16 AĞUSTOS, ÇARŞAMBA, 2017

Kendimizi Bulacağımız ya da Yok Olacağımız Bir Deneyim

Sonia Serpil Aslan, sanat dünyasının en önemli etkinliklerin “Art Expo New York 2016"ya Türkiye’den katılmış olan tek sanatçı. Onu Eudaimonia ile Amigdala serilerinin yaratıcısı olarak tanıyoruz. Felsefe, psikoloji, zaman, resim ve çocukluktan ilham alarak üretiyor heykel çalışmalarını. İnsan doğasının derinliklerine inerken birden sanatla yolunu açanların hikâyesini hatırlatıyor.

Kendimizi Bulacağımız ya da Yok Olacağımız Bir Deneyim

“Aslında hepimiz ya kendimizi bulacağımız ya da yok olacağımız bir deneyimde doğduk”  diyor Sonia Serpil Aslan. Sanatçıyla yaratım süreci ve ideolojisi hakkında sohbet ettik. Bunun dışında özgünlük, intihal, insan gibi sanat dünyasının güncel problemlerinden bahsettik.

2016’da Art Expo New York’a katılan tek Türk sanatçıydınız. Bu nasıl bir deneyimdi?

Evet, çok farklı ve iyi bir deneyim oldu. 2015’te de Amerika Miami Art Fair deneyimim olmuştu. Dünyanın farklı ülkelerinden sanatçılarla bir araya geldiğim keyifli bir süreçti. Fakat 2016’da Art Expo New York’a katılan tek Türk sanatçı olmak bir dönüm noktasıydı benim için çünkü hem ülkenizi temsil ediyorsunuz, hem de dünyanın önemli sanat şehirlerinden biri olan New York’ta sanatınızı daha geniş kitlelere gösterme fırsatı elde ediyorsunuz. Bunlar benim adıma gurur verici deneyimlerdi.

©Nazlı Erdemirel

Çalışmalarınızı gerçekleştirme sürecinizden bahseder misiniz? Nelerden etkileniyorsunuz? Sizi neler besliyor?

Psikoloji ve felsefe benim en çok beslendiğim alanlar. Psikolojik analizler benim düşünsel altyapımı oluşturuyor ve bunun neticesinde yaptığım okumalar sayesinde Carl Gustav Jung ve Sigmund Freud’un birlikte uğraştıkları ve eserlerinde anlattıkları “toplumsal bilinç dışı kavramı” gibi konular beni etkiliyor. Bunun dışında Alfred Adler, Jacques Lacanve Irwin D. Yalom, Andrian Furnham gibi önemli psikiyatrların kitapları başucu kitaplarım.

​Araştırmalarım düşündüğüm problematiğin çerçevesinde okumalar yaparak şekilleniyor. Teoriyle başlayıp, sonrasında pratiğe geçerek devam ediyorum. Bilinç altı, rüya, kimlik, cinsellik, toplumsal yargılar, travma, ölüm, spiritüelizm, okültizm gibi kavramları tercih etmem ise tamamıyla benim kişisel algım ile alakalı. Çünkü sanatımın toplumda anlaşılır olmasını ve insanların hayatlarında bazı şeyleri sorgulamaları için bir seçenek sunmasını istiyorum.

©Nazlı Erdemirel

Çalışmalarınızın güçlü alt metinleri var, özellikle savunduğunuz bir felsefe var mı?

Aslında hepimiz ya kendimizi bulacağımız ya da yok olacağımız bir deneyimde doğduk. Yaptığım işle kendimi bulmak, karşımdakine (izleyiciye) verdiğim hissiyatta huzur bulmak, üretmenin heyecanında kendimi keşfetmek, eserlerimle iz bırakacak kadar değerli hissetmek, hafızalarda kalacak kadar da var olmak isteyen biriyim sadece.

©Nazlı Erdemirel

Bu yıl Contemporary Istanbul’a Amigdala ve Eudaimonia çalışmalarınızdan işlerle katılacaksınız. Bu çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Evet fuarda birkaç çalışmam yer alacak. Purgatory/Arafİnsomnia ve bir de Shame/Utanç diye bir eserim yer alacak. Çalışmalarım hayata dair psikolojimizi etkileyen kavramların çocuk psişeni üzerinden anlatılmasıyla oluşuyor. Seçmiş olduğum temalar, ifade etmekte kullandığım yöntemlerle, görünenin arkasında usulca izleyiciye göstermek istediğim gizemlerle veya acılarla izleyende çok yoğun ve çelişkili duygular yaşatmak istediğim bir gerçek. Eserlerimi izleyen herkes kendi payına, kendi çocukluğuna, kendi kaçışlarına düşeni alarak ayrılacak ve bu yüzden önce hatırlayacak, sonra yüzleşmesi gerekenle yüzleşecek.

©Nazlı Erdemirel

Amigdala ve Eudaimonia serileriniz adlarını nereden alıyor?

Psikoloji ve felsefeden beslenen biriyim, dolayısıyla seçimlerim de bu doğrultuda ilerliyor. Amigdala ve Eudaimonia serilerinde de nörobilim ve ruh sağlığı terimlerini tercih etmem bundan kaynaklanıyor. Duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasındaki primer role sahip bir bölge olan Amigdala, beynimizin duygu merkezidir. Başta korku olmak üzere duyguların denetiminden sorumludur. Beynimizdeki bu badem şeklindeki yapı bizim duygusal ve sosyal tepkilerimizden ve anılarımızdan sorumlu. İlk sergim olan “Amigdala” ile insanlarda amigda’lalarını tetikleyen duygular ve izler bırakmaya çalıştım.

​“Eudaimonia” sergisiyle insanların duyguları arasında bir geçiş yaşamalarını istedim. Eudaimonia kavramı (Yunancada Eu: İyi, Daimon: Ruh), iyi olma, iyi hissetme hali, mutluluk olarak isimlendiriliyor. Sergiyi gezerken ilk hissedilen duyguları, serginin ismiyle bir çelişki yaratarak “mutsuzluk” ve “gizem” ekseninde şekillenmesini istedim.

©Nazlı Erdemirel

Çalışmalarınızın ana özneleri çocuklar, çocukları konu edinmenizin sebebi ne olabilir?

Psikoloji ve sanatı derinlemesine irdeleyip, ortak bir söylem ortaya koymaya çalıştığım eserlerim, hayata dair psikolojimizi etkileyen kavramların “çocuk psişeni” üzerinden anlatılmasıyla oluşuyor. Bu noktada çocuklar ve psikolojileri benim yıllardır ilgilendiğim ve işlerimi istediğim gibi yansıtacağım bir tercihti.

Çalışmalarınızdaki çocuk karakterleri şaşıran, korkan veya tedirgin ifadelere sahip. Bu yüz ifadelerinin altında yatan anlamlar neler?

Genel anlamda duyguların ön planda olduğu işler yapmak benim için oldukça önemli. İşlerimdeki çocuklar onlara baktığımızda bize geçmişlerimizi yansıtan zorluklar yaşamış çocuklar. Yaşadığımız zorluklar karakterimizin en kuvvetli yanlarını oluşturur. İşte bu çocuk karakterlerinin şaşıran, korkan veya tedirgin ifadelere sahip olmalarının sebebi de budur.

Zaman, hafıza ve anı sizin için ne ifade ediyor?

Zaman; bir oluşun, bir eylemin içinde geçmekte olduğu, geçtiği ya da geçeceği süredir. Sürüp giden doğru bir çizgi olarak düşünülebilir; geriye doğru sonsuza değin uzanır (geçmiş), aynı zamanda ileriye doğru (geleceğe) akıp gider.

Hafıza; yaşam boyu öğrendiğimiz bilgilerin, davranışların, anıların saklanması ve hatırlanmasıdır. Anı ise, insan belleğinde iz bırakan olay ve olguları anlatır.

​“Her şeyin bir zamanı var mı?” diye sormak isterim ilk olarak. Her şeyin bir zamanı aslında o andır, ertelemek zamanı kaybettirir, kaybolan zamanlar geri gelmez, geri gelmedikçe de zihin onlara takılıp durur. Peki zaman akıp geçiyor mu? Zaman akıp geçmiyor, sadece zamanı yaşamıyoruz. Yaşandıkça zaman yavaşlar. Yavaşladıkça zaman yaşanır. Zamanı hafızamızda kategorize etmeden yaşamak gerek. Doğrusu ve yanlışı yoktur. İyisi kötüsü yoktur. Eksiği fazlası yoktur. Zaman olduğu gibi yaşamalıyız, sormadan sorgulamadan. Çünkü zamanı yaşamak özgürleştirir.

“Çizim salt resim ve heykelin alt yapısıdır, bir sanatçının olmazsa olmazıdır” demiştiniz, siz bu doğrultuda çalışmalarınızı nasıl şekillendiriyorsunuz?

Aslına bakarsanız resim, desen ile başlar ve desen ise tüm sanat dallarının temelidir. Çünkü desen/çizim formu görme yöntemidir. Kompozisyonun yapısı, tasarımın genel yapısı, ışık ve gölge hep bu temel üzerine kuruludur. İyi bir desen çizebilen kişi, çok iyi bir heykel de, iyi bir tasarım süreci de ortaya çıkarabilir. Çünkü iyi bir desen çizebilmek, desenin ve tasarımın işlevinde yer alan çizgi, hareket, denge, hacim, oran-orantı, form, perspektif ve tüm kompozisyon kavramlarının öğrenilmesiyle sağlanabilir. Dolayısıyla deseni, çizimi kuvvetli, gözü iyi olan her sanatçının aslında sanatın her dalında başarılı işler yapabileceğine inanıyorum. Bu noktada benim için heykel bir tercihtir. İşlerimin kavramsal altyapısıyla ilişkilendirdiğim ve aklımdakini daha doğru yansıtacağına inandığım bir tercih.

Son zamanlarda sanat piyasası içinde yaşanan intihal olayları hakkında yorumunuzu alabilir miyiz? Ne düşünüyorsunuz?

Özellikle her yıl oldukça takip edilen ve genç sanatçılara yol gösteren bazı sanat platformlarının düzenledikleri bu yılki yarışmalı sergisiyle yine gündeme geldi “intihal” olayı diye hatırlıyorum. Çalıntı işleriyle yarışmaya katıldığı iddia edilen ve sonra yetkililer tarafından da kabul edilen bu olay sonrası yapılan açıklama ile sanatçı suçlandı ve olay aydınlandı öyle mi? Peki sanat tarihi boyunca günümüze kadar gelen birçok sanatçının aslında şişirilmiş ve kopya işler yaptığı ortaya çıksa da üstünün kapatılmaya çalışıldığı durumları nasıl açıklayabiliriz?

​“İntihal”i bu kadar deşme nedeni “özgünlük” olgusudur hiç kuşkusuz. Son zamanlarda özgünlük/intihal paradigmasının bir öz/çıkar ekonomisine dayandığı da aşikar. Buradaki paradoks “özgünlük”ün bir değer ölçütü olarak en tepe noktaya yerleştirilmesinde yatıyor belki de? Aslında iki türlü düşünmek istiyorum ben. Bir taraftan “özgün”lüğün önemli bir ölçüt olduğunu düşünüyorum; çünkü özgünlük, sanat ortamında kalıcılığınızı etkin kılacak bir unsurdur. Bir yapıta sanatsal değer kazandıran özelliklerden biri özgünlüktür. Özgün olan; genel anlamıyla yalnız kendine özgü bir niteliği olan, ilk kez yapılmış olan, başkasına benzemeyen, değişik ve ilginç yönleri bulunan, taklit ya da kopya olmayan demektir. Bir düşünce sonucu yaratılan eserlerin benzerlerinden değişik, üstün veya farklı olarak nitelendirilmesi, örnek diye alınmaya değer görülmesi; sanatçının özgün bir yapı türetmiş olmasındandır. Ama bir de şu var ki, özgünlüğün derecesi olmamalı. Çünkü özgün olduğunu iddia etmek, tümden benzersiz olduğunu da iddia etmektir, ki sanat gibi hassas bir alan sözkonusu olduğunda benzeşimi olmayan bir imge bulmak da imkânsız hale gelebilir. Özgün olduğunu iddia eden bir sanatçının eserleri de bu anlamda bir başka sanatçıya ait imgelerin dereceli dönüşümüdür; ama asla ta kendisi değildir bir yandan. Bunu Ferhat Özgür’ün bir ifadesinde değindiği gibi ifade etmek gerekirse: “Mesele özgünlük mefhumunu sanatsal imgenin kızlık zarı gibi gören ve namus bekçiliğine soyunan patolojide derecesi ve yüzdesini hesaba katmaksızın eğer özgünlük saplantısından kurtulamazsak yakın gelecekte birbirini intihal ile ihbar eden kindar sanatçılar kabilesine dönüşeceğiz”. Belki de artık özgünlük/intihal adı altında sanatçıları ve eserlerini yaftalamak yerine değişik ve ilginç yönleri bulunan eserlerdeki üslup ve oluşuma odaklanmak gerekir (?)

0
7577
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage