18 EYLÜL, CUMA, 2015

Geleceğin Arkeoloji Müzesi

17 Eylül’de ikinci solo sergisi Monophobia’yı Beyoğlu Gaia Gallery’de açmaya hazırlanan Hande Şekerciler’le, sergi hazırlıkları sırasında bir araya geldik. “İnsan bedenini idealize edildiği, fikirlerin, insanların, inançların yüceltildiği, anıtsallaştırıldığı Antik Yunan ve Rönesans heykelini örnek alıyorum” diyen Şekerciler’in heykelleri ve desenlerinin yer aldığı sergi, 7 Kasım’a kadar Tarihi Elhamra Han’ın beşinci katında gezilebilir.

Geleceğin Arkeoloji Müzesi

Bu seriyi hazırlarken biçime ve içeriğe dair hangi meseleler üzerine düşündüğünü bizimle paylaşabilir misin? 

Heykellerim fikirleri ve inançları uğruna her şeye katlanmaya razı insanlar hakkında. Fikirler uğruna yapılanlar beni çok şaşırtıyor. Çoğu insan kendi doğruluğuna o kadar inanıyor ki, ölmeye, öldürmeye razı! Serideki karakterlerin gözleri bunu ifade edebilmek için kapalı. Kendi içlerine bakıyorlar sadece. Sizin ne dediğiniz, haklılık ihtimaliniz falan hiç önemli değil. Biz de onları kendi hayal ettikleri biçimde görüyoruz. Belki şimdide ya da gelecekte yaşıyorlar ama halen o ilkel insanın dürtülerine sahipler. Medeniyet ve ilkellik arasındaki çatışmayı yaşıyorlar aslında. Bu içsel çatışmayı anlatabilmek için çağdaş bir görünümleri olmasına karşın ilkel aksesuarları, maskeleri var. Bunları tasarlarken çeşitli coğrafyalardaki şamanlara baktım. Onlarda gördüklerimi yeniden tasarladım diyebilirim. Plastik olarak ise klasik Yunan heykeli yol haritam oldu. Sergiyi düzenlerken de galeriyi hayali bir arkeoloji müzesi gibi düşündüm. Geleceğin arkeoloji müzesi…

Ben kendi adıma çok olumlu bir durum olarak nitelendirsem de niye şamanizm üzerine yoğunlaştığını sormak istiyorum. Bu ilgi sadece biçime mi yönelikti? Yoksa işlerin içeriğini de etkiledi mi?

Hepimiz halen ilkeliz aslında. Dürtülerimiz, duygularımız ilkel insandan farklı değil ki. Fakat akıl yoluyla fikirler üretebiliyoruz ve bu yolla da medeniyeti kurup geliştiriyoruz. Ne var ki, temelde yine de ilkeliz işte. İstediğimiz kadar medeni olalım. Son kertede fikilerimizi, inançlarımızı savunurken; hayat tercihlerimizi yaparken içimizdeki mağara adamı çıkıveriyor ortaya. Fütürist Michio Kaku gelecek tasvirleri yaparken geçmişin insan davranışlarını analiz etmenin doğru bir yol olduğunu söylüyor. Buna da yanlış hatırlamıyorsam 'mağara adamı sendromu' diyordu. Çünkü insanlar ne kadar medenileşse de ilkel benliğinden kopamıyor. Sadece yavaş yavaş eğitiyor onu. Ben de fütüristleri örnek alarak, insanların içsel durumlarının tasviri için ilkele bakıyorum. Karakterlerim şimdinin ya da geleceğin insanları olabilirler. Ve önümüzdeki 100 yılda da dürtüler yine aynı kalacağından, bu dürtüleri görselleştirmek adına, şamanların maskelerini modernize ediyorum; ayinlerde kullandıkları takıları, kostümleri yeniden yorumluyorum. Sadece şamanlarınkini de değil… Afrika, Avusturalya yerlilerinin kabile toplantılarında, eğlencelerinde kullandıkları süslemeleri de kullanıyorum. Ama açıp baksan internete bire bir aynı süslemeyi, maskeyi bulamazsın. Çünkü onları yalınlaştırıp hem şimdide hem gelecekte olabilirmiş gibi tasarlıyorum. Geleceğin müzesindeki heykelleri hayal ediyorum. Zaten nasıl ki şimdi durduğumuz noktada “Vay arkadaş engizisyon ne saçmaymış!” “O partiye nasıl da oy vermişler?” “Hitler’i nasıl takip etmiş insanlar?” diyerek şaşırıyorsak, gelecekte de insanlar bizlere hayretle bakacaklar. İşte heykellerimdeki karakterler bu insanlar. 

Hande Şekerciler

Medeniyet ve ilkellik arasındaki çelişkiyi irdelerken Antik Yunan’ın estetiğini referans alman da kendi içinde bir çelişkiye işaret etmiyor mu? 

Gelecek geçmişin üzerine inşa ediliyor. Fütürüstler geleceği tahayyül edebilmek için geçmişe bakıyor. Geçmişteki insan davranışlarını analiz ederek geleceği insanını anlamaya çalışıyorlar. Bu bir anlamda sanatta da böyle. Bizde tam olarak böyle gelişmese de, dünyada sanatçılar bir geleneğin üzerine kendi dokunuşlarını ekleyerek günün sanatını üretiyorlar. Ben de geleceğin heykelini düşünürken, tasarlarken geçmişe bakıyorum. İnsan bedenini idealize edildiği, fikirlerin, insanların, inançların yüceltildiği, anıtsallaştırıldığı Antik Yunan ve Rönesans heykelini örnek alıyorum.

İlkel aksesuarları hangi parametrelere göre seçtin?

Plastik açıdan etkileyici duranları ve beni etkileyenleri seçtim diyebilirim. Bazen “Bu da olabilirmiş aslında” dediklerimi kendim tasarladım.

Heykellerin beyaz ağırlıklı. Ancak özellikle yüz kısımlarında renk de kullanıyorsun. Bu renklerin nasıl bir anlamı ve önemi var? 

Arkeoloji Müzesi’ne ya da Louvre’a gittiğimde dehşete düşüyorum ve çok etkileniyorum. Müthiş kuvvetli bir plastik var. Ben o heykeli yapmak istiyorum işte! Öykündüğüm heykeller Antik Yunan ve Rönesans heykelleri olunca beyaz kaçınılmaz olarak kullandığım renk. Buna karşın heykelin sadece formlarla ilgili olmadığını da düşünüyorum. Dolayısıyla anlattığım fikri desteklemek hem de plastik olarak geleneğin üzerine çağdaş bir yapı inşaa edebilmek adına renk kullanıyorum. Tercih ettiğim renklerin spesifik bir anlamı da yok.

Büyük büstler yapmayı tercih ediyorsun. Bu figürlerin uzuvlarını kullanmamanın belirli bir sebebi var mı? 

Arkeoloji müzelerindeki antik heykellere öykündüğüm, o örselenmiş görselliği sevdiğim için uzuvları kesiyorum. Ayrıca bu seride ifade portrelerde yoğunlaşıyor. Bir de her şeyin de derin anlamları yok doğrusu. Benim estetik anlayışım öyle olduğu için… 

Kaide kullanıp kullanmamak her heykeltıraşın üzerinde durduğu meselelerden. Bazıları kendi pratiklerine uyarlıyor, bazıları sorunsallaştırarak kullanıyor, bazıları ise özellikle 1960’ların minimalizminin etkisiyle hiç kullanmamayı tercih ediyor. Sen ise işlerinin bir kısmında kaideyle mekânı içiçe geçiren ilginç bir yöntem öneriyorsun. Bu yöntemi nasıl bir süreçten sonra ortaya çıkardın? 

Eksik heykelleri metal cerçevelere koyup, uzuvlarını tamamlamak eski bir müze sergileme biçimi. Ben bu yöntemi alıp uzuvları tamamlamak yerine, ek yaptığım parçaları grafik bir dil haline getiriyorum. Karakterlerim gerçeklikle sanallık arasına sıkışıyor böylece. 

Çalışma yönteminden bahsedebilir misin? Kavramı oluşturma, tasarlama ve üretme sürecini nasıl yaşıyorsun? 

İdeal olarak fikri bulduktan sonra çizim yapmam, ardından çamur eskizler çıkarıp, nihayetinde de asıl büyüklükteki heykeli yaparak calışmayı sonlandırmam gerekir. Genelde böyle olmuyor maalesef. Süreçte değişmeyen tek şey ilk olarak fikri bulmak. Ardından “Bu fikri plastik olarak nasıl ifade edebilirim?” sorusu geliyor. Sonrasında bazen çamur modeller yapıyorum küçük ölçekli, bazen de -özellikle büstlerde- direkt gerçek boyuttaki heykele başlıyorum. Heykelleri tasarlarken çizim neredeyse hiç yapmadığım bir aşama. Küçük çamur eskizler yapmayı tercih ediyorum. Sonrası kalıp, tesfiye, boya, vs gibi işler.

Çerçeveler, heykellerin çevresindeki uzamı hem gösteriyor hem de ikisi arasındaki sınırı belirliyor. Heykellerin organikliğiyle kaidelerin katı çizgileri arasındaki bu karşıtlığı çok sevdim. Bir bakıma bana Francis Bacon'ın, figürlerini birkaç çizgiyle uzamsal bir alana yerleştirmesini hatırlattı. Sen de bu işlere kendilerine ait bir alan mı vermek istedin? 

Çerçeveleme hem plastik bir etki vermek hem de karakterlerin düşüncelerini kutulara koyduğu, snırlandrdığını anlatmak için gerekliydi. Bir de kontrasları bende severim. Anlamı ve ifadeyi güçlendirirler. Bu heykellerde de organik dokuyla keskin hatlar arasında bu gerilimi yaratabildiğimi umuyorum.

Bu yeni işlerin için neden malzeme olarak epoksiyi seçtin?

Bugüne kadar pek çok farklı materyal denedim. Şu anda kullandığım epoksi, polyester gibi diğer döküm malzemelerinden daha sağlıklı, daha sağlam. Bir de Türkiye’deki en büyük sorunlardan biri olan, işini düzgün yapmadan, sürekli karşısındakini kandırmaya yönelik iş ahlakı -ya da ahlaksızlığı- dökümcülük alanında da geçerli. Bu yüzden dışarıya bağımlılımı kesmem gerekiyordu. Bu malzeme sadece asistanımdan yardım alarak, bütün süreci tek başıma götürebilmemi sağlıyor. Bir diğer sebepse plastik olarak istediğim dokuyu bu malzemeyle kolaylıkla verebiliyorum. Modelimin detaylarını da kolaylıkla ve eksiksik alabiliyor. Su bazlı akrilikle kolaylıkla boyanabiliyor.

Epoksiyle çalışmak bu heykellerin edisyonlarını yapmayı da mümkün kılıyor. Bu işlerin edisyonları var mı? 

Edisyon yaptığım seriler oldu. Bu da biraz dışa bağımlılıktan kaynaklanan ekonomik sebeplerden. Edisyon yaptığınınızda heykelin satış bedelini edisyon sayısına bölerek koleksiyonerlerinize de bir kolaylık sağlamış oluyorsunuz. Her koleksiyoner çok zengin değil. Kazancının bir bölümüyle koleksiyon yapanlar da var. Bu onlara bir alım gücü veriyor. Sanatçı için de üretim maliyetini düşürüp, kazancı normalize ediyor gibi görünüyor. Ama işte biraz önce anlattığım kaliteli işçilik sorunu yüzünden aslında sanatçı maliyeti karşılayabildiğine dua eder hale geliyor. Zira yanlış dökümler, gereksiz yere uzayan tesfiye, boya gibi süreçleri de maddi olarak sanatçılar telafi etmek durumunda kalıyor. Bir de sanat eseri tek olunca verdiği haz daha çok oluyor sanki. Dünyada biricik ve yalnız olduğunu bilmek gibi…

Önceki röportajlarından birinde Alfred Hrdlicka ve Ron Mueck’e olan hayranlığından bahsediyorsun. Birisi dışavurumcu bir çizgiye sahip, diğeri ise hiper-realist işler yapıyor. Sen, onların işlerinde en çok neye ilgi duyuyorsun ve senin üzerinde nasıl bir etkileri var?  

Hrdlicka'nın heykellerindeki yoğun duygu, anıtsallık, taşa karşı bir Rönesans adamı gibi yaklaşımını seviyorum. Hele gravürlerindeki vahşilik, dinamizm! Bir de sanatta emeğe ve düşünceye çok kıymet veriyorum. Hrdlicka ve Mueck gibi iki uç tarzı aynı ölçüde sevebilmemin sebebi bu sanırım. Hrdlicka'nın taşı eski usül murç ve çekiçle yontması benim açımdan bakınca gereksiz bir kahramanlık olsa da, sabahtan akşama o şekilde çalışıp bir de üzerine geceleri gravür yontması çok ilham verici. Mueck'in dantel gibi o figürleri işlemesiyle, Hrdlicka'nın taşı yontması arasında bir irade bütünlüğü hissediyorum. Bir de ikisinin heykellerinde de bir yumuşaklık, bir canlılık var. Başkaları da silikon döküyor, öyle detaylar yapıyor ama Mueck'in karakterleri gibi yaşamıyor. Bunun yaptığın işe kendi özünden bir şey vermekle ilgili olduğunu sanıyorum. Bütün bunlar daha çok çalışmak, üretmek için ilham veriyor.

İşlerini birkaç yıldır takip ediyorum. Absürd veya karikatürize formlardan hiper-realizme uzanan bir yelpazede gerçekliğin farklı yorumlarını yansıttığın serilere imza attın. Gerçekliğe ve gerçekçiliğe yaklaşımını nasıl tanımlarsın?

Detaylarla oynamak, olabilirmiş hissi yaratmak hoşuma gidiyor. Var olan gerçeklikle benim kurguladığım gerçekliğin iç içe geçmesini izlemek ve bunu üretmek çok eğlenceli.

O zaman, gerçekliğe getirdiğin yorumların dünyanın bugünkü durumunun tasvirleri olduğunu da söyleyebilir miyiz?

Dünyanın en enteresan anlarından birine denk geldik. Medeniyet yok mu olacak, yoksa fütüristlerin kurguladığı gibi üst uygarlık seviyesine mi geçecek? Yeni medeniyetin doğuşuna mı tanıklık ediyoruz, eskisinin üzerimize çöküşüne mi? Sorunu cevaplamaya çalışırken küçük bir çocuk bedeni karaya vurdu. O güne kadar binlerce insan öldü, ama ne zaman ki o'nun fotoğrafını gördük dünya değişti. İnsanlar evlerini bu ölümden, sefaletten kaçan insanlara açmaya başladılar. Bu işte bir yanlışlık olduğunu fark etmeye, sistemin gerçekten değişmesi gerektiğini konuşmaya başladılar. Bütün dünyada artık insanlar böyle devam edemeyeceğimizi anlamaya başladı. Ama çok az vakit kaldı bizim için. Ürettiğimiz teknolojinin bizi bilinçlendirme hızıyla, onu üretirken yarattığımız kirlilik yarış halinde. Ve kirlenme daha hızlı maalesef. Dünyanın sonu geliyor diyorlar ama aslında sonu gelen insan ırkı. Ya fütüristlerin kurguladığı gibi bir devrim olacak ve başka tip bir uygarlığa geçeceğiz ya da yeryüzünden silineceğiz ve dünya bizsiz devam edecek yoluna. Bütün bunların içinde kendimi görebildiğim kadar uzağa bakıp, bunları anlatmaya çalışan bir tanık gibi görüyorum. Bir çözümün yok. Sadece sorunu gösteriyorum. Hani filmlerde “Dünyanın sonu geliyor!" diye bağırarak dolaşan deli olur. Filmin sonuna doğru da haklı olduğu çıkar ortaya. İşte ben o deliyim!

Bence işlerinin eleştirel bir yönü de var. Ama senin bu konuda ne düşündüğünü de merak ediyorum. Bu heykellerin izleyici üzerinde sence nasıl bir etkisi olabilir? İzleyicinin yorumunun senin nezdinde nasıl bir önemi var?

Tabii ki izleyici benim için önemli. Söylemek istediğim sözler var. Bunun için araç olarak da heykeli seçtim. Bir kişi bile “Aa sahiden böyle bir şey var” derse mutlu olurum. Zira halen romantik bir hayal belki ama, sanatın insanı dolayısıyla dünyayı değiştirebileceğine inanıyorum.

Fotoğraf, video art, enstalasyon ve medya sanatı çağında heykel genelde güncel sanatın alanına girmeyen, eski, muhafazakar ve modası geçmiş bir kategori olarak yorumlanıyor. Bu disiplinin senin için ilgi çekici olan boyutu ne?

Heykelin modasının geçtiği falan yok. Olan şu: Zaman değişti ve artık saydığın disiplinlerin üretme kaynaklarına erişim kolaylaştı. Telefonu olan herkesin fotoğraf makinesi, video kamerası, bu araçlarla topladıkları datayı işleyebilecekleri yazılımları ve hatta çizim yapabilecekleri grafik programları var. Bunu iyi bir şey olarak görüyorum. Üretmek, fikrini anlatmak isteyen herkesin aracı oluyor böylece. Ne var ki bu disiplinle üretilen işlerin sayısındaki artış, klasik yöntemlerin modası geçmiş gibi görünmesine sebep oluyor. Bu aynı “sanat öldü” hikayesine benziyor bence. Ne sanat öldü ne de heykelin modası geçti. Sadece bir ifade aracı olarak hakkını verebilmeniz için çok fazla öğrenmeniz gereken şey var. Oysa ki insanların çoğu hemen olsun istiyor. Hemen anlatsın, hemen ünlü olsun, hemen zengin olsun... Sorunda bahsettiğin bu disiplinlerin bu kadar moda olmasının sebeplerini bunlar olarak görüyorum. Bunlar olmayan her şey de benim heykeli sevme sebeplerim. Bir diğer nokta ise heykel bir mücadeledir. Hayat gibi… Bütün bedeninle zihninle üretirsin. Bunları yaparken olaylara karşı üç boyutlu bir bakış edinirsin heykel sayesinde. Nasıl ki heykeli yaparken her açıdan iyi yapmaya çalışırsan, hayata da öyle yaklaşırsın ister istemez. Olayların tek tarafını değil, çevire çevire her yüzünü okumaya başlarsın. Ve nihayetinde yüz yıl sonra bin yıl sonra kimin modası geçmiş olacak?

Hande Şekerciler

İşlerini seriler halinde üreten sanatçılar, genelde bu tecrübelerinin sonunda yeni bir şey öğrendiklerini söylerler. Bu kadar uzun bir düşünme ve uygulama sürecinin sonunda hem entelektüel hem de manevi anlamda onları zenginleştirdiğinden bahsederler. Bu seri hem kişisel hem de sanatsal anlamda sana neler kattı?  

Ne bağımlılıkları ne de fanatikliği olan biriyim. Fakat insanların olaylar, fikirler, ideolojiler karşısındaki fanatizmini görünce, hali hazırda septik biri olarak kendi durumumdan da şüphe etmedim desem yalan olur. “Bu insanlar her şey uğruna ölmeye hazırken ben nasıl böyle olabiliyorum?” diye… İnsan hayatı, beden bütünlüğü her şeyden önemli. Bertrand Russell'ın da dediği gibi “Düşüncelerim için ölmeyi göze almam, çünkü yanılıyor olabilirim.”

Bu sohbet için çok teşekkür ederim. 

“Neden sanat?” diye sormadığın için ben teşekkür ederim.

Şaka bir yana, röportajları ürettiklerimi beğenen ama anlattıklarım, dert edindiklerim hakkında belki de hiç düşünmemiş izleyicilere, bir düşünme fırsatı yaratan imkânlar olarak görüyorum. Soruların bu anlamda çok güzeldi. Teşekkür ederim.

0
8143
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle