görür gibi şekilleri resmettiğim bir serim vardı. 

C. M. Kösemen ©Korhan Karaoysal

Yani bir bakıma C. M. Kösemen’in kaligrafik eserleri de diyebiliriz belki… 

Böyle düşünüyorsan ne mutlu bana! Çünkü zaten bir sanatçıyı en çok tatmin edecek şey, bir kişinin resimlere bakıp “Aaa bu C. M. Kösemen işine benziyor!” demesi olabilir. Yaptığınız her işte kendinize has bir tarz geliştirmeniz çok önemli.

Bu şekilde ürettiğim işleri bilgisayarlar ne hale getirecek çok merak ettik. Tahminlerimin ötesinde sonuçlar aldık ve çok mutlu olduk. Farklı sergilerimden yaklaşık 10 adet resmimi bu uygulamaya dahil ettik. Deep Dream’den geçtikten sonra, resimlerin arka planları hayvan gözleri, kuş mu sürüngen mi belli olmayan figürlerle kaplıydı. Mesela, bir boya darbesi yılan oluyor, bir boya parçası sıçan oluyor. Beş altı bacaklı farklı cisimler çıktı. Bilgisayar, resimlerimi çok değişik bir faunayla donattı.

Sonuçlar bana vizyoner ressamlardan Alex Grey’in eserlerini ve Giger’in biyomekanik kabuslarını anımsattı. Rahmetli Giger hayatta olsaydı, bu algoritma gerçekten çok ilgisini çekerdi eminim!

Yükses lisansını dijital medya, teknoloji ve kültürel formlar üzerinde değişik ve öncü çalışmalar yapan bir okulda yaptın. Bu dönemde insan ve makinaların geleceğiyle ilgili ‘cyborg teorisi’, artificial intelligence dediğimiz yapay zekayla beraber hayatımızın nasıl değişeceği ve evrimleşeceği, en önemlisi makinalarla hem insan hem de sanatçı olarak nasıl bir ilişki kurabileceğimiz üzerine kafa yoruluyordu. Böyle bir altyapıdan gelen bir sanatçı olarak, eğitiminin sanatsal olarak şu anki projene etkisini açıklayabilir misin?

Bu sorunun cevabını parçalara bölerek vereyim. Birincisi; şu cyborg teorisini bilmeyenler için bir açıklayalım: 1980lerin sonu, 1990ların başında internet ya da giyilebilen teknolojiler gibi gelişmeleri inceleyen toplumbilimcilerin “ileride hepimiz cyborg olacağız”, “vücudumuza taktığımız makinalarla birleşeceğiz”, “makina ve insan karışımı bir organizmaya dönüşeceğimiz” gibi biraz radikal teorileri vardı.

Hatta bunun üzerine o zamanın güncel sanatçıların StelArc’ın eserleri de vardır. 70lerden itibaren StelArc insan-makina ilişkisini ve geleceğini inceliyor ve vücuduna ekstra organlar eklemeye başlıyor. Neticede, sanat dünyasında böyle bir tez var; teknoloji  ve internet geliştikce cyborg denilen bir organizmaya dönüşeceğimize dair bir anafikri var.

Ancak bana göre cyborg kavramı aslında binlerce yıldır olan bir şey. Eğer teknolojiyle üretilmiş bir maddeyle insanın kendisini birleştirmesi cyborg oluyorsa, o zaman kıyafet veya ayakkabı giymek de insanı cyborg yapabilir. Dişe yapılan dolgu da… O yüzden ben bu cyborg kavramını biraz “balon” görüyorum. Ama teknoloji gelişip, daha dokunulmaz ya da daha anlaşılmaz bir hale geldikçe insan teknoloji ortaklığı da daha radikal bir hal alıyor doğal olarak.

Bu konuların, Deep Dream projesinde iş birliğine etkisine gelirsek; iki avantajım olduğunu düşünüyorum. Birincisi, dediğim gibi eserlerimin biraz bu algoritmaya benzemesi sayesinde çok güzel bir estetik uyum yakaladık. Kendimizi biraz zorlarsak belki buna “sanatsal cyborg” diyebiliriz. İkincisi ise, bu projeyle ilgili elimi çabuk tutmuş olmam. Deep Dream çalışmalarım çok ilgi gördü, ama bu projeyi bir hafta sonra yapmış olsam esamesi okunmazdı. İşlerim yayımlanalı üç hafta oluyor, artık internette yüzbinlerce Deep Dream çalışması var. Çünkü aynı teknolojinin kendisi gibi onunla beraber çıkan uygulamalar da çabuk tüketilen ürünler oluyor. Bu yüzden çok özel bir ilgi de beklemek yanlış. Büyük ihtimalle bu teknoloji yakın gelecekte çok daha yaygınlaşacak, belki bir iPhone uygulaması bile yapılabilir.

Sonuçta insanların ilgisini bu yönde tetikleyen bir iş birliği yaptığım için memnunum. Ama onun dışında “çığır açıcı bir tekno-ressam” olma iddiam yok. Bu çalışma sayesinde öğrendiğim şeylerden birisi de insanoğlunun daha ruhani zannettiği düşünce süreçlerinin aslında gözüktüğü gibi olmadığı. Deep Dream gösterdi ki, halüsinatif vizyonlar başka bir alemden değil, beynimizin basit görsel reflekslerinden ortaya çıkıyor. Bir makine bile aynı şeyi yapabiliyorsa, cevapları ruhlar dünyasında aramaya gerek yok. Örneğin, Gieger eserleri veya halüsinasyon gören kişilerin çizdikleri şekillerin aslında başka bir alemden değil öde, tam da içimizden geldiğini gördüm.

©Korhan Karaoysal

Sürreal ve saykodelik akımlarının önde gelen isimlerinden bahsederken, belki dediğin gibi bu algoritmayı bir çeşit aynalama tekniği olarak düşünebiliriz. Kafamızın içindeki karmaşık şekillerin bize bir mercekten yansıtılması gibi ya da bir yazıcıdan çıkan baskısı gibi… Bu bağlamda elimizdeki teknolojinin hayalgücü ve ruh hakkında gösterdiği gerçekler, sence ruhani inançları nasıl etkiliyor?

Deep Dream sayesinde, en azından görsel sanat üretimi ve yaratıcılık konusunda - gerçeküstü yanıtlara ihtiyacımız olmadığını gördük. O yüzden bu proje insanlarda ilk başta bir soğuk duş etkisi yaratıyor. Çünkü bizim başka boyutların imgeleri sandığımız resimler aslında bütün canlılarda varolan şekil tanıma iç güdülerinin daha gelişmiş bir versiyonundan ibaret. Deep Dream’ı gören birinin gerçekötesi vizyonlara olan inancı zayıflayacaktır, ama bu gerçek yine de bu resimleri daha az ilginç kılmıyor.

Peki tam da burada senin bu son projenden bağımsız ama onunla benzeşen farklı işlerinden de bahsetmek istiyorum. Seni ve işlerini takip edenlerin bildiği üzere doğa ve hayvanlarla yakından ilgileniyorsun. Ama sadece alışmış anlamda değil, anatomi, evrim, tarih, paleontoloji ve mistizm ile de ilgilisin. Bu projeden daha önce, “All Yesterdays” isimli kitabında dinozorların ve diğer antik hayvanların aslında pek de alışık olmadığımız hallerini çizmiştin. Deep Dream algoritmasını ve aynalama kavramını göz önünde bulundurarak bize biraz da dinozorlardan ve senin tabirinle “paleoart”dan bahseder misin?

Aslında  “All Yesterdays”, Deep Dream’dan çok farklı bir çalışmaydı. Yani ben senden duyana kadar iki farklı projenin arasında bir bağlantı olduğunu düşünmemiştim. John Conway ile yaptığımız “All Yesterdays” bir popüler bilim kitabıydı, ‘sadece fosillerden bildiğimiz hayvanlar gerçekte nasıl gözüküyordu?’ sorusuna yanıt arıyorduk.  Ama gerçekte nasıl gözükürlerdi sorusuna yoğunlaşıp, bu kitapta yıllardır kafamızda yerleşmiş bu bilimsel rekonstrüksyonlarının da nasıl düzeltilebileceğini göstermek istedik. Bunu da yapmak için, günümüzdeki hayvanların iskeletlerini sanki dinozorlar çizilirken yapılan hatalar yapılmış gibi resmetmeye özen gösterdik. Mesela, hayatımızda daha önce hiç kedi görmemiş gibi bir kediyi sadece kafatasına bakarak çizersek nasıl olacağını hayal ederek onu korkunç dişli hortlak gibi bir yaratık olarak resmettik. Ya da en zarif kemik yapısına sahip olduğunu düşündüğümüz bir kuğuyu bile aslında hiç hayal etmediğiniz bir canavara dönüştürdük.

Deep Dream’ı dinozor kitabıma bağlarsam, belki bu algoritma daha da kuvvetlenirse ona verilen bir iskelet resminin üzerine kas, deri, göz, vücut yağı gibi katmanları koyarak eskiden yaşamış şekliyle resmedebilir. Ama böyle bir uygulamanın gelişmesine daha çok var bence. Ben bir tek böyle bir ortak noktaları olduğunu düşünüyorum. 

Bence bir ortak noktaları daha var; algıdaki gerçekliğimizin ne büyük bir ilüzyondan ibaret olduğunu aslında birbirinden çok farklı gördüğün iki projende de görüyoruz. Demek istediğim, aynı ‘All Yesterdays’ kitabında altını çizdiğiniz gibi antik hayvanların genelde bizlere biraz da filmlerde resmedildiği şekilde olacağına dair oluşmuş ortak bir algı söz konusu. Ama orijinal hallerini tam olarak bilmemiz imkansıza yakın…


Burada hem paleontoloji çalışmaların, hem de Deep Dream projesinde ürettiğin resimlerin ortak noktası, algıdaki gerçekliğin ne kadar tartışmaya açık olduğu ve insan algısının yetersizliğiyle ilgili olabilir mi?

Ben buna tam olarak katılmıyorum. Çünkü, geçmişte yaşamış hayvanların elimizde yeterli veri olmadığı için gerçekte nasıl gözüktüklerini büyük bir ihtimalle asla bilemeyeceğiz. Aynı şekilde, insanoğlunun doğayı bilimsel olarak açıklama çabaları henüz biraz sınırlı bir boyutta, çünkü yeni şeyler öğrendikçe daha fazla bilinmeyen sorular ortaya çıkıyor. Tamam, bilim ve sanatta “kör noktalar” var, ama mesela bazı Fransız felsefeciler çıkıyor, bu izafiyeti saçma sapan noktalara götürüyor. Bilim bazı soruları cevapsız bıraksa da bazı temel soruları da çok iyi bir şekilde cevaplıyor. Ben ne sanatta ne de bilimde çok fazla izafiyetçi olamıyorum. Ama demin de dediğim gibi, tabii ki bizim anlayışımızın da bir takım sınırları ve kara noktaları var.

Ben bunları araştıran bir insan olmaya ve buradaki tutarsızlıkları bilim dışı post-modern yaklaşımlarla değil, yine bilimsel, ya da en azından mantıki kaideler içinde açıklamaya çalışıyorum. Bunu hem resimlerimle hem de yaptığım diğer projelerle destekliyorum. 

C. M. Kösemen ©Korhan Karaoysal

O zaman son sorumuza geçelim… Şu ana kadar yaptığın işlerinin akabinde senden de StelArc vari bir enstelasyon görecek miyiz? Ya da bu tarz fikirler konusunda neler hissediyorsun? 

Şimdilik bu son projem konuştuğumuz gibi beni normalde yaptığım atasal piktografik işlerden daha farklı bir yönde, hatta beni bir yan yola saptırdığını söyleyebilirim. İkisini birden ilerletebilirim. Bilmiyorum.

​Sadece Deep Dream için bir koleksiyon yapmayı ve bunu internet üzerinden kullanıma açık olarak paylaşmayı planlıyorum. Şu an bağlı olduğum The Empire Project ile daha farklı işler de yapabiliriz. Ama herhalde StelArc gibi bir enstalasyon yapmam. Benim üretim alanlarım belli - kağıt üzerine resim, serigrafi baskı, dijital çizimler. Aslında bir işe başlarken çok da fazla planlamıyorum. Bir imaj veya bir şey kafama çok fazla yerleşiyorsa, bu olmalı diyip onun üzerinde çalışmaya başlıyorum. Ve devamı geliyor. O açıdan çoğunlukla doğaçlama yapıyorum denebilir. Yani aslında bu yolda kontrollü doğaçlamalarla ilerlemeye devam etmek istiyorum…  

0
12753
2
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage